08-02-2012
|
#1
|
Prof. Dr. Sinsi
|
Vermek Çoğalmaktır.
Vermek çoğalmaktır
Bir zamanlar bir köylü bir medresenin kapısını çaldı Kapılara bakan talebe gelip kapıyı açtığında köylü ona nefis bir salkım üzüm uzattı
Bunlar benim bağımın en güzel üzümleri Size hediye olarak getirdim
Teşekkür ederim dedi talebe Onları hemen hocamıza götüreceğim İkramınızdan çok memnun olacaktır
Hayır, hayır diye atıldı köylü Ben bunları sana getirdim
Bana mı? Talebenin yüzü kızardı Böyle güzel bir hediyeyi hak ettiğini düşünmüyordu
Evet! diye ısrar etti köylü Çünkü ne zaman bu kapıyı çalsam onu sen açıyorsun Ne zaman ürünlerim kuraklıktan kırılsa, bana hergün sen yiyecek ekmek veriyorsun İnşallah bu üzüm salkımı da sana güneş ışığı gibi ılık ve yağmur gibi güzel İlâhî rahmeti getirir Çünkü, bak, ne güzel yaratılmışlar
Talebe o sabahı üzüm salkımını tefekkür ederek geçirdi Üzümler sahiden de harika yaratılmışlardı O yüzden salkımı hocasına ikram etmeye karar verdi Çünkü kendilerine ilim ve hikmeti öğreten oydu
Hoca, talebenin bu ikramıyla çok mutlu oldu Ama sonra hemen medresedeki hasta talebesini hatırladı
Üzümleri ona hediye edeyim Kimbilir belki onlarla sevinir ve daha çabuk şifa bulur
Düşündüğü gibi de yaptı Ama üzümler hasta talebenin odasında da fazla kalmadı Hasta talebe şöyle düşünmüştü:
Medresenin aşçısı beni günlerce en iyi yemeklerle besledi Eminim bu üzümleri o daha çok hak ediyordur
Aşçı ona öğle yemeğini getirdiğinde, üzüm salkımını ona hediye etti:
Allah'ın yarattığı sebze ve meyve gibi harikalarla en yakın olan sensin ve dolayısıyla da bu İlâhî sanat eseriyle ne yapılacağını en iyi sen bilirsin
Aşçı üzümlerin güzelliğine hayran olmuştu Bu üzümlerin güzelliğini ve harikalığını kimse kitaplardan sorumlu talebeden fazla takdir edemezdi O, tefekkürüyle ve ince düşünüşüyle medresede şöhret kazanmış bir gençti
Üzümleri görür görmez en küçük şeyde bile İlâhî sanat ve nakışların en yüksek derecede yansıyabileceğini derinden kavradı o talebe de Yüreği bu sanatın ve güzelliğin Sahibine sevgiyle doldu Tam bu sırada, medreseye ilk geldiğinde kendisine kapıyı açan talebeyi hatırladı Şefkatiyle, tevazuuyla, sevecenliğiyle, sıcaklığıyla benzer duyguları yaşamasına vesile olmuştu o arkadaşı da
Ve böylece daha akşam olmadan, çiftçinin medreseye getirdiği üzüm salkımı kapıya bakan talebeye geri dönmüştü bile
İşte o zaman bu talebe bu üzümlerin gerçekten de kendi kısmeti olduğunu anladı Ve birşeyi daha anladı Cömertlik dostluğun en parlak bir nişanıydı
***
Herbirimiz bu kadar uzun bir zincir şeklinde olmasa da benzer şeyler yaşamışızdır Vermeye kıyamadığımız, değerli bulduğumuz, kendimize sakladığımız bir şeyi, dostluğumuza ve sevgimize kurban ettiğimizde, o şeyden daha fazla kazandığımızı fark etmişizdir Vermenin yoksullaştırmadığını aksine zenginleştirdiğini, verilenden fazlasının elimize geçtiğini de
Üstelik, hediye ettiğimiz o şey tamamen elimizden çıkıyor değil İster bir kalem, bir kitap olsun, ister tabakta kalan son meyve olsun, isterse değerli bir vaktimiz olsun, sevdiğimize feda ettiğimizde o şey aslında hayat buluyor Benim diyerek kendimize sakladığımızda sadece o şeyin maddesini tutabilsek de, elimizden çıkarabildiğimizde bütün duygularımız nasipleniyor ondan Kalem kalemlikten fazla birşey oluyor Sevginin işareti, dostluğun nişanesi haline geliyor Gönül ülkemiz onunla şenleniyor ve renkleniyor
Hani, Hz Peygamber'in (asm) evinde bir koyun kesilip de tek bir yeri, boynu dışında her tarafı komşulara ve fakirlere dağıtıldıktan sonra, Peygamberimiz sormuştu: O koyundan geriye ne kaldı?Sadece boynu kaldı şeklinde olmuştu aldığı cevap Ama o Hayır demişti, O koyundan bize kalan, boynu dışında her yanıdır
Eğer birşeyi sadece maddesiyle ölçmeye kalkarsak, verdiğimiz, hediye ettiğimiz şey bizden gider, varlığımızdan eksilir Ama o şeyi üzerinde taşıdığı anlamlarla tanımlarsak, tam tersine maddesi gitse bile asıl olan anlamları bizde kalır Zenginleşebilmek için verebilmek gerekir Diğer bir deyişle, vermek, nesneleri ellerimizle değil ruhumuzla ve duygularımızla tutabilmeye cesaret edebilmek demektir
O halde mal varlığımızı elimizdekilerle değil, elimizden çıkarabildiklerimizle ölçmeye ne dersiniz? Ne kadara sahip olabildiğimizle değil, ne kadarını paylaşabildiğimizle ve benliğimizden koparabildiğimizle?
Murat Çiftkaya
|
|
|