Prof. Dr. Sinsi
|
Fudayl Bin İyâd
FUDAYL BİN İYÂD
Evliyânın büyüklerinden İsmi Fudayl bin İyâd bin Mes'ûd bin Bişr, künyesi Ebû Ali'dir 726 (H 107) senesi Horasan'ın Ebîverd kasabasında doğdu 803 (H 187) senesi Mekke-i mükerremede vefât etti Kabr-i şerîfi Mekke'de Cennet-ül-Muallâ'da hazret-i Hadîce vâlidemizin kabri civârındadır
Fudayl bin İyâd hazretleri, tövbe edenlerin önde gelenlerinden emsâli az bulunan bir zâttı Tövbe etmezden önce gençlik yıllarında Ebîverd ile Serahs arasında eşkıyâ reisi olup, yol kesicilik yapar, kervanları soyardı Böyle olmasına rağmen namazlarını bırakmaz, oruçlarını tutardı Soygun esnâsında kervanda kadın olursa, ona dokunmaz, borçlu ve sermâyesi az olanların mallarını almazdı Adamları arasında namaz kılmayan olursa onu kovardı
Bir gün yine bir kervanı soydular İşlerini bitirince yemek yemek için oturdular Kervanın sâhiplerinden birisi gelip; "Reisiniz kimdir?" diye sordu "O, burada değil! Şu ağacın altında namaz kılıyor " dediler "Niçin sizinle berâber yemek yemiyor?" deyince; "O, oruçludur " dediler Gelen adam iyice şaşırdı ve yanına gitti Huzur içinde namaz kıldığını gördü Namaz bitince; "Namaz, oruç ve eşkıyâlık bir arada nasıl bulunur?" dedi Fudayl bu suâle, Kur'ân-ı kerîmdeki meâlen; "Diğer bir kısım insanlar daha vardır ki, günahlarını îtirâf ederler ve yaptıkları iyi amelleri, sonradan yaptıkları kötü amellerle karıştırırlar  " (Tövbe sûresi: 102) âyet-i kerîmesini okudu Adam hayret etti Fakat niçin tövbe etmiyorsun diyemedi
Bir gün büyük bir kervan geldi Fudayl bin İyâd'ın arkadaşları kervanı fark edince, yolunu kesmek üzere hazırlanmaya başladılar Kervan içinde bulunan zengin birisi, eşkıyâları fark etti ve; "Altınlarımı öyle bir yere saklayayım ki, eşkıyâlar eşyâlarımızı alırsa geriye bunlar kalsın " düşüncesiyle kervandan ayrılıp uygun bir yer aramaya başladı Bir çadır gördü, hemen oraya koştu Orada, sırtında abası, başında külâhı olan biri namaz kılıyordu Ona, bir miktar parası olduğunu ve emânet etmek istediğini bildirdi Fudayl bin İyâd, çadırın içine girip bir köşeye bırakıvermesini işâret etti Gelen kimse altınları bırakıp kervanın yanına dönünce, eşkıyâların kervandaki eşyâları alıp götürdüklerini gördü Orada kalan eşyâlarını da toparlayıp tekrar çadırın yanına döndü Baktı ki, eşkıyâlar kervandan aldıkları malları paylaşıyorlar Adam şaşırdı ve; "Demek altınları eşkıyâların reisine vermişim" deyip geri dönmek istedi Fudayl, adama niçin geldiğini sordu Gelen kimse şaşkın vaziyette; "Emânet bıraktığım altınları almak için!" deyince, Fudayl; "Bıraktığın yerden al!" dedi Adam gidip altınlarını alınca diğer eşkıyâlar; "Biz hiç para bulamadık, sen ise bunları geri veriyorsun!" dediler Fudayl; "O, bana hüsn-i zan etti Ben deAllahü teâlâya hüsn-i zan ediyorum Ben o kimsenin, benim hakkımdaki iyi niyetini doğru çıkardım Ola ki, Allahü teâlâ da benim kendisi hakkındaki hüsn-i zannımı doğru çıkarır " dedi
