Geri Git   ForumSinsi - 2006 Yılından Beri > Forum İslam > İslami Yazılar & Hikayeler

Yeni Konu Gönder Yanıtla
 
Konu Araçları
ezan

Ezan

Eski 08-02-2012   #1
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Ezan




EZAN

Ahmed KALKAN

“Ezan”, sözlükte, duyurmak, bildirmek, ilan etmek, çağrıda bulunmak anlamına gelen bir masdardır Kavram olarak ezân; 5 vakit farz namazları ve Cuma namazının vaktinin geldiğini müslümanlara duyurmak için okunan özel ifadelere denir Ezân, müslümanlara ait, sözleri hadislerle kesinleşmiş, okunması dinî bir emir olan namaz çağrısıdır Ezân okuyana müezzin, ezân okunan yere de mi’zene denir (Bu kelime daha sonraları Türkçe’de minare şeklinde söylenmeye başlanmıştır)

Ezân, yalnızca namaz vaktinin, namaz için toplanma zamanının geldiğini ilan eden sözler değildir Bu özel ibâdet, mü’minleri Allah’a itaat etmeye, şuura, uyanıklığa, takvâya ve İslâmî dirilişe dâvettir Mü’minlerin gür bir sesle, yiğitçe Allah’ın adını yükseltmeleri, O’ndan başka ilâh, O’ndan başka Rab olmadığını, seslerinin ulaşabildiği her yere duyurmalarıdır Ezân, Muhammed (sas)’in son peygamber ve tek önder olduğunu, mü’minlerin Kıyâmete kadar O’nun izinde olduklarını, O’nun hayatını örnek aldıklarını bildirmek ve ilân etmektir

Ezân, baştan başa bir özgürlük bildirisidir Müslümanların, Allah’tan başka hiç bir güç tanımadıklarını, O’ndan başka hiç kimsenin önünde eğilmelerinin sözkonusu olmadığını bütün dünyaya duyurmalarıdır, ültimatomlarıdır Mü’minlerin İslâm’a bağlı olarak yaşama arzu ve isteklerini, ahid ve akitlerini, bu konudaki kararlılıklarını gösteren simgeleridir Müslümanlar ezân şuuruyla; tevhidi, Allah’ın hâkimiyetini tebliğ ederken, insanları sadece Allah'a kulluk ve ibâdete çağırırken, kendi özgürlük hedeflerini de dile getirirler Mü’minler, İslâm’ın hâkimiyeti, ibâdet ve müslümanca hayat özgürlüğü anlamına kavuşan gerçek ezânı, İslâm’ı hakkıyla yaşayabildikleri yerlerde ve zamanlarda okuyabilirler Müslümanların hâkim olmadığı yerlerde okunan ezânlar yalnızca bir namaz çağrısı ve sınırlı bir din hürriyetidir Böyle bir yerlerde İslâm’ın hedeflediği ezân şuurundan bahsedilemez

Namaz Peygamberimizin hicretinden önce Mekke’de farz olduğu ve mü’minler Mekke döneminde de namaz kıldıkları halde, ezan ile birbirlerini namaza çağıramıyorlar, ezan okuyarak namaz için bir araya gelip cemaat olamıyorlardı Ama ne zaman ki hicretten sonra Medine’de bir İslâm toplumu ve İslâm devleti kuruldu, İslâm egemen bir güç haline geldi; işte o zaman diğer İslâmî hükümler uygulanmaya başlandığı gibi, ezan okuma yükümlülüğü de başladı Şüphesiz bu durum, ezan olayı ile müslümanların hâkimiyeti arasındaki bağlantıyı gösterir Müslümanlar tarih boyunca fethettikleri beldelerde öncelikle ezan okumuşlardır Günümüzde laik rejimlerin ezana ses çıkarmaması, verdikleri küçük tâviz karşısında aldıkları büyük tâvizlerden dolayıdır Müslümanlara sus payı olmak üzere ezan okumalarına lütfen izin verirler, yakın tarihte ve yaşadığımız coğrafyalarda görüldüğü gibi, canları isteyince de ezanın aslını okumayı yasaklarlar


Ezanın Başka Dillerde Okunması: Müslümanların yaşadığı beldeleri ele geçiren işgalci müşrikler ile yerli bağîler (Hakktan ayrılanlar), genellikle uğramadıkları camiye, kılmadıkları namaza, kuşanmadıkları tesettüre ve uyup gereğini yapmadıkları ezana müdâhale etmekten geri durmamışlardır Canları istedikçe günümüzde de müdâhale edebilmektedirler Ya onun sesini kısmaya, ya da asıl fonksiyonunu icrâ edemeyecek hale sokmaya çalışırlar Etki alanını sınırlamak, başka dillerde okunmasını emredip yozlaştırmak isterler

