Geri Git   ForumSinsi - 2006 Yılından Beri > Eğitim - Öğretim - Dersler - Genel Bilgiler > Biyografiler

Yeni Konu Gönder Yanıtla
 
Konu Araçları
çelebi, muhammed, sultan

Muhammed Çelebi Sultan

Eski 08-02-2012   #1
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Muhammed Çelebi Sultan




MUHAMMED ÇELEBİ SULTAN

Anadolu'yu aydınlatan meşhûr velilerden Eğridir'de doğdu ve 1494 (H900) de orada vefat etti

Babası, Pîrî Halîfe Sultandır Seyyid olup nesebi yirmi üçüncü batında hazret-i Hüseyin'e ulaşır Babası Pîrî Halîfe Sultan, mânevî bir işâret üzerine genç yaştayken İran'ın Hoy şehrinden, hocası Şeyhülislâm Berdeî hazretleriyle birlikte Anadolu'ya göçmüştür Anadolu'ya gelince, büyük bir mürşid-i kâmil olan hocası Şeyhülislâm Berdeî'nin kızıyla evlenmiş ve bu evlilikten Muhammed Çelebi Sultan doğmuştur (Bkz Berdeî Sultan, Pîrî Halîfe Sultan)

Daha küçük yaşta iken, babasının ziyâretine gelenler içerde iken, ıslahı mümkün olmayan kimselerin ayakkabılarını ters çevirir; iyi kimselerinkini ise düzgünce koyardı Küçük yaşında günahkar ve sâlih insanı ayırır ve söylerdi Melekleri görür ve gördüğü şeyleri söylerdi Babası çarşıdan alınan çörekten yedirince bu hali kırk gün kaybolur kırk gün sonra yine görürdü Niçin gördüklerini söylüyorsun? dediklerinde, bana; "Gördüklerini söyle sana zararı yoktur diyorlar" derdi On yaşına kadar bu hali devâm ettiSonra gizledi

İlim ve feyz ocağında gözlerini açıp küçük yaştan îtibâren ilim ve edep öğrenmeye başladı Allahü teâlânın emir ve yasaklarını anlattı Babasından ve babasının hocası Şeyhülislâm Berdeî'den ilim öğrendi, onların bereketli sohbetlerinde ve derslerinde yetişti Tasavvufta kemâle erdi İcâzet aldı Şeyhülislâm Berdeî hazretlerinin vefâtından sonra dâmâdı ve Muhammed Çelebi Sultan'ın babası Pîrî Halîfe, Muhammed Çelebi Sultan'ın halîfesi olarak dergâhta senelerce halka rehberlik yapıp insanlara, Eshâb-ı kirâmınPeygamber efendimizden naklen bildirdiği ve asırlar boyunca kıymetli İslâm âlimleri tarafından büyük bir dikkatle nakledilegelen Ehl-i sünnet îtikâdını ve doğru din bilgilerini anlattı, öğretti Bunlara uygun yaşamalarını sağladı Ömrünü bu mübârek hizmetlerle geçirdi Vefâtından sonra ilim ve feyz menbaı olan dergâhda oğlu MuhammedÇelebi Sultan, yolunu şaşırmış olanlara rehberlik vazîfesi yaptı O da aynen babası gibi ilim ve feyz saçtı, nice sâlih ve velî zâtlar yetiştirdi Pekçok insanın saâdete kavuşmasına vesîle olduVefâtından sonra yerine torunu Şeyh Burhâneddîn hazretleri geçti

Muhammed Çelebi Sultan hazretlerinin pekçok kerâmeti ve menkıbeleri olup bir kısmı şöyledir:

Daha yedi yaşındayken rüyâsında bütün âlem bir deryâ, büyük bir deniz olmuş, doğudan batıya bütün insanlar şaşkın bir vaziyettedir Muhammed ÇelebiSultan deryâ üzerinde uzanıp köprü olur Bütün mahlûkat üzerinden geçer Bu rüyâsını babasına anlattığında, babası; "Şeyhimiz Abdüllatîf Kudsî hazretleri birazdan geliyor Ona soralım" der O gelince, oğlunu huzûruna çıkarıp rüyâsını anlattırdığında, Şeyh Abdüllatîf Kudsî hazretleri, Muhammed Sultan Çelebi'yi kasdederek; "Bu benim oğlum zamânın kutbudur" dedi Bu sözü söyleyip üç defâ sayha yaptı, haykırdı Bu sayhası sırasında sarığı başından yere düştü Muhammed Çelebi Sultan, Abdüllatîf Kudsî'nin huzûrundan ayrılınca, babasına; "Şeyh hazretlerinin kutb-ı zaman dediği nedir?" diye sordu Babası; "Oğul! Şeyh hazretleri senin kutup olacağını müjdelediler" dedi

Eğridir'in Kışlıcak köyü imâmı Nâsuh Fakîh şöyle anlatmıştır:

