Batıla Tabi Olanlar |
08-02-2012 | #1 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Batıla Tabi OlanlarAbdullah DÂİ “Onlar ki, inkâr ettiler ve Allah’ın yolundan alıkoydular, (işte Allah da) onların amellerini giderip boşa çıkarmıştır İman edip salih amellerde bulunan ve Muhammed’e indirilen (Kur’ân)a-ki o, Rabblerinden bir haktır-iman edenlerin (Allah), kötülüklerini örtüp bağışlamış, durumlarını düzeltip islah etmiştir İşte böyle Hiç şüphesiz, inkâr edenler, batıl olana uymuşlar ve hiç şüphesiz, iman edenler, Rabblerinden olan hakka uymuşlardır İşte Allah, insanlara kendi örneklerini böyle vererek gösteriyor” (47/Muhammed, 1-3) Böyle buyuruyor Rahmân, Rahîm ve din gününün sahibi Allah Azze ve Celle! Âlemlerin Rabbi Allah Teâlâ, O’nun indirdiği hakkı, yani hak nizam olan İslâm’ı Kitab’ı ve Sünneti’yle inkâr edip batıla uyanlar ile Allah’ı Rabb, İslam’ı din ve Rasulullah Muhammed (sav)’i önder kabul edip iman ederek hakka tabi olanların durumlarını beyan buyuruyor… İnsanlık tarihi boyunca böyle olmuştur Bir tarafta hak, diğer tarafta batıl… İman edenler Hakka tabi olmuş, inkâr edenlerse batıla… Hakk, hak olan Allah’dan gelendir, batıl ise, ilâhlaştırılan hevâdan ortaya çıkmıştır… Rabbimiz Allah şöyle buyurur : ‘‘De ki:‘Benimle sizin aranızda şahid olarak Allah yeter O, göklerde ve yerde olanı bilir Batıla inanan ve Allah’ı inkâr edenler ise, işte onlar, hüsrana uğrayanlardır’’ ( 29/Ankebut, 52) Batıla inananlar, Allah’ı inkâr edenlerdir Bunlardan, Allah’ın varlığını inkâr edenler olduğu gibi, Allah’ın varlığını kabul etmekle beraber O’ndan gelen hakkı inkâr edenler vardır Bunların dışında batılın saflarında yer alan bir başka tip vardır ki, hem Allah’ın varlığına inanır, hem de O’ndan gelen hakka inandığını iddia eder Bu tipler, batılın saflarında ve gerekli makamlarda yerlerini almış, batıl ile amel ederek, batılın hükümleriyle hükmetmektedirler Hak ile batılı birbirine karıştırmış, birkaç yüzlü bir konuma gelmişlerdir Allah’ın hükümlerini bir yana bırakıp, hiçbir “İkrâh-ı Mülcî” olmadan batılın hükümleriyle hükmedenler, bu hareketleriyle hakka yardımcı olduklarını da iddia etmektedirler İşte bunun için Rabbimiz Allah Teâlâ : “De ki: ‘Benimle sizin aranızda şahid olarak Allah yeter O, göklerde ve yerde olanı bilir” Buyurmaktadır İslâm zahire hükmeder Gizli olanı ancak Allah bilir ve hesabını O, sorar Zahirde batılın saflarında bulunup, hakkı yasaklayanların niyetini, hedefini ve gizlisini bilme imkânı olmadığı gibi, bilme mecburiyeti de yoktur Gerçekten haktan yana olanlar, hakkın saflarında yer almalı ve batılın batıl oluşunu haykırmalı, ona karşı durmalıdırlar “İşte böyle, çünkü Allah, hakkın tâ kendisidir O’nun dışında, onların taptıkları ise, şüphesiz batılın tâ kendisidir Gerçekten Allah, yücedir, büyüktür” (22/Hacc, 62) (bkz 31/Lokman, 30) Şeyhu’l-İslam Ebu’s-Suûd Efendi (rha), “İrşâdu’l-Aklu’s-Selim” adlı meşhur tefsirinde şunları beyan eder: “Allah’ın sonsuz kudret ve ilme sahib olması sabittir Çünkü şüphesiz Allah, zâtı için vâciptir Kendi nefsinde, sıfatlarında ve fiillerinde eşsizliği sabittir Zira O’nun vücudunun ve tekliğinin vâcib olması, bütün varlıkların başlangıcı olmasını ve her şeyi bilmesini gerektirmektedir