Ezanın sözleri Arapçadır ve dünyanın her yerinde Kıyâmete kadar Arapça okunmaya devam edilecektir Çünkü onun sözleri bizzat Peygamberimiz tarafından tesbit edilmiş ve ümmete emânet bırakılmıştır Ezanın Arapça sözlerinden başka bir şekilde okunabileceğine hiç bir aklı başında İslâm âlimi fetvâ veremez Verenler olmuşsa veya böyleleri çıkacaksa, onlar âlim değil; kendilerine ekmek ve emir verenlerin sözcüleridir ve bunların değerlendirmeleri müslümanları bağlamaz Üstelik hiç bir dildeki ezan çevirileri, aslının etkisini, sözlerindeki derin anlamı, âhengi, haşmeti ve ürpertiyi ifade edemez Hangi dil “Allahü ekber” sözünü canlı, etkileyici, ürpertici, şuurlandırıcı, uyarıcı, ısındırıcı, kalplerin derinliğine işleyici bir şekilde anlatabilir? Hangi söz “eşhedü en lâ ilâhe illâllah (şehâdet ederim ki Allah’tan başka tanrı yoktur!)” bildirisini, iman ilânını, coşkusunu, bağlılığını, yüceliğini, yalancı tanrıları red edişteki kararlılığı dile getirebilir?

Bir semboller sistemi olan dil, onu konuşanların inançlarını, tercihlerini ve dünya görüşlerini; hayatı, tabiatı ve yaratıcıyı algılayış biçimlerini gösterir Arapça da antropolijik anlamda dillerden bir dildir ve kutsal değildir Ancak Allah (cc) Kur’an’ı bu dille gönderdi, Peygamberini bu dili konuşan bir kavimden seçti İslâm’ın gelişine kadar sıradan bir dil olan Arapça, Kur’an ile birlikte en zengin dillerden biri oldu Kur’anî vahiy, bu dile ait kelimelerin içini kendi değerleriyle, kendi dünya ve evren görüşüyle doldurdu Vahyin, içini doldurduğu bu kavramlar artık Arabça değil; Rab’çadır, İslâm’cadır Müslümanlar dinlerini bu kavramlarla öğrenirler, algılarlar ve hayatlarını bu kavramlarla İslâm istikametinde dönüştürürler

Ezanın başka bir dilde (özellikle Türkiye’de Türkçe olarak) devlet zoruyla okutulmaya çalışılması, Din’i protestanlaştırma amacından başka bir şey değildir Ezanın Arapça dışında bir dille okunmasını savunanlar; dikkat edilirse, ya tepeden inmeci jakobenler, ya da ulusçu düşünen yarım okumuşlar, aydın denilen karanlıklardır Bunların da Din’i daha iyi anlayıp, daha iyi uygulama diye bir kaygı taşımadıkları bilinen bir şeydir

Ezan, bir İslâm şiarıdır (sembolü ve sloganıdır) Bilindiği şibi şiarlar şuurları uyandırmak içindir Semboller, dış görünüşlerinden çok daha büyük anlam ve değer taşırlar İslâm’ın şiarlarına karşı mücâdele edenler aslında şuursuz nesiller yetiştirmek istiyorlar Çünkü şuursuz nesilleri kullanmak ve gütmek daha kolay olur

Ezan, yalnızca namaz için toplanma çağrısı değildir O, bir tevhid duyurusu, bir iman yenileme dâveti, bir birlik (vahdet) ilânıdır Müslümanları tek bir İlâh’a, tek bir öndere çağırmak sûretiyle onlara kurtuluşun (felâhın) yolunu göstermekir Şehâdet ilkesine sarılan mü’minler, tek yumruk, tek yürek halinde ve tek gâye uğruna İslâm ümmeti binasını meydana getirirler Ezan, aynı zamanda bir tebliğdir Mü’minleri Allah’a ibâdete dâvet ederken, gayri müslimleri Allah’a teslim olmaya çağrıdır Namaz, Allah’a kulluğun simgesidir Teslimiyetin, zikrin, boyun eğmenin, Allah’ı büyük tanımanın, duânın, niyazın, en Yüce Makamı tanımanın somutlaşmış halidir Namaz; İslâm’a teslimiyetin, müslüman olmanın göstergesidir Ezan, bu teslimiyeti yeniden hatırlatır, bununla mü’minlere şuur ve canlılık verir

