Prof. Dr. Sinsi
|
Sâfî Âmidî Bolevî
Dergâhın alışveriş işlerini gören Ali Efendi, bir gün kerâmetini görürüm niyetiyle eline boş kap alıp Mustafa Sâfî Efendinin huzuruna girdi Çarşıdan erzak satın alacak para olmadığını ve bunun için para vermesini söyledi Bunun üzerine Mustafa Sâfî Efendi; "Bende para olmadığını bilirsin Sen bir çâre bul " dedi Ali Efendi; "Efendim siz bulursunuz " deyince; "Onun niyetine işaret ederek bir daha böyle yapma! Şimdi şu seccâdemi kaldır da altından para, akçe al Çarşıya git, dergâha lâzım olan malzemeyi satın alıp getir!" buyurdu Seccâdenin altından kerâmetiyle çok defâ para verdiği, bu hâdiseyi nakleden talebesi tarafından anlatılmıştır
Ali Efendi, ilim tahsîli yapmamıştı Hizmet ettiğim şu zât eğer bir mürşid, hakîkî bir rehber ise, Allahü teâlâ onun hürmetine bana ilim nasîb etsin diye düşünmüştü Bir gün huzûruna girdiği sırada kerâmetiyle bu düşüncesini anlayan hocası Mustafa Sâfî hazretleri; "Ali Efendi, Allahü teâlâ sana ilim ihsân buyurmuştur Sen oku!" buyurdu Ali Efendi ilim öğrenmeye başladı Medreselerde en yüksek seviyede okutulan ders kitaplarından Kâdî Mîr adlı kitaba kadar okuyup tahsîlini tamamladı, âlim oldu
Mustafa Sâfî hazretlerinin talebelerinden, Bolu'da meşhur âlim Hacı Osman Efendi bir gün odasına girip, içeri kimse girmesin diyerek kapıyı kapatmıştı Bir ara Mustafa Sâfî Efendi; "Hacı Osman Efendi vefât etmiştir Kapısını açıp cenâzesini yıkayın, hazırlayın ben cenâze namazı için geleceğim!" dedi Kapısını açıp baktıklarında secde eder bir halde vefât etmiş gördüler Cenâzesini yıkayıp hazırladılar Mustafa Sâfî Efendi de gidip cenâze namazını kıldırdı
Sâfî Efendi buyururlardı ki: "Allahü teâlânın izni ile benim bütün âlemin kalbinden haberim vardır Şöyle ki, bir bardak içine sâfî bir su konulsa, onun içinde bir toz olsa, o toz bardağın dışından göründüğü gibi, cümle âlemin gönlü içinde ne düşünce varsa bilirim Hattâ o kalb sâhibi gönlündekini benim kadar bilmez " Gerçi böyle âlemin hâlini keşfedip, kalp gözü ile görüp söylemelerine rağmen, nâdânın, câhillerin esrârını, gizli hallerini, açığa vurmaz, yalnız bâzı dervişlerin hâline münâsib ve îtikâdlarını düzeltmeye dâir kerâmetler gösterirdi
Muhammed Zühdî ismindeki birisi küçüklüğünde bir mukâbele gecesi hatırından; "Ne olaydı şimdi hazret-i Azîz beni de meclisine alsa, kabûl etse de, ben de bu dervişler gibi çalışsam " diye geçirip, onların hallerine gıbta eylediğinde, Sâfî Efendi, başını kaldırıp, Muhammed Zühdü Efendiyi içeri çağırıp onu talebeliğe kabul etti ve dervişleri arasına aldı Bu sırada Sâfî Efendinin iltifâtlarının neticesi, Zühdî Efendi günden güne tasavvufta ilerledi