Babam anlattı: "Bir gece evimde yatıyordum Kapı çalındı Çıkıp baktığımda, Muhammed Çelebi Sultan hazretleri olduğunu gördüm Elinde içi dolu ve çıkınlanmış bir sofra ve bir de nacak vardı Sofrayı bana verip; "Peşimden gel" buyurdu Giderken önümüze bir deryâ (deniz) çıktı Bana; "Yürü korkma!" dedi ve önümden deniz üzerinde yürüdü Ben de tâkib ettim Deniz üzerinde yürümeye başladım Tahtaya basar gibi su üzerinde yürüyordum Kısa bir zaman sonra bir hisara vardık İslâm ordusu hisarın etrâfını sarmış beklemekteydi Muhammed Çelebi Sultan elindeki nacakla hisarın kapısına vurunca, bir râhip kapıyı açtı Önümüze düşüp evine götürdü Evine varınca bir dehlize girdik Merdivenle aşağı indik Orada bir mescid gördük Mescidde rahleler, Kur'ân-ı kerîmler vardı ve mumlar yanıyordu Bizi oraya götüren râhip, papaz kıyâfetini çıkarıp, müslüman kıyâfeti giydi ve yanımıza oturdu Şeyh Muhammed Çelebi Sultan bana taşıdığım sofrayı açmamı söylediSofradaki yiyecekleri çıkardım Yedikten sonra duâ ettiler Sonra râhibe; "Artık hisarı verin!" deyince, "Emir sizindir!" karşılığını verdi Sonra oradan çıkıp gittik Bir müddet sonra şafak söktü Sabah namazının vakti girmişti Benim abdestim yoktuBana bir yer târif edip; "Falan ağacın altında arı ve tatlı bir su vardır Var orada abdest al" dedi Gidip abdest aldım Kendisi imâm oldu sabah namazını kıldık Sonra tekrar yürüdük Daha önce üzerinden geçtiğimiz denize geldik Yine deniz üzerinden yürüyerek geçtik Henüz güneş doğmadan Mezar-ı Şerîf denilen yerdeki dergâha ulaştık Ben; "Sultanım bu garib haller, gezip gördüğümüz yerler nedir?" dedim "Gittiğimiz hisar Kefe Hisarıdır İslâm askerleri onu almaya varmışlardı Bugün hisar kapısını açarlar" buyurdu Târih koydum İşâret ettiği gün o saatte Kefe Hisarı fethedildi"

Muhammed Çelebi Sultan'ın meşhur hallerinden biri de, Hızır aleyhisselâmla çok görüşüp, sohbet etmesidir Bâzan evinde otururken karşıda bulunan Eğridir Gölüne dikkatle bakar ve birini bekler gibi dururdu Hızır aleyhisselâm göl üzerinden yürüyerek yanına gelirdi Görüşüp sohbet ederler, sonra yine geldiği gibi su üzerinden giderdi Bu hâli çok görülmüştür Halîfelerinden Âlimi Rabbânî Dâvûd Efendi; "Hızır aleyhisselâmla böyle görüştüklerine defâlarca şâhid oldum" diye anlatmıştır

Şeyh hazretlerinin çiftliğinde değirmeni olan bir ortağı vardı Köyünde bu değirmeni çalıştırarak geçimini temin ederdi Köyün ileri gelenlerinden birinin de değirmeni vardı Bu kimse sâdece benim değirmenim çalışsın diye o kimsenin değirmeninin oluğuna taş bırakır çalışmasına mâni olurdu Bu durumu Muhammed Çelebi Sultan hazretlerine birkaç defâ açıp zulme uğradığını söyledi Adam da bu işinden bir türlü vaz geçmedi Bir gün gene şikâyet etti Muhammed Çelebi Sultan hazretleri; "Ayruk (gayrı) etmesün" buyurdu ve başka söz söylemedi Şikâyette bulunan kimse bu sözden pek bir şey anlayamadı Hattâ talebelere şeyh hazretleri fazla bir şey söylemedi ve kâdıya (hâkime) göndermedi diye yakındı Talebeler şeyh hazretleri sana ne buyurdu diye sordular O da; "Ayruk etmesün" dediğini söylediTalebeler bu sözü duyunca; "Öyleyse söz tamam oldu Artık kurtuldun Var git sen artık işin sonunu gözle" diye teselli etti O kimse değirmenine gidip baktığında, değirmenin suyunun taştığını ve dışarı aktığını gördü Yine taş bırakıldı zannederek oluğu yokladı Değirmenin çalışmasına mâni olan kimse yine bir taş bıraktırmak için bir adam göndermiş, bu adam da taş bırakırken oluğa kendi düşüp ölmüştü Bu hâdiseye çok şaşıp köye döndü Köye gidince de, değirmenin oluğuna taş bıraktıran kimsenin de âniden öldüğünü öğrendi Zâlimin elinden kurtulduğu içinAllahü teâlâya şükretti Muhammed Çelebi Sultan'a muhabbeti ve bağlılığı arttı

