Prof. Dr. Sinsi
|
Fakîrullah
Tillo'ya üç saat mesâfedeki bir köyde İsmâil Fakîrullah'ın çok sevdiği bir talebesi vardı Onun bağında misbak üzümü bulunurdu Bu çeşit üzüm, diğerlerinden yirmi gün önce olgunlaşırdı O kimse ilk olgunlaşan üzümleri bir sepete doldurup, hiç kimseye vermeden getirip önce İsmâil Fakîrullah'a ikram etmeyi âdet edinmişti O sene bir hafta sonra geldi ve geç gelmesinden dolayı özürler dileyerek şunları söyledi:
"Muhterem efendim! Âdetim üzere ilk olgunlaşan üzümü zât-ı âlinize getirirdim Bu sene de üzümleri toplayıp yola çıktım Yolda komşu köyden çoban bir dostumla karşılaştık Bu tarafa geldiğimi anladı ve benimle bir müddet yol aldı Bir su kenarına geldiğimizde; "Gel şu suyun yanında biraz istirahat edelim " dedi Oturduk Konuşma sırasında:
"Anan-baban hayrına şu sepetten bir-iki salkım üzüm ver de yiyeyim!" dedi Vermemek için ne kadar mâzeret gösterdiysem baş edemedim Nihâyet isteğini yerine getirmek için sepeti önüne koydum Yarısına kadar yedikten sonra beni azarlayıp hakâret etti ve; "Allah sana mal vermiş, fakat akıl vermemiş Çoluk-çocuğunu bundan mahrûm edip, malını lâyık olmayanlara bu kadar zahmet çekerek götürüp vermen doğru mudur? Benim akılsız dostum, şeyh olmak kolay mıdır? Şeyhin bir sürü dostu vardır Ona herkes izzet ve ikramlarda bulunur, üzüm getirirler Onu, senin bir sepet üzümüne muhtaç mı sandın Zaten yarısı bitti Gel şu yarım sepet üzümü bu fakir çobana ver ki, sevâbı ananın-babanın canına değsin " deyip üzümü tamâmiyle aldı
Ben de mecbur kaldım, üzümü verip boş sepetle köye dönmeye karar verdim Oturduğumuz yerden bir yokuşu tırmanıyordum Bir ara; "İmdât! Kurtarın!" feryadını işittim Geri dönüp baktığımda, o çobanı kendi köpeği yatırıp altına almış sivri dişlerini sâhibinin boğazına geçirmişti Süratle koştum, çobanı köpeğin elinden kurtardım Fakat çok geç kalmıştım Çoban çok yara almış, beni hocama hizmetten alıkoymanın cezâsını bulmuştu Köyü halkına haber verdim Yarasına bâzı ilâçlar, merhemler yaptılar Yara iyi olmaya yüz tuttu Bu sebeple hizmetinizden bir hafta geciktim Kusurumun affını istirhâm ediyorum efendim "
Fakîrullah hazretleri bu talebesinin özrünü kabûl buyurup ona; "Allahü teâlânın yolunda olana, Allahü teâlâ yardımcıdır Cenâb-ı Hak sana hayırlı karşılıklar ihsân eylesin " diyerek duâ etti
"Bir gün Tillo'ya bir saat yakınlıkta bulunan köylerin birinden, Kur'ân-ı kerîmi ezberlemiş, fıkıh ilminde âlim bir şahıs geldi Bu zât, İsmâil Fakîrullah hazretlerinin bâzı hâl ve hareketlerini, dînin emirlerine uymuyor sanarak beğenmezdi Huzurdayken ona:
"Ey Şeyh! Sen niçin câmiye gitmiyorsun?" diye sordu O hilim deryâsı, yumuşaklık denizi olan Fakîrullah hazretleri lütfederek; "Ey hâfız! Bizim bu dergâhımız mescid niyetiyle yapılmıştır ve burada dünyâ kelâmı konuşmak mekrûhtur " diye cevap verdi
O zât; "Peki, niçin cemâat sevâbına kavuşmak istemezsin " diye tekrar sordu Fakîrullah; "Beş vakit namazda evlât ve talebelerim cemâat olup, farzlar onlarla berâber edâ ediliyor " diyerek cevap verdi
