Geri Git   ForumSinsi - 2006 Yılından Beri > Eğitim - Öğretim - Dersler - Genel Bilgiler > Biyografiler

Yeni Konu Gönder Yanıtla
 
Konu Araçları
çeştî, muînüddîni

Muînüddîn-İ Çeştî

Eski 08-02-2012   #1
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Muînüddîn-İ Çeştî




MUÎNÜDDÎN-İ ÇEŞTÎ

Hindistan'ın büyük velîlerinden İsmi, Hasan bin Gıyâsüddîn, lakabı Muînüddîn'dir Peygamber efendimizin neslinden olup seyyiddir 1136 (H531) senesinde Horasan'da doğdu 1236 (H634) yılında Ecmîr'de vefât etti Kabri oradadır

Horasan'da büyüyüp yetişen Muînüddîn-i Çeştî'nin babası Gıyâsüddîn Hasan, aslenSenceristanlı olup, sâlih ve müttekî bir zât idi Üç evlâdı vardı Muînüddîn on bir yaşında iken babası vefât edince, kalan mîrâs üç kardeş arasında taksim edildi Bu taksimde, Muînüddîn-i Çeştî hazretlerine bir bağ düştü Bağla meşgûl olduğu bir gün, İbrâhim Kunduzî adında bir velî yanından geçiyorduAyağa kalkıp ona hürmet gösterdi ve elini öptü Sonra bağına dâvet edip gölgeye oturttu, üzüm ikrâm etti Fakat o zât üzüme rağbet etmeyip, koynundan bir parça kuru ekmek çıkardı Dişi ile biraz koparıp, Muînüddîn-i Çeştî'ye yedirdi Ekmek parçasını yer yemez, kalbinde birdenbire bir nûr hâsıl oldu Dünyâdan tamâmen soğudu Kalbinde büyük bir zevk ve muhabbet-i ilâhî hâsıl oldu Sonra, babasından kalan bağı ve diğer malları fakirlere sadaka verdi İlim öğrenmek için seyâhatlere çıktı Önce Horasan'a gidip orada Kur'ân-ı kerîmi ezberledi Aklî ilimleri öğrendi Buradan Semerkand'a geçti Irak'a gitmek için yola çıktı Yolu Hârun kasabasına uğradı ve zamânının en meşhûr velîsi OsmanHârûnî hazretlerini tanımakla şereflenip talebesi oldu

Muînüddîn-i Çeştî'ye çok alâka gösteren HâceOsman Hârûnî bir gün ona; "Muînüddîn, abdestini tâzele!" buyurunca, tâzeledi Sonra; "Kıbleye karşı otur, Bekara sûresini oku!" dedi Dediklerini hemen yaptı Sonra; "Yirmi defâ salevât oku" buyurdu Bu emri de yerine getirdi Sonra başına sarık sarıp, hırka giydirdi ve buyurdu ki: "Bir gece bir gün mücâhede yap ve İhlâs sûresini bin defâ oku!" Muînüddîn-i Çeştî, hocasının bu emrini de yerine getirip, tekrâr huzûruna gelince, hocası; "Muînüddîn! Başını yukarı kaldır bak!" buyurduKaldırıp bakınca; "Ne görüyorsun?" diye sordu Cevâbında; "Yedi kat semâyı veArş'ı görüyorum" dedi "Tekrar bin İhlâs sûresi daha oku!" buyurdu İhlâs sûresini bin defâ daha okudu Sonra, "Başını semâya kaldır bak!" buyurdu Kaldırıp baktı; "Ne görüyorsun?" deyince, "Azamet perdesine kadar her şeyi görüyorum" cevâbını verdi Sonra; "Gözlerini yum!" buyurdu O da gözlerini kapattı "Tekrar oku!" buyurdu, emri yerine getirdi "Ne görüyorsun?" deyince, "On sekiz bin âlemi seyrediyorum" dedi Bunun üzerine hocası; "Ey Muînüddîn, senin işin tamam oldu" buyurdu Önlerinde bir kerpiç duruyordu "Bunu al!" buyurdu Alınca, kerpiç altın oldu "Bunu, burada bulunan dervişlere paylaştır" deyince, hemen paylaştırdı Yirmi sene bu hocasının hizmetinde ve sohbetinde bulunup, pek çok feyze kavuştu ve tasavvufta yükseldi

Bir defâsında hocası ile birlikte Kâbe-i muazzamayı ziyârete gitmişlerdi Kâbe yanında el açıp duâ ettiklerinde, "Muînüddîn bizim dostumuzdur" diye bir ses işitildi Sonra buradan Medîne-i münevvereye, Peygamberimiz server-i kâinâtın mübârek kabr-i şerîfini ziyârete gittiler Kabrin başına vardıklarında, hocası; "Muînüddîn, selâm ver!" buyurdu O da selâm verdi Kabirden; "Ve aleykesselâm ey şeyhlerin kutbu!" diye ses gelip, selâmına cevap verildi Ziyâretten sonra Bağdât'a döndüler

Senelerce hocası Osman Hârûnî'nin derslerine ve sohbetlerine devâm edip, tasavvufda yükseldi ve halîfesi oldu Elli iki yaşına gelince, seyâhatlere çıktı Bağdât'a gidiyordu Yolculuğu sırasında, Sencer kasabasında büyük âlim Necmüddîn-i Kübrâ ile tanışıp, birlikte Bağdât'a geldi Bir müddet kalıp, Hemedan'a geçtiHemedan'da, mürşîd-i kâmil Yûsuf Hemedânî'yi tanıyarak sohbetlerinde bulundu ve çok istifâde edip, feyz aldı Buradan da Herat'a ve Belh'e giderek ilimde ve tasavvufta çok yükselip pek çok talebe yetiştirdi

Muînüddîn-i Çeştî hazretleri, Hindistan meşâyihi arasında Çeştî tarîkatının imâmı sayılır Çünkü Hindistan'da İslâmiyet, onun gayreti ve hizmetleri ile yayılmıştır Sohbetinde bulunan kimseleri çok kısa zamanda tasavvuf hâllerinde yükseltirdi Bir kimse üç gün onun sohbetine devâm etse, yükselir, kerâmet ve mârifet sâhibi olmakla şereflenirdi Mübârek nazarları kime tesâdüf etse, doğru yola kavuşurdu Yedi günde bir, beş miskal (24 gr) kuru ekmeği suya batırır ve öyle yerdi Hırkasını yamayıp giyer, eskidikçe yine eski yamaları temizleyip, tekrar yamardı Her gece ve gündüz bir hatim okurdu Kur'ân-ı kerîmi hatmedince, gâibden; "Ey Muînüddîn! Hatmin kabûl edildi" diye bir ses işitilirdi

