Prof. Dr. Sinsi
|
Sabır Ve Şükür...
SABIR VE ŞÜKÜR
Sabır üç çeşittir;1- Belaya sabır,2- Din bilgilerini öğrenirken ve ibadetlerini yaparken sabır,3- Günah işlememek için sabır Hadis-i şerifte, (Belaya sabredene üç yüz, ibadet yapmaya sabredene altı yüz, günah işlememeye sabredene ise, dokuz yüz derece ihsan edilir) buyuruldu [color="White"]Belaya sabır hakkında Allahü teâlâ buyurdu ki: "Bedenine, evladına veya malına bir musibet gelen, sabr-ı cemille karşılarsa, kıyamette ona hesap sormaya hayâ ederim ) (Bir gece başı ağrıyan, Allahü teâlâdan geldiği için buna razı olup sabrederse, yeni doğmuş gibi günahlardan temizlenmiş olur ) [İbni Ebiddünya](Sevmediklerinize sabretmedikçe, sevdiklerinize kavuşamazsınız ) [İ Maverdi]Kur'an-ı kerimde mealen buyuruldu ki:(Ey iman edenler, sabredin, sabretmekte birbirinizle yarış edin!) [A İmran 200](Acıya sabredip uğradığı felaketi gizlemesi ve kimseye şikayet etmemesi, kişinin Allahü teâlâyı iyi tanımış olmasındandır ) [İ Gazali]Hz Hızır buyurdu ki:(Güler yüzlü ol, hiddetlenme! Hep faydalı iş yap, az da olsa zararlı iş yapma! Lüzumsuz dolaşma, boş yere gülme, hiç kimseyi kusurundan dolayı ayıplama, günahların için ağla!)Sabır ve namaz bütün sıkıntıların ilacıdır Kur'an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:(Ey iman edenler, Allah’tan sabır ve namazla yardım isteyiniz Allahü teâlâ elbette sabredenlerle beraberdir ) [Bekara 153]
S Mübarek EROL
Allah'a kullukla ömrünü geçiren bir insan ile, Allah'tan uzaklaşmış, kudsi vazifesini unutmuş insan arasında dünya huzuru bakımından büyük fark vardır Allah'ı bilen, ne kadar sıkıntı içinde olursa olsun dünyası hoşnut ve huzurlu geçer Çünkü kulluğun sabırla itaat olduğunu bilir Dünya gaileleri, zahmetler kulluğa türlü engeller çıkarır, fakat hayatın tadı o zorlukları aşma derecesi kadardır
Nebiler, veliler bu türlü müşkülâtları Allah için sabrederek geçtiklerinden, iki cihan saadetine ulaştıkları gibi, dünyadan dahi çok büyük nuranî, lâtif lezzet almak suretiyle hayatlarını cennete çevirmişlerdir
Türlü tehlikeler, düşmanlıklar, nefsanî ve şeytanî haller, kulun başından geçen bütün serencamlar, bu dünyanın bir cilve-i rabbaniyesidir Hiçbir kul yoktur ki bu musibetlere girmeden ahirete intikal etsin Peygamberler Allah'ın en sevgili kulları oldukları halde en çok bela ve musibetlere giriftar olanlar da onlardır
Bütün bu zahmetlerin elbette bir hikmeti vardır Zira güçlükler bütün insanlık içinde sevgili ve seçilmiş olmayı, cennete girişi, zahmet çektirdiğinden dolayı da Allah'ın azametini hakkıyla idrak etmeyi sağlar
Allah için olmayan bir dünya hayatı musibettir Kulu Allah'a götürmeyen bir dünya nimet değil, külfettir İnsanoğlu hayatı boyunca türlü meşakkatlere katlanır Afetler, haksızlık ve hakaretler, yakınlarının ölümü, işlerinin bozulması ve daha nice musibetler üzücü olmakla beraber, kul için Allah yolunda perde değil, kulluğu için rabbanî imtihandır Bütün bunların üstesinden ancak sabırla gelinir
Rabbimiz, sabredenleri birçok sıfatlarla vasıflandırmış, derece ve hayırların en çoğunu sabra izafe etmiş ve onları sabrın meyvesi olarak göstermiştir