Bir gün yoldan bir kervan geçiyordu Kervandan biri, Kur'ân-ı kerîmin; "Îmân edenlere vakti gelmedi mi ki, kalpleri Allah'ın zikrine ve inen Kur'ân-ı kerîme saygı ile yumuşasın! " (Hadîd sûresi: 16) meâlindeki âyet-i kerîmesini okudu Bu âyet-i kerîme kendisine öyle tesir etti ki, gönlünden yaralandı İçinden; "Geldi, geldi Hattâ geçti bile!" diyerek kendinden geçmiş bir halde şaşkın ve mahcup olarak bir harâbeye sığındı Bu sırada kervan yola çıktı Giderlerken, kervandakiler; "Fudayl yolumuzun üzerinde bulunuyor Acaba nasıl gideceğiz?" diye birbirleri ile konuşurlarken, bu konuşmaları duydu ve; "Size müjdeler olsun! Şimdi o, yaptıklarına pişman olup tövbe etti Bundan önce, nasıl siz ondan kaçmışsanız, o da bundan sonra sizden kaçmakta, aynı işleri yapmaktan uzaklaşmakta, sakınmaktadır " diyerek tövbe ettiğini bildirdi Bundan sonra, her tarafı gezerek, üzerinde hakkı olanları buldu ve fazlasıyla ödeyerek hepsi ile helallaştı
Başka bir rivâyette tövbe edişi şöyle anlatılır: "Fudayl bin İyâd bir câriyeye âşık olmuştu Câriyenin bulunduğu evin duvarına çıkar, onu görmek ümidiyle sabaha kadar beklerdi Bir gün duvarın üzerindeyken önünden, arkasından, sağından, solundan insanı ürperten bir ses duydu Sesin sâhibi Kur'ân-ı kerîmdeki meâlen; "Îmân edenlere vakti gelmedi mi ki, kalpleri Allah'ın zikrine ve inen Kur'ân-ı kerîme saygı ile yumuşasın! " (Hadîd sûresi: 16) âyet-i kerîmeyi okuyordu Fudayl, bu sesin tesiriyle uzun süre sarsılarak duvarın üzerinde hareketsiz kaldı ve kendinden geçti Sonra kendine geldiğinde gözlerinden yaşlar boşandı ve; "O zaman geldi O zaman geldi yâ Rabbî!" diye inledi ve tövbe etti
Hazret-i Fudayl, yaptıklarına çok pişman olmuştu Yanındakilerden birine; "Allah rızâsı için beni bağla ve sultanın huzûruna götür Benim pekçok cezâm vardır Sultan beni cezâlandırsın da cezâmı çekeyim Böylece hakkımdaki dînî hüküm neyse, o yerine getirilmiş olur " dedi
Sultanın yanına gittiler ve durumunu bildirdiler Sultan kendisine çok izzet ve ikrâmda bulunarak, evine götürülmesini emretti Evinin önüne geldiğinde hâlâ ağlıyordu Hanımı görüp; "Sana ne oldu? Niçin ağlayıp inliyorsun? Yoksa seni dövdüler mi?" dedi "Evet, hem de çok dövdüler " buyurdu Hanımının merakı daha da artarak; "Nerene vurdular?" deyince; "Sultan, yaptıklarımın cezâsını vermedi, fakat ızdırâbım canımı yakıyor ve ciğerimi deliyor " dedi Sonra hanımına; "Ben Rabbimin hânesine, Kâbe'ye gidip ziyâret etmeye niyet ettim İstersen aramızdaki nikâh bağını çözüp seni boşayayım " dedi Hanımı; "Allah korusun Senden nasıl ayrılırım Sen nereye gidersen ben de berâber gelir, senin hizmetinde bulunurum " dedi Sonra birlikte hac yoluna