Aldığı mânevî işâret üzerine Medîne-i münevvereden ayrılan Muînüddîn-i Çeştî hazretleri derhal Hindistan'ın yolunu tuttu Kendisini sevenlerden kırk kişi de birlikte idi Bir müddet yolculuktan sonra Hindistan'a ulaştılar Ecmîr'e yaklaştıklarında, bölgenin racası (prensi), Muînüddîn-i Çeştî hazretlerinin Ecmîr'e gelmekte olduğunu öğrenince; onu târif ederek, görüldüğü yerde öldürülmesini emretti

Muînüddîn-i Çeştî hazretleri ise, yanında kırk kişi ile birlikte açıkça yollarına devâm ettiler Geldiklerini duyan ve öldürmek üzere Ecmîr racasından emir alanlar, Muînüddîn-iÇeştî'yi yolda gördükleri hâlde, hiç biri kendinde onun yanına yaklaşmak cesâret ve gücünü bulamadı Böylece Muînüddîn-i Çeştî yola devâm edip, Ecmîr'e girdi Yanındakiler ile birlikte, bir ağacın altına oturup, istirâhat etti Oturdukları yer, Ecmîr racasının develerinin yattığı bir meydan idi Orada bir müddet oturduktan sonra, bir kervancı (deveci) geldi Kalabalık bir cemâatin oturduğunu gördü Ey fakirler, bu oturduğunuz yer sizin değildir Burada Mihrâce'nin (Ecmîr prensinin) develeri yatar dedi Oradakiler hiç karşılık vermediler Bunun üzerine adam şiddetle yanlarına yaklaştı Muînüddîn-i Çeştî hazretleri adamın bu davranışı karşısında ayağa kalktı ve; "Biz buradan gidiyoruz, fakat sizin develeriniz buradan kalkamazlar" dedi Sonra hoşa giden güzel bir havuzun başına kondular Burada ibâdetle meşgûl olup, sohbet ederlerken, ilk oturdukları yerden kalkmalarını söyleyen deve bakıcısı yanlarına geldi Muînüddîn-i Çeştî'ye; "Sizi kaldırdığımız yere akşam develer bırakıldıSabah olunca, kervancı, develeri kaldırmak için çok uğraştı Fakat kaldırmak mümkün olmadı Develer aslâ kalkmıyor" dedi Muînüddîn-i Çeştî'yi ilk oturduğu yerden kaldırmaları sebebiyle bu iş başlarına gelmişti

Muînüddîn-i Çeştî, havuz başında iken, bir şahıs; "Ey muhterem zât! Bu oturduğumuz yer Mîr Seyyîd Hüseyin'in makâmıdır Zamânında bu diyâr, onun emrinde idi" dedi Muînüddîn-i Çeştî bunu öğrenince; "Allahü teâlâya hamd olsun ki kardeşimin mülkünde bulunuyorum! Ecmîr şehrinde putperestlere âit pek çok puthâne vardır İnşâallah Peygamberimiz Muhammed aleyhisselâmın işâret ve yardımı ile bunları yıkacağım" buyurdu

Muînüddîn-i Çeştî geldiği bu yerde oturuyordu Hizmetçileri arada bir, inek satın alıp kesiyor ve birlikte yiyorlardı Bu durum ineğe tapanlar ve putperestler tarafından öğrenilince, şiddetli bir kızgınlık ve düşmanlıkla kıvranmaya başladılar Toplanıp, Muînüddîn-i Çeştî ve talebelerini oradan çıkarmayı kararlaştırdılar Nihâyet büyük bir kalabalık hâlinde, ellerinde taş, sopa ve silâhlar olduğu hâlde üzerlerine saldırdılar Putperestler yanlarına geldikleri sırada, Muînüddîn-i Çeştî namaz kılıyordu Namazda iken, kocaman bir değirmen taşını üzerine yuvarladılar Taş üzerine gelmek üzere iken talebeleri haber verdiler Bunun üzerine Muînüddîn-i Çeştî selâm verip namazdan çıktı Ayağa kalktı ve yerden bir avuç toprak aldı Âyet-el-kürsî'yi okuyup avucundaki toprağı gelen putperestlere doğru attı Atılan toprağın isâbet ettiği her putperest, olduğu yerde kaskatı kesilip, hareket edemez hâle geldiNe yapacaklarını şaşırıp perişân oldular

Muînüddîn-i Çeştî hazretlerinin kerâmetleri karşısında tutunamayan putperestler, savaşmaktan vazgeçtiler Puthânelerine dönüp gittiler ve âciz kaldıklarını belirterek râhiplerinden yardım istediler Râhib bir müddet susup, sonra; "Ey dostlarım! Sizin o karşılaştığınız zât, kendi dîninde kemâlâta ulaşmış bir kimsedir Onu ancak sihir ve efsun yaparak yenerim" dedi Bildiği bütün sihirleri yeniden tâlim edip okudu Sonra putperestlerin önüne düştü Muînüddîn-i Çeştî'nin bulunduğu yere doğru yürüdüler Muînüddîn-i Çeştî'ye durum bildirilince; "Onun sihri bâtıl bir iştir, hiç tesiri olmaz İnşâallah onların râhibi doğru yola girecek" buyurdu Sonra namaza durdu Yanlarına geldiklerinde, namaz kıldığını gördüler Hiç birinin yürümeye tâkatı kalmadı Oldukları yerde donup kaldılar, yaklaşamadılar Muînüddîn-i Çeştî, namazını bitirince dönüp onlara baktı Önlerine düşüp gelen râhipleri, Muînüddîn-i Çeştî hazretlerinin mübârek yüzünü görünce, söğüt yaprağı gibi titremeye başladı Bu hâlden kurtulmak için, her ne kadar putlarının ismini söylemek, râm, râm demek istediyse de, ağzından hep Rahîm, Rahîm, sesi çıkıyor, Allahü teâlânın ismini söylüyordu Muînüddîn-i Çeştî hazretleri, yanındakilerden birine bir bardak su verip, râhibe vermesini söyledi Râhip, verilen suyu alıp şevkle içti İçer içmez gönlü temizlenip müslüman oldu Muînüddîn-i Çeştî, râhibin ismini Şâdî koydu