Dergâhının hizmetini gören talebelerinden İbrâhim Hilmi Bey, hocası için yazdığı menâkıbnâmede şöyle anlatmıştır: "MustafaSâfî Efendi zâhir ilimlerinde derin âlim olduğu gibi, bâtın ilminde, tasavvuf ilminde de çok yüksek derecelere ulaşmıştı Zamânın en meşhur ve seçilmiş evliyâsından idi Vefât edeceği sırada şöyle buyurmuştur: "Bende ağzı kapalı bir sandık vardır Senelerce irşâd postunda oturdum, bu sandığın içindeki şeyleri kimse benden sormadı Kapağını açıp da göstereyim Bunları anlatacak kâbiliyetli bir kimse de bulamadım ki ona açayım Sandık benimle gidiyor " buyurarak kendisinde Allahü teâlânın ihsân ettiği yüksek mârifetler olduğuna işâret etmiştir Evliyânın üç alâmeti vardır: Evliyâ her işinde dâimâ Allahü teâlâ iledir Yâni her ne işle meşgûl olursa olsun, Allahü teâlâyı unutmaz Her hususta Allahü teâlâya sığınır, maksadı dâimâ Allah içindir Evliyâ, Ehl-i sünnet îtikâdında olup, İslâmiyete tam uyar
Sâfî Efendide bu alâmetler tamâmen mevcud idi Üstün ahlâk sâhibi olup, halk içinde Hakk'ı anardı Âdetâ dünyâdan çekilmişti Himmeti o kadar yüksek idi ki, halktan ve ileri gelenlerden pekçok kimse onu sevip, sohbet ve derslerine meylederdi Tasavvufta onun yoluna intisâb eder ona talebe olurdu Çok âlim tasavvuf ehli kendisine teslim olmuş, istifâde etmiştir Meşhur müderrislerden Taşçı Osman Efendi önceleri ona çok muhâlif olduğu halde, zamanla büyüklüğünü anlayıp medresesini ve talebelerini bırakıp Sâfî Efendinin dergâhına gidip, talebesi olmuş, sohbetlerinden ayrılmamıştır Önceki muhâlefetini hatırladıkça ağlardı Bu müderris, MustafaSâfî Efendinin sohbetlerinde yetişip, tasavvufta yüksek derecelere kavuşup yetmiş yaşını geçtikten sonra vefât etti ve dergâhın civârında bir yere defnedildi Mustafa Sâfî Efendi zamânında Bolu'da pekçok âlim vardı Fakat tasavvuf ehli, mürşid-i kâmil yok ve tasavvuf yolu da yaygın değildi Mustafa Sâfî Efendi Bolu'ya geldikten sonra, Semerkant Medresesine yerleşti Semerkant Câmiinde de tarikat âdâb ve usullerini yerine getiriyordu Birkaç sene sonraKaraçayır semtinin Aktaş mahallesinde bir dergâh ve bir câmi yaptırdı
Önceleri onu kabullenemeyen ilim ehli kimseler, kısa zamanda dergâhında toplanmaya ve sohbetlerinden istifâde etmeye başladılar Sonra halk da kendisini tanıyıp sohbetine koştu Zâhirî ilimleri öğrenmiş olan âlimler, ondan tasavvuf ilmini de öğrendikten sonra bu nîmete kavuşmaları sebebiyle memnuniyetlerini ifâde etmişlerdir Nihâyet Mustafa Sâfî Efendinin rehberliği ile Bolu havâlisinde insanların din gayretleri arttı İnsanlar dînin emirlerini iyice öğrenip, öğrendikleri bu doğru bilgilere göre yaşadılar Cemiyet arasında İslâm ahlâkı yaygınlaştı
Bolu'da dergâhında ders verdiği sıralarda Acem diyârından gelen dehrî, dinsiz biri orada pekçok âlimle münâzaraya girmiş ve huzursuzluğa sebeb olmuştu Beldenin vâlisi durumdan haberdâr olup Mustafa Sâfî Efendinin bu dehrî ile bir mecliste konuşmasını ve sorularına cevap vermesini ricâ etmişti Dehrî ile görüşüp bütün sorularını cevapladı Onun ilmi ve olgunluğu karşısında hayran kalıp verdiği cevaplarla iknâ olan dehrî, ayaklarına kapanarak müslüman oldu
