Prof. Dr. Sinsi
|
Mahmud-İ Gaznevî Ve Ayaz
Güven ve Doğruluk
İsmail PALAKOĞLU
“Güven”, bir kimseden beklediğimiz vasıfların, o kimsede mevcut olduğunu görmektir Bu duyguyu günlük hayatımızda “itimat etme” olarak da kullanırız “Ben ona itimat ettim, o bana itimat etti” gibi  Yâni, “birbirimizdeki vasıfları, karakterlerimizi güvenmeye lâyık bulduk” demek isteriz
Güven Duygusu
İnsanın diğer bir insana veya insanlara güveni, onların kendilerini insan yapan evrensel değerlere sahip olup olmamalarıyla ölçülür Nedir bu evrensel değerler?
Bunlar, insanlık tarihiyle beraber gelen doğruluk, çalışkanlık, fazilet, namusluluk; gayrın malına-ırzına tecâvüz etmemek; vatanını sevmek ve insanlara karşı hoşgörü sahibi olmak gibi insanlığın temel vasıflarıdır 1
Bir arkadaş anlatıyor: “Bir ziyaretimizde Devlethanedeydik Salon çok kalabalıktı Bir ara eski milletvekili olan Darendeli Kâmil Sürenkök geldi Osman Hulûsi Efendi bana ‘Kâmil Beye bir sandalye getir,’ dedi Ben de içerden bir sandalye getirdim Osman Hulûsi Efendi’nin karşısına oturdu Kâmil Bey, Osman Hulûsi Efendi’ye hitaben: ‘Efendim sizlerle iftihar ediyoruz Memleketimizin medar-ı iftiharısınız Sonra siz nereye gitseniz, şu hizmet var deseniz, herkes çıkarıp nesi varsa veriyor Bu para nereye harcanacak diye düşünmüyorlar Çünkü siz milletin itimadını (güvenini) kazanmışsınız Bir hizmet için ben gitsem de hemşerilerime desem ki, şu hizmet için beş milyon lira lazım desem, acaba bu parayı nerede yiyecek diye bana güvenip de vermezler Fakat siz herkesin itimadını kazanmışsınız Biliyorlar ki verdikleri, yerli yerince sarf ediliyor, kuruşları israf olmuyor’ dedi Osman Hulûsi Efendi bunun üzerine; ‘Kâmil Bey, insan karşı tarafı zanna düşürecek bir harekette bulunmamalıdır,’ diye buyurdular 2
Osman Hulûsi Efendi, insanların güvenini kazanmış, yaptığı her işte muameleye dikkat etmiştir ”
Şimdi de aynı güven artarak devam etmekte, her hizmet yerli yerince yapılmaktadır
Güvenilir insanların en önemli meziyetlerinden biri de söz tutmalarıdır
Büyük insanların civarında bulunan kimselerin emirleri yerine getirmek hususunda hiç tereddüt etmemesi gerektiğini Osman Hulûsi Efendi bir sohbetlerinde unutulmaz bir örnekle şöyle anlatırlar:
“Ayaz, zamanın padişahı Mahmud-ı Gaznevî’nin veziri imiş Padişah, Ayaz’ı çok severmiş Diğer vezirler de onu kıskanırlarmış Padişah, bir gün vezirlerini toplamış, hazineden de en kıymetli mücevherini getirtmiş Vezirlerine bu mücevheri sırayla vererek: ‘Bu nedir, buna bir değer biçin’ demiş Vezirler de sırayla: ‘Efendim bu mücevher, dünyanın en kıymetli, eşyasıdır, bunun dünyada eşi benzeri yoktur’ diye değer biçmişler Padişah hepsine de, değerlendirmelerinden sonra: ‘Onu yere vur, kır’ diye emretmiş Fakat hiç biri de, kıramamış: ‘Aman padişahım böyle kıymetli, eşi benzeri olmayan bir mücevher kırılır mı?’ diyerek kıramamışlar Sıra Ayaz’a gelmiş, ona da: ‘Ayaz sen de bir değer biç bakalım’ diye emretmiş Ayaz da: ‘Padişahım arkadaşların da belirttiği gibi, bu mücevher dünyada eşi benzeri olmayan, çok kıymetli bir mücevherdir’ demiş Padişah ona da: ‘Ayaz onu yere vur kır’ der demez, Ayaz mücevheri yere çalmasıyla, mücevher parçalanmış Bütün vezirler içlerinden sevinerek, ‘Şimdi padişah Ayaz’ın kellesini alır’ demişler Padişah hemen: ‘Ne yaptın Ayaz, mücevheri parçaladın, böyle kıymetli bir mücevher, kırılır mı?’ demiş Ayaz da: ‘Evet padişahım, bu mücevher çok kıymetli idi, fakat sizin yere vur, kır demeniz var ya, bunun gibi binlerce mücevherden daha kıymetlidir Onun için kırdım, sizin emrinizden daha kıymetli, ne olabilir padişahım’ demiş Bunun üzerine padişah diğer vezirlere: ‘Görüyor musunuz bu Ayaz’ı niçin çok sevdiğimizi, şimdi anladınız mı?’ demiş Arkasından da bütün vezirlerin boynunun vurulmasını emretmiş Ayaz hemen padişahın eline sarılmış: ‘Aman padişahım bunları bağışla, eğer bağışlamayacaksan, önce benim boynumu vurdurun’ demiş Padişah vezirlere: ‘Bakın siz bu arkadaşınızı kıskandığınızdan onun ayağını kaydırmaya çalışıyordunuz, bu ise sizin affınızı istiyor’ demiş Sonra da onları Ayaz’a bağışlamış Oğul söz tutmak lazım, Uhut Savaşı’nda Resulullah (s a s ) Efendimiz okçulara tekrar tekrar: ‘Biz galip de olsak, mağlup da olsak, sizler yerlerinizi terketmeyeceksiniz’ diye emrettiği hâlde, savaşta sahabelerin üstünlük sağladığı bir sırada, okçulardan bazıları, ‘Bu iş bitti, biz de ganimetten istifade edelim’ diye yerlerinden ayrılınca, bazıları onları ikaz ettiler: ‘Arkadaşlar Resulullah (s a s ) bize ne emretti, etmeyin, yapmayın, biz yerimizi terk etmeyelim’ diye uyarmasına rağmen tepeden ayrıldılar Bunun üzerine müşrik orduları arkadan dolaşarak, sahabeyi kiramdan yetmiş kişinin şehit olmasına sebep oldu Oğul söz tutmak gerekir ”3
|