çıktılar Allahü teâlâ, yolculuklarını kolaylaştırdı Kâbe'de bâzı âlim ve velîlerle görüştü Kûfe'de İmâm-ı A'zam Ebû Hanîfe hazretlerinin derslerine katıldı Ondan ilim ve edeb öğrendi Kuvvetli hâfızası vardı Kısa zamanda çok sayıda hadîs-i şerîf ezberledi ve hadîs ilminde mütehassıs oldu Evliyânın büyükleri arasına girip, şöhreti her tarafa yayıldı Hikmetli söz ve nasihatlarıyla çok talebe yetiştirdi Abdullah ibni Mübârek, İmâm-ı Şâfiî, Sırrî-yi Sekatî talebelerinin önde gelenlerindendir
Bir gün Hârun Reşîd, vezîri Fadl Bermekî'ye; "Beni bir kimsenin yanına götür Kalbim, bu göz kamaştırıcı şâşâlı hayattan sıkıldı Rahatlık, gönül huzûru arıyorum " dedi Vezîri onu Süfyân bin Uyeyne'nin evine götürdü Süfyân kapıyı açıp; "Kim geldi?" suâline; "Emîrül-müminîn geldi " dediler "Ne için bana haber vermediniz Bilseydim ben huzûruna gelirdim " dedi Hârûn Reşîd bunu duyunca; "Benim aradığım kimse bu değildir " dedi Süfyân bunu duyunca; "Sizin aradığınız kimse, Fudayl bin İyâd'dır " dedi
Fudayl'ın kapısına gittiler O, Kur'ân-ı kerîmdeki meâlen; "Günah işleyenler, kendilerini îmân edenlerle bir tutacağımızı mı sanıyorlar?" (Câsiye sûresi: 21) âyet-i kerîmesini okuyordu Hârûn Reşîd; "Nasîhat istersek, bu bize yeter " dedi Kapıyı çaldılar Fudayl; "Kim o?" deyince; "Emîrül-müminîn " dediler Bunun üzerine; "Emîrü'l-müminînin benim yanımda ne işi var ve benim onunla ne işim var? beni meşgûl etmeyiniz " dedi Vezîri; "Ulûl-emre, halîfeye itâat vâcibtir  " deyince Fudayl bin İyâd yine; "Beni meşgûl etmeyiniz " buyurdu Vezir; "Müsâdenle mi girelim, yoksa zorla mı?" dedi "Müsâdem yok, ama zorla girecekseniz, siz bilirsiniz " buyurdu Hârûn Reşîd içeri girdi Fudayl, kimsenin yüzünü görmemek için kandili söndürdü Karanlıkta Hârûn Reşîd'in eli Fudayl'ın eline değdi Fudayl; "Bu el ne yumuşaktır, Cehennem'den kurtulursa  " buyurunca, Hârûn Reşîd ağladı ve nasîhat olacak bir söz daha söylemesini istedi O şöyle buyurdu: "Senin büyük baban hazret-iAbbâs, Peygamber efendimizin amcasıydı Peygamberimize; "Beni bir kavme emir (başkan) yapınız " demişti Peygamberimiz de; "Ey amcam! Seni nefsin üzerine emir ettim " yâni nefsinin Allahü teâlâya tâat ve ibâdetle meşgûl olması, insanların bin senelik tâatından iyidir, buyurdu Çünkü; "Bir emirlik (başkanlık) kıyâmette pişmanlıktır " buyurmuştur Hârûn Reşîd; "Biraz daha söyle " dedi O yine; "Ömer binAbdülazîz'i halîfe yaptıkları zaman, Sâlim bin Abdullah, Recâ bin Hayve ve Muhammed bin Kab'ı çağırdı ve; "Ben bu işe düştüm, kurtuluş çârem nedir?" diye sordu Onlar da; "Yarın kıyâmet gününde azaptan kurtulmak istiyorsan, müslümanlardan yaşlıları baban yerine koy, gençleri kardeş kabûl eyle, çocukları da kendi çocukların gibi düşün! Kadınları ise kız kardeşin ve annen kabûl eyle Onlara babana, annene, kardeşine ve çocuklarına yaptığın gibi muâmele eyle!" dediler "