Bolu kaymakamı Mîr-i Mîrân Tâhir Paşa da onun sevenlerindendi TâhirPaşa vefâtından sonra onun kabri üzerine bir türbe yaptırmıştır Türbenin inşâsı sırasında yapanlara rüyâsında görünerek, bâzı tavsiyelerde bulundu
Son derece takvâ sâhibiydi Geceleri bir saat kadar uyur, diğer vakitlerini ilim mütâlaası, ibâdet ve tâatla geçirirdi O derece tevâzû sâhibi idi ki, hâlini kimseye belli etmezdi Halk arasına fazla çıkmazdı Talebelerine o derece iltifat ederdi ki, herbiri bana gösterdiği alâkayı başkasına göstermez zannederdi Talebeleri gördükleri rüyâları arzettiklerinde; "Var çalış bunlar bir şey değildir " der sonra sohbet sırasında bir yolla tâbir ederdi Talebelerine o derece hoş ve yetiştirci muâmelelerde bulunurdu ki, hiçbirini incitmez, gâyet mâhirâne bir yolla eğitirdi Herkes tarafından sevilir medhedilirdi Sohbetine gelenlerin kalplerinden dünyâ sevgisi silinir giderdi
Âdetleri şöyle idi ki; her sabah namazından sonra câminin kapısı önünde bastonuna dayanarak bir müddet sohbet ederdi Bu âdetini yaz kış devâm ettirir ve bu kısa sohbetlerinde ayak üstü dinleyen talebelerine çok kıymetli şeyler anlatırdı Şöyle buyururdu: "Zâhir ilimleri günahkâr olanlar da elde edebilir, öğrenebilir Lâkin tasavvuf ilmi, İslâmiyetin emir ve yasaklarına tam uymadıkça ele geçmez, öğrenilmez İslâmiyetin emirlerine uymadan tasavvufta ilerlemek isteyen kimse, gevşekliğe düşer, tasavvuftan tad alamaz
Ömrü boyunca hep ilim öğretmek ve rehberlik yapmakla meşgûl olup, hiç yatağa yatıp ayaklarını uzatarak dinlenmemiştir Tasavvufta talebeliği sırasında iki diz üzerinde kıbleye karşı sabaha kadar oturup zikirle meşgul olurdu Bir defâsında çilehânede iken ayağını uzatmıştı Abdülkâdir-i Geylânî hazretleri gözüküp elindeki baston ile ayağına vurarak îkâz etmiş, üç gün ayağının acısından yere basamamıştır Bu hâdiseden sonra ayağını hiç uzatmamıştır Hem talebeliğinde hem de irşâd ve rehberlik faâliyeti sırasında sokağa çıkarken üzerine sokak çamuru değmemesi için altı kalın ayakkabı giyerdi Hocasının yerine geçtikten sonra o zamânın parasıyla beş akçe ile beş talebesiyle birlikte hacca gitti Beş akçeyi kendilerine harcamak için bir talebesini vekil etti Para, kerâmetiyle talebenin elinde çoğaldı Bütün harcamalardan sonra talebenin elinde yüz akçe kalmıştı O talebesi bu hâli kendisine arzedince; "O parayla ticâret yap!" buyurdu Bu talebesi Bolu'ya döndükten sonra hocasının emri üzere elinde artan parayla ticârete başladı Kısa zamanda yüz bin akçe para kazandı Bu bereket hocası Mustafa Sâfî Efendinin duâsı ve kerâmetiyle hâsıl olmuştu
Sâfî Efendi, otuz üç gün hasta yattıktan sonra, altmış üç yaşındayken 1846 târihinde vefât etti Vefâtına "El-ulemâü vereset-ül-enbiyâi" hadîs-i şerîfi ebced hesâbına göre târih düşürüldü Vefâtından önce üç çeşit hastalığa yakalanmıştır Biri zâtülcenp sancısı, biri baş ağrısı, diğeri de semm-i sihr idi Bu üçüncü hastalığı olan sihrin farkına vardı ise de vefât zamânının geldiğini bildiğinden ve şehitlikle şereflenmeyi arzu ettiğinden sükût edip, bir şey yapmadı Hastalığı her tarafta duyulmuştu Vefâtından önce talebelerini toplayıp yerine talebesi Geredeli Şeyh Abdullah Efendiyi halîfe tâyin ettiğini ve ona tâbi olmalarını vasiyet etti SonraAllahü teâlânın ismini hafif sesle zikre başladı Binden fazla talebesi de onunla berâber hafif bir sesle zikrederken rûhunu teslim etti