Muhammed Çelebi Sultan zamânında Isparta'nın Barla kazâsından iki tüccar ticâret için Bursa'ya gitmişler Bunlardan birinin eceli gelip paralarını kesesine koyarken vefât etmiş Hacı İvaz adındaki diğer arkadaşı onun böyle dünyâ sevgisi içinde öldüğünü ibretle görüp ağlayarak o zaman Bursa'da bulunan evliyânın meşhurlarından Şeyh Tâceddîn hazretlerinin huzûruna gitti Dünyâ malına ve dünyâya düşkünlüğünden dolayı gafletine tövbe edip, Şeyh Tâceddîn hazretlerinin dergâhında kalbini toparlamak için halvete girdi Şeyh Tâceddîn hazretleri onun bu hâline bakıp, talebelerine; "Hacı İvaz'a siz de yardım edin Kelime-i tevhîd okurken ona da niyet edin Onun çok oturmaya gücü yoktur Kendisi bir tüccardır" dedi O gece Hacı İvaz şöyle bir rüyâ gördü Bir dere içinde kendini kanalizasyon pisliği, çöpler ve süprüntüler arasında buldu Pislikler dağ gibi yığılmış Çöpler ve pislik arasında boğazına kadar gömülmüş, boğulmasına az kalmış! Bu haldeyken Şeyh Tâceddîn hazretleri bir dağ üzerinden kendisini seyretmektedir Talebelerinin de pislikleri ve çöpleri kendi üzerinden alıp attıklarını gördü Böyle perişan haldeyken Şeyh Tâceddîn hazretleri bulunduğu dağ üzerinden elini uzatıp Hacı İvaz'ın elinden tutarak dağ üzerine çekip kurtardı Hacı İvaz sabahleyin uyanıp rüyâsını Şeyh Tâceddîn hazretlerine anlattı Ona; "Üzerinde olan o pislik kalbindeki dünyâ sevgileridir Allahü teâlânın inâyetiyle bunlar kalbinden gitti Artık bütün dünyâ senin olsa, ona hiç sevgin olmasın Asıl sevgi ve muhabbet, Allahü teâlânın sevgisidir Sevgi, muhabbet, Allahü teâlâya ve Allah dostlarına olmalıdır Allah adamları olan evliyâ ile birlikte bulunmaktan gâfil olma!" diye ona nasîhat etti Sonra da memleketine dönmesi için müsâde etti Hacıİvaz ayrılıp giderken; "Sultanım! Bizim memlekette bir Allah adamı yoktur Kiminle berâber olayım!" dedi Şeyh Tâceddîn hazretleri,Pîrî Halîfe Sultanın kıymetli oğulları Şeyh Muhammed Çelebi Sultan ne oldu?" deyince,Hacıİvaz; "Efendim! Ona îtikâdım yoktur İyi yünden elbise giyer İyi cins atlara biner Kılıç kuşanır Onda öyle dervişlik görmedim" dedi Şeyh Tâceddîn hazretleri, Hacı İvaz'ın bu sözleri karşısında; "Bre öyle deme şimdi o sultan kutb-ı âlemdir İnkâr etme yoksa belâya düşersin!" dedi Hacı İvaz bu tavsiye üzerine memleketi Barla'ya varır varmaz hemen Eğridir'e gidip Mezâr-ı Şerîf denilen yerdeMuhammedÇelebiSultanın ziyâretine gitti Oraya yaklaştığında Muhammed Çelebi Sultan'ı Eğridir Gölü kenarında oturur halde gördü Hızır aleyhisselâmı bekliyormuş Yanına yaklaşınca; "Bize îtikâdın ve inancın olmadı Bu evlâmıdır?" dedi Hacı İvaz ağlamaya başlayıp ayaklarına kapandı Yaptıklarına pişman olup, tövbe ettiSonra Muhammed Çelebi Sultan hazretlerine talebe oldu Tasavvufta yetişmek üzere sohbetlerini can kulağıyla dinleyip, emirlerini severek yerine getirdi Bir müddet dergâhında kalıp, nefsini ıslah ile meşgûl oldu Büyük bir azim ile cânu gönülden bu işe sarıldı O mübârek zâtın himmetiyle tasavvufta ilerleyip yüksek derecelere kavuştu Kendisine halîfelik de verildi Hacı İvaz'ın bir hizmetçisi vardı Yanında kalıp tasavvufta yetişmek için çalıştı Muhammed Çelebi Sultanın himmetiyle o da velîlerden oldu Bu hizmetçi öyle hallere kavuşmuştu ki, bâzan yemek pişirir, uzun mesafelere kısa zamanda giderek yemek götürürdü Bayram günlerinde bir çömlek yemek pişirir bu az yemeği dört yüz kişi yiyip doyardı Bu kerâmetleri o diyarda meşhurdu

Bursa'da Şeker Hoca denilen bir kimse şöyle anlatmıştır: "Biz üç arkadaş, Şeyh Muhammed Çelebi Sultan için kutup diyorlar Eğer gerçekten böyle büyük biri ise bir tecrübe edelim dedik Ziyâretine gittik Birimiz; "Eğer kutupsa biz huzûruna varınca, önce duâ etsin" dedi Bir arkadaş; "Bursa'da Ulu Câmide ricâl-i gayb (Allahü teâlânın sevdiği ve gizli olan velî kulları) hangi safta namaz kılarlar bunu biz sormadan cevap versin" dedi Bir diğerimiz de; "Ricâl-i gayb Ulu Câmiye hangi kapıdan girerler Bunu da bize söylesin" dedi Nihâyet huzûruna vardık Biz vardığımızda kapısının önünde duruyordu Elini öpüp karşısında durduk Önce duâ etsin diye niyet eden arkadaşımızı göstererek; "Evvelâ şu mollanın niyeti üzereEl-Fâtiha" dedi Sonra; "Ricâl-i gayb, Ulu Câmiye doğu kapısından girerler ve üçüncü safta namaz kılarlar" dedi

