Prof. Dr. Sinsi
|
Kur-An'da Kişilik
KİŞİLİK:
Kur'an'da bireysel ve insanın kollektif davranışlarına dair, belirgin bir şekilde pek çok spesifik açıklayıcı kavram ve izahlar vardır Kur'an'ın bu sosyal, psikospirtual doğal kanunlarından İslâmî bir kişilik kavramının iskeletini oluşturabilmek, kişiliğin psiko-sosyal ve manevî temel unsurlarını belirlemek mümkündür Yeterince ele alınmamış, dokunulmamış, kişilikle ilgili âyetler araştırılacak ve sistematikleştirilecek olursa modern bir İslâmî kişilik kavramı ortaya çıkarılabilecektir
Modem psikoloji henüz "kişilik" konusunda istenilen açıklağa ve kesin kabul edilebilecek sonuçlara ulaşabilmiş değildir Aslında kişilik konusunda yapılan araştırmalar yenidir Ayrıca kişilik, pek karmaşık ve iç içe girmiş elemanlardan meydana gelmiş bir yapıya sahiptir Kişiliği oluşturan bu parçalar öylesine birleşmiş ve bütün meydana getirmişlerdir ki, bunları ayırt etmeye çalışmak ve her birinin fonksiyonlarını belirtmek bilimsel incelemelerde güçlüklere neden olur
Şahsiyeti meydana getiren unsurlar içinde birini diğerine tercih etmenin imkansızlığı sözkonusudur Şahsiyet, psikolojide kapsamı en geniş olgulardan biridir Benzeri sebeplerden dolayı onun tarifi gerçekten kapalı bir meseledir Psikologların üzerinde aynı fikirde olduğu bir tek kişilik tanımı yoktur Yapılan formel tanımlardan birisine burada yer vermek istiyoruz: "Kişilik, bireyin iç ve dış çevresiyle kurduğu, diğer bireylerden ayırt edici, tutarlı ve yapılaşmış bir ilişki biçimidir "
Kur'an-ı Kerim'den öğrenebildiğimiz kadarıyla kişilik güdüler ve eğilimler, değerler-normlar ve kalp olmak üzere üçlü bir yapıdan teşekkül eder "Bununla beraber nefsimi temize çıkaramam Çünkü Rabbimin acıyıp koruduğu hariç nefis aşırı şekilde kötülüğü emredicidir "
Aşırı şekilde kötülüğü emreden ve literatüre "nefs-i emmâre" diye geçen nefis, herhangi bir değer yargısı ve otorite tarafından kontrol edilmeyen, yalın bir şekilde doyum arayan ya da elemden kaçan güdüler ve eğilimlerdir Bu güdü ve eğilimler soyut halleriyle kötü değildirler Bunların ölçüsüz ve kontrolsüz doyurulmaları, değer yargılarına aykırı bir kimliğe bürünmeleri "kötü" sıfatıyla nitelenmelerine neden olur Güdü ve eğilimlerin gelişigüzel, başına buyruk doyum aramaktan alıkonması deşer yargılarının çizdiği sınırlar çerçevesinde kontrol edilmesi kişiliğin iki unsuru arasındaki (güdü ve eğilimlerle değerler) köprünün kurulduğunu gösterir: "Nefsini kötü arzulardan uzaklaştırana gelince, şüphesiz onların barınağı ancak cennettir "
"Nefis", kötülüğü emreden nefistir "Hevâ", arzulara uymaktır Nefsi, hevâdan sakındırmak, sabrederek kontrol altına almak, iyi ve hayır olanı tercih etmeye karar vermektir
Kanaatimize göre "nefs-i mutmainne" diye literatüre geçen kavram "ideal kişiliği" temsil eder: "Nefsin itminan bulması" , her türlü korku ve hüzünün verdiği huzursuzluğa karşı güven hissi duymasıdır Güvenceye kavuşan nefis müminin nefsidir Hakka bağlı olmaktan duyulan güven hissi, nefse katî bir iç huzuru verir, onu her türlü şüpheden arındırır