Vefâtından bir gün önce; "Allahü teâlâya hamdolsun ki her ne taleb ettiysem ihsân buyurdu Otuz üç sene irşâd vazîfesinde bulundum İki kişi feyz alarak halîfe oldular Cenâb-ı Hakk'ın bana ihsân buyurduğu kemâlâtı halîfelerim de bilmez  Bu fânî dünyâdan göçüyorum Bana ihsân olunan kemâlât da benimle birlikte gidiyor  Buna çok teessüf ederim!" demiştir
Halîfesi Şeyh Abdullah Efendi; "Hocam Mustafa Sâfî Efendinin kutup olduğu mâlumumdur Ancak vefât ederken beyân buyurduğu kemâlâtın, yüksek derecelerin ne olduğunu ben de bilemem, düşünüyorum ve teessüf ediyorum " dedi
Vefâtından sonra altı ay müddetle türbesine akşam namazından sonra büyük zâtların rûhâniyetlerinin ziyârete gelmesi sebebiyle ziyâretçileri bir titreme tutup, ziyâret edemediler
Vefât etmeden önce 1846 (H 1263) senesi Muharrem ayının onuncu gecesinde vefât edeceğini sohbeti sırasında talebelerine defâlarca söylediği çok işitilmiştir
Buyurdu ki: "Sâdık talebe İslâmiyete dikkatle uyar, haramlardan son derece sakınır İbâdet ve tâata dikkat üzere devâm ettiği ve kendini tam verdiği takdirde uzun zaman çalışmakla kavuşulan derecelere kısa zamanda kavuşur Bu işâreti üzere, talebelerinden Devrekli Yûsuf Efendi dört senede tasavvufta yetişip kemâle ermiştir Bu talebesine daha sonra icâzet verip, Devrek'e irşâd vazîfesiyle göndermiş ve pekçok talebe yetiştirmiştir Bu zât da talebelerinden Ereğlili İsmâil Ağaya icâzet verip Ereğli'ye irşâd için gönderdi En meşhûr talebesi Geredeli Abdullah Efendi idi Bu talebesini yerine halîfe bırakıp bütün talebelerinin ona teslim olmasını vasiyet etmiştir Ayrıca kerâmet ehli çok talebesi vardı
BİZİ HATIRLAYIN!
Rumelili yüzbaşı İbrâhim Ağa adında bir kimse Bolu'da bir müddet vazîfe yaptı Memleketine döneceği zaman Mustafa Sâfî Efendiyle vedâlaşmak için ziyâretine gitti Vedâlaşıp giderken yüzbaşı İbrâhim Efendiye; "Yolculuğunuz sırasında sıkıntıya düşerseniz bizi hatırlayınız Selâmetle memleketine ulaşırsın " dedi Yüzbaşı İbrâhim Ağa bir gemiye binip yola çıktı Denizde bir müddet yol aldıktan sonra fırtına çıkıp, bindiği gemi batmaya yüz tuttu Yüzbaşı İbrâhim Ağa suyun dibine doğru batarken Mustafa Sâfî Efendinin kendisine vedâlaşırken söylediği sözü hatırlayıp, Allahü teâlânın izniyle Mustafa Sâfî Efendinin rûhâniyetinden yardım istedi O anda Mustafa Sâfî Efendi gözüküp onu elinden tuttu ve sudan çıkardı Sonra da; "Suyun üzerinde bağdaş kur otur! Korkma bir gemi gelip seni kurtaracak!" buyurmuştur Biraz sonra bir gemi gelip onu kurtarmış ve memleketinin sâhiline götürüp bırakmıştır Bu hâdiseden sonra Yüzbaşı İbrâhim Ağa memleketinden Bolu'ya giderek Mustafa Sâfî Efendiye talebe olmuş ve ömrü boyunca orada kalmıştır