Hârûn; "Biraz daha söyle " deyince yine; "İslâm ülkesi senin evin gibidir İnsanları ev halkın gibidir Babalarına lütufla, kardeşlerine ve çocuklarına iyilikle muâmele eyle!"buyurdu Sonra devâm ederek; "Korkarım şu güzel yüzün ateşle yanar ve çirkinleşir Güzel yüzlerden niceleri Cehennem'de çirkinleşir ve emirlerden (başkanlardan) niceleri orada esir olur " buyurdu
Hârûn; "Biraz daha söyle " dedi ve hüngür hüngür ağlayıp feryâd etti Fudayl hazretleri; "Allahü teâlâdan kork ve O'na ne cevap vereceğini düşün cevaplarını şimdiden hazırla! Çünkü kıyâmet günü, Allahü teâlâ sana müslümanların hepsinden tek tek soracaktır Hepsi için adâlet isteyecektir Eğer bir gece bir ihtiyar kadın, evinde bir şey yemeden yatarsa, yarın senin eteğine yapışır ve sana hasım (düşman) olur " buyurdu Hârûn Reşîd, ağlamaktan kendinden geçti
Sonra Hârûn Reşîd, Fudayl bin İyâd'a; "Birisine borcun var mıdır?" dedi O; "Evet, Allahü teâlâya borcum var O da itâattır, huzûruna böyle borçlu çıkarsam vay hâlime " buyurdu Hârûn Reşîd; "İnsanlara borcun var mı demek istiyorum " dedi "Allahü teâlâya şükür olsun ki, bana çok nîmetler verdi, hiç şikâyetim yoktur " buyurdu Bunun üzerine Hârûn, onun önüne bin altın koyup; "Bunlar helâldir Annemin mîrâsındandır " dedi Fudayl hazretleri; "Bütün bu nasîhatlerimin sana hiç faydası olmadı " buyurdu ve yanından kalkıp gitti Hârûn Reşîd de çıkıp gitti İsmi anıldığında, Hârûn Reşîd; "Ah! Ne insandır o! Hakîkaten mert kimsedir " derdi
Bir gün küçük çocuğunu kucağına aldı, okşayıp bağrına bastı Çocuk; "Babacığım beni seviyor musun?" dedi Fudayl hazretleri; "Evet " dedi Çocuk; "Peki Allahü teâlayı seviyor musun?" dedi Hazret-i Fudayl; Tâbiî seviyorum " dedi Çocuk; "Peki kaç tane kalbin var?" dedi Fudayl; "Bir tane " deyince, çocuk; "Ey babacığım! Bir kalbe iki sevgiyi nasıl sığdırabiliyorsun?" dedi Hazret-i Fudayl, küçük çocuğunun bu derin mânâlı sözleri, kendi kendine söylemediğini, Allahü teâlânın söylettiğini anlayarak yavrusunu kucağından bırakarak eliyle başını dövmeye başladı ve bundan sonra her an Allahü teâlâ ile meşgûl olacağına söz verdi Oğluna da; "Ey oğlum! Sen ne güzel vâizsin " deyip bağrına bastı ve; "Seni hakîki sevgilinin izni ve emri ile seviyordum " buyurdu
Bir gün Fudayl hazretleri; "İnsanlar, doğruluk ve helâl rızıktan daha fazîletli bir şey ile süslenmemiştir " buyurdu Bunun üzerine oğlu; "Babacığım, helâl kıymetlidir " deyince; "Ey oğlum! Helâlin azı da Allahü teâlânın katında çoktur " buyurdu
