Geri Git   ForumSinsi - 2006 Yılından Beri > Forum İslam > İslami Yazılar & Hikayeler

Yeni Konu Gönder Yanıtla
 
Konu Araçları
alınır, dilenerek, direnerek, hak

Hak, Dilenerek Değil; Direnerek Alınır!

Eski 08-02-2012   #1
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Hak, Dilenerek Değil; Direnerek Alınır!




İnsan Hakları Bağlamında Hak-Hukuk Kavramı


Hakkın kendisi olan Cenâb-ı Hak, hak ve sorumluluklarını bildirerek insanları mutlu kılmak için kendi katından kitabını da hak olarak indirmiştir Onun için geçerliliğini yitirmeyen mutlak doğru/hak, gerçek ancak Allah’ın kitabında bildirdikleridir Yani, Allah’ın indirdiği ve O’nun bildirdiği doğrular haktır Yani, hakikat, doğruluk, gerçeklik, adâlet kişilere göre değil; Allah’ın bildirdikleri ölçüde haktır


Hak, mutlak doğru; şahsa, zamana ve mekâna göre değişmeyen kesin doğru demektir Beşerî doğrular, göreceli yaklaşımlar, teori ve zanlarla; hak/hakikat, farklı şeylerdir Allah’tan bize gönderilen kanuna da hak diyoruz Çünkü Hak olan Allah’tan geldiği için haktır Hak kelimesinin çoğulu “hukuk”tur O yüzden haklar, yani hukuk da, Hakk’a dayanmalı, mutlak doğru hükümler olmalı; şahsa, zamana ve yere göre değişen, beş on sene içinde eskidiği kabul edilip değiştirilmek istenen, nice haksızlıklara/zulümlere kılıf olacak tarzda olmamalıdır “Kim Allah’ın indirdiği (“hak”la, “hukuk”la) hükmetmezse, işte onlar zâlimlerin ta kendileridir” (5/Mâide, 45) Hak ve hukuk, Hak olan Cenâb-ı Hak’tan gelirse hak ve hukuk olur Yoksa, bunu insan belirlemeye kalkarsa o, hak ve hukuk olmaz Çünkü insanın kendisi hak değildir Kendisi hak olmayandan, hak türeyip ortaya çıkmaz İnsanoğlunun geçmişi ve sonu, evveli ve yokluğu vardır Belirli zaman içinde yaşar, belirli düşüncelerin etkisinde kalır Her an düşüncesini değiştirebilir Onun içindir ki, kendisi hak olmayanın söylediği de mutlak anlamda hak ve hukuk olamaz; insanları bağlamaz Ama Hak olan Allah ve indirdiği kitap; haktır, hukuktur


‘el-Hakk’, Rabbimizin güzel isimlerinden biridir Allah’ın bir adı olarak Hak, inkârı mümkün olmayan, varlığı kabul edilmesi gereken, gerçek var olan, varlığı ve ilâhlığı kesin olan, hikmetinin gereğine göre eşyayı yaratan, hakkı ortaya koyan, sözünde doğru olan, her hakkın kendisinden alındığı gerçek var olan mevcut mânâlarına gelir


Hak olan Allah’ın insanlar arasından seçtiği peygamberle gönderdiği din de haktır O dinin kitabı Kur’an hak bir kitaptır İslâm’ın bütün hükümleri, Kur’an’ın bütün âyetleri, haber verdiği şeyler haktır Hakk’ın sâbit, doğru, insan fıtratına uygun, her hükmü tutarlı hak nizamı olan İslâm’a teslim olanlar hakkı bulurlar, işlerinde hak üzere olurlar İnsanlara, hayvanlara ve çevreye ait haklara saygı gösterirler, Cenâb-ı Hakk’ın, tahakkuk edecek azâbından korkarlar, hak yolu izlerler ve hak olan ameller yaparak Allah’ın dünyada nice nimetini, âhirette cennetini hak ederler