Yahud Allah’ın, hakkın tâ kendisi olması, yeğâne ilâh olarak sabit olmasıdır Ve ancak her şeyi bilen ve her şeye muktedir olan Zât, ilâh olabilir O kâfirlerin taptıklarının batıl olması, haddi zâtında yok sayılması, Yahud ilâhlığın batıl olması demektir Allah, her şeyden daha yücedir, ortağı olmaktan münezzehtir ve en büyük sultandır” (1) “Çünkü Allah, hakkın tâ kendisidir” ayeti hakkında prof, Dr Vehbe Zuhaylî, tefsirinde şunları kaydeder: “Mükemmel kudret ve ilim şeklindeki bu vasıf ve ilâhî yardım Allah’ın, kendi nefsiyle değişmez, varlığı sadece kendisiyle kaim mutlak hak olması sebebiyledir Zira O’nun varlığının vâcib ve tek oluşu, O’nun dışında var olan her şeyin başlangıcının O olmasını, O’nun zâtını ve zâtının dışındakileri gayet iyi bilmesini gerekli kılar Yahud O, ilâhlığı sabit olandır Buna da, ancak her şeye kadir ve her şeyi bilen, tek olan layik olabilir” (2) “Allah, hakkın tâ kendisidir” Allah’a katıksız iman eden muvahhid mü’minler, Hakk’a iman etmiş ve hakk üzeredirler… “Hak, Rabbinden (gelen) dir Şu hâlde sakın şüpheye düşenlerden olma” (2/Bakara, 147) (bkz 3/Âl-i İmrân, 60) diye buyurur Âlemlerin Rabbi Allah Teâlâ! Ve yine buyurur Rabbimiz Allah: “De ki: ‘Ey insanlar, şüphesiz size Rabbinizden hak gelmiştir Kim hidayet bulursa, o, ancak kendi nefsi için hidayet bulmuştur Kim saparsa, o da, kendi aleyhine sapmıştır Ben, sizin üzerinizde bir vekil değilim” (10/Yunus, 108) “De ki: ‘Hak, Rabbinizdendir Artık dileyen iman etsin, dileyen inkâr etsin” (18/Kehf, 29) Âlemlerin Rabbi Allah Azze ve Celle, Hakk’ın tâ kendisidir ve Hakk, Allah’tan gelendir Yegane Rabbimiz Allah’tan gelen haktır O’nun dışında olanların hepsi batıldır Hakkın, Âlemlerin Rabbi Allah’tan geldiğine hiçbir şüphe yoktur Hak üzere olan İslam Milleti, hakkın, Rabbleri Allah’tan olduğundan dolayı asla şüphe etmezler İmam Taberî (rha), meşhur tefsirinde şunları söyler : “Burada hitab, her ne kadar Rasulullah (sas), hak hususunda şübheye düşmeyeceğine göre asıl maksad, O’nun ümmetinin dikkatini çekmektir Arapça’da, insanların önde gelenlerine hitab edilerek, onların arkasından gidenlerin kasdedildiği geçerli bir usûldür Ayeti-i kerimede bu usûl görülmektedir” (3) “Rabbleri Allah tarafından, “insanlara şahîd (ve örnek) olmaları için vasat ümmet kılınan” (2/Bakara, 143) ve “Allah’a iman edip iyiliği emreden ve kötülüklerden sakındıran insanlar için çıkarılan hayırlı bir ümmet’e (3/Âl-i İmrân, 110) hitaptır bu : “Hak, Rabbinden (gelen) dir Şu hâlde sakın şüpheye düşenlerden olma!” İmam Kurtubî (rha), her çağda geçerli olan şu hakikati gündeme getirmektedir: “De ki: ‘ Ey insanlar, şüphe yok ki size, Rabbinizden hak’ yani Kur’ân-ı Kerim, Rasulullah (sav) diye de açıklanmıştır, ‘gelmiştir Artık kim hidayet bulursa’ Muhammed (sav)’i tasdik edip getirdiklerine iman ederse, ‘O, ancak kendi faydasına olmak üzere’ yani, kendisini kurtarmak için ‘hidayete ermiş olur Kim saparsa’ Allah Rasulünü, Kur’ân’ı terk eder, put ve heykellere tabi olursa, ‘yalnız kendi zararına sapmış olur’ Yani, bunun vebali, yükü onun üzerinedir ‘Ben, başınıza bir bekçi de değilim’ Ben, sizin amellerinizi koruyan, tesbid eden bir kimse değilim Ben, sadece bir Rasulüm” (4) Müfessir imamlarımızın