Raca, bu hâdiseden sonra, Muînüddîn-i Çeştî hazretlerine karşı, Hindistan'ın en meşhûr sihirbâzı olan Ecipâl'ı, Ecmir'e çağırdı Ecipâl, Muînüddîn-i Çeştî'ye doğru giderken yapmak istediği sihri düşünüp hazırlamak istiyor, fakat aklına gelen sihiri hemen unutuyordu Bir türlü zihnini toplayıp, sihir yapma gücünü kendinde bulamadı Ecipâl, Muînüddîn-i Çeştî'nin yanına gelince, Muînüddîn hazretleri Şâdî'yi yanına çağırdı ve bir bardak vererek; "Ey Şâdî! Şu bardağı al ve şu havuzdan doldur Doldururken, "Yâ Bedûh, de!" buyurdu Şâdî "Yâ Bedûh!" diyerek bardağı havuzun içine daldırdı Bardak doldu, havuzda hiç su kalmadı Bu kerâmet karşısında putperestler, hayretler içinde kalıp, şaşkınlıklarından ne yapacaklarını bilemediler

Muînüddîn-i Çeştî'nin kerâmeti karşısında âciz ve çâresiz kalındığını gören sihirbaz Ecipâl, geri dönüp Raca'ya; "Bütün sihirbâzlar âciz kaldılar Bu iş benim işimdir Ancak ben bu işi tek başıma başarırım" dedi Fakat o da âciz kaldı Sonunda, Muînüddîn-i Çeştî hazretlerinin verdiği bir bardak suyu içince, hemen değişti, gönlü aydınlanıp küfür ve sapıklıktan kurtuldu Kelime-i şehâdet söyleyerek müslüman oldu Muînüddîn-i Çeştî'nin teveccühü ile yüksek makâmlara ve üstün derecelere kavuştu

Bütün bu hâdiseler, Ecmir racası ve Hindistan'ın diğer racaları tarafından hayret ve şaşkınlıkla tâkib edildi Muînüddîn-i Çeştî hazretlerinin karşısında âciz ve çâresiz kaldılar Müslüman olup, Muînüddîn-i Çeştî hazretlerine uymakla şereflenen Şâdî ve Ecipâl, hocalarına; "Efendim, Ecmîr şehrinin ortasında bir yere yerleşmenizi, böylece bütün halkın sizden istifâde etmesini arzu ediyoruz" dediler Bu teklifleri kabûl edildi Muînüddîn-i Çeştî, Muhammed adında bir talebesine; "Git, şehrin ortasında bizim için münâsib bir yer hazırla, oraya yerleşeceğiz" buyurunca, emri yerine getirildi Muînüddîn-i Çeştî, hazırlanan bu yerde dergâhını kurup, talebeleriyle birlikte oraya yerleşti Sonra, talebelerinden bir kaç kişiyi Raca'ya gönderdi Ona; "Ey katı kalbli kimse! Putperestliği bırak! Allahü teâlâya îmân edip, müslüman ol! Yoksa hakîr, zelîl ve çok pişmân olur, âh edersin" demelerini tenbîh etti Talebeleri emir üzerine, Raca ile görüştüler Söylenilen sözleri aynen bildirdiler Fakat Raca'nın kalbindeki zulmet kilidi açılmadı ve aslâ îmân etmedi, müslüman olmaktan mahrum kaldı Gelenleri geri çevirdi



Alıntı Yaparak Cevapla

Muînüddîn-İ Çeştî

Eski 08-02-2012   #2
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Muînüddîn-İ Çeştî




Raca'yı İslâma dâvet etmek için giden talebeler, Raca'nın kabûl etmemesi üzerine gelip, durumu Muînüddîn-i Çeştî'ye bildirdiler Bunun üzerine gözlerini yumup, bir müddet murâkabeye daldı Sonra gözlerini açıp; "Eğer bu bedbaht kimse, Allahü teâlâya îmân etmezse, onu İslâm ordusunun askerlerine teslim ederim" buyurdu Aradan kısa bir müddet geçti Gerçekten İslâm ordusu Ecmîr'e geldi

Sultan Muizzüddîn (Şihâbüddîn) Gûrî, Horasan'da bulunduğu sırada, rüyâsında Muînüddîn-i Çeştî hazretlerini gördü Onun huzûrunda edeble ayakta duruyordu Muînüddîn-i Çeştî ona; "Şihâbüddîn! Allahü teâlâ sana Hindistan sultânlığını ihsân etmiştir Hemen bu tarafa doğru harekete geç! Bedbaht Raca'yı tutup, cezâsını ver" buyurdu Uyanınca hayrete düşen Sultan Şihâbüddîn, rüyâsını fazîlet sâhibi âlimlere anlatıp, tâbirini sordu Âlimler; "Sana müjdeler olsun ey Sultan Şihâbüddîn, oraları fethedeceksin! Endişelenme, gönlünü hoş tut Muînüddîn-i Çeştî hazretleri sana himmet edecek" dediler Bunun üzerine SultanŞihâbüddîn, ordusunu alıp, Hindistan'a hareket etti Hindistan'da Ecmîr racasının ordusuyla karşılaştı Şiddetli savaşlar yapıldı Netîcede, Sultan Şihâbüddîn gâlip geldi ve Raca yakalanıp esîr edildi Sultan Şihâbüddîn ve ordusu, Muînüddîn-i Çeştî hazretlerinin himmetiyle zaferden zafere koştu Ecmîr'den Dehli üzerine yürüyen İslâm ordusu, Dehli racası Pethûra'nın ordusunu mağlûb edip, kendisini esir aldılar Sultan Şihâbüddîn, Dehli'de saltanat tahtına oturdu Dört-beş sene kadar Hindistan'da kaldıktan sonra Gazne'ye döndü Muînüddîn-iÇeştî hazretlerinin himmet ve tasarruflarıyla, İslâmiyet, Hindistan'da her tarafa yayıldı Pekçok insan küfür hastalığından kurtulup, müslüman olmakla şereflendi Muînüddîn-i Çeştî'nin talebeleri ve bunların da talebeleri, Hindistan'da asırlarca İslâma hizmet ettiler