Ezan, insanlara İslâm gerçeğini, ibâdetin yüceliğini, Allah yolunun doğruluğunu haber verir Ezan, mü’min yürekleri sevindirir, onların esir, aşağı, müstaz’af, sürünen, sünepe olmadıklarını; aziz olduklarını/olmaları gerektiğini ilân eder ve onları Allah’a ibâdetle en güzel hürriyetin tadını tatmaya dâvet eder Unutmamak gerekir ki ezan, yalnızca dinlenmez, aynı zamanda dinleyen müslümanlar tarafından okunur Kur’an okur gibi, tabiatın dilini, denizin bestesini, gülün kokuşunu okur gibi… Her bir müslüman duyduğu ezan sesinde, kendi benliğini bulur, parçası olduğu bütünü hatırlar, organı olduğu bedeni aklına getirir Ezanın sözlerinde imanını, umutlarını, kimliğini, aşkını ve varlığını hisseder

İlk Ezan: Rivâyete göre Medine’de ilk defa Abdullah bin Zeyd’in gördüğü rüya üzerine ezan okunmaya başlanmıştır Müslümanları namaza dâvet etmek üzere teklif edilen ‘çan çalma’, ‘ateş yakma’, ‘boru üfleme’ gibi şeyler Peygamberimiz tarafından kabul edilmedi

Alıntı Yaparak Cevapla

Ezan

Eski 08-02-2012   #2
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Ezan




Çünkü İslâm bâtıl dinlere ait ibâdetleri ve onlara ait şiarları kabul etmez Abdullah bin Zeyd, o gece gördüğü rüyayı ve rüyada kendisine söylenilen sözleri Peygamberimiz’e anlattı Aynı rüyayı Hz Ömer de görmüştü Bunun üzerine Peygamberimiz Abdullah’a, “rüyada öğrendiğini Bilâl’a öğret, okusun Çünkü onun sesi daha gürdür” buyurdu Böylece bugünkü haliyle ezan, dinî bir görev olarak meşrulaştı (Müslim, Salât 1, hadis no: 377, 1/285; Ebû Dâvud, Salât 27-28, hadis no: 499, 505-507, 512, 1/135, 138-139, 141; İbn Mâce, Ezan 1, hadis no: 706-709, 1/232,233; Buhârî, Ezan 1, 1/157; Tirmizî, Salât 139, hadis no: 190, 1/362; Nesâî, Ezan 1, 2/3)

Ezandan sonra “ezan duâsı”nı okumak Peygamberimiz’in emridir (Müslim, Salât 11, hadis no: 384, 1/288; Ebû Dâvud, Salât 36, hadis no: 523, 1/144; İbn Mâce, Ezan 4, hadsi no: 722, 1/239; Buhârî, Ezan 8, 1/159; Tirmizî, Salât 157, hadis no: 211, 1/413; Nesâî, Ezan 38, 2/22)

Farz namazlardan önce ayrıca okunan ezana kaamet (ikaameh) denir Ezan, farz namazlar ve cuma namazı için okunduğu gibi; mü’minler, doğan çocuklarının sağ kulağına ezan, sol kulağına kaamet okurlar Bu ibâdet çocuğun İslâm fıtratına uygun bir amel ve ileride bu fıtratı koruması hususunda bir duâdır Ezan, vâcip derecesinde sünnet-i müekkededir (12) İnsan doğar doğmaz ezanla, tekbirle hayata adım atar Ölürken de ezanla, tekbirle musalâya konur, namazı kılınır Önemli olan bu ikisi arasındaki hayatı ezan ve tekbir mesajı ve gerekleriyle geçirmektir

Ezan, tekbire, salât ve felâha çağrı olduğu gibi, aynı zamanda bir tebliğdir Allah'ın hâkimiyetini bütün dünyaya ilân eden bir özgürlük mesajıdır; bir devrim çağrısıdır O yüzden ezanla dirilen, namazla şeytana karşı zafer kazanan tevhid eri, kulu kula kulluktan kurtaracak bu mesajı topluma yaymaya, sesini ulaştırabildiği tüm yerlerde Hakkı hâkim kılma mücâdelesine ve tevhid ve vahiy ekseninde toplum projesi sunup kişisel, sosyal, siyasal değişim ve dönüşüm için hakkı haykırmış olur Bulduğu doğruyu ve güzeli, kurtuluş ve huzuru başkalarıyla paylaşmak için “buldum, buldum!” demiş ve bulduğunu bulamayanlara da sunmuş olur