Onun zamânında Osmanlı paşalarından Mesih Paşa, Hamid ilinin (Isparta'nın) beyiydi Muhammed Çelebi Sultanın ziyâretine gider, hürmet gösterirdi Vezir olması için duâ ve himmet etmesi için yalvarıp yakarırdı "Eğer vezir olursam, sizi ve talebelerinizi gazâya götürürüm" diye söz vermişti Hayreddîn Halîfe adında bir halîfesi, talebesi vardı Ona; "Var rüyâya yatıp istihâre eyle Bakalım Mesih Paşa vezir olur mu?" dedi Hayreddîn Halîfe istihâreye yatıp gördü ki: Hocası Şeyh Muhammed Çelebi Sultan bir kuşak getirdi Onu Mesih Paşanın başına sarması için kendisine verdi Fakat Hayreddîn Halîfe onu bir türlü saramadı Bunun üzerine şeyh hazretleri kendisi alıp sardıSabahleyin Hayreddîn Halîfe gördüğü rüyâyı anlatmak üzere huzûruna gitti Huzûruna varınca daha anlatmadan; "Hayreddîn! MesihPaşa kuşağı sardı İnşâallah vezir olur" dedi Kısa bir müddet sonra Mesih Paşa vezir oldu Rodos seferine çıktı Fakat Muhammed Çelebi Sultan hazretlerine verdiği sözü yerine getirmedi Sefere çıkarken onlardan hiç bahsetmedi Bunun üzerine halîfesi Hayreddîn'e dedi ki: "O Mesih Paşa bizim sakalımıza güldü Murâdı hâsıl olup, vezirliğe kavuştu Bizi ihmâl edip, ismimizi bile anmadı Yine istihâre eyle bakalım kal'ayı alıyor mu?" dedi Hayreddîn Halîfe istihâre edip gördü ki: Rodos kalesini asker kuşatmış Rodos'un kalesinin içinde Şeyh Muhammed Çelebi Sultan oturmuş Bir yanında dedesi Şeyhülislâm Berdeî bir yanında da Bursa'daki Emir Sultan hazretleri bulunmakta Hızır aleyhisselâm da oradaydıBunlar ona; "Oğul kerem eyle hisarı ver!" diyorlardı Muhammed Çelebi Sultan ise; "Bu sefer olmaz! Vezir bizi maskaralığa aldı" dedi Hızır aleyhisselâma; "Merdiveni komayın" dedi Hızır aleyhisselâm Mesih Paşanın hisara kurduğu merdivene bir kamçı vurup parçaladı Rodoslular çiftlerini sürmek için sahraya dağıldılar Hayreddîn Halîfe bu istihâresinde gördüğü rüyâyı anlatmak üzere Muhammed Çelebi Sultan'ın huzûruna gittiVarır varmaz daha o anlatmadan; "Kâfirler kurtuldu gibi Birkaç gün daha yürüsünler Ahde muhâlefet, sözünde durmamak nasıl olur! Mesih Paşa da görsün" dedi Gerçekten Mesih Paşa bu seferinde Rodos Kalesini fethedemedi Kaleyi fethetmek için kurulan merdiven kırıldı

Muhammed Çelebi Sultan bir defâsında Kûnân yakınında Gökse köyüne gitmişti Orada halka sohbet ve nasîhat etti Orada bulundukları sırada talebeleri söz arasında; "Efendim! Bize bir halîfe bulup, reis yapsanız" dediler Bunun üzerine halleriyle çevresinde sevilmeyen birisi olan Alâeddîn adındaki kimseyi kasdederek; "Size Alâeddîn'i reis edelim" dedi Talebeler; "Efendim! O şahıs tarîkat ehline kâfir der Tarîkat ehline çok karşıdır Ondan başka ilim ehli bir kimse vardır Âlim ve ilmiyle amel eden birisidir Onu bize reis yapsanız" dediler Talebelerine; "Allahü teâlâ inâyet eyleye!" diye cevap verir Başka bir şey söylemez O gece Alâeddîn rüyâsında kendini gayr-i müslim kıyâfeti içinde, belinde de kâfirlere mahsus bir kuşak olan zünnâr görür Bunları üzerinden çıkarıp atmak için çok uğraşır, fakat bir türlü atamaz Huzursuz bir halde uğraşırken karşısına Muhammed Çelebi Sultan'ın babası Pîrî Halîfe Sultan çıkar "Ey Alâeddîn! Senden bu elbiseyi oğlum Şeyh Muhammed'den başkasının çıkarmaya gücü yetmez" der Bu sözleri işitince uyanır Bu rüyânın tesiriyle gece yarısı kalkıp Muhammed Çelebi Sultan'ın evine koşar ağlayıp yalvararak kapıyı çalar Şeyh hazretleri kapıyı açıp içeri almalarını söyler Alâeddîn huzûruna girer girmez daha o bir şey söylemeden; "Ey Alâeddîn! Ben sana babam gibi bir şâhidi her zaman nasıl bulayım!" der Alâeddîn daha rüyâsını anlatmadan haber verdiğini görerek şaşar Bu kerâmetini de görünce artık tasavvuf ehline düşmanlık yapmaktan vazgeçer Büyük bir muhabbetle Muhammed Çelebi Sultan'ın hizmetine girer, talebesi olur