Bir gün Muînüddîn-i Çeştî'nin rahmetullahi, aleyh huzûruna biri geldi Edebli bir tavırla oturup; "Çoktan beri sizin sohbetinize kavuşmak isterdim, hamdolsun ki bugün bu büyük saâdet nasib oldu" dedi Adamın bu sözü üzerine, Muînüddîn-i Çeştî ona doğru bakıp tebessüm etti Bir müddet durduktan sonra da; "Haydi, buraya ne maksatla gelmişsen onu yapsana!" dedi Adam bu sözü işitince, maksadının anlaşıldığının farkına varıp, şiddetle titremeye başladı Başını yerlere koyup durmadan yalvarıyordu Sonra şöyle dedi: "Ey efendim! Beni bir kimse buraya sizi öldürmem için gönderdi Siz onu da kerâmetinizle bilirsiniz Benim, aslında size bir kastım ve düşmanlığım yoktu" dedi Sonra elini koynuna sokup bir bıçak çıkardı ve orada bulunanların önüne attı Ortaya çıkıp, Muînüddîn-i Çeştî hazretlerinin ayaklarına kapandı ve; "Bana dilediğiniz cezâyı verin!" dedi Bunun üzerine Muînüddîn-i Çeştî; "Bizim yolumuzda, bize kötülük yapana biz iyilik yaparız!"buyurdu Sonra yerde perişân bir hâlde ezilip, büzülen, pişmanlığından ne yapacağını şaşıran adamı tutup kaldırdı "Seni buraya gönderen kimsenin de ismini açıklama" buyurdu Sonra; "Ey yüceAllah'ım! Bu kuluna iyilikler ve muvaffakiyet ihsân eyle" diyerek, ona duâ etti Bu adam, tövbe edip Muînüddîn-iÇeştî hazretlerinin duâsını aldıktan sonra ona talebe oldu Aldığı duânın bereketiyle, çok nîmetlere kavuştu Kendisine kırk beş defâ hac yapmak nasîb oldu Nihâyet Kâbe'nin civârında vefât etti ve Mekke-i mükerremede mücâvirlerin defnedildiği kabristana defnedildi

Muînüddîn-i Çeştî bir defâsında Şeyh Evhadüddîn Kirmânî ve Şihâbüddîn ÖmerSühreverdî ile birlikte oturmuş sohbet ediyorlardıBu sırada, henüz o zaman küçük yaşta olan SultanŞemsüddîn Türkmânî, elinde ok ve yay olduğu hâlde ava gidiyordu Yanlarından geçti Muînüddîn-i Çeştî hazretleri ona dikkatle baktıSonra birden şöyle buyurdu: "Ey dostlar, bana keşf olundu ki, şu küçük çocuk Dehlî şâhı olacak ve Dehlî sultanlığı yapmadan bu dünyâdan göçmeyecek" buyurdu Neticede işâret ettiği gibi Şemseddîn Türkmânî bir müddet Dehli sultanlığı yaptı

Muînüddîn-i Çeştî hazretleri sevenleriyle ve talebeleriyle birlikte olduğu zaman buyurdu ki:

"Sâdık talebe, hocasının, rehberinin söylediği sözleri, onun nasîhat ve tavsiyelerini can kulağı ile dinler Onun sözünden dışarı çıkmaz Riyâzet ve mücâhede yâni, nefsin istemediği şeyleri yapar, istediği şeyleri yapmaz Büyük âlimlerin yolunda gidip çalışır ve gayret gösterir Bizim yolumuzun büyükleri, on dört şeyi usûl edinmişler ve yapmışlardır Maksada kavuşmakta bunu zarûrî görmüşler ve bunları yapanlar maksada kavuşmuşlardır Bu on dört makam şunlardır:

1 Tövbe, tövbekârlar makamıdır Bu, Âdem aleyhisselâmın makâmına işârettir

2 İbâdet makâmı Bu makam, İdrîs aleyhisselâmın makâmıdır

3 Zâhidlik, dünyâya ve dünyâlığa düşkün olmamak Bu makam, Îsâ aleyhisselâmın makâmıdır

4 Rızâ makâmı Kadere rızâ göstermek Bu makam, Eyyûb aleyhisselâmın makâmıdır

5 Kanâatkârlık Bu makam, Yâkûb aleyhisselâmın makâmıdır

6 Cehd, gayret ve nefsin isteklerine uymamak Bu makam, Yûnus aleyhisselâmın makâmıdır

7 Sıddîklık makâmı Bu makam, Yûsuf aleyhisselâmın makâmıdır

8 Tefekkür makâmı Bu makam, Şuayb aleyhisselâmın makâmıdır

9 İrşâd makâmı Bu makam, Şist aleyhisselâmın makâmıdır

10 Sâlihler makâmı Bu makam, Dâvûd aleyhisselâmın makâmıdır

11 Muhlisler makâmı Bu makam, Nûh aleyhisselâmın makâmıdır

12 Ârifler makâmı Bu makam, Hızır aleyhisselâmın makâmıdır

13 Şükredenler makâmı Bu makam, İbrâhim aleyhisselâmın makâmıdır

14 Makâm-ı Muhibbandır (muhabbet makâmıdır) Bu makam, Peygamberlerin en üstünü olan Sevgili Peygamberimiz Muhammed Mustafâ'nın makâmıdır

Bir defâsında; "Tövbekâr mürid kime denir? diye sorulunca; "Şu hâle gelen kimsedir ki, amelleri yazan melekler, onun hiç günahını bulup yazmazlar Hiç günah işlemezler Hocam Osman Hârûnî'den işittim Buyurdu ki: Bir kimsede şu üç haslet bulunursa, o kimseAllahü teâlânın dostudur, sevgili kuludur Birincisi; cömertliktir, çünkü cömertlik bir deryâdır İkincisi, şefkattir Şefkat, güneş gibi aydınlatıcıdır Üçüncüsü, tevâzudur Tevâzu, toprak gibidir (toprakta gül biter)"

Çeşitli zamanlardaki sohbetlerinde buyurdu ki:

"Muhabbetin alâmeti itâat etmektir Muhabbette gevşeklik olmaz"

"Derviş o kimsedir ki, kendisine ihtiyâcını söyleyen hiç kimseyi mahrum etmez, ihtiyaçlarını karşılar"

"Senelerce ilim ve mârifet taleb edip, dergâhta kaldım Neticede, hayret ve heybet buldum Böylece kurb, Allahü teâlâya yakınlık menziline ulaştım Dünyâ ehlini, dünyâya düşkün olanları, dünyâ ile meşgûl buldum Âhıreti düşünen âhiret ehlini mahcûb buldum Tasavvuf ehli ve takvâ sâhibi olduğunu iddiâ eden sahtekârlardan uzak durup, yüz çevirdim"

"Kurtuluş; sâlihlerin, büyüklerin sohbetindedir Bir kimse her ne kadar kötü de olsa, büyüklerin sohbetinde bulunmak onu kurtarır ve yükseltir Sâlihlerin sohbetine devâm eden kimse iyi bir kişi ise, kısa zamanda olgunlaşıp yükselir"