"Ezâna niçin riâyet etmiyorsun?" sorusuna da; "Bu mescidin minâresi şu kerpiç kadar taştır Onun üzerinde beş vakitte de ezân okunuyor Burada okunan ezân-ı şerîfe icâbet ediyorum Cumâ namazını ise gidip câmide kılıyoruz " buyurdu
O zât; "Niçin çok cemâatin fazîletine kavuşmak istemezsin " diye sorunca; hocam, tebessüm ederek; "Kuyu hâdisesinden önce cemâatin çokluğunu canıma minnet bilir ve o sevâba kavuşurdum Ancak kuyu hâdisesiyle kalabalıkta huzûrum kaçıyor, huzursuz oluyorum Bundan dolayı mâzurum Allahü teâlâdan bu sevâbtan beni mahrûm etmiyeceğini umarım Çünkü, sevgili Peygamberimiz; "Müminin niyeti, amelinden hayırlıdır " buyurdu Bu hadîs-i şerîften ümitliyiz " O zât edebe riâyet etmeyerek sorduğu bu sorulardan aldığı cevap üzerine huzurdan ayrılıp gitti O gece evinde yatıp uyudu Fakat sabahleyin uyandığında Kur'ân-ı kerîmi ve fıkıh ilmini tamâmen unuttuğunu fark etti İkinci günü abdest almayı ve namaz kılmayı da unuttu Üçüncü gün ise göz nîmeti elinden alınıp kör oldu Dördüncü günde aklı başına gelip, yanına birkaç kişi alarak doğru Fakîrullah'ın huzûruyla şereflendi Merhamet menbâı olan Fakîrullah Efendi, onu, kör olarak görünce çok ağladı ve gözünün açılması için duâ etti Mübârek elini gözünün üzerine sürdü O anda Allahü teâlânın izni ile gözündeki perde kaldırıldı ve eskisi gibi görür hâle geldi İsmâil Fakîrullah'dan çok özür diledi, hatâsının affı için yalvardı
Ona; "Sen o gün doğruyu söyledin Emr-i mârûf eyledin Allahü teâlâ gayretini makbûl eylesin " diyerek o zâtın gönlünü aldı Hâfız efendi de haddini bilip bu büyük velînin Allahü teâlâ katında makbûl biri olduğunu anladı O gece talebelerin odasında yattı Sabahleyin kalktığında unutturulan bütün ilimlerin hatırına yeniden geldiğini gördü Sevinçten uçuyordu Allahü teâlâya hamdü senâ edip şükür secdesine kapandı Hocamıza duâlar ederek oradan ayrıldı
Tillo'da medfûn büyük velî Şeyh Hamza-ı Kebîr'in neslinden bir hanımın Fakîrullah hazretlerine karşı hürmetsizliği ve hakkında kötü düşünceleri vardı Erkek çocuğa sâhib olmayan bu hanım rüyâsında dedesi Şeyh Hamza-ı Kebîr ve Şeyh İbrâhim el-Mücâhid hazretlerinin bir yere doğru gittiklerini gördü Yanlarına gelerek, gittikleri yeri sordu Onlar da Şeyh İsmâil Fakîrullah'ın ziyâretine gittiklerini, çünkü onun büyük bir velî olduğunu söylediler Daha sonra; "Ona su-i zan besleme Huzûruna varıp tövbe et Bir erkek çocuğunun olması için duâ iste " dediler
Ertesi gün büyük bir sevinçle Fakîrullah hazretlerinin evine varıp gördüğü rüyâyı hanımına anlatarak tövbe etti İsmâil Fakîrullah hazretleri hanımından durumu öğrenince onu affetti ve erkek çocuk vermesi için Allahü teâlâya yalvardı Bir müddet geçtikten sonra o hanımın dileği yerine geldi ve bir oğlu oldu
İsmâil Fakîrullah hazretleri tevekkül sâhibi olup, kazâya rızâ gösterirdi Allahü teâlâdan gelen derd ve belâları sevgilinin kemendi olarak kabûl eder, severek karşılardı Bütün yaptığı işleri Allahü teâlânın rızâsı için yapar, dünyâya hiç meyletmezdi Dînin emirlerinden kıl ucu kadar ayrılmazdı