Alıntı Yaparak Cevapla

Muhammed Çelebi Sultan

Eski 08-02-2012   #2
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Muhammed Çelebi Sultan




Şeyh hazretleri târifi mümkün olmayacak derecede ihtiyaç hâli üzere geçinirdi Çok az yer ve yaptığı riyâzetlerini ev halkına aslâ duyurmaz, belli etmezdi Yemek vakti gelince evinden dışarı çıkar, dergâha giderdi Dergâhdakiler yemeği evde yedi zannederdi Dergâhda ve dışardan yiyecek getirseler eve giderdi Evdekiler de dergâhda yedi zannederlerdi

Mânevî âleme öyle dalmıştı ki, meleklerle cinler dediklerini yaparlardı Hızır aleyhisselâmla da çok görüşürdü Ne kadar altın ve akçe lâzım olsa seccâdesinin altında bulunurdu Masraflara ve harcama işlerine bakan talebesi onun seccâdesi altında altınlar görür, emri üzere lâzım olduğu kadar alıp harcardı Fakat altınlar hiç eksilmez aynen dururdu

Şeyh hazretleri Uluborlu'da Hacı Sinan adında birine misâfir olup, on beş gün kadar kalmıştı Ayrılıp gideceğine yakın; "Hacı Sinan! Hastalık salgını gelmek üzere Senin ev halkına bir şey olmaz Ben buradan ayrıldıktan sonra Allahü teâlânın emrini görürsün" dedi O sırada Uluborlu'da tâûn hastalığından epey hasta vardı Muhammed Çelebi Sultan'ı, sevenleri Ahurlu denilen yere kadar uğurlamışlardı Uluborlu'ya döndüklerinde, her taraftan feryad sesleri duyuluyordu Kimi oğlum, kimi kızım, anam, babam, kardeşim diye ağlıyordu Tâûn hastalığından pekçok kimse ölmüştü Şeyh hazretlerini misâfir eden Hacı Sinan'ın evinden hiç kimse tâûndan ölmedi Korkunç salgından kurtuldular

Acem diyârında, İran taraflarında bir beldede Turâbî adında ilim ehli ve müderris bir kimseye rüyâsında Muhammed Çelebi Sultan gösterilir ve senin şeyhin bu zâttır denir Bu rüyâ üzerinde müderrisliği ve medreseyi bırakıp kendisine rüyâsında gösterilen mübârek zâtı bulup ona talebe olmak için yollara düşer Yemeden içmeden kesilir, sâde kuru ekmek gibi bâzı şeyler yer Kâbe'ye varır orada arar Rüyâsında; "Senin mürşidin Rum diyârında (Anadolu'da) sen oraya git" diye işâret olunur Günlerce yolculuk yaparak ulaştığı Mekke'den ayrılıp Medîne'ye doğru yola çıkar Medîne'de bir müddet kalır Orada da; "Rum diyarına git!" diye işâret olunur Oradan da ayrılıp yollara düşer Kudüs yakınlarında Halîlürrahmân denilen beldeye ulaşır Orada da Rum diyârına gitmesi işâret olunur Senelerce bir diyardan bir diyara gezer durur Kalbi yanık ve mahzun bir halde hep kendisine işâret edilen zâtı arar Bu hal üzere otuz sene dolaşır Nihâyet Anadolu'ya ulaşıpBurdur yakınlarında bir köye gelir Bu sırada Muhammed Çelebi Sultan da o köyde dâvetlidir Artık aradığına kavuşmuş ve işâret edilen mürşidini bulmuş olmanın sevinciyle huzûruna gidip elini öper Hâlini anlatır ve talebeliğe kabûl edilir Şeyh hazretleri Eğridir'e dergâhına dönerken, o da peşlerinden gelir Dergâha varınca talebeler hocalarını karşılarlar Sonra da sofra hazırlayıp yemeğe otururlar Turâbî de sofraya dâvet edilir Muhammed Çelebi Sultan ona iltifat edip kendi sofrasına alır Fakat Turâbî yemeklerden yemez Şeyh hazretleri niçin yemediğini sorunca; "Efendim! Sizi rü-

yâmda göreliden beri otuz senedir hayvânî gıdâ yemedim Bu perhizimi bozmamak için yemiyorum" der Bunun üzerine Şeyh hazretleri: "Şimdi kalbinde bu kadar zaman riyâzet çektim diye düşünürsün Nefsini put edinmişsin Allahü teâlâ katında makbul olmaz" dedi Bunun üzerine Turâbî tövbe istiğfâr edip, karnı doyuncaya kadar yemeklerden yedi Gece vakti olunca, Muhammed ÇelebiSultan, seccâdesini Turâbî'ye gönderdi "Bu gece seccâdemiz üzerinde otursun! Allahü teâlânın kudretini görsün" buyurdu Turâbî o gece Şeyh hazretlerinin seccâdesi üzerinde oturdu Bir ara uyudu ve rüyâsında Peygamber efendimizi ve Ricâl-i gayb denilen evliyâyı gördü Pekçok kerâmete şâhid olup mânevî ikramlara kavuştu