"Hakîkat ehli olmak için şu on şarta uymak lâzımdır:

1 Tam bir mârifete sâhip olup, Allahü teâlânın rızâsına kavuşmak 2 Hiç kimseyi incitmemek ve hiç kimse hakkında kötülük düşünmemek 3 Dâimâ hak yolu gösterip, insanlarla hep faydalı şeyler konuşmak 4 Tevâzu sâhibi olmak 5 Uzlet 6 Bütün müslümanları iyi bilip,kendini herkesten aşağı görmek 7 Rızâ, kadere râzı olmak ve teslimiyet 8 Sabır ve tahammül 9 Yanıp erimek, acz ve niyâz içinde olmak 10 Kanâat ve tevekkül üzere olmak

Yine buyurdu ki: "Rabbini tanıyıp seven kimse, her ân O'nun aşkıyla kendinden geçer Ancak Allahü teâlânın zikri ile ayakta durur ve yürüyebilir Çünkü o, Allahü teâlânın azameti karşısında kendini unutmuş, kaybetmiştir

Hâce Muînüddîn-i Çeştî hazretleri, vefâtından kırk gün evvel, Dehli'de bulunan talebesi Hâce Kutbüddîn'in âcilen Ecmîr'e gelmesini istedi Bu haber Hâce Kutbüddîn'e ulaşır ulaşmaz hemen yola çıktıEcmîr'e geldi Bir gün talebelerine; "Ey dervişler! Biliniz ki ben bir müddet sonra bu dünyâdan ayrılırım" buyurdu Bu söz talebelerine ve kendisini tanıyıp sevenlerin üzerine bir üzüntü bulutu gibi çöküverdi Yanında bulunan ve yazıcılık hizmetini gören Ali Sencerî'ye, Hâce Kutbüddîn-i Bahtiyâr Kâkî'nin, Dehli'ye gitmesini emreden bir fermân yazdırdı "Onu, vekîl tâyin ettim Bizim Çeştî hâcegânının (Çeştiyye yolu büyüklerinin) mukaddes emânetlerini (bunlara mahsus olan bâzı eşyâyı) ona verdim" buyurdu ve Hâce Kutbüddîn'e hitâben; "Senin yerin Dehli'dir" buyurdu Hâce Kutbüddîn hazretleri bundan sonrasını şöyle anlatıyor: "Dehli'ye gitmek üzere Ecmîr'den ayrılacağım zaman hocamın huzûruna çıktım Külâhını başıma koydu Mübârek elleriyle sarığı sardı Sonra, hocası Osman Hârûnî'nin âsâsını, kendi okuduğuKur'ân-ı kerîmi, seccâdesini, nalınlarını verdi ve; "Bunlar, bana hocam Hâce OsmanHârûnî tarafından emânet edilen ve Çeştiyye büyüklerinin elden ele devrederek bize ulaştırdıkları mukaddes emânetlerdir Şimdi bunları sana veriyorum Bunlara lâyık olduğunu, senden önce bu emânetleri taşıyanların yaptıkları gibi güzel hizmet ederek isbât etmelisin Eğer bunlara lâyık olmazsan, ben, bu emânetleri lâyık olmayan birine teslim ettiğim için kıyâmet günü Allahü teâlânın, Resûlullah'ın ve bu emâneti bizlere ulaştıran mübârek büyüklerimizin huzûrunda mahcûb olurum" buyurdu

Bundan sonra, Hâce Kutbüddîn, bu nîmetlere şükür olarak ve çok mesûliyetli olan vazifesinde kolaylık vermesi için Allahü teâlâya niyâz ile iki rek'at namaz kılıp göz yaşları içinde duâ etti Sonra, Hâce Muînüddîn-i Çeştî hazretleri, bu kıymetli halîfesinin (vekîlinin) elini tutarak; "Kendimde bulunan bütün ilim ve hâlleri sana vererek, bulunduğum mertebeye seni yükselterek vazifemi yapmış bulunuyorum ve seni Allahü teâlâya emânet ediyorum" dedi Sonra şöyle buyurdu: "Biliniz ki, şu dört şey tasavvufun esâslarındandır: 1) Bu yolda yürümek arzusunda bulunan bir sâlik, aç ve fakir olsa da, hâlinden şikâyetçi olmamalı, dışarıdan tok ve hâli vakti yerinde görünmelidir 2) Fakirleri maddî ve mânevî olarak doyurmalıdır 3) Allahü teâlânın ihsân ettiği nîmetlere şükredemediği, O'na lâyık ibâdet yapamadığı ve âkıbetinin nasıl olacağını bilemediği için, dâimâ üzgün bir hâlde bulunmalı, fakat başkalarını üzmemek için dışarıdan çok neşeli, mesûd ve memnun görünmelidir 4) Kendisine eziyet ve sıkıntı verenleri affetmeli; insanlara karşı lüzumlu olan nezâket ve sevgiyi her zaman göstermelidir" Bundan sonra, Hâce Kutbüddîn hazretleri, öpmek için hocasının ayaklarına eğildi Hocası müsâade etmeyip, hemen kaldırdı Muhabbetle sarıldılar Hâce Muînüddîn hazretlerinin talebelerine bir tavsiyesi de; "Büyüklerimizin bildirdiği saâdet yolundan ayrılmayınız! Bu mübârek vazifede cesûr bir er olduğunuzu isbât ediniz, gösteriniz!" şeklinde idi Bundan sonra, muhabbetin ve acı ayrılığın tesiri ile tekrar birbirlerine sarıldılar ve gözyaşları içinde ayrıldılar Hâce Kutbüddîn, Dehli'ye geldikten yirmi gün sonra da, Hâce Muînüddîn-i Çeştî hazretleri vefât etti

Hâce Muînüddîn-i Çeştî hazretleri, vefât edecekleri gece, yatsı namazından sonra odasının kapısını kapayıp, içeriye hiç kimseyi, hattâ husûsî eshâbını bile almadı Ancak bâzı talebeleri kapının önünde durmuşlardı Bütün gece odadan sesler geldi Sabah namazı vaktinde ses kesildi Sabah namazına kaldırmak için, kapısına ne kadar vurdularsa da kapı açılmadı Kapıyı açıp içeri girdiklerinde, Muînüddîn-i Çeştî hazretlerinin vefât edip, Hakk'a kavuştuğunu gördüler Peygamber efendimiz, o gece oradaki bir çok evliyâya rüyâlarında; "Biz bugün, Allah'ın sevgili kulu Şeyh Muînüddîn'i karşılamağa geldik" buyurmuştur