Fudayl bin İyâd hazretlerinin oğlu Ali, Kur'ân-ı kerîmden bir sûreyi sonuna kadar okuyamaz ve dinleyemezdi Biraz okuyunca veya dinleyince âyet-i kerîmelerin tesiri ile düşüp bayılırdı Sonuna kadar tahammül edemezdi Bir gün Fudayl bin İyâd hazretlerine bir kârî (Kur'ân-ı kerîm okuyan) geldi Onu oğlunun yanına gönderdi ve; "Oğluma Kur'ân-ı kerîm oku Dinlemekten çok hoşlanır Zilzâl ve El-Kâriâ sûrelerini okuma, çünkü kıyâmet sözünü dinlemeye tahammül edemez, takat getiremez " buyurdu O kârî gitti Unutarak, El-Kâriâ sûresini okudu Dördüncü âyet-i kerîmeye gelince, Fudayl'ın oğlu Ali; "Allah! " deyip düştü Baktılar ki rûhunu teslim etmişti Fudayl bin İyâd, oğlu vefât edince tebessüm etti Halbuki otuz yıldır hiç gülmemişti "Ey Fudayl! Bu gün gülünecek gün müdür?" diye sordular Bunlara cevâb olarak; "Ben şu anda, Peygamber efendimizin de tatmış olduğu evlâdın ölümü acısını tatmış bulunuyorum Anladım ki, Allahü teâlâ evlâdımın ölümüne râzıdır Mâdem ki oğlumun ölümünde Allahü teâlanın rızâsı vardır Ben de Allahü teâlânın rızâsına râzı oldum Onun için güldüm " buyurdu
Fudayl bin İyâd hazretlerinin birçok kerâmetleri ve güzel halleri görüldü
Bir gün Mina Tepelerinden bir tepenin üzerinde bulunuyordu "Allahü teâlânın evliyâsından bir velî şu dağa, sallan dese, dağ derhal sallanır " buyurdu Fudayl hazretleri böyle söyler söylemez, dağ sallanmaya başladı Hazret-i Fudayl dağa; "Sâkin ol, ben bu sözümle seni kasdetmedim " dedi ve dağ sâkinleşti
Bir gün Arafat Meydanında insanları seyrediyordu Müslümanlar feryâd ediyorlar, Allahü teâlâya yalvarıp, inliyorlardı Bunları bir müddet seyrettikten sonra; "Sübhânallah Şu kadar insan, kerîm bir zâtın kapısına gitse, bu şekilde yalvararak bir dank (0,801 gr) yâni çok az altın isteseler, o zât bu insanları ümitsiz ve eli boş geri çevirmez Yâ Rabbî! Sen kerîm ve gaffârsın Bu insanların hepsini affetmen, kerîm ve ganî olan bir zâtın bir dank altın vermesinden daha kolaydır Yâ Rabbî! Senin ihsânların o kadar çoktur ki, bu insanların hepsini affetsen, senin ihsânından hiçbir şey eksilmez " dedi Fudayl bin İyâd bunu söyledikten sonra, gâibten bir ses; "Ey Fudayl! Senin bu hüsn-i zannın hürmetine hepsini affettim " diyordu
Hikmetli sözleri çoktur Mekkeliler yanına gelir, onlara vâz ve nasîhat verirdi
Kendisine küçük günahlardan soruldu O zaman; "Günah kişinin yanında ne kadar küçük görülürse, Allahü teâlâ katında o derece büyük olur Günah kişinin yanında ne kadar büyük görünürse, Allahü teâlânın katında da o derece küçük olur " buyurdu
Bid'atten ve bid'at sâhiplerinden nefret eder, insanları bunun zararlarından sakındırırdı Bu hususta; "Bid'at sâhibi ile oturan onunla görüşen kimseden sakınınız Bid'at sâhibini seven kimsenin amellerini Allahü teâlâ kabûl etmez, kalbinden İslâmın nûrunu çıkarır Müslüman, müslümanın yüzüne bakınca, kalbi parlar Müslümanın bid'at sâhiplerinin yüzüne bakması ise, kalbini karartır Yolda bid'at sâhibine rastlarsan, yolunu değiştir Bid'at sâhibine iltifat edip yükseltme Bid'at sâhibine yardım eden, İslâmın yıkılmasına yardım etmiş olur " buyurdu