Barla'dan HacıDede anlatır: "Bir gün MuhammedÇelebi Sultana yalvarıp, bana hazret-i Hızır'ı göster" dedim Bu konuşmamızdan sonra bir gün dağdan çıra kesip merkebime yükledim Hayrât sâhibi merhum RüstemPaşanın tâmir ettirdiği sarp bir yol vardıBu yoldan Barla'ya gidiyordum Sarp bir yerden geçerken merkebim yüküyle birlikte yardan aşağıya uçtu Ben merkebimden ümidi kestim Yaşlı idim Yürümeye de tâkatim yoktu Ne yapacağım diye düşünürken, karşıma atlı biri çıka geldi Merkebimi düştüğü yardan tutup yüküyle birlikte çıkardı ve yola bıraktı Beni de yükün arasına bindirdiMerkebim hayret edilecek derecede kuvvetlendi ve hızlı yürüdü Bu hâdiseden sonra bir gün yine Şeyh hazretlerinin ziyâretine gitmiştim Bu sefer de; "Sultanım! Hazret-i Hızır'ı bana göster" dedim Bana; "Merkebini kurtarıp, seni ona bindiren Hızır'dı Ben sana onu gösterdim Fakat sen tanımadın" dediBen bu sözleri işitince hayret ve şaşkınlık içinde ağlamaya başladım ve ayaklarına kapandım Sonra bir müddet daha berâber oturduk Bir de baktım ki birisi bize doğru geliyordu Bu gelenin hazret-i Hızır olduğunu anladım Hemen çıkıp karşıladım ve onun da ayaklarına kapanıp himmet istedim Bana bakıp buyurdu ki: "Bizi istersen tuttuğun elden gâfil olma! Beni Şeyh Muhammed Çelebi'de bulasın" deyip gözden kayboldu

Yine Barlalı Hacı Dede anlatmıştır: "Merkebimin uçuruma düştüğü o sarp yola büyük bir kaya yuvarlanıp yolu kapatmıştıGeçmek mümkün değildiKayanın büyüklüğü âdetâ bir ev kadardı Muhammed Çelebi SultanBarla'ya bir düğüne dâvetli olarak gelmişti Huzûruna varıp yolu kapatan o kayadan bahsedip; "Sultanım, cemâate emir buyursanız da o taşı hep birlikte yoldan kaldırsak" dedim Bana; "Sen gidedur" dedi Ben de yanıma halktan bâzılarını aldım Kayanın yanına vardık Kayanın yoldan atılabilmesi için etrâfını kazmaya başladım Bu sırada Şeyh hazretleri yalnız başına oraya geliverdi Kocaman kayaya dayanıp dağdan tarafa bıraktı Bana; "Gördün mü?" dedikten sonra, gözden kayboldu Ben çok şaşkın bir halde oradan ayrılıp Barla'ya döndüm Baktım Şeyh hazretleri kalabalık bir cemâatle sohbet ediyordu Halka; "Şeyh hazretleri buradan hiç dışarı çıktı mı?" dedim Sen görüşüp gittikten sonra yerinden hiç kalkmadı" dediler O hayatta oldukça bu sırrı kimseye açmadım"

Emir Ali Çelebi, Radmos köyünden bir dervişten naklen şöyle anlatmıştır: "Bir gece hocam Muhammed Çelebi Sultan hacca gitmek üzere yola çıktı Yanında Hızır aleyhisselâm da vardı Hazret-i Hızır'ın önünde bir lamba asılıydı Bana; "Bir balta al" dediler, aldım Beni de yanlarına aldı ve virâne bir yere gittik Virânede bir yeri kazmamı emrettiklerinde, kazdım Bir altın hazînesi çıktı Bana da verseler diye düşünürken hocam bana bir akik taşı verdi ve; "Derviş! Bunu İstanbul'da sat! Başka yerde satma" dediSonra benden ayrılıp, hacca gittiler Bu hâdiseden sonra bir işim sebebiyle İstanbul'a gittim İstanbul'dayken param kalmadı Aklıma Şeyh hazretlerinin verdiği akik taşı geldiBunu beş-on akçeye satabilsem diye düşündüm Bir yahûdînin dükkanına girip; "Satılık bir şeyim var" dedim Beni yalnız bir köşeye çekip; "Ne satıyorsun? Çıkar göreyim" deyince, çıkarıp gösterdim Akik taşını görünce; "Ne vereyim?" diye sordu Beş akçe mi, on akçe mi desem diye düşünmeye başladım Bir türlü fiyat söyleyemedim Hocamın himmetiyle; "Sen söyle" deyiverdim Önce elli bin akçe verdi Alay ediyor zannederek akik taşını geri istedim Hemen yüz elli bine çıktı ve satmam için ısrar etti Ben de kabûl ettim Beni evine götürüp parayı keseler içinde verdi Bu taşın çok kıymetli olduğunu söyleyip; "Şimdi ben bunu iki yüz elli bin akçeye bile satmam" dedi Muhammed Çelebi Sultan'ın bu talebesi, aldığı paralarla köyünde bir hamam yaptırdı ve zengin oldu"