Ecmîr'de dergâhının bulunduğu yerde defnedildi Kabri önce kerpiçten, daha sonra taştan yapıldı Önce Hâce Hasan Nâgûrî tarafından tâmir ettirildi Sonra Şihâbüddîn Muhammed Şâh Cihân tarafından, türbesi yanına mermerden gâyet güzel bir mescid yaptırıldı

Muînüddîn-i Çeştî hazretlerinden dört asır sonra Hindistan'da yetişen ve ikinci bin yılının müceddidi olan, İslâmiyeti Hindistan'a ve diğer beldelere yayan İmâm-ı Rabbânî hazretleri, 1623 (H1033) senesinde Ecmîr'e gittiğinde, Muînüddîn-i Çeştî hazretlerinin türbesini ziyâret etmiş ve; "Hâce hazretleri merhamet eyledi İhsânda bulundu Husûsî bereketlerinden ziyâfetler verdi Çok konuştuk, esrâr, sırlar açıldı" buyurmuştur



Alıntı Yaparak Cevapla

Muînüddîn-İ Çeştî

Eski 08-02-2012   #3
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Muînüddîn-İ Çeştî




İmâm-ı Rabbânî hazretleri onun kabrini ziyâret ettiği sırada, türbesine hizmet eden türbedarlar, kabri üzerindeki örtüyü ona hediye verdiler İmâm-ı Rabbânî hazretleri de kabûl ederek; "Hâce hazretleri, en yakın elbisesini bize ihsân etti Bunu kefenim olması için saklayalım" buyurdu Bir sene sonra vefât edince, o örtüyü kefen yaptılar

Muînüddîn-i Çeştî hazretleri Allahü teâlânın rızâsına kavuşmak için çırpınır, talebelerini de bu gâyeye sevk ederek buyururdu ki:

Irmak akarken zaman zaman gürültü çıkarır ve zaman zaman etrâfını zorlar Ancak sonunda denize kavuşarak sükûnete erişir Allahü teâlânın rızâsına kavuşmak arzûsu ile yanan kimsenin de hâli böyledir"

Kendisi hakîkaten Allah adamıydı Güneş gibi herkesi faydalandıran bir davranış içinde ve toprağın herkesi kabûl etmesi gibi misâfirseverdi "İyi olan Allah adamları ile birlikte bulunmak, hayırlı bir iş yapmaktan daha iyidir, bunun gibi kötülerle ve İslâm düşmanlarıyla bulunmak, kötü bir iş yapmaktan daha kötüdür İnsana en çok zarar veren günâh, kendi gibi olan insanları aşağı görmektir" buyururdu

Allahü teâlânın bütün kullarına nehirler gibi sınırsız yardım ederdi "Allahü teâlâyı ibâdetler içinde en çok râzı eden ibâdet, zayıf ve mazlûmları sevindirmek ve rahatlatmaktır İhtiyaç sâhibini hayal kırıklığına uğratmayan kimse, hakîkî derviştir Cehennem ateşinin söndürülmesinin en iyi yolu, açı doyurmak, susuz olanın susuzluğunu gidermek, ihtiyaç sâhibinin ihtiyâcını görmek ve sefâlet içinde bulunanla dostluk kurmaktır" buyururdu

Kendisi sabırlı olup, sevdiklerine sabırlı olmayı tavsiye ederdi: "Sabır, şikâyet etmeksizin üzüntüye katlanmak ve sıkıntılara göğüs germektir" buyururdu

Ölüme hazırlıklı olmayı tavsiye eder, ölümle ilgili olarak şöyle buyururdu: "Ârif, ölümü dost, rahatlığı da düşman görür Allahü teâlâyı devamlı hatırlamayı en büyük saâdet bilir Başının üstünde dolaşan ölümü düşünerek son yolculuğu için hazırlığını tam yapar"

Kendisi güler yüzlü olup; "Ârifin bir özelliği insanlara karşı devamlı güler yüzlü olmasıdır" buyururdu

Ömrü boyunca pekçok insanın îmânla şereflenmesine vesîle olan Muînüddîn-i Çeştî, birçok talebe yetiştirdi Bunların en meşhûrları: Kutbüddîn Bahtiyâr Kâkî el-Ûşî, kendi oğlu Hâce Ferîdüddîn, Hamîdüddîn Nâgûrî Sûfî, Şeyh Vecihüddîn Sa'd bin Zeyd, Hâce Burhâneddîn, kızı Bibi Hâfıza-i Cemâl, Şeyh Muhammed Türk, Şeyh Ali, Sencerî, Hâce Yâdigâr, Abdullah Beyâbânî gibi pekçok kıymetli kimselerdir

MUÎNÜDDÎN ÇEŞTÎ'Yİ ÇAĞIRIN!