Sabır, dinin makamlarından bir makam ve salihlerin menzillerinden bir konaktır İştiyak duyulan şeylerin terk edilmesi bir ameldir ve bu ameli meydana getiren bir kuvvet de sabırdır Dünyanın geçici heves ve arzularının ahiret saadetine zıt olduğunun bilinmesi sabrı doğurur Sabrın kemali, şehvet ve gazabın isteklerine sabretmekle hasıl olur
Sabır da hüküm itibariyle farz, nafile, mekruh ve haram kısımlara ayrılır Buna göre, dinen mahzurlu işleri yapmamak hususunda sabretmek farzdır Nefsin hoşuna gitmeyen nesneler üzerinde sabretmek sünnettir Dinde mekruh veya haram bir cihetten kendisine dokunan bir eziyete karşı sabır göstermek de mekruh veya haramdır
Sabrın mihenk taşının dinî hükümler olduğu unutulmamalıdır “Sabır imanın yarısıdır” hadis-i şerifi yanlış anlaşılmamalıdır Esas olan, dinin emrettiği doğrultudaki sabırdır
Dünya hayatında başa gelen her şey şu iki durumdan biridir:
Birincisi, kulun arzu ve isteklerine uygun olanıdır Bunlar, sıhhat-selamet içinde olmak, mal-mülk, mertebe sahibi olmak gibi dünyaya ait lezzetlerdir Bunlar karşısında kulun sabra çok ihtiyacı vardır Zira kul kendini bunlara dalmaktan kurtaramazsa gaflete düşer, kötü akıbete uğrayabilir Bundan dolayı büyükler derler ki: “Afiyet üzerinde sabır, bela üzerindeki sabırdan daha ağırdır ”
İkincisi ise, nefsin arzularına ve tabiata uymayandır Bu da, ya ibadet etmek ve haramlardan kaçınmak gibi kulun iradesine bağlı ya da bela ve musibetler gibi insan iradesinin dışında olan şeylerdir İnsanoğlu her halükârda bu iki durumdan birinden uzak olmayacağına göre, hiçbir zaman sabırdan da uzak değildir
Bütün kemalât sabır sayesinde elde edilir Rabbimiz, “sabredenleri müjdele” buyurmuştur
Sabır üç yerde aranır:
İsyana sabır: Nefis insanı daima kötülüğe iter Buna sabredip yalnızca Allah korkusundan kötülükten çekinen, Allah katında büyük derece alır
İbadetin ağırlığına sabır: İbadetler daima nefse ağır gelir Ağırlığına katlanarak bunları başarmak elbette Allah katında büyük mükafatlara vesiledir
Yangın, sel, deprem gibi felaketlere dayanmak, acılara tahammül etmek ve düşman karşısında sabır ve metanet göstermek İşte bu da Rabbimiz'in katında çok büyük mükafatlara vesile olan bir sabırdır
Bir insana musibet geldiği zaman “Biz Allah için varız ve O'na döneceğiz” der ve sabretmesini bilirse, Allah katında alacağı mükafat o kadar büyüktür ki, kıyamet günü onların mükafatlarını görenler, “keşke dünyada bizim vücudumuz ateşten makaslarla kesilseydi de biz de bu mükafatlara erişseydik” derler
Kim Allah'ın haram kıldığı şeylere yaklaşmamakta sabır ve sebat gösterirse, kim dünyanın musibet ve meşakkatlerine katlanarak ilâhi ölçülerden ayrılmazsa, mükafatı cennet ve Cemalullah'tır
Akıllı bir Müslüman’a yaraşan hareket, her ne surette olursa olsun dünyada maruz kaldığı musibetlere sabretmek, ilâhi nizamdan dışarı çıkmamak ve halinden şikayetçi olmamaktır Düşünülürse, musibetlerin en şiddetlisine peygamberler maruz kalmışlardır
Rabbimiz manevi makam ve hayırları sabrın semeresi kılmış ve sabırlılar için hiç kimseye hazırlamadığı nimetleri hazırlamıştır
Kur'an-ı Mübin'de belirtildiği üzere, birbirlerine hakkı ve sabrı tavsiye edenler hariç, insanlar hüsrandadır Hüsran ve ziyandan kurtulmanın çaresi, inananların birbirine hakkı ve sabrı tavsiye etmeleridir Müslümanların birbirlerine karşı en önemli vazifesi, hakkı ve sabrı tavsiyedir Mümin bir kişi sadece kendi nefsi için çalışmayacak, nefsi için arzu ettiklerini diğer mümin kardeşleri için de isteyecektir Müslüman kardeşlerinin saadeti, huzuru, hak ve hakikatten haberdar olmaları için çalışacaktır
