Prof. Dr. Sinsi
|
Sultân-Ül-Ulemâ Behâeddîn Veled
SULTÂN-ÜL-ULEMÂ BEHÂEDDÎN VELED
Allahü teâlânın aşkı ile dolmuş, büyük velîlerden olan Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî'nin babası Resûlullah efendimizin birinci halîfesi olan hazret-i Ebû Bekr-i Sıddîk'in soyundandır Belh şehrinde Hatîboğulları sülâlesindendir İsmi Muhammed Behâeddîn'dir Babası Hüseyin Hatîbî, dedesinin ismi de Ahmed Hatîbî'dir 1151 (H 545)de doğdu 1228 (H 625) veya 1231 (H 628) de Konya'da vefât etti Annesi, Harezmşah sultanlarındanAlâüddîn Muhammed Harezmşah'ın kızı Emetullah Hâtundur
Muhammed Behâeddîn iki yaşında iken, babası Hüseyin Hatîbî otuz üç yaşlarında olduğu hâlde vefât etti
Emetullah Hâtun, oğlu Behâeddîn'in büyümesi ve iyi bir tahsîl ile yetişmesi için büyük bir titizlik ve îtinâ gösterdi Efendisi Hüseyin Hatîbî'den kalan kitapların bulunduğu odaya oğlunu sık sık götürür; "Evlâdım, Behâeddîn'im! Bu kitaplar, rahmetlik babandan kaldı Muhterem baban bu kitapları dâimâ okur, hiç elinden bırakmazdı Bu kitaplara çok değer verir, her şeyden üstün tutardı Onun vefâtından sonra pekçok âlim bu kitapları almak için bize geldiler Fakat hiçbirine vermedim, bunları senin için muhâfaza ediyorum Sen de ilim öğrenerek babanın kitaplarını anlamaya muvaffak ol ve babanın yerini tut!" derdi Bu sözler Behâeddîn'e çok tesir eder, büyüyünce okuyup âlim olacağını söylerdi Emetullah Hâtun, oğlunu, okuma çağına gelince ilim tahsîline verdi Behâeddîn, derslerine çok çalışır, devamlı kitapları ile meşgûl olurdu Keskin zekâsı, hâdiselere karşı sürat-i intikâlinin çok fazla olması ve Allahü teâlânın yardımıyla kısa zamanda hocalarının takdîrini kazandı Pekçok zâhirî ilimleri öğrendi Dolayısıyla, halk arasında da tanındı, onların muhabbetlerini kazandı Büyük Velî Necmeddîn-i Kübrâ'dan tasavvufu öğrenerek, onun dertlere devâ olan feyz ve bereketlerine kavuştu Bâtınî ilimlerde ilerleyerek, Necmeddîn-i Kübrâ hazretlerinin en önde gelen talebeleri arasına girdi Muhammed Behâeddîn, hocasının teveccühleri ile iyice olgunlaşarak, zamânının en büyük âlimlerinden ve velîlerinden oldu
Muhammed Behâeddîn evlenme çağına gelince annesi, Harezm Sultânı Rükneddîn'in kerîmesi olan Mümine Hâtun ile evlendirdi Onların bu evliliklerinden de Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî hazretleri doğdu
Muhammed Behâeddîn hazretleri, zâhirî ve bâtınî ilimlerde öyle yüksek derecelere vâsıl oldu ki, iki cihânın güneşi, hürmetine yaratıldığımız Server-i âlem Sevgili Peygamberimiz ona rüyâsında "Sultân-ül-ulemâ= Âlimlerin sultânı" lakabını verdi Rivâyete göre, bu hâdise şöyle anlatılır: Zamânının büyük âlimlerinden üç yüz kadar müftî ve müderris, bir gece Peygamber efendimizi rüyâlarında gördüler Resûlullah efendimiz büyük bir kürsî üzerine oturmuşlardı Etraflarında da binlerce velî ve âlim bulunuyor, Resûlullah efendimizi huşû içinde dinliyorlardı Orada Muhammed Behâeddîn, güzel elbiseler giyinmiş bir hâlde, Peygamber efendimizin hemen yanıbaşlarında ve sağ taraflarında oturmuştu Peygamberimiz, orada bulunanlara Muhammed Behâeddîn Veled'i göstererek; "Ey insanlar! Bugünden sonra Muhammed Behâeddîn'e "Sultân-ül-ulemâ" denilecek ve imzasına "Sultân-ül-ulemâ" yazılacaktır " buyurdu Sabah olunca rüyâlarını anlatmaya gelenlere, daha onlar bu müjdeyi vermeden o; "Ey kardeşlerim! Bu gece Sevgili Peygamberimizin bize ihsân buyurduğu lakabı bana müjde için geldiniz değil mi?" diyerek, onların rüyâlarını keşfettiğini belirtince, cümlesi hayran kalarak; "Allahü teâlâ ve Resûlü şâhiddir ve biz de şâhidiz ki, sen Sultân-ül-ulemâ'sın Bundan böyle bu isimle tanınacaksın " dediler Muhammed Behâeddîn'e karşı muhabbetleri ziyâde olup, ona talebe olmak istediklerini bildirdiler O da, gelen bu âlimleri talebeliğe kabûl etti İmzâ olarak da Sultân-ül-ulemâ lakabını kullanmaya başladı
Âlimler, rüyâlarını yakınlarına söyleyince, hâdise herkes tarafından işitildi Her taraftan ziyâretçiler gelmeye başladı Şânı her yerde duyuldu Halkın yanında îtibârı pek ziyâde yükseldi Herkes huzûruna koşar, hizmetiyle şereflenmek için çalışır ve hasta kalblere şifâ olan mübârek sözlerini dinlemek için can atardı O civarda olanlar, Sultân-ül-ulemâ'ya sabırsızlıkla koşarak, talebesi olmakla şereflenmek istediler ve murâdlarına kavuştular Birçok müşkili olanlar Belh'e kadar gelip, aldıkları cevaplarla dertlerine derman buldular
Behâeddîn Veled hazretlerinin zâhirî ve bâtınî mertebeleri yükselince, başta annesi, talebeleri ve akrabâları kendisine; "Başımıza pâdişâh ol Seni korumak, emirlerini yerine getirmek için hazırız" dedilerse de, onlara; "Peygamber efendimiz; "Ben fakirlikle iftihâr ederim" buyurdu Zâhirî saltanat tâcını giymek bize yakışmaz Bizim yolumuz, Peygamberimize tâbi olmak ve sünnet-i şerîflerine uymaktır " buyurdu
Behâeddîn Veled, bundan sonra riyâzet ve mücâhede, nefsin isteklerini yapmamak, istemediklerini yapmak ile uğraştı Bu şekilde mânevî bakımdan pek yüksek derecelere kavuştu Ne zaman vâz ü nasîhat etmeye başlasa, etrâfında binlerce insan toplanır, feyiz ve bereketlerinden istifâde ederlerdi
Behâeddîn Veled, sabah namazından sonra ikindi vaktine kadar talebelerine ilim öğretir, ikindiden sonra medresesine gelenlere mârifetullahtan, Allahü teâlâyı tanımakdan bahsederek insanları aydınlatırdı Nasîhatlerinde Ehl-i sünnet îtikâdını anlatır, bozuk fırkaların inanışlarını îzâh ederdi İnsanların, dalâlet ve sapıklık yollarına düşmemeleri, Cehennem'de yanmamaları için çok gayret sarfederdi
Bid'at fırkasına mensup bâzı âlimler, aralarında ittifak ederek, Behâeddîn Veled'i, sultâna şikâyet ettiler Sonra; "Sultânımız! Muhammed Behâeddîn Veled, size zâlimdir, âlimlerinize de câhildir diyor Halkın büyük bir kısmı onun etrâfında toplandı Vakitlerinin çoğunu onunla geçiriyorlar Bir gün sizi tamâmiyle bırakıp, ona tâbi olacakları muhakkaktır Eğer böyle bir şey olursa, sizin saltanatınıza ziyân gelir Bu bizim için yüz karasıdır Biz, size gördüğümüzü söylüyoruz Vazifemiz sizi uyarmaktır, gerisini siz bilirsiniz " dediler Bunları işiten sultan çok üzüldü Çünkü Sultân-ül-ulemâ'ya ziyâdesiyle muhabbeti vardı Fakat bu âlimlerin söyledikleri de yabana atılır şeyler değildi Bu işin tahkîki için yakınlarından bir kimseyi Sultân-ül-ulemâ'ya göndererek; "Bütün beldelerde olan hâdiseler sizce keşfolunmakta, bütün memleketlerdekiler de tasarruflarınız altındadır Ülkemizde bir pâdişâh var iken, ikincisinin