İslâm Hukukunda Hak Kavramı: İslâm hukukunda hak, “hukukun, bir başka deyişle şeriatın bir yetki veya yükümlülük olmak üzere benimsediği, kişiye ait olan şeydir” İslâm’a göre hakların kaynağı, bir ismi de “Hak” olan Cenâb-ı Allah’tır Haklar, şer’î hükümlerin dayandığı kaynaklardan çıkarılan İlâhî bağışlardır İslâm’da delilsiz şer’î bir hak yoktur Buna göre hakların kaynağı Allah’tır Çünkü O’ndan başka mutlak Hâkim ve O’ndan başka hüküm koyucu olamaz İslâm’a göre, insanlara veya yaratıklara ait hakların kaynağı insan irâdesi ve aklı değildir İnsan aklı ve irâdesi yalnızca, bu hakların yerli yerinde kullanılmasını sağlar, hukukun uygulanmasına yardımcı olur, hak tecavüzlerini önlemeye çalışır Daha doğrusu akıl, İlâhî irâde tarafından sâbitleştirilen hakları anlamaya ve onları yerli yerinde kullanıp korumaya yarar


Bugün yaygın olarak kullanılan ‘insan, hayvan, çocuk hakları’ deyimleri 19 yüzyılda Batıda ortaya çıkmaya başladı İlk insan hakları evrensel beyannâmesi ise ancak 1947 yılında ilân edilebildi Halbuki İslâm’da haklar ve yükümlülükler, insanlar için bizzat Hakîm olan Allah tarafından belirlenmiştir İlâhî irâde tarafından belirlenen bütün haklar sâbit, yani değişmezdir Haklarla ilgili prensipler Kur’an ve Sünnette zâten bulunmaktadır İslâm hukuku (fıkıh) bu konuyu geniş bir biçimde ele almıştır Bu hakların nasıl korunacağını, hak ihlâli olursa nasıl ceza verileceğini detaylı bir şekilde sistemleştirmiştir Hatta İslâm fıkhı, Batılıların hiç aklına gelmeyecek kişi ve varlıkların bile haklarını belirlemiştir Ta İslâm’ın başından beri bilinen, uygulanan hak ve hukukun ayrıca bayraklaştırılmasına İslâm âleminde ihtiyaç bile olmamıştır Batılıların, kendilerinin uzun yıllar arayıp da buldukları bazı prensipleri, bütün dünyaya yeni bulunmuş ve yalnızca kendilerine ait gibi göstermeleri tarihî gerçeklerle bağdaşmaz


Hakların kaynağı İlâhî irâdedir İnsanlara ve varlıklara ait haklar, bencil, çıkarcı, unutkan, bazen de zâlim olan insanın eline verilemez Üstelik insan kafasına dayalı olan hak kaynakları, yine insanlar tarafından değiştirilebilir Zaman geçtikçe insanların anlayışları da değişiyor Dolayısıyla onların hak tanımları da değişikliğe uğruyor Öyleyse hak gibi önemli bir şey, her şeyi hakkıyla bilemeyen insanın hükmüne dayanmamalı Haklar, ancak Hak olan Allah’ın hak hükmüne göre yerine getirilebilir, korunabilir Hakk’a rağmen konulan bütün ölçüler, bütün hükümler bâtıldır, temelsizdir, geçersizdir, boştur (1)


İslâm hukukuna göre üç çeşit hak vardır:


1- Allah hakkı (hukukullah): İnsanların kulluk görevi, onları Allah’a yaklaştıran şeyler, genelin çıkarına olan, Allah tarafından belirlenmiş hükümler,


2- Allah hakkı ve insan hakkı: Örneğin, kişinin aklının, dininin, neslinin korunmasında iki hak vardır Bu hakların yerine getirilmesiyle hem Allah’ın emrine uyulmuş olur, hem de bunlarla toplum ve kişilerin çıkarı (maslahatı) korunmuş, haklarına tecavüz önlenmiş olur


3- Kişinin maslahatının korunduğu haklar: Çok geniş bir alanı vardır İnsan hakları dediğimiz şeylerdir


