Prof. Dr. Sinsi
|
Hz.Mevlana'nın Hyatından Dersler..
Hz Mevlana'nın Hayatından Dersler
Şemseddîn Attâr anlatır: Mevlânâ bir gün câmide vâz ederken, mevzû; Hızır ile Mûsâ aleyhimesselâmın kıssasına gelmişti Bu kıssayı, öyle fesâhat ve belâgat ile anlatıyordu ki, herkes nefesini kesip, can kulağı ile dinliyordu Benim yanımda bir şahıs başını önüne eğmiş bir şeyler mırıldanıyordu Kulak verdim, dediklerini anladım "Sanki yanımızda idin, sanki üçüncümüz sen idin " diyordu Bunun Hızır olduğunu anladım Yanına sokuldum "Anladım Sen Hızır'sın, ne olur, bana ihsân eyle!" dedim Cevâben; "Burada hazret-i Mevlânâ varken, benim sana ihsânda bulunmam deniz yanında teyemmüm gibi olur Senin bütün müşkillerini o halleder " dedi ve gözümden kayboldu Ben bu hâli Mevlânâ hazretlerine anlatmak için yanına gittiğimde, ben daha söze başlamadan; "Ey Attâr! Hızır aleyhisselâmın sözleri doğrudur " diyerek benim sözümü kesti

Mevlânâ, Allahü teâlânın yarattığı bütün mahlûkâta merhamet sâhibi idi Bir gün Nefîsüddîn Sivâsî'ye bir kuruş verip ekmek aldırdı Ekmeği eline alıp bir virâneye gitti Nefîsüddîn de gizlice onu tâkibe başladı Sonunda, Mevlânâ'nın o ekmeği yeni yavrulamış bir köpeğe kendi elleriyle yedirdiğini gördü Mevlânâ dönüşünde, Nefîsüddîn'in kendisini tâkib ettiğini anlayıp; "Bu hayvan yedi gündür açtır ve yavrularına şefkatle bakmış ve hiç yanlarından ayrılmamıştır Resûlullah efendimiz bir hadîs-i şerîflerinde; "Merhametlilerin en büyüğü olan Allahü teâlâ, kullarından merhametli olanlara merhamet eder Ey ümmet ve Eshâbım! Siz de O'nun yarattıklarına merhamet ediniz ki, size de semâ ehli merhamet etsin" buyurdu Nefîsüddîn bu sözler üzerine ağlayarak Mevlânâ'nın ellerini öptü ve hayvanlara bile bu kadar merhametli olan siz, tabiatiyle ahbâb ve dostlarınıza da merhamet edersiniz " dedi Bunun üzerine Mevlânâ; "Evliyâullahın merhameti pek çoktur; bütün mahlûkâta ve ahbâblarına da şüphesiz merhamet eder " buyurdu

Selçuklu Sultânı Rükneddîn, Mevlânâ'ya beş kese altın gönderip almasını arzu etti Talebelerinden Mecdüddîn, Mevlânâ'ya altınları arz edince; "Beni hakîkaten seviyorsanız, bu altınları dışarıdaki çamurun içine atın!" buyurdu Talebeleri bu emri derhal yerine getirdiler Dünyâya kıymet veren bâzı kimseler, bu altınları almak için çamurun içinde aramaya başladılar Fakat üstleri, başları, yüzleri çamurdan görünmez hâle geldi Mevlânâ, talebelerine onların bu vaziyetlerini göstererek; "Bu altınlar, şu gördüğünüz dünyâ ehlinin üstünü başını batırdığı gibi, âhiret ehli olanların da kalbini karartır, kirletir Çeşitli günahlara sevkedip, ibâdetlerden alıkoyar Bu sözlerimi yanlış anlamayınız Dünyâ için çalışmayınız demek istemiyorum Dünyâ malının muhabbetini kalbinize koymayınız diyorum Hiç ölmeyecekmiş gibi dünyâya, yarın ölecekmiş gibi âhirete çalışmak lâzım geldiğini herkes bilir Burada dikkat edilecek nokta; hırs ve tamâ yapmadan kanâat üzere bulunmaktır Dünyâda, âhiret saâdeti için çalışmalı, kazanmalı, niyeti düzeltmelidir Çünkü İslâmiyet, insanlara faydalı olmayı emreder En büyük saâdet, en büyük sermâye, helâlinden kazanıp, hayır ve hasenât yaparak âhirete göndermektir Buna rağmen asıl sermâye, mal, mülk, para sâhibi olmak değil, ilim, amel, ihlâs ve güzel ahlâk sâhibi olmaktır " buyurdu