da apaçık beyan ettikleri hakikat: Hak, Allah’tan gelendir! Yani, hayat kitabımız ve yegâne düsturumuz Kur’ân-ı Kerim, Âlemlerin Rabbi Allah Azze ve Celle’den gelen, “kendisinden hiçbir şüphe olmayan, içinde hiçbir hatâ ve çelişki bulunmayan, muttakiler için hidayet rehberi olan” (2/Bakara, 2) hakkin tâ kendisidir Rasulullah (sav)’in Sünneti, hakkın tâ kendisi olup Rabbimiz Allah’tan gelen düstûrumuz Kur’ân-ı Kerim’in, Allah’ın muradı üzere anlaşılıp hayata uygulanışıdır Hak, Kur’ân ve Sünnet bütünleşmesinden oluşan yegâne hayat nizamı İslâm’dır! “Allah’ın katında din İslâmdır” (3/Âl-i İmrân, 19) ve “İslâm’dan başka inancı ve düzeni kabul edenlerden bu, asla kabul edilmeyecektir” (3/Âl-i İmrân, 85) Çünkü İslam hak, onun dışındaki bütün ideolojiler, doktrinler, felsefeler, siyasi, hukukî ve ekonomik düzenlerin hepsi batıldır, hem de batılın tâ kendisidir! Hangi çağda ve dünyanın neresinde olursa olsun, İslâm’ı kabul etmeyip reddeden, onu egemen oldukları ülkelerde yasaklayan, ona karşı soğuk veya sıcak savaş açan bütün tağuti düzenler, batılın tâ kendisi olup birer şirk düzenleridir İsimlerinin, hedeflerinin, program ve tüzüklerinin ayrı olmasının hiçbir değeri ve farkı yoktur Çünkü “Küfür, tek millettir”, birbirinden farkları olmaz Hepsi temelde şirke ve küfre dayalıdırlar İlkeleri ve hedefleri başka başkada olsa, hepsi bir tek şey üzere birleşmektedirler: Hak olan İslâm’ı kabul etmemek! Kendilerini, egemen oldukları ülkelerde dinin yerine koymak, inancı ve pratiğiyle insanlara kabul ettirmek, her batıl düzenin şeytanî oyunudur Kapitalizm, komünizm, faşizm, liberalizm, Sosyalizm, demokrasi, sekülerizm ve benzeri düzenlerin bütünü gayr-i İslâmî olup, İslâm’ı reddeden batıl düzenlerdir Hepsinin ortak özelliği: âlemlerin Rabbi Allah’tan gelen hakkı kabul etmemek, egemen oldukları ülkelerde Allah’ın hükümlerini yasaklamak ve Allah’ın hükümleriyle hükmetmek isteyenleri cezalandırmaktır Bunlar, yaratılış gayeleri yalnızca Allah’a ibadet etmek, yani Allah’ın hükümlerine göre hayatlarını düzenlemek olan insanları, Allah’ın hükmünden alıkoyup, ilâhlaştırdıkları hevâlarından ortaya koydukları hükümlere itaat ettirmektedirler Bu batıl düzenleri benimseyen, inanan ve onları ayakta tutup yaşatanların ortak karakterleri; yaşama hakkını İnsana vermek ve insanın insana rab, insanın insana kul olduğu batıl şirk düzenlerinde inâdla direnmektir Yegâne hak ve hayat nizamı İslâm Fıkhının değişmez “Fıkhi kaideler” den birisi şudur: “Bir şey batıl olunca, anın zımnindeki şey de batıl olur” (6) Elmalılı M Hamdi Yazır (rha), “Kavaid;-i Fıkhıyye”den olan bu maddeyi açıklarken şunları söyler : “(Batılı bağlı olan da batıl sayılır) Zımnen sabit olan şey, o zımnîliği, içerenin butlânında geçersiz, hükümsüz ve fâsid sayılmasından sonra artık bâkî kalmaz” (7) Doç Dr Mustafa Yıldırım ise, bu maddenin izahında şunları kaydeder : “Bir kısım söz ve sözleşmelerin kendileriyle kastedilen açık anlam ve hükümleri olmasının yanı sıra, onların altında yatan başka anlam ve hükümleri de bulunur ki bunlara, ‘zımnen sabit olan şeyler’ adı verilir Bunların geçerli olup olmaması, kastedilen ve açıkça anlaşılan anlamın geçerli olup olmamasına bağlıdır” (8) “Çünkü bir şey