İslâm’da İnsan Hakları: Hiçbir düzende (dinde) görülemeyecek kadar insan haklarını gözeten İslâm, temel olarak insanın şu haklarını korumaya alır:


a- Din emniyeti: İslâm, din hakkını ve dini yaşama hürriyetini güvence altına alır


b- Nefis (can) emniyeti: İslâm, yaşama hakkını temin eder


c- Akıl emniyeti: İlim ve tefekkürü emreden İslâm, içki ve uyuşturucu gibi akla zarar verecek şeyleri yasaklar ve aklı her türlü ârızalardan koruyucu tedbirler alır


d- Nesil emniyeti: Irzın, şeref ve nâmusun korunmasını ve sağlıklı nesiller yetiştirilmesini temin için İslâm gerekli her türlü ortamı hazırlar


e- Mal emniyeti: İslâm malı korumak için, hırsızlık vb suçlara giden yolları tıkadığı gibi, insanlara yeterli geçim kaynaklarına sahip olma hakkını ve imkânını tanır


Özetle İslâm, her insanın onurunu, nâmusunu, özgürlüğünü, dinini, malını, canını, geçimini ve işini garanti altına alır


İslâm, insan hakları konusunda hâlâ ulaşılamaz durumdadır İnsanî kardeşlik prensibine yer verir Irkçılığı ve takvânın (ve ilmin, cihâdın) dışında üstünlük anlayışlarını reddeder İslâm’ın emir ve yasakları, hükümleri, ibâdetleri, cezâ anlayışı… eşitliği ispat etmektedir Diğer düzenlerde bu denli eşitlik teoride bile yoktur Eşitlik adına adâletsizliğe de göz yummaz Kadının erkekle her konuda eşitliğini savunup da cinsel farklılıkların göz ardı edilip istismar edilmesine, insanların sömürülerek zulmedilmesine yol açacak aşırılıklara da geçit vermez


Hak ile bâtıl, doğru ile yanlış, güzel ile çirkin, ancak vahiy ile bilinir ve vahiyle değer kazanır Allah’a göre, bu değerler her zaman sâbittir, değişmezler Hak ve hakikat, Allah’a ait olduğuna göre, sürekli hak hukuktan bahseden kimselerin hakkı Allah’ın Kitabı dışında aramaları selîm aklın kabul edemeyeceği bir iştir Yalnız Allah hak olandır “Allah, hakkın ta kendisidir, Hak sadece O’dur O, ölüleri diriltir; yine O, her şeye hakkıyla kâdirdir” (22/Hacc, 6)


Bâtıl da gerçeğe uymayan, haklı olmayan, haktan ayrı olan, boş ve anlamsız, hükümsüz ve geçersiz olan şeylerdir Bâtıl da Yüce Allah’ın bildirdikleri ölçüde bilinir Hak ve bâtılı, inanç yönünden ele alırsak, sadece Allah’a ve Allah’ın inanmamızı istediği değerlere iman etmemiz gerekir Yani şirksiz bir iman, ancak hak/gerçek imandır Yüce Allah’ın katında bâtıl, boş ve anlamsız olduğu için karşılığı da yoktur Öyle insanlar vardır ki, ömürleri boyunca bâtıl uğrunda mücâdele verir, bu uğurda çok büyük işler yaptığına inanır, hatta bu yolda ölür Ancak, hak/gerçek ile değerlendirilince, bunların bütünüyle karşılıksız ve boş olduğu ortaya çıkar Çünkü hak ve bâtıl insanlara göre değil; Allah’a göre sonuçlandırılır İmanî konularda olsun, sosyal yaşantıyla ilgili konularda olsun, hayatın bütün boyutlarında hak ve bâtıl, Allah’ın bildirdikleri ile bilinip alınmalı ve uyulmalıdır Bu ölçünün dışında başka kriterler kullanılırsa, bunlar da, bâtıl/bozuk teraziyle tartılanlar da yanlış olur Hz Ali’nin dediği gibi, “hakkı/gerçeği insanların ölçüleri ile değil; insanları gerçeğin ölçüsü ile tanımalıdır” Yani hak ve gerçekler bize değil; biz onlara uymalıyız


Biri cennete, diğeri cehenneme çıkan iki yoldan birini seçmek durumundadır insan Ya Allah katından gelen vahiy, yani hak; veya Allah’tan başkasından gelen hevâ ve heves, yani bâtıl İkisinden sadece biri tercih edilebilir Mü’min için, Allah’ın vahyinden kaynaklanmayan her şey bâtıldır, boştur, hiçtir (2)