Orta boylu, buğday benizli, çok güzel bir görünüşü vardı Kaşları yay gibi olup, arası açıktı Gözlerinin görünümü güzel, yüzü nûrlu ve mütebessimdi Burnu düz ve ince olup dişleri beyaz ve sağlamdı Sakalının tamâmı ak olup, sünnet-i şerîfe uygun uzunluktaydı Avucunun içi yumuşak, parmakları uzundu Teri güzel kokardı
İsmâil Fakîrullah hazretleri, sultânın adâlet ve insâf üzere olması ve düşmana gâlip gelmesi için duâ ederdi Çocuklarına dînî ilimleri öğretir ve akrabâlarına ziyârete giderdi Ziyâretine gelemiyenlerin kusurlarına bakmaz, gelenlere dînin emirlerini bildirir, yasaklardan sakınmalarını emrederdi Tebessüm ederek konuşur, suâl soranların cevaplarını gâyet açık olarak îzâh ederdi Ziyâretine gelenlerin yüzüne, bir geldiğinde, bir de giderken bakardı Edebinden karşısındakinin yüzüne pek bakmazdı
Çoğu zaman vecd hâlinde bulunur, başını önüne eğip, gözlerini yumar, sessiz kalırdı Bütün bid'atlerden sakınır, sünnetleri eksiksiz yapardı Beş vakit namazını kendi dergâhında ezân ve cemâatle edâ ederdi İşrâk, kuşluk, evvâbin ve teheccüd namazlarına devâm ederdi Pazartesi ve Perşembe günleri oruç tutardı Her Cumâ günü namazdan önce Kehf sûresini okurdu Her sözü, hareketi, ahlâkı ve tavrı Peygamber efendimize uygundu Temizliğe çok dikkat eder, gösterişe süse bakmazdı Mührünün taşı Yemenî, şekli bâdemî, halkası gümüştü Her an öleceğini düşündüğü için zemzemle yıkanmış kefenini ve diğer buhur ve levâzımı bir sandıkta hazır bulundururdu Cumâ akşamları odasında buhur yakarlardı Abdest ve gusl etmek için beyaz topraktan yapılmış dört ibriği vardı Yanında devamlı misvak ve tesbih bulundururdu
Kitapları pekçoktu Odasında kendi hattı ile yazdığı Kur'ân-ı kerîmi vardı ve yazısı çok güzeldi Ayrıca, Tefsîr-i Meâlim-üt-Tenzîl, Mesâbih-i Şerîf kitaplarını kendi el yazısıyla yazmıştı Babasının elyazısıyla yazdığı dört cildlik İhyâ-ı Ulûm ve iki cild Envâr-ı Fıkh-ı Şâfiî kitapları, dedesinin yazdığı dört ciltlik Kâmus-ı Ekber, birer ciltlik Şifâ-i Şerîf ve Şir'at-ül-İslâm kitaplarını yanından ayırmazdı
Hayâtını insanlara ilim öğretmek, onlara dîn-i İslâmı anlatmakla geçiren İsmâil Fakîrullah hazretlerinin son günlerini talebesi ve yerine bıraktığı halîfesi Erzurumlu İbrâhim Hakkı hazretleri Mârifetnâme isimli kitabında şöyle anlatır:
O temiz rûh, beden sarayına girip yeryüzüne indi Kemâle gelip olgunlaştı Allahü teâlâyı tanıdı İnsanlar tarafından da tanındı Ezelî ihsânlara kavuşup sonsuz feyzlere menba oldu İki cihânı da gönül aynasında görüp, yalnız Rabbine döndü O'nun emirlerine sarıldı Böylece bu dünyânın zevk ve safâsına aldanmayıp, hakîkî âlemde huzurlu olmanın yolunu tuttu Bu dünyânın zulmetinden usanıp bir an önce ebedî âleme kavuşmayı arzuladı Diğer canlılar gibi nöbetini savmak istiyordu Zîrâ pâk rûhu beden mezarında mahpus gibi kalmıştı Yaşı sekseni geçince 1734 (H 1147) senesinde bir hafta kadar hiç kimse ile görüşmeyip mânevî âlemin sırlarına ulaşıp bu âlemi seyreyledi İnsanlar onu hastalıktan dolayı böyle kendinden geçmiş sandılar Ancak Cumâ gecesi yatsıdan sonra o hâlden bu his âlemine