Prof. Dr. Sinsi
|
Ünsî Hasan Efendi
"Rumeli'deki vazîfemi tamamladıktan sonra bir kervanla geri dönüyordum Yol üzerinde bir ormana girdik Fakat orada baskına uğradık Haydutlar kervandaki insanların hepsini öldürdüler ve malları yağma ettiler Sıra bana geldi O sırada çok korktum Hocam Ünsî Hasan Efendiyi hatırıma getirdim Birden onu karşımda hazır gördüm Bana bakıp; "Gel " buyurdu Ben de ardınca gittim Haydutlar bizi görmediler Bir dağ üzerine çıktı, ben de çıktım Sonra bana; "Bu dağın ilerisine git " diye işâret buyurdu ve kayboldu Ben işâret edilen tarafa giderek düz bir yere ulaştım Orada bir takım insanlar vardı, beni görünce hemen yanıma koştular ve hâlimden sordular Ben arkamdaki dağın ötesinde haydutlar olduğunu ve kervanı soyup kervandakileri katlettikleri haberini verdim Bunun üzerine onlar; "Biz de işittik Ne zaman oldu " dediklerinde; "Az önce " dedim Bunun üzerine onlar; "Bu dağın ilerisinde ormanlık yer yoktur Haydutlar da buralarda bulunmaz " dediler Ayrıca bana geldiğim yeri sordular Ben söyleyince; "Senin söylediğin yer buralara çok uzaktır " dediler O zaman ben, şeyhim Ünsî Efendinin kerâmetiyle kurtulduğumu, buralara kadar getirilerek selâmete erdiğimi anladım İstanbul'a gelip huzûruna çıktığımda; "Mehmed Dedeyi gördün mü?" dediği hakîkatte kendisi idi "
Bir başka talebesi anlatır: "Ben hamama gittiğimde iyice yıkandıktan sonra bir tas içindeki suya okuyup sonra başımdan aşağı dökmeyi âdet edinmiştim Bu hâlimi kimseye söylemedim Bir gün bir rüyâmı tâbir için Ünsî Hasan Efendinin huzûruna gittim Rüyâmı tâbir ettiler, sonra da; "Hamamdaki bu âdeti terk et Zîrâ suya okur, sonra onu orada başına dökersin Bu uygun değildir Zîrâ okunmuş sudur Aşağılara yayılması günahtır Onu bir daha yapma Yıkan ve çık " buyurdular O zaman ben; "Efendim! Bu hâli kimse bilmezdi, size kim söyledi?" diye sordum O zaman Hasan Efendi hazretleri; "Bir gönül ki, cenâb-ı Hakk'ın hazînesi oldu İşte o gönül haktan haber verir O gönlün görmediği ve bilmediği olmaz Onun gibi bizden yine bize bir söyleyici vardır O haber verir " buyurdu Ben de o âdetimi bir daha yapmadım
Ünsî Hasan Efendi hallerini gizler, kerâmetlerini açıklamak istemezdi Ayrıca bir başkasının da açıklamasını arzu etmezdi
1711 senesinde Kethüdâ Osman Efendi, bir seferde ihmâli görüldüğünden, Sultan Üçüncü Ahmed Han tarafından Kavak Kalesine hapsedilmişti OsmanAğa adamlarından birisiyle Ünsî Hasan Efendiye iki yüz altın gönderdi ve; "Selâm ve hürmetlerimi söyleyiniz Mübârek ellerinden öperim Bizim işimizin sonu nereye varır " diye bir haber gönderdi Osman Efendinin adamı gelip altınlarıÜnsî Hasan Efendinin önüne koydu ve haberini arzetti Bunun üzerine Ünsî Hasan Efendi; "Biz bu sizin dediğiniz işin erbâbı değiliz Sen bu altınları yine sâhibine ver " deyip geri gönderdi O kişi ısrar ettiğinde; "Sen bu altınları geri götür Osman Ağa da âhiret tedâriki için fakirlere dağıtsın " buyurdu Hakîkaten çok geçmeden Osman Ağa îdâm edildi