İnsanlara dünyânın fâni geçici ve değersiz, âhiretin bâki, kalıcı ve paha biçilmez olduğunu anlatırdı ve; "Dünyânın tamâmı altından olsaydı, yine yok olurdu Âhiret ise, çanak-çömlek gibi topraktan olsaydı, yine bâkî olurdu Akıllı kimse, geçici olan dünyâyı, altın da olsa reddeder Bâkî olan âhireti, çanak çömlek gibi topraktan da olsa kabûl eder İşin aslı, âhiret bâkî ve altın gibi kıymetlidir Dünyâ ise, fâni ve çanak-çömlek gibi kıymetsizdir " buyurdu
Sevdiklerine bir gün; "Pişman olmadan önce tefekkür edip amel işleyiniz Dünyâya aldanmayınız Çünkü, dünyâda sağlam ve sıhhatli olan, hastalanır Yeni olan eskir Nîmetleri yok olur Gençler ihtiyarlar " buyurdu
Farzların önemini anlatırdı: "Farzlar, insan için sermâye, nâfileler ise kâr ve kazanç gibidirler Kâr, sermâye olduktan sonra meydana gelir "
Birisi; "Ey Fudayl! Bana nasihat et " dedi Ona dönüp; "Sen kendi nefsine nasihat edici ol Kendine muhakkak lâzım olan şeyleri sağ iken görüp yapmaya gayret et İnsanları kendine tavsiye ve nasihat edici eyleme Kendin dünyâda gâfil ve durgun olup da, öldükten sonra senin için, iyilik ve sevap yapacaklarını ve senin için çalışacaklarını sanma Zîrâ sen, dünyâdayken kendine, âhiretin için lâzım olacak işlere can çıkarcasına, çok gayret göstermediğin halde, başkalarının senin için iyilik yapacaklarına, sevap işleyeceklerine nasıl inanabiliyorsun?!" buyurdu
Birisi yine kendisinden nasihat istemişti Ona; "Baban sağ mı!" diye sordu O da; "Vefât etti " dedi Bunun üzerine Fudayl hazretleri; "Evlâdım! Haydi beni terk et İyi bil ki babasının vefâtından sonra başkalarının nasihatlarına muhtaç birine hiç bir nasihat fayda vermez " buyurdu
Allahü teâlâya itâat etmenin lüzumundan anlatır kendinden misâl verirdi "Ben Allahü teâlâya karşı itâatsizlik ettiğimi merkebimin ve hizmetçimin huyundan ve bana itâatsizlik etmesinden anlarım "
Lüzumsuz konuşmaktan sakındırırdı Bu sebeple; "Sözünü(hesâbını vereceği) amelinden sayan bir kimse kendisini ilgilendiren hususlar dışında pek az konuşur " buyurdu
Bir gün ona; "NiçinAllahü teâladan korkanı göremiyoruz?" diye sordular Bunun üzerine; "Şâyet siz korksaydınız, korkanı görürdünüz Korkanı, korkanlardan başkası görmez Nitekim evlâdını kaybeden anne, evlâdı ölen bir anne görmek ister  " buyurarak dertlinin hâlinden dertli olanlar anlar demek istedi
Tevâzunun önemi hakkında da şöyle anlattı: "Allahü teâlâ dağlara; "İçinizden birisi üzerinde bir peygamberimle mükâleme edeceğim, konuşacağım " diye vahyetti Bunun üzerine bütün dağlar başlarını kaldırıp yükselttiler Sâdece Tûr-ı Sinâ boyun eğdi, tevâzu gösterdi Gösterdiği tevâzu sebebiyle Allahü teâlâ, peygamberi Mûsâ aleyhisselâm ile bu dağ üzerinde konuştu "
İnsanları riyâ ve şirkten sakındırır, ihlâsla amel etmeye teşvik ederdi
|