Muhammed Çelebi Sultan'ın vefâtından sonra talebelerinden biri onu rüyâsında çok görür, rûhâniyetiyle irtibât kurardıBu talebesi bir defâsında üç meselede tereddüde düşer Bunlardan biri o sene Ramazanın başlangıcı ile ilgiliydi Şehrin kâdısı Pazar günü diyor, onlarsa Cumartesi olduğunu söylüyorlardıİkinci mesele, câmilerinin kıblesinin doğru olup olmadığı husûsunda bir ihtilaf çıkmıştı Bir husus da kendisine düşmanlık yapan huzursuz eden bir kimseye bedduâ etmesi istendiği halde o etmiyordu Bu hususlarda tereddüdü vardı Bir gece rüyâsında kendisini hocası Muhammed Çelebi Sultan'ın türbesinde gördü Buraya nasıl geldim diye şaşarken hocası kabrinden çıkıp; "Allahü teâlânın izniyle biz getirdik" buyurdu Bunun üzerine; "Efendim size birkaç suâlim var" deyince, soruları sormadan suâlinin birisi mescidin kıblesi meselesi değil mi? Kıblesi doğrudur Kâbe'ye karşıdır Şüphe etme" dedi "Bir suâlim daha var" deyince; "Ramazanın başlangıcı değil mi? Cumartesi günüdür Kâdı ilim sâhibi fakat keşif sâhibi olmadığından kalp gözü açık değil" dedi "Efendim o kâdı sizin tarîkatınızı seviyor, muhabbeti var" deyince; "Evet muhabbeti var Fakat riyâ ve gösterişten geçip meydana gelmeye kâdir değildir" buyurdu "Sultanım bir suâlim daha kaldı" deyince, daha o anlatmadan; "Evet o bize mensub olan şahıs değil mi? Bizim hatırımızı gözeterek ona bedduâ etmediğin için memnun kaldık Allahü teâlânın izniyle onu bir terbiye edelim Islah olmazsa hakkından geliriz" buyurdu

BEKLEYEMEDİN Mİ?

Talebelerinden Hayreddîn Halîfe'nin oğlu Hacı Halîfe şöyle anlatmıştır: "Hacca gitmeye niyet etmiştim Kutb-ı âlem Muhammed Çelebi Sultan'dan müsâde ve duâ almak için huzûruna gittim Mesciddeydi Mescide girdiğimde mihrabda kıbleye doğru oturmuş kendi kendilerine şöyle diyorlardı: "Hey HacıHalîfe! Bir sene daha sabredemedin mi ki bizimle berâber gidesin!" Sonra geldiğimi farkedip bana döndü ve; "Hacı Halîfe! Şimdi seni anıyordum Şeyhülislâm Berdeî Sultanın rûhâniyeti senin hacca gideceğini haber verdi ve; "Bizim Hayreddîn Halîfe'nin oğlu HacıHalîfe Mekke'ye gider Ona himmet ve duâ eyle" buyurdu Ondan bildim ki hacca gidersin" dedi Beni hoş görüp uğurlarken de şöyle dedi: "HacıHalîfe! Kutbu görmek ister misin?" Ben de; "İsterim Sultanım Bunun için himmet buyurun" dedim Bana; "Arafat'a vardığın zaman sağ tarafında falan yerde bir çadırda Ricâl-i gaybı (Allahü teâlânın gizlediği sevgili kulları) toplansalar gerektir Baş tarafta yüzü örtülü oturan kutb-ı âlemdir Onu ziyâret edersin" buyurdu Arafat'a vardığımda târif ettiği gibi bir çadır buldum Çadıra girip Allah adamlarının ayaklarının bastığı topraklara yüzümü sürdüm İçerisi büyük zâtlarla doluydu Baş tarafta yüzü örtülü biri oturuyorduTârife göre yüzü örtülü olan kutb-ı zamandıYanına yaklaşıp; "Seni yaratan Rabbimin aşkına! Sultanım lutfeyle, mübârek yüzünüzden örtüyü kaldırıver de yüzünüzü göreyim Ben size şeyhimin yüksek himmetiyle eriştim" diyerek hem ağladım hem yalvardım Benim ağladığımı ve yalvardığımı görünce yüzünden örtüyü kaldırdı Mübârek yüzüne baktım bir de gördüm ki o zât şeyhim Muhammed Çelebi Sultanın kendisidir Bu hâli görür görmez bir nâra attım Aklım başımdan gitmiş Bir müddet sonra kendime gelip toparlandım Kalkıp etrafıma baktım orada kimse yok Hacdan döndükten sonra hocamın huzûruna vardığımda; "HacıHalîfe! Kutbu gördün mü? Sakın ben hayattayken bu sırrı kimseye açma, söyleme" buyurdu

DOLAŞIP NEYLERSİN?