Muînüddîn-i Çeştî, gittiği her beldede kabristanları ziyâret eder, orada bir müddet kalırdı Vardığı yerde tanınıp meşhûr olunca, orada durmaz, kimsenin haberi olmadan, gizlice çıkıp giderdi Bu seyâhatlerinden biri de Mekke'ye olmuştur Mekke-i mükerremeye gidip, Kâbe-i muazzamayı ziyâret etti Bir müddet Mekke'de kalıp, oradan Medîne-i münevvereye gitti Peygamberimiz server-i âlem Muhammed aleyhisselâmın kabr-i şerîfini ziyâret etti Bir müddet de Medîne'de kaldı Bir gün Mescid-iNebî'de iken, Ravda-i mutahheradan, Peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellemin türbesinden; "Muînüddîn'i çağırınız!" diye bir ses işitildi Bunun üzerine türbedâr; "Muînüddîn!" diye bağırdı Birkaç yerden "Efendim!" sesi işitildi Sonra; "Hangi Muînüddîn'i istiyorsunuz? BuradaMuînüddîn adında bir çok kişi var" dediler Bunun üzerine türbedâr geri dönüp, Ravda-i mutahheranın kapısında ayakta durdu İki defâ, "Muînüddîn-i Çeştî'yi çağır!" diye nidâ eden bir ses işitti Türbedâr bu emir üzerine cemâate karşı; "Muînüddîn-i Çeştî'yi istiyorlar!" diye bağırdı Muînüddîn-i Çeştî hazretleri bu sözü işitince, bambaşka bir hâle girdi Ağlayıp, gözyaşları dökerek ve salevât okuyarak Peygamberimizin türbesine yaklaştı ve edeble ayakta durdu Bu sırada; "Ey Kutb-i meşâyıh içeriye gel!" diye bir ses işitince; kendinden geçmiş bir hâlde, Resûl-i ekremin türbesine yaklaştı ve sevgili Peygamberimiz Muhammed aleyhisselâmı görmekle şereflendi Peygamberimiz; "Sen benim dînime hizmet edicisin Senin Hindistan'a gitmen gerekir Hindistan'a git! Hindistan'daEcmîr denilen bir şehir vardır Orada benim evlâdımdan (torunlarımdan) Seyyid Hüseyin adında biri var Oraya cihâd ve gazâ niyetiyle gitmişti Şu anda şehîd oldu Orası kâfirlerin eline geçmek üzere, senin oraya gitmen sebeb ve bereketiyle, İslâmiyet orada yayılacak ve kâfirler hakîr olacaklar, güçsüz ve tesirsiz kalacaklar" buyurdular Sonra ona bir nar verip; "Bu nara dikkatle bak ve nereye gitmen gerekiyorsa, görüp, anla!" buyurdu Muînüddîn-i Çeştî hazretleri, Server-i âlemin verdiği narı alıp, emredildiği gibi baktı, şark ve garbı tamâmen gördü Gideceği Ecmîr şehrini ve dağlarını da görüp dikkatle baktı Bundan sonra Peygamberimizi göremedi Fâtiha okuyup duâ etti ve yardım dileyip, Ravda-i mutahheradan (Peygamberimizin türbesinden) ayrıldı

FAZLA ALMA

Muînüddîn-i Çeştî hazretlerinin en başta gelen talebesi ve halîfesi Kutbüddîn Bahtiyâr Kâkî şöyle anlatmıştır: "Muînüddîn-i Çeştî hazretlerinin çok hizmetinde bulundum Hiç kimseye îtirâz edip, azarladığını görmedim Bir gün hocamla birlikte bir yere gidiyorduk Yanımızda talebelerinden Şeyh Ali Rızâ da vardı Biz yolda giderken bir adam gelip, Şeyh Ali Rızâ'nın yakasından tutarak; senden alacağım var, borcunu ver diyerek alacağını istedi Onun ise o anda ödeyecek durumu yoktu Bu sebepten çok mahcûb oldu Muînüddîn-i Çeştî hazretleri adama yaklaşarak, son derece yumuşak ve gâyet nâzik bir hâlde birkaç gün daha mühlet vermesini söyledi Fakat adam diretip, aslâ kabûl etmedi Bunun üzerine cübbesini çıkarıp yere serdi ve cübbesinin altı altın ve gümüş ile doldu O adama; "Alacağın ne kadarsa onu al, fazla alma" dedi Fakat adam altınları ve gümüşleri görünce, tamahkârlık ederek alacağı miktardan fazla aldı Bunun üzerine hemen eli kuruyup, tutmaz oldu Feryâd ederek; "Tövbe ettim, bana duâ ediniz, bu hâlden kurtulayım" diyerek yalvardı Muînüddîn-i Çeştî adamın bu hâline acıyıp lütfederek, kuruyan eline kendi elini sürdü Adamın eli eski hâline geldi Adam, Muînüddîn-i Çeştî hazretlerinin ayaklarına kapandı Bundan sonra ona talebe olup, ömrünü ona hizmetle geçirdi Sohbetinden ve derslerinden ayrılmadı Böylece saâdete kavuştu"

ATEŞ SİZİ YAKACAK

Muînüddîn-i Çeştî, kendi evinde her gün,
Yemek yedirir idi, fukaraya her öğün

Var idi bu iş için, hizmet eden bir kişi,
Her gün yemek pişirip, dağıtmaktı tek işi

Para lâzım oldukça, bu işte hizmetçiye,
Gelirdi çekinmeden, Muînüddîn Çeştî’ye

Namaz kıldığı yerde, bir çekmece dururdu,
Onu çeker, içinde, hazîneler bulurdu

Alırdı kâfi miktar, günlük ihtiyâcını,
Onunla erzak alır, yakardı ocağını

Var idi o zamanlar, Bağdat’ta yedi kimse
Ateşe tapıyordu, onların yedisi de,

Çekerlerdi hem dahi, her gün sıkı riyâzet
Yâni nefislerine, ederlerdi eziyyet

Öyle yapmış idi ki, bu riyâzet onları,
Altı ayda bir lokma, ekmekti gıdâları

Böyle açlık, susuzluk, çekerek gün ve gece,
Bir hayli istidrâca, kavuştular böylece

Çok insanlar görerek, onların bu hâlini,
Büyük zât bilirlerdi, mâlesef herbirini

Muînüddîn Çeştî’yi, işitip bu kâfirler,
Onun ile tanışıp, görüşmek istediler

Geldiler bu maksatla, bulunduğu ülkeye,
Sordular insanlara: “Hânesi nerde?” diye

Girdiler, oturdular, karşısında bir yere,
Dehşete kapıldılar ve lâkin birden bire

Zîrâ henüz onlara, gelmişti bir nazarı,
O an büyük bir korku, kaplamıştı onları

Peşinden bir titreme, aldı bedenlerini,
Hemen kalkıp öptüler, mübârek ellerini

Buyurdu: “Siz Allah'tan, hiç utanmaz mısınız?
Hak teâlâ dururken, ateşe taparsınız?”

Dediler: “Biz ateşe, tapıyoruz elbette,
Ki yakmasın bizleri, dünya ve âhirette

Buyurdu: “Ey ahmaklar, ateş mâbûd olur mu?
Hiç ateşe tapanlar, yanmaktan kurtulur mu?