de hükümet kurması uygun değildir Neticede, bendenizi bir memlekete tâyin buyurursanız memnun oluruz" gibi sitemli ve uygun olmayan sözler sarfetti Bunları Sultân-ül-ulemâ'ya söylediklerinde, buyurdu ki: "Hasedcilerin zulümlerinden hicret etmek dedelerimizin sünnetleridir İş böyle olunca, biz de sefer eder, başka ülkelere gideriz Buradan ayrılınca, bu memleketin başına felâketler gelir, bu ülkeyi dinsiz Tatarlar (Hülâgü'nün ordusu) istilâ ederler " buyurdu Akrabâ ve talebelerine sefer hazırlıklarına başlamalarını söyledikten sonra, sultânın adamlarına dönerek; "Sultâna gidip bizden selâm söyleyiniz Ona; "Biz fânî dünyânın şöhretlerine tâlip değiliz Dünyâ sultanlığında, tâcında da gözümüz yoktur O, bu dünyâdaki saltanatına devâm etsin " deyiniz " buyurdu
Haber etrâfa çabucak yayıldı Behâeddîn Veled hazretlerinin hicretini işiten herkes, malını mülkünü toplayıp, bu memleketten ayrılmaya, Behâeddîn Veled ile berâber gitmeye karar verdi Bütün olup bitenleri yakından takib eden sultan, çok üzüldü Sultân-ül-ulemâ'ya şefâatçılar göndererek af diledi Kararından vazgeçmesini istirhâm etti Sultân-ül-ulemâ hazretleri, pâdişâhın teklifini reddetti Fitne çıkarmadan, halkı galeyâna getirmeden şehirden ayrılmak istiyordu Bunun için de, Cuma günü Belhlilerin bir câmide toplanmalarını arzu etti Herkes o gün câmide toplanıp, mahşerî bir kalabalık hâlini aldı Behâeddîn Veled, onlara nasîhat etti, tesellide bulundu ve onlarla vedâlaştı, helâlleşti Orada bulunanlar çok ağladılar Sultân-ül-ulemâ, oradan yakın akrabâları ve talebeleriyle birlikte ayrıldı
Nişâbûr'a geldiklerinde onlarıFerîdüddîn-iAttâr hazretleri karşıladı İzzet ve ikrâmlarda bulundu O sırada beş yaşlarında bulunan Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî, Nişâbûr'da bir rüyâ gördü Rüyâsında nur yüzlü bir ihtiyâr, kendisine, altı dallı bir gül verdi Rüyâsını babasına anlattığında, Sultân-ül-ulemâ şöyle tâbir etti: "Altı tâne dalı olan gül, senin altı cildlik bir kitap yazacağına işârettir " Orada bulunan Ferîdüddîn-i Attâr da; "Altı dallı güle kavuşuncaya kadar bu kitap ile meşgûl olursunuz " diyerek, Mantık-ut-Tayr isimli kitabı Mevlânâ'ya hediye etti Meğer rüyâda görülen ve kendisine gül veren kimse Ferîdüddîn hazretleri imiş
Nişâbûr'dan ayrılıp Bağdât'a doğru yola çıktılar Bağdât'a giderken, yol üzerindeki bütün şehirlerin sâkinleri onları çok iyi karşılayıp, evlerine götürerek çok ikrâm ve tâzimde bulundular Bağdat'a yaklaştıkları zaman, kendilerine rastlayan bir cemâat; "Sizler kimlersiniz?Nereden gelip, nereye gidiyorsunuz?" diye suâl edince, Behâeddîn Veled; "Allah'dan geliyoruz, Allah'a gidiyoruz, Lâ havle velâ kuvvete illâ billah " cevâbını verdi O cemâat, bu cevâbın muhabbeti ile hayretler içinde kaldılar Bu haber, Şeyh Şihâbeddîn Sühreverdî hazretlerine bildirildi O da; "Böyle bir zât, Behâeddîn Veled'den başkası olamaz " buyurdu Bunun üzerine Sühreverdî hazretleri de, talebeleri ile birlikte onu karşılamaya çıktılar Buluştukları zaman, Sühreverdî atından inip, Behâeddîn Veled'in ellerini öptü ve onları kendi hânesine dâvet etti Behâeddîn Veled, maiyetinin kalabalık olduğunu söyleyerek, özür diledi ve Müstensıriyye Medresesine yerleşti
|