Bedreddîn Tirmizî isminde biri simyâ ile uğraşırdı Mevlânâ'nın ismini duyarak Konya'ya ziyâretine geldi Önce oğlu Sultan Veled'e uğrayarak, yapacağı altınlardan hergün bir dirhem Mevlânâ'nın talebelerine vereceğini vâd eyledi Bu haberi Mevlânâ'ya ulaştırdılar, fakat o hiç cevap vermedi Birkaç gün sonra Bedreddîn'in çalıştığı yere gitti Bedreddîn simyâ ilmiyle uğraşarak altın yapmaya çalışıyordu Mevlânâ'nın geldiğini görünce, ayağa kalkarak hürmette bulundu Mevlânâ, oradaki demirden, bakırdan ve diğer mâdenlerden yapılmış eşyâları teker teker alıp Bedreddîn'e vermeğe başladı Bedreddîn, her eline gelen eşyânın en yüksek ayarda som altından yapılmış olduğunu hayretle gördü Mevlânâ, Bedreddîn'in şaşkın bir hâlde kendisine baktığını görünce; "Ey Bedreddîn! Sen simyâ ile uğraşmayı bırak Çünkü sen âhirete gidince, simyâ dünyâda kalacaktır Sen öyle bir simyâ ile uğraş ki, seninle berâber âhirete gitsin İşte o da din ilmidir Bu, kalbden mâsivâyı, Allahü teâlâdan başka her şeyin sevgisini çıkarıp, Allahü teâlânın beğendiği şeyleri kalbe doldurmakla olur " buyurdu

Mevlânâ'nın talebelerinden biri, hac vazîfesini yapmak üzere Hicaz'a gitti O Hicaz'da iken, evinde hanımı, Arefe gecesi bir tepsi helva yapıp, Mevlânâ'nın talebelerine gönderdi Mevlânâ, helvayı kabûl edip, orada bulunan bütün talebelerine bizzat kendi eliyle taksîm etti Herkes hissesine düşeni aldığı hâlde, tepsiden hiçbir şey eksilmedi Alanlar tekrar aldılar, doyuncaya kadar yediler, yine eksilmedi Bunun üzerine helvâ dolu tepsiyi Mevlânâ mübârek eline alıp; "Bu tepsiyi sâhibine göndereyim " diyerek dışarı çıktı İçeri girdiğinde, elinde tepsi yoktu Ertesi gün helvayı getiren hanım, tepsisini medresenin mutfağında arattı, ancak, bulamadı Mevlânâ'yı da bunun için rahatsız etmedi Aradan günler geçti, hacca gidenler dönmeye başladılar Bu hanımın da beyi Kâbe'den dönüp Konya'ya geldiğinde, o tepsi, eşyâlarının arasından çıktı Kadın tepsiyi görür görmez tanıyıp, hayretinden dona kaldı Beyine; "Ben Arefe gecesi bu tepsi ile helva yapıp Mevlânâ'nın talebelerinin yemesi için göndermiştim Tepsiyi ertesi günü arattığım hâlde bulamadım Nasıl oldu da bu tepsi senin eline geçti?" deyince, şaşırma sırası hacıya geldi O da; "Arefe gecesi hacı arkadaşlarımla oturup sohbet ediyorduk Bir ara çadırın kapısından bir el bu tepsiyi uzattı Biz de tepsiyi aldık, elin sâhibini araştırmak da aklımıza gelmedi Helvayı yedikten sonra tepsiyi tanıdım Kimseye vermeyip eşyâların arasına koydum Başka bir şey bilmiyorum " dedi Bunun Mevlânâ'nın bir kerâmeti olduğunu anlayınca, ona olan bağlılıkları daha da arttı

Mevlânâ'yı sevenlerden bir kimse, Mısır'a ticâret yapmak için gitmeye hazırlandı Akrabâsı gitmemesi için çok zorladı ise de, dinlemedi ve kararından vazgeçmedi Bunun üzerine yakınları, durumu Mevlânâ'ya bildirip, gitmemesini istirhâm ettiler Mevlânâ da: "Gitme!" dedi Ancak o kimse dinlemeyip gizlice yola çıktı Gemi ile yolculuk yaparken, bir küffâr gemisi bu gencin bulunduğu gemiye saldırdı Pek çok yolcu ile berâber, bu genci de esir aldılar Memleketlerine götürüp çeşitli yerlerde çalıştırdılar Genç, başına gelen felâketlerin sebeblerini, Allahü teâlânın sevdiği bir kulun sözünü dinlememekten olduğunu anlayıp, çok pişmân olup, tövbeler edip istigfârda bulundu Bu şekilde kırk gün devâm etti Ertesi gün rüyâsında Mevlânâ'yı gördü Ona;
"Yarın senden bâzı şeyler soracaklar Ne sorarlarsa, biliyorum, de!" diye tenbihte bulundu Bir hastalık ile ilgili ilâç târif etti Genç uyandığında sevince gark olup, sabahı iple çekti Sabahleyin yanına gelenler kendisine; "Doktorlukla ilgili bir bilgin var mı?" diye sordular Genç de; "Var!" deyince, genci alıp o yerin hükümdârına götürdüler Meğer o yerin hükümdârı hasta imiş Hiçbir doktor derdine çâre bulamamış, hükümdâr da hastalıktan kurtulamamış Bu genç, hasta hükümdârı görüp; "Bana, şu şu meyvelerden şu kadar, şu şu otlardan şu kadar getirin " dedi Kısa zamanda bulup getirdiler Genç, hepsini güzelce öğütüp karıştırdı ve mâcun hâline getirerek hastaya yedirdi Hasta, Allahü teâlânın izniyle bir anda şifâ buldu Hükümdâr bu hastalıktan ümidini kesmiş iken, birden şifâya kavuşunca, gence; "Bir murâdın varsa söyle, yerine getireyim Mal, mülk istersen seni zengin edelim " diye ısrârla sorunca, genç;
"Ben, hiçbir şey bilmeyen bir kimseyim Âilemden ve hocamdan izinsiz para kazanmak için evden çıktım Beni yolda esir alıp, buralara getirdiler Esir olunca, başıma gelen bu musîbetin sebebini anlayıp, çok tövbe ettim ve hocam Mevlânâ hazretlerinden mânen af diledim Kendisini, kurtulmam için Allahü teâlâya vesîle eyledim Bu akşam hocam Mevlânâ, bana bu size yaptığım şeyleri târif eyledi Ben de aynen yaptım Gördüğünüz gibi, bütün bunlar, hocamın himmeti ve bereketiyle oldu " dedi Hükümdâr genci serbest bıraktı Çok para vererek zengin eyleyip, memleketine gönderdi Mevlânâ'ya da pek çok hediyeler gönderdi