Hak, İlâhî kaynağa sahip olan bütün insanların temiz fıtratlarında bulunan bir güçtür Hak, Allah’ın, varlık âleminin temelinde, insanlar arası ilişkilerde tespit ettiği bir kanundur Hak, İlâhî kaynağa; bâtıl ise şeytanî kaynağa sahiptir Hak, ebedî kalma özelliğine sahiptir; bâtıl ise zâil olmaya, yok olup gitmeye mahkûmdur Hak, üstünlüğünü, yenilgi kabul etmez güç ve özelliğini, insanların pâk fıtratında yer alışından, ilâhî özelliğe sahip bulunuşundan almaktadır “Hak Rabbindendir Şu halde sakın kuşkuya kapılanlardan olma!” (2/Bakara, 147) “De ki ey insanlar! Kuşkusuz size Rabbinizden hak gelmiştir Kim hidâyete ulaşırsa o, ancak kendi nefsi için hidâyete ulaşmıştır Kim de saparsa, o da, kendi aleyhine sapmıştır Ben sizin üzerinizde bir vekil değilim” (10/Yûnus, 108)


Hak temel, bâtıl ise görecelidir Bâtıl, sürekli gâlip gelemez; sürekliliği olan, hayat ve medeniyeti sürdüren hak olmuştur ve öyle olacaktır Bâtıl, önce parıldayan, daha sonra sönen ve yok olan geçici bir şimşeğe, kısa bir müddet sonra sönmeye mahkûm ışık gösterisine benzer (2/Bakara, 17-20) Bazen bâtılın geçici olarak gelip hakkın üstünü örttüğü görülür Fakat sürekli olarak kalabilmeye gücü olmadığından bâtıl yok olur, gider Bâtılın parazit ve bağımlı bir vücudu olduğundan, varlığı geçicidir Devamlılığı olan haktır Eğer bir toplum, tamâmen bâtıla yönelmişse, tarihte helâk olan toplumlar örneğinde olduğu gibi yok olmaya mahkûm olmuştur Yani tamamıyla bâtıla yönelmek ve haktan tümüyle kopmak, yok olmakla aynı şeydir Bâtıl ölümlü bir şeydir, ölüme mahkûmdur İçten içe ölmekte, can çekişmektedir Zevâle doğru gitmektedir Bazı ölümlerde görüldüğü gibi tedrici olarak yok olmaktadır bâtıl


Hürriyet adı altında hürriyetleri yok etmeye, barış adı altında savaşın en alçakçasını sürdürmeye, insan hakları diyerek mazlumların haklarını çiğnemeye çalışıyorlar “Ey özgürlük! Senin adına dünyada ne cinayetler işlendi, ne kadar insan köleleştirildi!” Bütün bunlara bâtılın haktan beslenmesi denir (3)


“Hakka/gerçeğe yardım edin Hak size yardım etmekte gecikmeyecektir” “Hakkı her zaman savun, anlayan olmasa bile Rabbine ve vicdânına karşı hesap vermekten kurtulursun” Hak-bâtıl mücâdelesinde hak, er ya da geç, ama mutlaka muzaffer olacaktır (2/Âl-i İmran, 139; 7/A’râf, 118; 8/Enfâl, 8; 9/Tevbe, 33; 13/Ra’d, 17; 17/İsrâ, 81; 21/Enbiyâ, 18; 24/Nur, 55; 42/Şûrâ, 14)


Hak Verilmez, Alınır


Allah, âlemlerin rabbidir; O, rahmân ve rahîmdir Kullarına büyük merhametinden dolayı, onlara sayılamayacak kadar nimetler vermiştir Bu nimetlerin bir kısmına temel insan hakları denir Bunlar, din emniyeti, nefis emniyeti/can güvenliği, akıl emniyeti, nesil emniyeti, mal emniyetidir İslâm, her insanın onurunu, nâmusunu, özgürlüğünü, dinini, malını, canını, geçimini ve işini garanti altına alır Bütün insanlar, doğuştan bu haklara sahiptir; bu hakları yaratıcıları Allah vermiştir, kimsenin bu hakları insanın elinden almaya hakkı yoktur