Çorlulu Ali Paşanın mühürdârı Kırîmî Abdullah Ağa, Ünsî Efendiyi çok severdi Dergâhın tâmirinde çok hizmeti geçti Ünsî Efendiye sık sık gelir sohbetini dinlerdi Bir gün onun da bulunduğu bir mecliste Ünsî Efendi ona hitâb ederek; "Dinle Abdullah Efendi! Tarîkat, Allahü teâlânın bildirdiği yol ve Peygamber efendimizin izidir Bir kimse İslâmiyete uymayan bir şey yapsa, ona devâm etse, ona hakkı tanımak ve temiz bir vicdan nasîb olmaz Tâ ki bu şeyi yapmayı terk edene kadar Kişinin murâdı sâdece Allahü teâlânın rızâsı olmalıdır Başkası olursa ona dünyâ belâları ulaşır Bundan tövbe etmelidir " buyurdu Meclis dağıldıktan sonra oradakiler AbdullahAğadan bu sözlerin sebebini sordular O da; "Bilmem Ünsî Efendi böyle söyleyiverdi " dedi Bir zaman sonraAbdullahAğa yakalanıp, zindana atıldı Çok sıkıntılar çekti Sebebini bir türlü anlayamamıştı Bir gün celladlar ona; "Suçun yokmuş, serbestsin gidebilirsin " dediler Abdullah Ağa zindandan kurtuldu Evine gitmeden doğruca Ünsî Efendiye gelip ellerini öptü, hâlini arzetti Sonra dışarı çıktı Oradakiler, hâlini ve Ünsî Efendinin anlattıklarını sordular O da; "Ünsî hazretlerine talebe olduğumda kimyâ ilmine, sarraflığa merak salmıştım Sonradan beni hapsettiler Çok eziyet çektim Hapiste bir gece rüyâmda Ünsî hazretlerini gördüm Bana heybetli bir şekilde; "Kimyâ, sarraflık arzusunu gönlünden çıkar Yoksa katledileceksin " buyurdular Hemen o saat dünyâ arzusunu gönlümden çıkardım Tövbe ettim Sabahleyin celladlara ferman gelip beni serbest bıraktılar Ben de gelip bu hâlimi Ünsî Hasan Efendiye arzettim Bana tebessüm ederek; "Eğer tövbe etmeseydin katledilecektin " buyurdular Kurtuluşum onun kerâmetiyle oldu " dedi
Ünsî Hasan Efendi sohbetleriyle çok talebe yetiştirdi İslâmiyetin emirlerine uymakta çok titiz davranırdı Sevdikleriyle sohbet ederken ezan okunsa hemen; "Şimdi sizinle önce namazı kılalım Sonra sohbetimize devâm ederiz " derdi Berâberce namaz kılıp, ardından sohbete devâm ederlerdi İkindinin ve yatsının sünnetlerini terk ettirmezlerdi Öğle ve yatsının son sünnetlerinin dörder rekat kılınmasını tenbih ederlerdi Teheccüdü terketmez, talebelerinden biri kalkmasa onu îkâz ederlerdi Dergâhında teheccüde kalkmadık talebe kalmazdı Nefsiyle mücâdelede önde giden talebelerini kıymetli tutardı Dergâhta Derviş Mustafa adında biri vardı Sesi çok güzeldi Bir yaz gecesi üç gece sabah namazına kalkamadı Ünsî Efendi talebelerine; "Mustafa'ya söyleyin sabah namazına gelsin " diye tenbih ettiler O yine namaza gelmedi Bunun üzerine Ünsî Efendi onu dergâhtan çıkardılar Talebelerden biri sonradan; "Efendim, Derviş Mustafa'ya ne olaydı izin verilse de dergâha gelse Zîrâ dergâha böyle biri lâzım " deyiverdi O zaman Şeyh Ünsî Hasan Efendi hazretleri; "O üç gündür sabah namazına gelmedi Biz ona tenbih ettik Lâkin o bu tenbihimizi dinlemedi Bu hal yarın hepinize sirâyet eder, bulaşır Kendi nefsinin rahatını Allahü teâlânın emri üzerine tercih eden kimse bizim dergâhımıza yakışmaz Gelmesin " buyurdular Bundan sonra Derviş Mustafa dergâha alınmadı
Ünsî Hasan Efendi başkalarının kendisine îtibâr etmelerinden çok çekinir, şöhretten kaçardı
Tameşvar Kalesinde Selim Dede isminde hâl sahibi, duâsı makbul velî bir zât vardı Adı, şöhreti her yere yayılmış, duyulmuştu Osmanlı Devletinde kâfir kralları arasında kerâmetleri, olağan üstü halleri konuşulurdu