Elbetteki bütün bunlar yapılırken bazen sıkıntı ve güçlüklere maruz kalınabilir Fakat ibadetin en faziletlisi, zorluk ve güçlüklere göğüs gerilerek yapılanıdır Bu ise sabır ve sebati gerektirir
Sabır cennet hazinelerinden bir hazinedir Ancak sabrı yanlış anlamamak gerekir Sabır her fenalığa, her zulme, günaha zelilâne katlanmak değildir O günahların, o kötülüklerin kalkması için mücadele ve mücahede de bulunmak ve sebat etmek lazımdır Mesela güçlü kuvvetli biri tembellik eder, rızkını temin için gayrette bulunmaz ve “ben sabrediyor, bu mahrumiyetlere katlanıyorum” derse, bu sabır değil zillet ve miskinliktir
Muhakkak ki sabır acıdır, müşküldür, nefse zor gelir Fakat meyvesi çok tatlıdır Nice eziyet ve çileler, sabır ve sebat, hakka tazarru ve niyaz sayesinde bertaraf olur
Mümin anlatıldığı üzere sabrederken, bir taraftan da kendisine bahşedilen türlü nimetlerin şükrünü eda etmekte kusur etmemelidir Sabır ve şükür sanki insanın iki kanadı gibidir Birinin eksikliği diğerini etkiler
İyilik ve lütuflara karşı gösterilen memnuniyet ve minnettarlık manalarına gelen şükür, dinî kavram olarak insana bahşedilen duygu, düşünce aza ve cevahiri, yaratılış gayeleri istikametinde kullanmaya denir ki, kalple, lisanla ifa edilebileceği gibi bütün uzuvlarla da yerine getirilebilir Şükür, nimeti veren Rabbimiz'in lütuf ve ihsanını dille ikrar etmek, bütün azaları ile O'nun hizmet ve taatinde bulunmak, kalbi O'nun muhabbeti ile doldurmaktır
Nimetlere şükretmek, onu ikram eden Rezzak'ın büyüklüğünü bilmek, O'na hamd ü sena ederek ibadet ve taatine bağlanmaktır
Şükür, elde olanı bağlayan; elden çıkanı avlayan manevi bir ip gibidir O ipe tutunan mahrum kalmaz şükredilmediği zaman nimetler elden gider ve belalar dalga dalga gelmeye başlar
Rabbimiz'in bizlere bahşettiği nimetlere tam manasıyla şükrümüzü yerine getirmek mümkün değildir Fakat O, merhametiyle bizlerin az bir kulluğuna karşılık nimetlerini bol bol ihsan eder
Şükür iyiliğe karşı minnettarlık göstermektir İhsana, iyiliğe karşı sözle, davranışla gösterilen kıymet şinaslıktır Bir ikrama nail olunca hemen teşekkür etmektir Ufak bir iyiliğin karşılığı hemen teşekkür olunca, bunca sayısız nimetleri veren Rabbimiz'e nasıl şükretmemiz gerektiğini iyice düşünmemiz lazımdır
Cenab-ı Mevlâ'ya şükür vazifesi, küfrün terki ve O'nun sevdiğini sevmediğinden ayırt etmekle tamam olur Zira şükrün bir manası da Allah'ın nimetlerini sevdiği yönde kullanmaktır
Durum bu olunca, her kim ki herhangi bir şeyi onun yaratıldığı cihetin gayrısında ve murat edilen gayenin zıddına kullanırsa, o kimse kullandığı o nesnedeki ilâhi nimeti inkâr etmiş gibi olur O halde kim bir şeyi Rabbimiz'e taat gayesinin dışında kullanırsa, o günaha varmak için gerekli olan sebeplerin hepsinde Mevlâ'nın nimetini inkâr etmiş gibi olur
İnsanoğlunu nimetin şükründen ancak cehalet ve gaflet alıkoyar Kişi cehalet ve gafletinden ötürü nimetin marifetinden men olunur Nimetlere şükür ancak marifetinden sonra tasavvur olunur
Mevlâmız bizleri sabreden sabir, şükreden şakir, zikreden zakir kullarından eylesin
Rabbimiz'in tevfik ve inayeti ile 
EL FATİHA
|