batıl olduğunda, onun hükmü altına giren şeylerde batıldır” diyor Hayrettin Tanrıverdi, bu fıkhî maddeyi açıklarken… (9) Bu değişmez fıkhî kaidemizden hareketle diyebiliriz ki, hak İslâm’dır ve İslâm’ın zımnındaki her şey haktır İslâm’ın dışındaki bütün ideolojiler ve düzenler batıldır, onların zımnındaki her şey de batıldır Batıl düzenlere bağlı olan, onların doğruluğuna inanıp kabul eden, onları ayakta tutan, yaşamalarına yardımcı olan bütün kurum ve kuruluşları batıldır Bu batıl ve tağutî düzenlerin, yaşama hakkını Allah’tan alıp insana veren, insanı rableştirip ilâhlaştırarak ona itaat ile kul olduğu, “Daru’n-Nedve” hükmündeki parlamentoları, vazgeçilmez unsurları olan siyasi partileri, dernekleri, kurum ve kuruşları, batıl olmanın zımnında oldukları için hepsi batıldır! Hiçbir muvahhid mü’min, batılın saflarında bulunamaz, yer alamaz! Bu batıl düzenlerde, insan, insana kul olmuş ve insan, insanın ilâhı haline gelmiştir Allah’ı bırakıp insana kul olanlar, Allah’ın kendilerine yasakladığını serbestleştiren ve Allah’ın kendilerine serbest kıldığını yasaklayan egemen tağutlara itaat etmek ile onları Allah’tan başka rabler edinmişlerdir…(10) İşgal altındaki İslâm topraklarında egemen tağutların şirk ve küfür eğitimiyle eğitilen, onların kültür anlayışı ile yetiştirilenler, bu apaçık hakikati anlamada çok zorlanmaktadırlar Rabbimiz Allah Teâlâ şöyle buyurur : “De ki: ‘Göklerde ve yerden sizlere rızık veren kimdir? Kulaklara ve gözler mâlik olan kimdir? Diriyi ölüden çıkaran ve ölüyü diriden çıkaran kimdir? Ve işleri evirip çevirin kimdir?’ Onlar ‘Allah’ diyeceklerdir Öyleyse de ki ‘Peki siz yine de korkup sakınmayacak mısınız?’ İşte bu, sizi gerçek Rabbiniz olan Allah’dır Öyleyse haktan sonra sapıklıktan başka ne var? Peki, nasıl hâlâ çevriliyorsunuz?” (10/Yunus, 31-32) “Allah, size kendi nefislerinizden eşler yarattı ve size, eşlerinizden çocuklar ve torunlar yarattı ve sizi güzel şeylerden rızıklandırdı Şimdi onlar batıla mı inanıyorlar ve Allah’ın nimetlerini inkâr mı ediyorlar?” (16/Nahl, 72) Egemen tağutlar tarafından işgal edilen İslâm topraklarında, sadece topraklar işgal edilmedi, sadece yeraltı ve yerüstü servetler sömürülmedi Beyinler, kalbler ve ruhlar işgal edildi, bununla beraber insanın kendisi sömürüldü Hem insanı sömürdüler, hem de emeğini… İnsanı sömürdüler, kendilerine kul yaparak… Emeğini sömürdüler, yaldızlı sözlerle elinden alarak… Kalbini ve beynini sömürdüler, inancını, hayata bakış açısını değiştirerek… Ruhunu sömürdüler, onu, kendisine yabancılaştırarak… Rabbimiz Allah şöyle buyurur : “Biz Rasulleri, müjde vericiler ve uyarıcılar olmak dışında (başka bir amaçla) göndermeyiz İnkâr edenler (kâfirler) ise, hakkı batıl ile geçersiz kılmak için mücadele ediyorlar Onlar, benim ayetlerimi ve uyardıklarını (azabı) alay konusu edindiler” (18/Kehf, 56) Âlemlerin Rabbi Allah Teâlâ, ilk insan, ilk peygamber ve ilk Medeniyet kurucusu Âdem (as)’dan, son Nebî ve son Rasul Rasulullah Muhammed (sav)’e kadar, bütün Nebî ve Rasul kullarını, insan kulları için birer hidayet rehberi olarak göndermiştir Onlar, Allah’ın kendilerine vahy ettiklerini insanlara tebliğ etmiş, onları hakka davet ederek, batıldan kurtarmaya gayret