Tameşvarlı Selim Dede'yi bilmeyen yoktu Bir zaman Selîm Dede hazretleri İstanbul'a geldi Halk onu görmek için birbirine girdi Büyük bir kalabalık oldu Bu sırada Selim Dede dervişlerinden birine; "Sen Şeyh Ünsî Hasan Efendiye var Bizden selâm söyle Huzûr-ı şerîflerine varıp mübârek cemâlini görmek ve sohbetleriyle şereflenmek murâdımızdır Ziyâret etmemize izinleri olur mu?" diye emredip gönderdi O da Ünsî Hasan Efendiye Selim Dede'nin arzusunu bildirdi O zaman Hasan Efendi; "Selim Dede Efendiye selâmlar ederiz Hal ve hatırlarını sorarız Lutf edip kerem buyurup teşrif etmesinler Zîrâ onlara izzet ve ikrâm etmekte kusur ederiz Eğer nasîb olursa başka bir zaman başka bir yerde görüşürüz Kerem buyursunlar Sakın incinmesinler " diye o dervişi Selim Dede'ye gönderdi Bu haber Selim Dede'ye gidince, tekrar Hasan Efendi hazretlerine selâm gönderip; "Özür buyurdukları candan makbûlümüzdür " dedi Bu sıralarda Selim Dede'nin yanında bulunan sevdikleri; "Efendim! Sizinle görüşelim diye herkes kırılıyor Sizi görmeye can atıyorlar Acabâ Şeyh Ünsî Hasan Efendi niçin sizinle görüşmek istemezler " dediler Selim Dede; "Bizimle görüşmek istememeleri bizi sevmemekten değildir Onların murâd-ı şerîflerini biliriz O büyük bir zâttır İnzivâ üzere yalnız bir yerde ibâdetle meşgûldür Onun yaptıkları bizim elimizden gelmez Biz günahkâr sayılırız " diye cevap verdi ve ağladı Dervişler bu işe bir mânâ veremeyip hayrette kaldılar Aradan bir zaman geçtikten sonra dervişlerden birisi Ünsî Hasan Efendiden bu görüşmemenin sırrını sordu Hasan Efendi hazretleri; "Selim Dede velî bir zâttır Allahü teâlânın sevgili kullarındandır Onun gibisi az bulunur Eğer Selim Dede ve sevdikleri buraya gelseydi, Selim Dede, Hasan Efendinin ayağına varmış diye bütün herkes bize îtibâr eder, şan şöhret sâhibi olurduk Neûzü billah, şöhret âfettir Şöhretten kaçmak lâzım gelir Bu ihtiyar hâlimizde nereye gidebiliriz Selîm Dede olgun, zevk ve vicdan sâhibi bir zâttır Niçin görüşmek istemediğimi bilir " buyurdu
Ünsî Hasan Efendi dâimâ ibâdetle meşgûl olur, inzivâ hâli yaşar, devlet adamlarıyla görüşmek istemezdi 1711 senesi Vezîriâzam olan Baltacı Mehmed Paşa bir müddet sonra Moskova seferine tâyin edilmişti Sefere çıkmazdan önce duâ için nice kere Şeyh Ünsî Efendiyi dâvet etti Ünsî Efendi özürler bildirip, dâvetine gitmedi Vezir Mehmed Paşa; "O halde biz onun yanına gideriz Gece kapısı açık olsun " diye haber gönderdi O gece tebdîl-i kıyâfet edip yatsıdan sonra dergâha geldi Vezir tevâzu gösterip Ünsî HasanEfendinin ellerinden öptü Huzûrunda edeb ile oturdu Sonra da; "Efendim! Benim babam da Halvetî tarîkatının önde gelen büyüklerindendir Bana duâ ediniz Kerem ve himmet ediniz Ömrümde sefer nedir, asker idâresi ve sevki nedir bilmem Sizin duâ ve yardımlarınıza muhtâcım Yoksa ben bu işin ehli ve erbâbı değilim Bu işin hakkından dahi gelemem " dedi Bunun üzerine Ünsî Hasan Efendi ona; "Moskof kâfirlerinin mağlub olacağını, aman dileyeceğini, hor ve hakîr olacağını, sulh isteyeceğini, başından sonuna olacak şeyleri açıkça bildirdi Baltacı Mehmed Paşa üç saat kadar orada kalıp, sonra edeb ile ayrıldı Ertesi gün evde bulunan hanımlar, Hasan Efendinin vezîriâzama olan sözlerini etrâfa söylediler Hakîkaten bir zaman sonra dedikleri meydana çıktı