"Namaz için ezan okunduğu zaman, şeytan oradan sesli sesli yellenerek uzaklaşır, ezanı duyamayacağı yere kadar kaçar Ezan bitince geri gelir İkamete başlanınca yine uzaklaşır, ikamet bitince geri dönüp kişi ile kalbinin arasına girer ve "şunu hatırla" , "bunu düşün" diye insanın aklında daha önce hiç olmayan şeylerle vesvese verir Öyle ki (buna kapılan) kişi kaç rekât kıldığını bilemeyecek hale gelir" (Buhârî, Ezan 4, Amel fi's-Salât 18, Sehv 6; Müslim, Salât 19, Mesâcid 89; Ebû Dâvud, Salât 31; Nesâî, Ezan 30; Muvattâ, Nidâ 6; Kütüb-i SitteTercümesi, 8/ 320)

Rasûlüllah, bu hadisinde, insî ve cinnî şeytanların ezandan duyduğu rahatsızlığı beliğ bir üslupla dile getirmektedir Ezandan rahatsız olanların tercih edecekleri alternatif meşguliyet ve sesleri, Rasülüllah'ın yellenme sesine benzetmesi de dikkat çekicidir

Akla şöyle bir soru gelebilir (veya gelmelidir): Kur'an'a başlarken, namaz kılarken, bizden uzaklaşmayan şeytan, namaz kadar önemi büyük ve terkedilmesi câiz olmayan bir ibâdet olmadığı halde, ezandan niye kaçar? Cevabı, ezanın mesajında ve sosyalitesindedir Namaz, ferdî bir ibâdettir Namazla kişi, sadece kendisini ateşten kurtaracaktır Ezan ise, tebliğdir, dâvettir, başkalarının kurtuluşunu istemektir Mesaj sunmaktır, hakkı haykırmaktır ezan Peki, her tebliğ, her mesaj şeytanı kaçırır mı? Vâizlere de, vaazlara da şeytan yaklaşamaz mı?

Cevap, ezandaki ifadelerdedir Ezanda nelerin tebliği yapılmaktadır? Dinin temel esasları, Allah'ın en büyük olduğu, O'ndan başka ilâh olmadığı Başka? Kurtulmak için namaz kılmanın şart olduğu, Önder ve kılavuzun kim olduğu Tüm insanların bu esaslara ve namaza dâvet edilmesidir ezan Net, pazarlıksız, kesin bir ifadeyle tabliğdir ezan, çünkü şâhidlik yapılmaktadır Ve güzel bir üslûp ve sesle insanlara çağrıdır ezan Peki, bugünkü ezanlar, şeytanı gerçekten kaçırıyor mu? Cevap yine ezan ifadesinde Ezana, "ezan-ı Muhammedî" denir Anlamı, Muhammed (sas)’e ait çağrı, Muhammedî üslûpla ilân Demek ki, sünnete uygun bir usûl ve metodla tevhidî mesajın ister minareden, ister başka yerden insanlara sunulması, şeytanları bizden uzaklaştıracaktır İnsan ve cin şeytanlarını, korkudan yellene yellene kaçırmak isteyenlere duyrulur

Peygamberimiz döneminde Cuma namazları için, farzdan hemen önce okunan tek bir ezan vardı Dışarıda ayrı bir ezan okunmazdı Cuma namazı için iki ezan okunmasına Emevîler döneminde başlandı Bu bid'at, Türkiye'nin bütün câmilerinde hâlâ devam ettirilmektedir Ezanların insan sesiyle okunması da sünnetin gereklerindendir

Ezan Yasağı; Allahu Ekber’den Tanrı Uludur’a: Ezan, 1932 yılında devlet baskısı ve zorlamasıyla sadece Türkçe tercümesiyle okunmuştur Türkiye'deki tüm ninâreler, tam 18 sene boyunca "Allahu Ekber!" sadâlarına hasret kalmıştır Bu Türkçe ezan (!) şu şekilde okunmaktaydı:

"Tanrı uludur, Tanrı uludur;
Tanrı uludur, Tanrı uludur!
Şüphesiz bilirim, bildiririm:
Tanrı'dan başka yoktur tapacak
Tanrı'nın elçisidir Muhammed
Haydin namaza! Haydin felâha!
Tanrı uludur, Tanrı uludur!
Tanrı'dan başka yoktur tapacak!"