İslâm’ın dışındaki bütün beşerî düzenler, bu hakların bir kısmını insanlara lutfediyor gözükürken, kendi çıkarlarını zedelediğini düşündükleri nice hakları gasbetmektedirler O yüzden İslâm’ın dışındaki tüm düzenler ve dünya görüşleri zulüm; bunları uygulayanlar da zâlimdir “Allah’ın indirdiği (hükümler) ile hükmetmeyenler, zâlimlerin ta kendileridir” (5/Mâide, 45) Totaliter rejimlerde kişilere ve gruplara verilecek, tanınacak hakların belirleyicileri, iktidarı elinde bulunduranlardır Onların lutfedip verdikleri alınır ve kullanılır, vermedikleri ise talep bile edilemez Demokrasilerde ise, haklar, kanunlarla verilir, kanunlar da teoride halkın irâdesine dayanır


Hakk’ın değil de; halkın irâdesine dayanan sistemin Hak düzeni olamayacağı bir tarafa, iddia edildiği gibi, kanunların yapılışında olsun, işleyiş ve uygulanışında olsun halk irâdesinin dışında güçler (derin devlet) devreye girmektedir Kurtlar sofrasında dişini gösterecek kadar gücü olanlar hak alırken, diğerleri avuçlarını yalarlar Silâhı, sermayeyi, medyayı, bürokrasiyi, locaları, örgütleri ve iktidarı elinde tutanlar, aralarında uzlaşarak haklarını (hak etmediklerini) alırken, bunlardan mahrum olanlar açıkta kalmaktadır Demokrasilerde de, faşizan ve totaliter rejimlerde olduğu gibi hak verilmemekte, gücü olanlar tarafından alınmaktadır Demokratik yönetimler, halka gardiyanlarını seçme hakkı verirler, halkı kendi seçtiklerini sandıkları yöneticilerle, kendi kendilerini yönettiklerini zannettirmek için bin bir çeşit hilelerle avuturlar Zulüm yönüyle temelde beşerî düzenler arasında bir fark yoktur; sadece hakları paylaşan sınıflar, zâlim ve sömürücü gruplar değişmektedir


Kâğıt üzerinde kalan, insanları susturmaya ve kandırmaya yarayan bazı anayasal haklar, uluslararası haklar, insan hakları evrensel bildirileri, insan hakları kurumları… koyunları belirli istikamete sürmek için çobanın elinde tutarak sadece göstermekle yetindiği otlara benzemektedir Medyanın haktan hukuktan bahsetmesi, bazılarının nutukları, insan hakları savunucuları(!) da kaval çalan çobanlar, çoban yardımcıları ve işbirlikçileri


“İnsanların, inanç hürriyetleri sınırlandırılamaz, herkesin inandığı gibi yaşama hakkı vardır, herkesin okuma hakkı ve hürriyeti vardır…” Anayasalarda buna benzer daha nice madde vardır ki, haksızlık/zulüm hak maskesi taksın Uygulamalar ise… Başörtüsü ile okumak isteyen, ya da öğretmenlik, doktorluk… yapmak isteyen kızların durumu bile örnek olarak yeter Ama egemen güçler (medya, kapitalist sermaye, bürokratlar ve iktidar) benimsemiş olsa, bunları hak kabul etseydi, başörtülü bayanların kamu haklarından veya öğrenim haklarından mahrum kalmaları söz konusu olmazdı Hak anlayışı ve hakkın hâkimiyeti en azından bu konuda farklı olurdu