Zîrâ tek Allah vardır, ibâdete müstehak,
Böyle îmân etmeyen, yanacaktır muhakkak

Siz eğer ki Allah'a, koşarsanız böyle eş,
Dünyâ ve âhirette, yakar sizi bu ateş

Ben ise tek Allah'a, inanırım şu anda,
Bu yüzden ateş beni, yakmaz iki cihanda

Onlar hayret ederek, dediler: “Öyle ise,
Bunun doğruluğunu, isbât et şimdi bize

Onlar merak içinde, mübâreğe bakarken,
O içerden getirdi, bir yığın kor, yanarken,

Allah'a duâ edip, avuçladı közleri,
Açık kaldı dehşetten, kâfirlerin gözleri

Hem de onun elinde, söndü yanan ateşler,
Hayretle şâhid oldu, buna ateşperestler

Ve onlar görür görmez, bu müthiş kerâmeti,
Nakşoldu kalblerine, İslâmın muhabbeti

Ve duydular gâibden, şöyle söylendiğini:
“Ateşin gücü var mı, yaksın senin elini

Onlar bütün bunları, işiterek, görerek,
Hepsi îmân ettiler, şehâdet getirerek

Oldular yedisi de, makbûl bir talebesi,
Hattâ kısa zamanda, evliyâ oldu hepsi

Nice kâfir kimseler, bir bakmakla yüzüne,
O anda îmân edip, inanırdı sözüne

Kendisinin Bağdat’ta, bulunduğu yıllarda,
Gayr-i müslim bir kişi, kalmadı o diyârda

FELÂKETE UĞRAMASINLAR

Talebesi Hâce Kutbüddîn-i Şîrâzî'ye yazdığı mektubda, Muînüddîn-i Çeştî şöyle buyuruyor: "Kıymetli kardeşim DelhiliHâce Kutbüddîn Allahü teâlâ sana her iki cihân saâdeti nasîb eylesin Şunu yazmak isterim ki, Hakk'ı arayan hakîkî talebelerime bildireceğim mânevî bilgileri bildir de, felâkete uğramasınlar Allahü teâlâyı tanıyan, O'ndan bir şey istemediği gibi, herhangi bir arzuya sâhib olmaz O'nu tanımayanlar bunları anlamaz Diğer bir nokta ise, aç gözlülüğü, tamaı bırakmaktır Tamaı bırakan, istediği şeylere kavuşur Allahü teâlâ böyle kimseler hakkında; "İsteklerine gem vuran, Cennet'e girer" buyurdu Kalbini Allahü teâlâdan çeviren ve aşırı isteklere düşen, belâ kefenine sarılır ve pişmanlıklar mezârına gömülür Aşırı isteklerini bırakıp, kalbini Allahü teâlâya çeviren, af kefenine sarılır ve kurtuluş mezârına gömülür Allahü teâlânın istediğini kabûl eden, O'nun korumasına kavuşur

Şimdi, eğer tasavvufun ne olduğunu bilmek istersen, her türlü rahatlığı bırak, bu yolun büyüklerinin sevgisini kalbine yerleştir Eğer bunları yaparsan, tasavvufun sırları sana açılmaya başlar Allahü teâlâyı isteyen, bunu, hem kalbi, hem de rûhu ile berâber yapmalıdır İnşâallah kalb, şeytanın şerrinden korunur ve her iki dünyâda isteklerine kavuşur Benim hocam, Allahü teâlâ ona yüksek dereceler versin, bir kere bana; "Muînüddîn, Allahü teâlânın huzûrunda bulunan kimseyi biliyor musun?" diye sordu ve şöyle buyurdu: "O dâimâ itâattedir Allahü teâlâdan ne gelirse kabûl eder, verilenlerdeki nîmetleri görür İşte bu, bağlılıkta en önemli şeydir Buna sâhib olan, dünyâ sultânıdır Selâm ederim"

NASÎHAT

Muînüddîn-i Çeştî hazretleri vâz, nasîhat ve sohbetleriyle insanların kurtuluşu için gayret ettiği gibi, sultanlara ve devlet adamlarına sözlü ve yazılı nasîhatlarda bulunurdu Sultan Şihâbüddîn Gûrî'ye şu vasiyetnâmeyi yazıp gönderdi "Allahü teâlâ Delhi hükümdârı Muizzüddîn Sâm'ı mübârek eylesin Bu fakîr size ve emriniz altındakilere mânevî ve maddî rahatlık için duâ ettikten sonra derim ki: Peygamber efendimiz beni, Allahü teâlânın izniyle bu ülkeye mânevî şefâatçi ve idâreci olarak mâsûm insanları korumak, onların emniyetini sağlamak, onları hükümdârların ve şeytânî kuvvetlerin baskı ve zulümlerinden korumak için tâyin etti Bu fakîr Allahü teâlânın izniyle bu vazîfeyi tam olarak yapmaya çalışıyorum Bu vazîfeyi kalbimin bütünüyle, sınıf, inanç ve din farkı gözetmeksizin hayatta olduğum sürece yapmaya devâm edeceğim

Bu fakir size ve arkadan geleceklere iyi bir hükümdârlık için aşağıdaki kâidelere uymayı tavsiye ve îkâz ediyorum Hakîkatte bu kâideler bu ülkedeki, hindû olsun, müslüman olsun, mûsevî olsun, hıristiyan ve mecûsî olsun bütün hükümdârlar için geçerlidir Kim bu kâideleri din farkı gözetmeksizin tatbik ederse, Allahü teâlâ onu muvaffak kılar ve o düşmanlarından korkusu olmaksızın, sağlık ve sıhhatle tebeasını idâre eder Her kim ki bu kâideleri gözardı eder onlara uymazsa, Allahü teâlânın gazâbı onunla olur, ülkelerinde ayaklanmalar ortaya çıkar Sağlıklı bir hayat süremez ve netîce olarak ülkesi dağılır, gider Bu kâidelere bu sebepten bütün insanlık için uyulması gerekir

Bu kâideler şunlardır: Birincisi; Allahü teâlânın sana tebea olarak verdiği kimselere zulmetme Çünkü Allahü teâlâ insanları sever ve onlara zulmedenleri sevmez İkincisi; günahlar içinde bir hayat yaşayıp hükümdârlık vazîfelerini ihmâl etme Üçüncüsü; benim talebelerime ve onların tâbilerine, Allah adamlarına ve zamânın velîlerine sevgi ve nezâketle muâmeleyi ihmâl etme Çünkü onlara böyle muâmele etmeyi Allahü teâlâ ve Peygamber efendimiz sever Dördüncüsü; yukarıdaki kâideler aynı zamanda bütün diğer hükümdârlar, vâliler ve devlet teşkilâtlarında vazîfeli olan bütün vazîfeliler için geçerli ve gereklidir"

1) Siyer-ül-Aktâb; s100
2) Tam İlmihâl Seâdet-i Ebediyye; (49 Baskı) s 1122
3) Hadîkat-ül-Evliyâ; Kısım 3, s162
4) Ahbâr-ül-Ahyâr; s28
5) Rehber Ansiklopedisi; c12, s304
6) İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; c9, s171
7) The Holy Biography of Hazrat Khwaca Muînüddin Chisti (WD Begg Arizona-1977)

Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.