Ünsî Hasan Efendinin kerâmetleri pekçoktu Halvetî dervişlerinden Ömer Efendi anlatır: "Bir tanıdığımızın evlâdı hastalanmıştı Tabibler bir çâre bulamadılar Netîcede onu alıp Ünsî Efendinin dergâhına götürdük Ünsî Hasan Efendi çocuğa nazar edip, duâ etti O dakikada çocukta hastalıktan eser kalmadı Sevinçle evimize döndük Lâkin annem evde başka kadınları güldürmek eğlendirmek için; "Şeyh Efendi şöyle duâ etti Şöyle üfledi " diye bâzı şeyler söyledi Herkes buna güldü Lâkin akşam annem rahatsızlandı Sebebini anlayamadık Daha sonra annem bize; "Evlâdım Ben şöyle şöyle yaparak eğlenmiştim Şeyh Ünsî Efendiyi bu gece karşımda heybetli bir şekilde gördüm Bana; "Ben sizin eğlenceniz miyim?" diyerek azarladı Feryâd edemedim Kendimden geçtim " dedi Sonra daÜnsî Efendiye gidip orada tövbesini bildirmek istedi Daha bir şey söylemedenÜnsî Efendi; "Hanım bir daha bizleri dile almayınız, alay etmeyiniz!" buyurdu ve annemi affetti Sonra bana; "Zinhâr, sakın kimseyle eğlenmeyiniz Bu kişi kâfir bile olsa Zîrâ bu işin sonu pişmanlıktır " diye nasihat buyurdular "
Dervişler, Şeyh Ünsî Hasan Efendinin birçok kerâmetlerini bilirler, lâkin söylemezlerdi Vefâtlarından sonra ona âid olan güzel hallerini ve kerâmetlerini anlatmışlar, söylemişlerdir
Hoca Paşa mahallesinde hizmetçi bir kadın vardı Ücret ile komşuların bâzı işlerini görürdü Bir gün bir komşu kadın buna hasta çocuğunu getirip; "Sen bu mâsumu Şeyh Ünsî Efendiye götür Duâ eylesin Ayrıca şu paraları da hediye olarak ona verirsin " dedi Hizmetçi kadın hasta çocuğu alıp Şeyh Ünsî Efendiye götürdü ve duâ etmelerini istedi Paraları da iki altını eksik olarak onun önüne koydu ve; "Bunu çocuğun annesi gönderdi " dedi O zaman Ünsî Efendi çocuğa duâ etti Çocuk iyileşti Sonra hizmetçi kadına; "Sakladığın iki altını da koy!" buyurdu Kadın inkâr edince; "Bilmez miyim İki altın sağ cebindedir Beni yalancı çıkarmak mı istersin?" buyurdu O zaman kadıncağız titremeye başladı ve cebindeki paraları çıkarıp önüne koydu Ünsî Efendi; "Bunu fakirlik sebebiyle yaptın Lâkin bir daha yalan söyleme Bir kimseyi imtihan etme Fakirliğe sabret Allahü teâlâ insanın dünyâlığını çoğaltsın " buyurdu ve hizmetçi kadına kırk altın ihsân etti O iki altını da ayrıca verdi
Ünsî Hasan Efendi hazretleri vefâtına yakın talebelerini toplayıp onlarla helallaştı ve bir takım nasîhatlerde bulundu "Sizler yolumuza aykırı hareket eder, İslâmiyetin emirlerinin dışına çıkar, haram ve mekruhlara meylederseniz, âhiret gününde iki elim yakanızdadır Bu Halvetiyye yolu cümlemizeAllahü teâlânın bir emânetidir Bunu koruyun Bu sebeple peygamberler ve evliyâ sizlerden hoşnud olur " buyurdular Techiz ve tekfinleri için gerekli siparişleri verip aldırdılar Sonra yerine vekil bıraktığı MehmedEfendi, Kur'ân-ı kerîm okurken vefât ettiler Talebelerinden Seyyid Mustafa Efendi gasledip yıkadı Arkasından hemen yetmiş bin kelime-i tevhîd okunup mübârek rûhuna gönderildi Ayasofya CâmiindeKara Mustafa PaşaDergâhı şeyhi olan Şeyh Seyyid Nûreddîn Efendi namazını kıldırdı Cenâzesinde âlimler, sâlihler hazır olmuşlardı