Arapça aslıyla okuma yasağı 16 Haziran 1950 tarihine kadar sürmüştür Ezanın tekrar aslî lisanıyla okunmaya başlamasından ordu rahatsız olmuş, kışlalarda kıpırdanmalar başlamış; bu uygulamayı tekrar hayata geçirenler on sene sonra bu suçlarının (!) cezasını idam sehpalarında ödemişlerdi Bu uygulama, "laik" olduğu iddia edilen rejimin dine ne kadar müdâhale ettiğini göstermesi açısından hayli önemlidir Ezanı Arapça aslıyla okumayı göze alan bazı müezzinlerin bu büyük suçu(!) işlediklerinden dolayı fecî zulümlerle cezalandırıldığını biliyoruz

Artık o devirler bir daha geri gelmez; ezan düşmanı yöneticiler tarihe karıştı, insanımız şuurlandı mı? Hadi canım sen de! Şimdi ihtilâller de devrimler de, tahrifler de postmodern tarzda yapılıyor Ezanlara da artık sınırlamalar getiriliyor, müezzinler susturuluyor, minarelerin göstermelik sembol özelliğinden başka fonksiyonu kalmıyor Kısa bir zaman sonra bütün Türkiye câmilerinde uygulanacağı açıklanan ve şimdi bazı şehirlerde tatbik edilen şekilde, bir ilçe veya şehirdeki tüm câmi minârelerinden canlı okunan ezanların yerine, tek bir yerden okunup kablo ile diğer minarelere gönderilen sanal ezanlar devreye girmek üzere



Alıntı Yaparak Cevapla

Ezan

Eski 08-02-2012   #3
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Ezan




Mescid-i Haram, Mescid-i Aksâ, Mescid-i Nebevî ve de Ayasofya


Ahmed KALKAN
Mescid-i Harâm: Kur'an'ın bildirdiğine göre "insanlar için inşâ edilen ilk beyt (mâbed)" Kâ'be'dir (3/Âl-i İmrân, 96) Rivâyete göre onun ilk bânîsi Hz Âdem'dir Ebû Zerr'in sorduğu sorular üzerine Hz Peygamber, yeryüzünde ilk mescidin Mescid-i Harâm, ikincisinin ise Mescid-i Aksâ olduğunu açıklamıştır (Buhârî, Enbiyâ 49; Müslim, Mesâcid 1-2) Aynı hadiste aralarının zaman olarak kırk yıl olduğunun belirtilmesi, (kırk sayısının çokluk ve uzaklık bildiren mecaz anlamı kastedilmediyse) Hz İbrâhim ve Hz Süleyman'ın eski temelleri üzerine bunları yenilediklerini göstermektedir Bu mescidlere "beyt" denilmiş, Kâbe için "el-Beyt" (2/Bakara, 125, 127, 158; 3/Al-i İmrân, 96, 97), "Beytü'l-Harâm" (5/Mâide, 2, 97), "Beytü'l-Atîk" (22/Hacc, 29, 33) ifadeleri kullanılmıştır Tarihî bulgulara göre Mekke, Mescid-i Harâm'dan dolayı, eskiçağlardan beri mescidin yeri olarak bilinmekteydi

"Şu mescidimdeki namaz efdaldir" (Bir başka rivâyette:) "Bu mescidimdeki bir namaz, Mescid-i Harâm hâriç bütün mescidlerde kılınan bin namazdan daha hayırlıdır" (Buhârî, Fazlu's-Salât 1; Müslim, Hacc 505; Tirmizî, Salât 243; Nesâî, Mesâcid 7; Muvattâ, Kıble 9)

İslâm’a göre üç mescid yücedir Bunlara özel ziyaret yapmak helâldir: Mescid-i Haram, Mescid-i Aksa ve Mescid-i Nebevî (Müslim, Hacc 74, hadis no: 1338, c 2, s 975; Buhârî, Salâtu Mescid-i Mekke 1, 6, 2/76,77, Savm 67, 2/56; Ebû Dâvud, Menâsik hadis no: 2033, 2/216; Tirmizî, Salât 243, hadis no: 326, 2/148) Mescid-i Haram, yeryüzündeki mescidlerin en faziletlisidir Burada kılınan bir namazın, başka mescidlerde kılınan yüz bin namazdan daha efdal olduğu rivâyet edilmiştir “Mescidimde kılınan bir namaz, Mescid-i Haram hâriç, başka mescidlerde kılınan bin namazdan efdaldir Mescid-i Haram’da kılınan bir namaz da diğer mescidlerde kılınan yüz bin namazdan efdaldir(İbn Mâce, hadis no: 1406) Fazilet bakımından Mescid-i Haram’dan sonra, Mescid-i Nebevî ve ondan sonra da Mescid-i Aksâ gelir