döndü Evlât ve torunlarını yanına çağırıp ilim öğrenmelerini ve sâlih ameller ile uğraşmalarını vasiyet eyledi Üzerindeki emânetlerin sâhiplerine verilmesini istiyerek oradakilerle vedâlaştı Sonra Yâsîn-i şerîf okumalarını emretti Yâsîn-i şerîf okunurken odanın içine öyle güzel kokular doldu ki, sanki ûd ve anber yakılmıştı Çocukları ve torunları üzüntü içindeydiler Onun için ise o gece bayram ve sürûr gecesi oldu Yâsîn-i şerîfin "Selâmûn kavlen  " âyet-i kerîmesi okunurken "Allah" diyerek cânını Hakka teslim eyledi Mübârek rûhu gidip, latîf cismi kaldı
O huzur sâhibi bu fânî dünyâyı bırakıp, hakîkî âleme gidince evlâtları babalarının vasiyetini yaptılar, sabaha kadar yıkayıp kefenlediler Çevre köylere haberler gönderdiler Sabahleyin herkes geldi, çok cemâat toplandı Oğlu Abdülkâdir Efendi imâm olup cenâze namazını kıldırdı Mezârı talebeleri Molla Osman Efendi ile Molla Muhammed Efendinin türbeleri önüne kazıldı ve oraya defnedildi Mezârı üzerine büyük bir sanduka ve güzel bir türbe yapıldı Günlerce yakın çevreden gelenler ziyâret edip, kabri başında Kur'ân-ı kerîm okudular
İsmâil Fakîrullah hazretleri buyurdu ki: "Allahü teâlâya tevekkül et, işini O'na teslim et İbrâhim aleyhisselâm, Allahü teâlâya öyle tevekkül etti ki, ateşe atıldığı hâlde Cebrâil aleyhisselâm dâhil hiç kimseden yardım istemedi Cebrâil aleyhisselâm kendisine; "Bir ihtiyâcın var mı?" diye sorunca, "Sana yok, O'na var " dedi "O'ndan iste " deyince, İbrâhim aleyhisselâm; "O hâlimi biliyor, O bana yetişir, istememe gerek yok " buyurdu Yûsuf aleyhisselâm, zindandaki arkadaşından yardım isteyince, Rabbi kendisine; "Âciz bir mahlûka dayandın ve başından geçenleri ona anlattın, ihtiyâcını ona söyledin Hâlbuki veren ve vermeyen benim Fayda ve zarar veren de benim "
Tevekkül etmek, teslim olmak, sabretmek ve rızâ göstermek, Allahü teâlâya varan yolun esaslarıdır
Sabrın başlangıcı çok acı, sonu bal gibi tatlıdır
Allahü teâlâdan râzı olandan, Allahü teâlâ da razıdır Kazâya rızâ, evliyânın şânındandır
Sevgiliden gelen belâ, bahşiştir Bahşişi kabûl etmemek hatâdır
Molla İbrâhim! Allahü teâlâya bütün arzularını sana kolayca vermesi için yalvardım ve duâ ettim Allahü teâlânın, bütün maksatlarına kavuşturmasına ümid ederim
Allahü teâlâ bir kulunun mârifet sâhibi olmasını isterse, kendi nûrunu o kulunun kalbine koyar ve kul o nûr ile Rabbini tanır
Mârifet, iki dünyâ saâdetidir Muhabbet ise göz bebeğidir Muhabbet, mârifetin meyvesidir Mârifet ise ezelî hidâyettir
Âşıkların kalpleri, Allahü teâlânın nûru ile aydınlanır Konuşurlarsa, dudaklarından nûr saçılır
Allahü teâlâ gibi sevgilisi olan, başkasına nasıl bakar Allahü teâlâ gibi habîbi olan, başkasına nasıl güvenir Allahü teâlâ gibi dostu olan başkasından nasıl korkar Allahü teâlâ gibi sâhibi, ahbâbı olan, başkasıyla nasıl meşgûl olur! Allahü teâlâ gibi güzeli olan, başkasına nasıl gönül verir Nitekim Allahü teâlâ meâlen; "Beni sevdiğini söyleyip de kalbinde benden başkası olan, iddiâsında yalancıdır " buyurdu