Güçlülerin insafa gelip müslüman halka haklarını vermelerini bekleyenler, cehennemde köşk bekleyenlere benzerler “Hukuk devletinin kurumları hakları korur, demokrasi, halkın yönetimidir, mahkemeler, hâkimler, kanunlar…” mı? Güldürmeyin insanı Bunlar, haksızlıkların emniyet sibobudur, barajlarıdır İç ve dış hukuk konusunda yine yukarıda sayılan grupların hevâ ve istekleri söz konusudur Demokrasiler dâhil, bütün beşerî düzenlerde, etkili ve yetkili kimseler, insanların haklarını kendi hevâlarıyla kanunlaştırmışlar, bunun dışında kimsenin bir hakkını kabul etmeyecek düzenleme ve yasaklar koymuşlardır; Bu da yetmemiş, eski müşrikler gibi acıktıklarında elleriyle yapmış oldukları helvadan kanunları/putları yiyivermişlerdir Doymayan iştah sahibi oldukları ve helvayı da çok sevdikleri bilinirse, kendiliğinden bunun sona ereceğini beklemek, kıyâmeti beklemektir


“Filân parti iktidara gelirse, haksızlıklar sona erecek, haklar yerini bulacak…” ninnileriyle uyutulan insanımıza, artık bu alaturka ninnilerin uykuları kaçırdığı görülmeye başlanınca, uyku ilacı olarak alafranga senfoni ithal edilmeye başlandı: “Avrupa Birliği, mazlum insanın haklarını verecek, Türkiye Küçük Almanya olunca hak yerini bulacak, Müslümanlar tüm haklarına kavuşacak, AB üyesi Türkiye özgürlükler ülkesi olacak…” Ne o, esnemeye mi başladınız yoksa? Masallar, Avrupa yolunda “az gittik, uz gittik, dere tepe düz gittik, otuz altı yıl bir de güz gittik Geri dönüp baktık ki, bir arpa boyu yol gitmişiz” diye başlar Kaf dağının ardındaki hazineyi devlerin elinden alıp padişaha getirmek ve onun kızıyla evlenmek için mâceralara atılır masal kahramanı Ama, uyutulmak istenenler bilmez ve sorgulamaz, aslında Kaf dağı diye bir dağ olmadığını, devlerin de hazinenin de çocukları uyutmak için oyalayıcı birer sembol görevi üstlendiğini Tatlı hayaller içinde göz kapakları kapanırken, gökten düşecek üç elmayı kimlerin kaptığını görmeden masalcıya kulak veren çocuk akıllı, ertesi gün bir başka masalla uyumak niyetiyle uykulara dalar Bin bir gün, bin bir gece sürer bu masal seansları, ama nedense bin ikinci günü yoktur masal dünyasının


Ne güne kaldı insanımız? Hakkı, bâtılın elinde/ilinde arıyor Hakk’a hakkıyla inanmayanların hak dağıtacağını düşünüyor Kendisini haklamak isteyenlerin hakkından geleceği yerde, hakkı onların yanında sanıyor ve hak edip etmediği tartışılan kendi hakkını haksızlardan, hak-hukuk tanımayanlardan dileniyor Bu tavrıyla onları, başkalarına dağıtmaya yetecek kadar hak sahibi, yani “hak”lı, kendisini hakkı olmayan yani “hak”sız konuma koymuş oluyor Bir adı da Hak olan Cenâb-ı Hakk’ın hakkını tanımayan, ona hakkıyla kulluk yapma ihtiyacı duymayan kimseler, nasıl olur da Allah’ın tüm insanlara doğuştan verdiği hakları âdilce dağıtır? Hakk’a teslim olmayan insanlardan hak terazisi kullanıp hakşinaslık yapmaları nasıl beklenebilir? Sadece bu tutarsız beklenti ve tavır bile haklarımızı ne kadar hak ettiğimizi, Hak dâvâya ne kadar sarıldığımızı hakkıyla göstermeye yeter Her hakkı Hakk’ın yanında görmeyip, tüm insanî ve İslâmî haklarını söke söke almak için hakkı haykırıp haklı mücâdeleye atılmadığı sürece mazlum insan, haklı olduğunu kendisine bile ispatlayamayacaktır


Haklı olmak, haklı olduğunu bilmek, haksızlığa tahammül etmeyip hakkını haklılara yakışır tarzda elde etmeye çalışmak, bir insanı bir orduya karşı bile güçlü yapar Haksızlık karşısında susmak da dilsiz şeytanlığa aday olmaktır Haksızlığı her kabul ediş, daha büyüğüne dâvetiye çıkarır Hz Ali (ra) der ki: “Haksızlık önünde eğilmeyin Çünkü, hakkınızla beraber şerefinizi de kaybedersiniz Haksızlıklara baş kaldırmayanlar, zâlim haksızlardan gelecek her kötülüğe katlanmak zorundadırlar