Hasan Ünsî Efendinin talebelerinden bâzıları şunlardır: Hacı İbrâhim Efendi, Tatar Selim Efendi, Kastamonulu Mustafa Efendi, Abdullah Kefevî, Üsküdarlı Ahmed Efendi, Giritli Ahmed Efendi, Çekmeceli Mahmûd Hilmi
Hasan Ünsî Efendinin, Arabça, Farsça veTürkçe ile yazılmış bir dîvânı vardır Bu dîvân, İbnü'l-Emîn Mahmûd Bey tarafından muhâfaza edilmiştir Vâz ve nasîhatları ile konuşmaları; Kelâm-ı Azîz ismindeki kitapta toplanmıştır Yine Arabça, Farsça ve Türkçe ile nazm ve nesir olarak buyurdukları sözlerinden bir kısmı, Sırr-ı Ehâdiyyet isimli bir eserde toplanmıştır
SENİ KÂDI ZANNETTİM
Talebeleri içinde Sıdkî Abdullah isminde iyi ve güzel hal sâhibi bir derviş vardı Bir gün sohbette Ünsî Efendi dergâhın kapısına bakıp; "Şu gelen kâdıyı kim tanıyor ve bu kime geliyor " dedi Talebeler gelenin Sıdkî Abdullah Efendi olduğunu gördüler ve; "Efendim bu Sıdkî Efendidir " dediler O zaman Ünsî Hasan Efendi; "Kâdı sandım " buyurdular Talebeler buna bir mânâ veremeyip, birbirlerine baktılar ve içlerinden; "Bir hikmeti vardır Evliyâ boş söz söylemez " diye geçirdiler SonraAbdullah Efendi içeri girip Ünsî Efendinin elini öptü ve oturdu Ünsî Efendi ona bakıp; "Abdullah, kâdılık talebinde misin?" buyurdu O da; "Hâşâ efendim Öyle bir niyetim yoktur Aklımdan da geçmez Estağfirullah, Allahü teâlâya sığınırım efendim " dedi Ünsî Efendi, "Seni kâdı zannettim Ama bu, söz tutmamaktan oldu " dedi Sohbetten sonra herkes dışarı çıktı Birbirlerine; "Abdullah Efendinin acaba ne kusuru oldu?" dediler Sonra da söz tutmamaktan Allahü teâlâya sığındılar Aradan bir zaman geçti Bir gün AbdullahEfendi ile talebe arkadaşı Sâatî Ahmed Ağa, Ünsî Efendiden icâzet, diploma istediler Ünsî Efendi bunlara; "Size izin verip birer memlekete göndermek mümkündür Lâkin hevâ ve arzulardan geçmek lâzımdır Nefsin hevâsına, isteklerine tâbi olmaktan sakınmak gerektir Mâdem ki arzu ve istek gâliptir, ona Hakk'ın sırrı açılmaz Hevâcının huzûru, hevâ ve arzusuyladır Basîret üzere olmak lâzımdır " buyurdu Aradan birkaç ay geçti Ünsî Efendi hazretleri bu ikisine diploma verdiler ve Abdullah Efendiyi Kefe'ye, Sâatî Ahmed Ağayı da Sinop'a irşâd ve hizmete göndermek istediler O zaman Ahmed Ağa vâlidesini bahâne edip Sinop'a gitmedi Daha birçok özürler ileri sürdü Boğazda yakın bir yere gitmek istedi Bu isteği kabûl edilmedi Abdullah Efendi ise, evini barkını, mallarını neyi varsa satıp deniz yoluylaKefe'ye gitti Orada büyük îtibâr ve hürmet gördü Pekçok kimse hizmetinde bulundu Bütün ihtiyaçları karşılandı Rahat etti Zengin oldu Bir zaman sonra nefsine uyup yerine birisini bırakıp çoluğu çocuğu ile birlikte İstanbul'a döndü Bir gün onu Ünsî Efendinin talebelerinden birisi Fâtih Câmiinde görüp; "İzinsiz niye döndünüz?" dedi O da; "Tatarlarla geçinemeyip yerime birisini bıraktım Sonra dönmemin ne mahzuru var " diye cevap verdi Bu haber Ünsî Hasan Efendiye de ulaştı Ünsî Efendi hiçbir şey söylemediler Bir ara Abdullah Efendi, Şeyh Ünsî Hasan Efendiye geldi Elini öpüp oturdu Hasan Efendi ona heybetle nazar edip; "Niye geldinAbdullahEfendi?" buyurdu O da bir takım özür ve bahâneler uydurdu Hasan Efendi bunları kabûl etmediler İltifat etmeyince, üzüntü ile oradan ayrıldı Abdullah Efendinin İstanbul'da çok tanıdığı vardı Bu sâyede kâdı oldu ve vazîfeye başladı Vefâtına kadar kâdı olarak kaldı