Muhammed Çelebi Sultan bir gün Eğridir Gölünün kenarında otururken bir ulak gelip Afşar yolunu sordu Şeyh ona; "Afşar, gölün öte yakasındadır Dolaşıp neylersin Hemen göl üzerinden yürüyüver" dedi Ulak böyle bir zâtın sözünü severek ve inanarak kabûl edip yürüdü Suyun üzerinde batmadan gidiyorduAfşar halkı onun gölün suyu üzerinde yürüyerek geldiğini görerek; "Hızır mısın?" diye etrâfına toplandılar Ulak; "Bende bir şey yoktur Karşı yakada bir sultan var onun nefesine uğradım (kavuştum) ve su üstünden yürüyüp geldim!" dedi Bu hâdiseye şâhid olan, ulağın sözlerini duyan Afşar halkı, Muhammed Çelebi Sultan hazretlerinin büyük bir velî olduğunu anlayıp muhabbetle sevdiler

DÜNYÂDA HAKKINI ALSIN

Muhammed Çelebi Sultan hazretleri, bir defâsında Uluborlu'ya dâvet edilince, halkı irşâd, doğru yolu göstermek için bu dâveti kabûl edip gider Uzun sohbetler ve vâzlarla halka öğüt verir ve vâzı son derece istifâdeli olur Dönecekleri sırada birisi evine yemeğe dâvet eder Dâveti kabul edip o gece orada kalırErtesi gün vedâlaşıp ayrılır Bîlköy denilen yere varınca atını durdurup bir talebesini yanına çağırır; "Git şu evinde kaldığımız kimsenin kapısını çal!Bir kap iste! Kabın ağzını aç o zaman Allahü teâlânın kudretini göresin Ev sâhibine de, şeyh harcadıklarına pişman olmasın Dünyâda hakkını alsın âhirete kalmasın dedi, diyesin" der Talebesi emir üzere, kendilerini dâvet eden kimsenin evine varıp bir kap ister Kabı eline alınca dâvet eden kimse dâvet için ne kadar akçe, para harcadıysa, o kadar akçe kabın içine gaybden dökülür Ev sâhibi çok şaşırır Meğer şeyh hazretleri evinden ayrılınca, ona ziyâfet vermek için harcadığı parayı hesaplayıp ziyâfet verdiğine pişman olmuş

OMUZ VURUP KALDIRDIM

Muhammed Çelebi Sultan hazretleri Uluborlu Ovasında bulunan Yassıviran köyüne zaman zaman gidip halka vâz ve nasîhat ederdi O köyden Bedevî Dede denilen bir zât şöyle anlatmıştır: Köyümüzün bir değirmeni vardı Bu değirmeni çalıştıran akarsu ve içecek sularımız kesildi Dağdaki menbaı kurudu, akmaz oldu Halk içecek suya muhtaç hâle geldi Şeyh Sultan köyümüze gelmişti Toplanıp susuz kaldığımızı, perişan hâlimizi arzedip; "Sultanım siz kutb-i âlemsiniz Resûlullah efendimizin hürmetine yaptığınız duâ makbuldür" dedik Bunun üzerine başını eğip sessizce oturdu, murâkabeye daldı O hâle geldi ki teri sakalı üzerine damla damla aktı Bir müddet âdetâ kendinden geçmiş bir halde kaldı Mânâ âlemine dalıp gitti Sonra başını kaldırdı Gözleri iyice kızarmıştı Merakla bekliyorduk Bize bakıp; "Sizin suyunuz Ağras Suyu ile birmiş Zelzele olunca bir taş sizin suyun önünü kapatmış O taşa omuz vurup kaldırdım Suyunuz yine sizden tarafa döndü Varın görün" dedi Köy halkı gidip baktıklarında suyun yine dağdan aşağıya doğru çağlayarak akıp geldiğini gördüler Böylece o zâtın himmetiyle susuzluktan ve sıkıntıdan kurtuldular

SAKALINDAN BİR KIL ALAYIM

Uluborlu'dan Emir Halîfe anlatır: "Muhammed Çelebi Sultanın vefâtından kırk sene sonra kabrinin bir tarafı çökmüştü Tâmir etmek için kabrini açmamız îcâb etti Kabrini açınca nûra gark olmuş bir halde yattığını gördük Mübârek yüzü hiç solmamış, aynen hayattaki gibiydi Yanımda sevenlerinden biri vardı Bu kişi; "Benim bir oğlum var, bir seneden beri sıtma tutuyor, hastadır Bu zâtın sakalından bir kıl alayım, şifâ olarak götüreyim" dedi Biz şimdi durum başka, gâfil olma, alınca bir belâya düşebilirsin" dedik Fakat adam dinlemedi yanaşıp sakalından bir kılı tutarak çekti Koparamadı Şeyh hazretleri sanki canlanmış gibi başını öbür tarafa çevirdi O kişi yine aldırmayıp sakalından bir kıl koparmak için tutup çekti Bu sırada Şeyh hazretleri o kişiye öyle bir tokat vurdu ki, adam düşüp öldü Ben de korkumdan kaçıp bir kenara çekildim ve şaşkın bir halde yığılıp kaldım Sonra başkaları gelip Şeyh hazretlerinin kabrini kapattı Bu hâdisenin tesiriyle altı ay hasta yattım

1) Menâkıb-ı Burhâneddîn Eğridirî (Şerifzâde Muhammed Efendi, Süleymâniye Kütüphânesi, Hacı Mahmûd Kısmı, No: 4552)
2) Mecmûaü't-Terâcîm; s98
3) İstanbul Târih Coğrafya Kataloğu; s507

Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.