Mescid-Haram, Mekke’de Kâbe’nin bulunduğu alandaki câminin adıdır Hürmet ve saygı gösterilmesi gereken mescid anlamında, “hurmetli mescid” demek olan “el-Mescidu’l-Haram” ismi verilmiştir Bütün müslümanların kıblesidir Buraya Harem-i Şerif de denilir Açık bir alan üzerinde bulunan Kâbe, Makam-ı İbrâhim ve zemzem kuyusu, bu mescidin içindedir Çevre duvarları 547 metredir Bu dört duvarında 9 kapı ve çevresinde 92 kubbe ve 7 minâre vardır

“Mescid-i Haram” Kur’ân-ı Kerim’de 15 yerde zikredilir Asr-ı Saâdet’in ilk yıllarında namazlarda kıble Kudüs’teki Mescid-i Aksâ iken, hicretten sonra 16 ayda, kıble Mekke’deki Mescid-i Haram’a çevrilmiştir (Bkz 2/Bakara, 249-250; 144) Saldırı olmayınca, çevresinde savaş yapılması yasaklanmıştır “Mescid-i Haram’ın yanında onlar, sizinle savaşmadıkça siz de onlarla savaşmayın Eğer orada sizinle savaşırlarsa onları öldürün İşte kâfirlerin cezası böyledir(2/Bakara, 191)

Mescid-i Haram, Emevîler, Abbâsîler, Osmanlılar ve Suudlular zamanında çeşitli tamirler görmüş ve değişikliklere uğramıştır Şimdiki haliyle Kâbe’ye yakın olan kısmın üzeri açık, dış kısımların üzeri kapalıdır

Peygamberimiz, 7 yerin mescid edinilmesini yasaklamıştır Bunlar: zibillik-çöplük, mezarlık, yol kavşakları, güzergâhlar, hamamlar, hayvan ağılları ve Kâbe'nin üstüdür (İbn Mâce, Mesâcid 4) Bu gün Suud yönetiminin, Kâbe'nin tepesine diktiği görkemli krallık sarayı, Beytullah'ı ayak altına alırcasına tepeden bakan yapısıyla Mescid-i Harâm'a büyük saygısızlık olduğu gibi; eğer kral ve çevresindekiler namaz kılıyorlarsa, hadis-i şerif gereği buradaki namazların da geçerli olmayacağını belirtmek gerekir

Mescid-i Nebevî: Rasûlullah (sas)’ın Medine’ye hicretinden hemen sonra ashâbıyla birlikte binâ ettiği mescid Bu mescide, Mescid-i Nebî, Mescid-i Rasûl, Mescid-i Şerif, Mescid-i Saâdet de denilir Bilindiği gibi, devesiyle Medine’ye giren Rasûlullah: “Bırakın deve serbestçe yürüsün” demiş, onun durduğu yerde ikamet edip mescid yapacağını belirtmişti Deve, iki yetim kardeşe ait boş bir arsaya çöktü Rasûlullah’ın devesinin çöktüğü bu arsa sahipleri olan Neccaroğullarından Sehl ve Süheyl hîbe etmek için ısrar ettilerse de Hz Peygamber bunu kabul etmedi ve on dinar karşılığında burayı satın aldı Etrafı çevrili olan bu arsanın hemen bitişiğinde, câhiliyye insanlarının gömülü bulunduğu bir mezarlık vardı Rasûlullah bu mezarlığın kaldırılması istedi Böylece mescidin inşâ edileceği arsa genişletilmiş oldu Ayrıca burada bulunan su birikintisi de yok edildi (Nesâî, Mesâcid 12) Ensar ve muhâcirden gönüllü kimselerin katılımıyla inşâ edilen bu mescid için Rasûlullah, organize etmek, planlarını yapmak, kıble duvarının tesbit ve inşâsı ve bir işçi gibi taş ve kerpiç taşımak şeklinde bizzat katılmıştır

Mescidde namaz kılınan yerin üzeri açıktı Ancak, mescidin ortasında, hurma ağacından yapılan direkler üzerinde, hurma dal ve yapraklarından bir gölgelik yapılmıştı Mescidin doğu tarafında duvara bitişik olarak Rusûlullah (sas)’ın hanımları için odalar inşâ edilmişti Yine bu mescide bitişik olarak, gündüzleri bir eğitim-öğretim yeri, geceleri ise evsiz kimseler ve misafirlerin barınması için “Suffe” denilen üzeri kapalı bir bölüm eklenmişti Medine’de inşâ edilen bu mescid, aynı zamanda, kurulan İslâm devletine ait bütün faâliyetlerin yürütüldüğü bir merkez niteliğinde idi (Nesâî, Mesâcid 20) Birçok kez genişletilen mescid, bazen yeniden inşâ edilmiş, minâreler eklenmiştir