Abdullah Efendi anlatır: "Ben kendime ettim Bu belâ bana nefsimi terk edemememin netîcesi olarak geldi Hasan Efendi bana önceleri; "Seni kâdı zannettim " buyurmuştu Sonra bana; "Kâdılık talebinde misin?" buyurmuştu Şimdi bu hâlime ağlarım Benim bu hallere düşeceğimi önceden anlamıştı " dedi
DERVİŞİN GÖNLÜ ÇATAL OLMAMALI
Yaycı Mustafa Dede isminde birisi, Şeyh Ünsî Hasan Efendinin sohbetlerine gelir giderdi Nerede bir şeyh görse gider onunla görüşür, ona hizmet eder, ona meyl ve sevgi beslerdi Bir gün onu Ünsî Efendiye medhettiler O ise, onun bu hâlini beğenmezdi Yaycı Mustafa Efendi, birçok kimse peşinde koşmuş ama teslim olmamıştı Bir gün Ünsî Efendi sohbetinde; "Dervişin gönlü çatal olmamalıdır Zîrâ gönülde ikilik, şirktir Dervişin hocasına sevgisi sağlam olmalı Şöyle ki: Bütün âlem şeyh ve mürşid dolsa, Allahü teâlânın feyzi bana ancak hocamdan gelir demelidir O kişi mahrum kalmaz Lâkin onun şeyhim dediği İslâmiyete tam mânâsıyla uymalıdır Yoksa nefs ve şeytana tâbi şeyh sûretindeki kimseler şeyh olamazlar " buyurdu Sohbetini dinleyenler bu sözlerin niçin, neden söylendiğini önce anlayamadılar Yine bir gün Ünsî hazretleri; "Yaycı bu senin zannettiğin şey âdetullaha aykırıdır, olmaz İmkânı dahi yoktur Böyle bir mürşide kavuşamazsın İstifâden hiç olmaz Sonra pişmanlığın faydası yoktur Bektâşî sûretinde, hevâ ve arzulara tâbi, dilinin dîne aykırı sözlerini fazîlet zannedersin Peygamber efendimizin beğenmediği kimseler içinde olmaktan sakınmak lâzımdır " buyurdular Öteden beri Ünsî Hasan Efendinin söylediği sözlerin kimin için olduğu anlaşılmış oldu Daha sonra durumu öğrenenler, Yaycı Mustafa'dan tövbe etmesini ve bir büyüğe tâbi olmasını söylediler Yaycı bu söylenenlere sükût etti Oradakiler; "Yaycıda maya yok!" dediler
Bir zaman sonra Yaycı Mustafa birisiyle Ünsî Efendinin huzûruna geldi Bir ara getirdiği kişi abdest almak istedi Yaycı hemen kalkıp ona hizmette bulundu Bunun üzerine onun kim olduğu kendisinden soruldukta, hal sâhibi biri olduğunu bildirdi O zaman Ünsî Efendi ona; "Yaycı senin gönlünde bunun sevgisi var Bize olan sevgi dışarı çıkmış Senin arzun kimde ise onun hizmetine koş!" buyurdu Yaycı Mustafa üzgün bir şekilde oradan ayrıldı Bir daha görünmedi Ünsî Hasan Efendinin vefâtlarından dört sene geçtikten sonra Yaycı Mustafa'nın bozuk yollara düştüğü, yüzündeki nûrun gittiği, haşâ Kur'ân-ı kerîme nazîre yazmaya bile cür'et ettiği görüldü, sonu da helâk oldu
1) Menâkıb-ı Ünsî Hasan Efendi, Millet Kütüphânesi, Ali Emîrî Kısmı, Şeriyye No: 1081, SüleymâniyeKütüphânesi Hacı Mahmûd Kısmı, No: 4607, 4718
2) Sefînet-ül-Evliyâ; c 4, s 22
3) İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; c 17, s 253
4) Osmanlı Müellifleri; c 1, s 28
|