etmişlerdir… “Peygamberlerin varisleri olan muvahhid mü’min âlimler” de, yani Aziz İslâm Milleti’nin her ferdi aynı şekilde davranmalı, Önderi ve hayat örneği olan Rasulullah (sav)’in izinden ayrılmadan, batılda olan insanları, hakka davet etmeli, kendilerine Hakk’ın nizamı olan ve Rabbleri Allah’dan gelen İslâm’ı tebliğ etmeli, onları uyarıp hidayetlerine vesile olmalıdırlar Böyle inanıp davranmak, Rabbimiz Allah Azze ve Celle’nin bir emridir Şöyle buyuruyor Rabbimiz : “Ey iman edenler, adil şahidler olarak, Allah için, hakkı ayakta tutun Bir topluluğa olan kininiz, sizi adâletten alı koymasın Adâlet yapın O, takvaya daha yakındır Allah’dan korkup sakının Şüphesiz Allah, yapmakta olduklarınızdan haberi olandır” (5/Mâide, 8) Katıksız iman eden mü’min müslümanlar, hangi çağda ve dünyanın neresinde olurlarsa olsunlar kulluk vazifeleri : “Adil şahidler olarak, Allah için, hakkı ayakta tutmaktır” Batılı alçaltmak ve hakkı yüceltmek, muvahhid mü’minlerin vazgeçilmez görevidir Bu görevini idrak eden her şuurlu mü’min müslüman bilip iman etmiştir ki, ne olursa olsun sonunda batıl yok olup gider, hakk dimdik ayakta kalır… Bunun böyle olduğunu ve olacağını, her şeyi yaratan, her şeyden haberdar olan ve her şeyin sahibi Allah Teâlâ beyan buyurmaktadır : “Hayır, biz hakkı, batılın üstüne fırlatırız, o da, onun beynini darmadağın eder Bir de bakarsın ki o, yok olup gitmiştir (Allah’a karşı) nitelendire geldiklerinizden dolayı eyvahlar size” (21/Enbiya 18) ----------------------------------------------------------------------------- 1)Şeyh’ul-İslâm Ebu’s-Suûd Efendi, Ebussuûd Tefsiri, çev Ali Akın, İst 2007, C9, Sh 4151 Ayrıca bkz Konyalı Mehmet Vehbi, Büyük Kur’ân Tefsiri-Hülâsâtü’l-Beyân, İst TY C9, Sh 3574 4 Baskı 2)Prof Dr Vehbe Zuhaylî, Tefsiru’l-Münir, çev Hamdi Arslan, Vdğ İst 2003, C 9, Sh 236 3)Ebu Cafer Muhammed b Cerîr et-Taberî, Taberî Tefsiri, çev Hasan Karakaya-Kerim Aytekin, İst 1996, C1, Sh 368 Ayrıca bkz İmam Kurtubî, el- Câmiu li- -Ahkâmi’l-Kur’ân, çev MBeşir Eryarsoy, İst 1997, C2, Sh 388 bkz İmam Ebu’l Ferec Cemâluddin Abdurrahman Ali ibn Muhammed Cevzî, Zadü’l-Mesir Fiilmi’t-Tefsir, çev Doç Dr Abdulvehhab Öztürk, İst 2009, C1, Sh 387 4)İmam Kurtubî, Age C8, Sh 597 Ayrıca bkz İmam Ebu’l-Fereci ibnu’l-Cevzî, Age C3, Sh 71 6)Açıklamalı Mecelle-Mecelle-i Ahkâm-ı Adliyye, Hazırlayan: Ali Himmet Berki, İst 1990, Sh 23, Md52 7)Elmalılı M Hamdi Yazır, Alfabetik İslâm Hukuku ve Fıkıh Istılâhları Kamusu, Hazırlayan: Sıtkı Gülle, İst 1997, C3, Sh 135, Md 52’nin açıklaması 8) Doç Dr Mustafa yıldırım, Mecelle’nin Küllî kaideleri, İzmir, 2001, Sh 128, Md 52’nin izahı 9)Hayrettin Tanrıverdi, pratik İslâm Hukuku, Sivas, Ty sh 157, Md 52’nin izahında Not: Bu madde için verilen Fıkhî örnekler için bkz Ömer Nasuhi Bilmen, Hukuk-ı İslâmiyye ve İstılâhat-ı Fıkhiyye, İst Ty c1, sh 272, Md 52’nin izahı Hilmi Ergüney, İzahlı ve Mukayeseli Mecelle Küllî Kaideleri, İst 1965, Sh 79-80 Doç Dr Mustafa Yıldırım, Age Sh 128-129 10) Bkz Tevbe 9/31 Sünen-i Tirmizî, Kitabu Tefsiru’l-Kur’ân, B10, Hds3292 İbn Kesîr, Hadislerle Kur’ân-ı Kerim Tefsiri, çev Dr Bekir Karlığa- Dr Bedrettin Çetiner, İst 1985, C7, Sh 3456 İmam Ahmed b Hanbel’den et-Taberî, Age C4, Sh283 |
|