Mescid-i Nebî’de kılınan namaz, diğer mescidlerde kılınan namazlardan çok daha faziletlidir Hadis rivâyetinde buradaki namaz, başka mescidlerde kılınan bin rekât namazdan daha hayırlı ve faziletli (Ahmed Bin Hanbel, I/16, 184; Nesâî, Mesâcid 4) olduğu ifade edilmiştir Bunun içindir ki, hac farîzasını îfa etmek için bu topraklara giden müslümanlar, bir müddet (bu müddet, genellikle 40 vakit peşpeşe namaz kılmak için 8 tam gündür) Medine’de kalarak Peygamber Mescidinde ibâdet etmenin güzelliklerinden faydalanmaya çalışırlar


Mescid-i Aksâ:Kudüs’te eski Süleyman (as) mâbedinin bulunduğu yerde inşâ edilmiş olan câmiye Mescid-i Aksâ denilir “Aksâ”, en uzak anlamına gelir Kur’an-ı Kerim’de isrâ olayıyla ilgili olarak bu mescidden bahsedilir “Kulunu (Muhammed’i), gece vakti, âyetlerimizden bazılarını göstermek için Mescid-i Haram’dan, çevresini mübârek kıldığımız Mescid-i Aksâ’ya götüren Allah, noksan sıfatlardan münezzehtir O her şeyi işitir ve görür(17/İsrâ, 1)

Mescid-i Aksâ’ya “İliya” veya günahlardan temizlenme yeri anlamında “Beytü’l-Makdis, yahut Beyt-i Mukaddes adı da verilmiştir Mescid-i Aksâ’ya “en uzak mescid” anlamındaki bu ismin verilmesi, Mekke’deki Mescid-i Haram’a yaya yürüyüşü ile bir aylık mesafede bulunması yüzündendir Hz Peygamber, mirac gecesinde; “Burak’a bindim, Beytu’l-Makdis’e gittim”

Mescid-i Aksâ, hicretin 16 ayına kadar müslümanların kıblesi idi Hz Ömer devrinde Kudüs fethedilince, oraya giden halîfe gece vakti Beytü’l-Makdis’e girdi ve bütün gece orada namaz kıldı Sabah olunca ezan okutarak cemaatle namaz kıldı Beytü’l-Makdis’in mukaddes hâtırasına bir mescid yaptırdı Bu yapıya Mescid-i Ömer denilir ve asıl Mescid-i Aksâ burasıdır Mescid-i Aksâ diye ziyaret edilen büyük câmi, Kubbetü’s-Sahrâ diye isim alır Dört yandan merdivenlerle çıkılan geniş bir seddin ortasında, sekiz köşeli ve yüksek kubbeli bir binadır Kubbetü’s-Sahrâ’nın bir ziyâret yeri olmasına karşılık, Mescid-i Aksâ, bunun bir ibâdethanesini teşkil eder

Alıntı Yaparak Cevapla

Ezan

Eski 08-02-2012   #4
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Ezan




Mescid-i Aksâ deyince; İslâm kaynaklarında Kubbetü’s-Sahrâ, mezar, türbe, tekke ve sebil gibi dinî amaçlarla yapılmış yapıları içine alan yaklaşık 150 dönüm kadar bir arazi üzerine serpilmiş binalar topluluğu anlaşılır Dar anlamda Mescid-i Aksâ deyince, Kubbetü’s-Sahrâ’dan uzakta olmayan ve Abdülmelik tarafından inşâ edilmiş bulunan câmi kast edilir

Süleyman Ateş'in Alfred Guillaume'in makalesinden yola çıkarak Mescid-i Aksâ ile ilgili iddiası hayli farklıdır: Mescid-i Aksâ ne Kudüs'teki Süleyman mâbedi, ne de gökte bir mâbeddir Hz Peygamber'in zaman zaman gidip namaz kıldığı, Ci'râne Vâdisinde bir namazgâhtır Ci'râne Vâdisinin Arafat yakınında bulunan kıyısında, bir Kureyşli tarafından yapılan mescide Mescid-i Ednâ (yakın mescid), Hz Peygamber'in namaz kılıp ihrâma girdiği namazgâhına da Mescid-i Aksâ (uzak mescid) denmiştir Dolayısıyla, isrâ olayının olağanüstü bir durumu yoktur, bedensel bir yürümedir; mîrac da ona göre ruhsal bir yükselme ve müşâhededir (S Ateş, Kur'an Ansiklopedisi, c 13, s 272)