İnsanı en iyi tanıyan Rabbimiz, insana hiçbir ideolojinin veremeyeceği gerçek haklarını vermiştir; kadın-erkek, Arap-Acem, beyaz-zenci, yönetici-yönetilen, zengin-fakir, soylu-garip… gibi ayrımların tümünü reddederek Kula kulluğun her çeşidini, tahakküm, zulüm ve sömürüyü yasaklayan Rabbimiz, kul hakkını ihlâl etmeyi af kapsamı dışında tutmuş, insanı yaratıklar içinde en yüce mevkîye yerleştirmiştir O yüzden, Allah’ın hudûdunu korumadan, şeriatın emir ve yasaklarını dikkate almadan, Kur’an ahlâkını tatbik etmeden insan haklarını, kul hakkını savunmak, demagoji yapmaktan, yapılan zulümleri maskelemekten öte bir anlam ifade etmeyecektir Unutulmamalıdır ki, “hudûdullah” korunmadan “hukukunnâs” korunamaz


Allah’ın verdiği hakları, müslümanlardan ve mazlum tüm insanlardan almaya kimsenin hakkı yoktur Ama, mazlumların dilenerek haklarını geri alabildiklerini tarih kaydetmez Hakları Allah vermiştir Beşer, hakkın tanımında Hakk’ı ölçü kabul etmediği müddetçe hakları hak sahibine dağıtmaz/dağıtamaz Haklı isen korkma, hakkını almak için mücâdele et, Cenâb-ı Hak, haklıyı koruyacaktır Bir şey, hakkın ise, verilmesini bekleme, almaya çalış! Çünkü hak verilmez, alınır Zâlimlerden hakkı, söke söke almak istiyorsak, Hakk’ın emri doğrultusunda cihad, hem hakkımız hem görevimizdir


Unutmamak gerekir ki, “hak”dan önce “ödev” vardır, sorumluluk vardır Görev ile hak, anneleri hürriyet/özgürlük olan ikiz kardeştir Onlar aynı günde doğar, büyür, olgunlaşır ve birlikte kaybolurlar Haklar, görevleri; nimetler de sorumlulukları doğurur Allah’ın, üzerimizdeki haklarını hatırımızdan çıkarmamalı ve O’na karşı görevlerimizi kuşanarak, emânete ihânet etmediğimizi ispat etmeli; kulluk bilinciyle diğer kulların haklarına da riâyet edip, elinden ve dilinden güven duyulan insan, yani tam anlamıyla mü’min olmalıyız İşte o zaman hak yerini bulacak, hak ettiğimiz yere Hakkın yardımıyla ulaşacağız Bâtılı söküp atmak da bizim kulluk görevlerimizden biri olduğundan bâtılı reddetmeyi, bâtılla mücâdeleyi mü’min olmak için olmazsa olmaz bileceğiz


Allah’ım, bize hakkı hak olarak göster ve o hakka tâbi olmamız için yardım et! Bâtılı da bâtıl olarak bize göster ve bâtılın her çeşidinden kaçınmayı nasib et!


Hakkı bâtılın tepesine indirip, bâtılın beynini darmadağın edeceğini ve böylece bâtılın yok olup gideceğini belirten (21/Enbiyâ, 18) Allah’tan bu görev için bizleri memur etmesi, memur ettiğini düşünüyorsak, görev bilincini kuşanmamız için yardım etmesi duâsıyla…


1- Hüseyin K Ece, İslâm’ın Temel Kavramları, Beyan Y, s 243

2- Beşir İslâmoğlu, Hak Bâtıl Mücâdelesi ve İhtilaflar, Bengisu Y, s 12

3- Murtaza Mutahhari, Hakk ve Bâtıl, İslâmî Tebliğ Teşkilâtı Y, s 61


Ahmed Kalkan

Vuslat dergisi

Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.