EVLİYÂNIN TERBİYESİ
Mustafa Sâfî Efendi Bolu'ya insanları irşâd için geldiği ilk sıralarda, Bolu'da Kara Hacı Hâfız Kavvam Efendi adında meşhur biri vardı Bu zât âlimlerin ve halkın bulunduğu bir mecliste Mustafa Sâfî Efendi hakkında dedikodu yaptı Onun bu uygunsuz davranışı, Mustafa Sâfî Efendi tarafından duyuldu Onu huzûruna çağırıp nasihat etti Böyle şeyleri yapmaktan vaz geçmesini söyledi Ancak o, bu hâlini terk etmeyip, meclislerde aleyhinde yine konuşuyordu Tam o mübârek zâtın aleyhinde konuştuğu bir sırada dili ağzından dışarıya çıkıp, acı acı bağırmaya başladı Meclistekiler onun bu hâline çok şaştılar Bu ne haldir diye sorduklarında, Mustafa Sâfî Efendinin aleyhinde konuşması sebebiyle ondan mânevî bir okun kendisine isâbet ettiğini, gidip ondan kendisini affetmesini arzetmelerini söyledi Bunun üzerine gidip hâlini arzettiler Ölecek dediler Affetmesi için yalvardılar Mustafa Sâfî Efendi gelenlere; "Evliyâullahın terbiyesi böyle de olur Onun vefât etmesi, hakkında hayırlıdır " buyurdu Dedikleri gibi o gün öldü
BİZİ TANIMAZ OLDUN
Bir Ramazân-ı şerîf ayında türbesinin inşâsı sırasında bu işle meşgul olanlar, oruç olmaları sebebiyle kabri yanında ona karşı lâzım olan edebi tam gösterememişlerdi Türbe inşâsında çalışan ustalar edebe uymayan şekilde ayaklarını uzatarak oturmuşlardı Yine bir defâsında kabri yanında böyle ayaklarını uzatıp oturdukları sırada, Sâfî Efendinin rûhâniyeti kendi sûretinde gözüktü Ayaklarını uzatıp oturanlara tebessüm edip, aralarından İbrâhim adındaki kimseye; "İbrâhim Bey! Artık sen büyüdün bizi tanımaz oldun " dedi Hemen yerinden fırlayıp; "Aman efendim ben kimim ki sizi saymayayım " diyerek, ağladı Çok gözyaşı döktü Sonra ayaklarına kapanıp affetmesini istedi O böyle ağlayıp yalvararak affetmesini isteyince onu affetti Kendinden öyle geçmişti ki, affedilince kendini toparlayabildi Artık bu hâdiseden sonra türbenin yanına yaklaşırken tâ uzaktan ayakta durarak edep gösterirdi Bu menkıbeyi yazan müellif şöyle demektedir: Bunu anlatmaktan maksadım nefsin terbiyesi içindir Allahü teâlânın sevgili kulu olan bir mürşid-i kâmil, yetişmiş ve yetiştirebilen bir rehber, mahâretli, mesleğinde mütehassıs bir doktor gibidir Talebesinin ıslahı ve yetişmeleri için ne lâzım olursa, ona göre muâmele eder Kimisine sert muâmele eder Çünkü iltifat ona zararlıdır Bâzısına da yumuşak muâmele eder Her talebe meşrebine, yapısına, huyuna göre terbiye edilir Eğer bunun tersi yapılırsa, rehber ne kadar mâhir olursa olsun talebe onu herhangi bir sûretle inkâra kalkışır Buna gücü yetmezse istikâmetine zarar verir Güneş her meyveye ve bitkiye yapısına göre parlar Meyve tatlı ise tadını, acı ise acılığını artırır Mürşid-i kâmiller de talebenin meşrebine, hâline bakıp ona göre yetiştirirler
1) Menâkıb-ı Hacı Mustafa Sâfî, Millet Kütüphânesi, Ali Emîrî (Şer'iyye) Kısmı, No: 1111
|