Allahü teâlâyı seven, Peygamber efendimizi de sever Peygamber efendimizi seven O'na salevâtı çok okur, sünneti ile amel eder
İbâdetlerin en üstünü müslümanlara din ilmi öğretmektir İlimlerin en üstünü de namaz ilmidir Çünkü o, müminin mîrâcıdır Sen farzları vaktinde, sünnetleri ile berâber kıl Mümkünse cemâati de kaçırma
Dünyâ, çocukların oyuncağıdır, hayâldir, bâtıl bir rüyâdır; harâbdır  Herşeyi bırak Allah'a dön
Yemeği ve içmeği azaltmak sıhhat ve rahatlıktır Uykuyu azaltmak huzûr ve sürûrdur Susmak açık bir hikmet ve güzel bir haslettir Dilin susması, kalbin susmasına, kalbin susması Rabbin mârifetine yardımcı olur
BENİ AFFEDİN
Fakîrullah hazretlerinin akrabâlarından Abbâs isminde yaşlı biri huzûruna geldi Ağzı eğilmiş, dudağının bir tarafı kulağına ulaşmıştı Sol yüzün cildi kat kat kırışıp dudağıyla kulağı arasında buruşup görünmez olmuştu Sağ yüzünün cildi de aksine gerilip, açılmıştı ve güneşte kalan def gibi gergin ve parlak olmuştu Konuştuğu da anlaşılmıyordu
O merhamet menbâı olan mübârek İsmâil Fakîrullah, akrabâsının o hâlini görünce ağladı Sonra da mübârek eliyle ağzını mesh etti Fâtiha sûresini okudu, el kaldırıp, duâda bulundu Bundan sonra Allahü teâlânın izniyle ağzı düzeldi, eski hâline geldi Fakîrullah hazretlerinin elini öptükten sonra:
"Hocam, beni affetmeni istirhâm ediyorum Bu gece arkandan uygun olmayan sözler sarf ederek gıybetini yapmıştım Uyuduğumda gâibden bir sille gelip, bir vuruşta ağzımı bu hâle getirdi Tövbeler olsun " deyip tekrar tekrar af diledi Merhameti bol olan İsmâil Fakîrullah da; "Bize karşı olan kusurun bizden yana helâl olsun Hak teâlâ sana hidâyet versin Bundan sonra sakın bir kimseyi gıybet etmeyesin Müminin mümini gıybet etmesi kesin olarak haramdır Bizi gıybet etme ki, bizim gibi zelîl kulun sâhibi, azîzdir ve intikam alıcıdır Dikkatli ol " buyurdu
İŞÂRETLENEN GÜMÜŞ
O civardaİsmâil Fakîrullah hazretlerine muhabbeti olan zengin bir bey vardı Bir gün hizmetçilerinden birine, bir kese dolusu gümüş para verip, İsmâil Fakîrullah hazretlerine hediye götürmesini istedi Hizmetçi; "Peki " deyip yola koyuldu Yolda o büyük velînin, Allahü teâlânın sevdiği kullardan olup olmadığı hakkında tereddütlere düştü İsmâil Fakîrullah'ı imtihân etmek maksadıyla keseden bir gümüş çıkardı Bir tarafını kendi göreceği kadar işâretledikten sonra; "İsmâil Fakîrullah eğer Allahü teâlânın velîlerinden ise bu işâretlediğim gümüşü bana versin " diye kendi kendine söylendi
Uzun yolculuktan sonra Tillo'ya gelip, İsmâil Fakîrullah'ın huzûruna çıktı Beyinin hürmet ve selâmını bildirdikten sonra hediyesini takdim etti Fakîrullah hazretleri hayır duâdan sonra keseyi açtı İçinden bir gümüş para çıkarıp hizmetçiye hediye etti Hizmetçi gümüşe dikkatle baktı ve yolda işâretlediği para olduğunu görünce çok şaşırdı Bu zâtın, normal insanlardan olmadığını, Allahü teâlânın katında yüksek derecelere sâhib olduğunu anladı
1) Mârifetnâme; s 520
2) Sefînet-ül-Evliyâ; c 2, s 152
3) Tezkiret-ül-Ahbâb fî Menâkıb-ıl-Aktâb
4) İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; c 16, s 318
|