Moğolların Anadolu umûmî vâlisi Baycu Noyan, Konya'yı muhâsara etti Konyalılar gâyet sıkıntılı ve ızdıraplı günler yaşadı Muhasaranın kaldırılması için Mevlânâ hazretlerinin huzûruna çıkıp; "Efendim! Bize merhamet ediniz Baycu Noyan, bildiğiniz gibi Konya'yı muhasara etti Çoluk-çocuğumuzla gâyet sıkıntıya düştük Korku içinde yaşıyoruz Şâyet bize yardım etmezseniz, sonumuz felâket olur Çünkü Baycu Noyan, hangi şehri fethettiyse halkı kılıçtan geçirip, mallarını yağmaladı Bu işe bir tedbir istirhâm ediyoruz " dediler Mevlânâ;
"Siz, Allahü teâlâya tevekkül edin Doğru bir îtikâd ile cenâb-ı Hakk'ın evliyâsını vesîle ederek duâ edin İnşâallah sıkıntınız def olur " buyurdu Sonra şehirden dışarı çıkıp meydanın ortasında durdu Kıbleye dönerek namaz kılmaya başladı Etrafta binlerce Moğol askeri vardı Baycu Noyan'a kocaman bir çadır kurmuşlardı Askerler hemen komutanlarına koşup;
"Şehirden yaşlı bir kimse çıktı Mâvi kaftanlı, sarıklı, heybetli bir kimse  Meydanda namaz kılmaya başladı Ne bir korku, ne bir heyecânı var Askerlerden hiçbiri yanına yaklaşmaya cesâret edemiyor   " dediler Baycu Noyan, askerlerine; "Ok yağmuruna tutarak derhal öldürün!" dedi Bu emir üzerine, okçular ellerini sadaklarına atmak için davrandıklarında, herbirinin kolları yerinden kalkmaz hâle geldi Hiçbirisi ok atamıyordu Bu durumu gören Baycu Noyan, süvârilere; "Atlara binip kılıçla üzerine saldırın!"emrini verdi Süvâriler hemen ata binip sürmek istediler, fakat atların ayakları toprağa battı Atlar, üzerindeki askeri götüremez hâle geldi Bunu da hayretle gören Baycu Noyan'ın canı sıkıldı Kendisi okunu çekip yayını gerdi Nişan alarak Mevlânâ'ya fırlattı Attığı üç ok da hedefe değil, Baycu'nun önüne düştü Bu hâli de gören vâli Noyan, iyice öfkelenip atını getirmelerini emretti Ata bindiyse de, atı bir türlü hareket ettiremedi Hiddeti ziyâdeleşen Baycu, attan inip yaya olarak hücûm etmek istedi Fakat ayakları tutulup yüzüstü yere düştü Yüzü yaralanan Baycu, ne yapacağını şaşırdı Olanları şehirden tâkib eden halk, hayretten hayrete düştüler, hep bir ağızdan tekbîr getirdiler Nihâyet Baycu Noyan hiçbir şey yapmaya kâdir olamayacağını ve Mevlânâ karşısında âcizliğini anlayınca;
"Bu kimse, şimdiye kadar karşılaştığım insanların hiçbirine benzemiyor Bunun, Allahü teâlânın himâyesi altında olan kimselerden olduğu anlaşılıyor Bu kadar askerî gücümle, değil kendisiyle mücâdele etmek, üzerine doğru bir adım bile atamadık Dolayısıyle bununla iyi geçinmekte, anlaşma yapmakta fayda vardır " diyerek, askerini toplayıp muhâsaradan vazgeçti
|