Güven ve iç huzurunun sağlanması, kişilik birimleri arasında çelişki bulunmadığını, kişiliği oluşturan elemanların ahenk ve uyum içerisinde işlerlik gösterdiğine işaret eder ve aynı zamanda "nefs-i mutmainne", inandığı değerlerin kaynağı olan otoritenin takdirini, hüsn-ü kabulünü, rızâsını kazanmış bir nefistir: "Hoşnut etmiş ve hoşnut edilmiş olarak Rabbine dön'müştür
Değer yargılarına ilişkin bilgi zihinsel faaliyet sonucu elde edilir Hangi değerlerin tercih edileceği, hangi niyet ve amaçla tutum ve davranışların icra edileceği noktasında irâde faktörü devreye girer Güdü ve eğilimlerin sınırsız, ölçüsüz doyum arama isteğine karşı, değerler alanı bu istekleri kontrol etme "çaba ve gayret'i içine girer Fakat zaman zaman bu istekler kontrolden çıkar Durumu farkedebilen birey hatanın bilincine varınca günah duygusuyla yüzyüze gelir
Bütün bu işlevlerin kontrol edildiği merkez, ilk ve son sözün söylendiği yer kalptir: Hangi değerlerin kabul edileceğini, hangi iç ve dış etkiye nasıl tepki verileceğini o belirler Kişiliğin işleyişinde bütün işlevler kalpte başlar, kalpte biter Güdüler ve eğilimler, bilinç, irâde ve değerler kişilik bütünlüğü içerisinde mesaj ve faaliyetlerini kalbin onayına sunarlar ve kalpte son şekillerini alırlar Kalb boyutunda teşekkül eden, ortaya çıkan kişilik, reel kişiliktir Bu, kişilik adına bir ferde ait gerçekliği ifade eder
Değerlerin gerçek kaynağı olan Allah, sadece değerlerin bilgisini göndermemiş, her insan gibi aynı güdü ve eğilimleri taşıyan bir peygamber göndermiştir Ve bu peygamber, değer yargılarına uygun bir şekilde ideal kişiliğin eşsiz modelini sunmuştur, insanlara: "Andolsun ki, Resûlüllah'da sizin için, Allah'a ve âhiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah'ı çok zikredenler için en mükemmel bir örnek vardır "
Resûlüllah Kur'an değerlerini insanlığa tebliğ etmekle kalmamış, bu değerleri bizzat kendi kişiliğinde uygulamak suretiyle insanlığa bir model sunmuştur Üstün karakteriyle, övgüye lâyık seciyye, meleke ve maneviyatıyla örnek olmuştur: "Ve sen elbette yüce bir ahlâka sahipsin "
Günlük konuşma dilinde karakter ve kişilik terimleri birbirinin yerine kullanılagelmiştir Oysa modern psikoloji açısından karakterin anlamı kişilikten daha dardır Kişilik daha çok insanı bir bütün olarak tasvir etmek üzere kullanılır Karakter ise, bireyin sahip olduğu bütün davranış özelliklerini ifade etmek üzere kullanılmaz
Özellikle bireyin davranışlarının iradi yönü, güdü ve eğilimlerini kontrol eden sabit ve sağlam prensipler hakkında "karakter" kavramı kullanılır Karakteri kişilikten ayırmak isteyenler, "karakter değer taşıyan bir kişiliktir," demişlerdir "Birey davranışlarına ahlâkî ve iradî yönden bakıldığı zaman, bunların değişmez ve sağlam prensiplere göre işleyişine karakter denir " Doğrusu, Kur'an'ın öngördüğü kişilikte de üzerinde durulan nokta, güdü ve yönsemelerin değer yargılarına uygun doyurulmasıdır
Değerler ve normlar göreli olduğuna göre, karakterler de göreli olup zaman içinde, gruptan gruba, toplumdan topluma değişebilir Meselâ İslâm öncesi Arap değer yargılarına göre cömertlik "gerçek asaletin bir kanıtı" olarak değerlendirilirdi Kur'an öğretisinde ise bu kavram yeniden tanımlanmıştır
A Kasapoğlu
|