En Fazileti Üç Mescid ve Bugünkü Konumları: Yeryüzünde namaz kılmak ve ziyaret etmek maksadıyla yolculuğa çıkılabilecek üç mescid vardır “Üç mescidden başka bir yere (ibâdet ve ziyâret etmek için) özel olarak yolculuk yapılmaz; Mescid-i Haram, Mescid-i Aksâ ve Benim mescidim(Buhârî, Fedâilu’s-Salât -Salâtu Mescid-i Mekke- 1, 6, Savm 67; Müslim, Hacc 74; Ebû Dâvud, Menâsik hadis no: 2033; Tirmizî, Salât 243, hadis no: 326)
Bu üç mescidin üstünlükleri, onların peygamberler eliyle kurulmalarından gelmektedir Mescid-i Haram, yani Kâbe, bütün varlıkların kıblesi, Mescid-i Nebevî, takvâ üzerine kurulan Son Peygamber'in mâbedi, Mescid-i Aksâ da eski Peygamberlerin kıblesi, müslümanların da ilk kıblesidir

Bu Üç Mescid, Günümüzde Müslümanların Esâretini Haykırıyor! Ne yazık ki, en faziletli bu üç mescid de farklı şekillerde hür değil İslâm ümmetinin malı ve kutsal değeri olan Mescid-i Harâm ve Mescid-i Nebevî bir kral ailesinin keyfî yönetimindedir Mescid-i Aksâ’nın bulunduğu, Kur’an’da mübarek kılındığı bildirilen bölgede yer alan Kudüs ise siyonist kâfirler tarafından işgal edildi Bu işgalle beraber Mescid-i Aksâ ve onun yanında bulunan diğer İslâm mirası siyonist tehdidi altındadır Diğer mescidlerin birçoğu da İslâm dışı siyasî anlayışların kontrolündedir


Mü’minlerin kalbi Allah’ın evidir Câmiler de Allah’ın evidir Her müslüman, kalbinde Allah’ın evini taşır Câmiler, kentin içindeki rûhânî merkezlerdir; dünyanın rûhâniyeti ise Kâbe’de odaklaşır O Beytullah’tır Önce, Mekke’yi mi kaybettik; yoksa kalplerimizi mi? Mekke, kalplerimizde imanî zaafımızın karanlığında mı kayboldu?

Herhalde önce kalplerimizdeki imanı kaybettik Sonra mâbedlerimizi, câmilerimizi ve Mekke, bütün bunların toplamı olarak tıpkı câmilerimiz gibi fonksiyonunu kaybetti Mahkûm hale geldi Kalplerimiz, câmilerimiz ne halde ise Kâbe de o halde Mekke, bizim aynamızdır; biz de Mekke’nin Mekke, haksızlıklara, zulme ve sömürüye karşı bir kıyam yeri olması gerekirken (5/Mâide, 97), bir meskenet yuvasına döndürülmek, bir emin belde olması gerekirken kan ve gözyaşının yurdu haline getirilmek isteniyor!

Fâiz haramdır Ve Mekke’de haccedebilmek için hür olmamız gerekli Gerçekten müslümanlar bugünkü dünyada hür müdürler ve hacca gitmek için ödedikleri fâizin hesabını nasıl verecekler? İlk kıblemiz Kudüs’ün işgaline bile son verecek irâdeyi ortaya koyamayan bir Haccın temsil ettiği rûhânî atmosferin kemâlâtından ciddi olarak şüphe etmek gerekir Haccın normal şartlarda rükûnları bellidir İslâm’ın genel ilke ve prensipleri ışığında Haccı değerlendirdiğimizde birçok boşluklar bulunduğu görülecektir:

Bugün en basitinden kendisine hac farz olan birinin haccedebilmesi için Suudi polisinin o kişi hakkında iyi not vermesi gerekir Sakalınızın tipi, ya da nereden geldiğiniz, fikrî ve siyasî kanaatleriniz sizin haccetmenize engel teşkil edebilir Allah indinde kusur olmasa da Suudi kralının memurları indinde suçsa yine de haccedemezsiniz Onlar bizden olduklarını söyleyen ulu’l-emirler olarak, biz kabul etmesek bile üzerimizde hüküm sahibi olduklarını sanmaktadırlar

Mekke de en az câmilerimiz kadar ruhundan soyutlanmıştır Günümüzde hac, işin ilâhî ve istişârî yönü bir kenara bırakılıp sadece bir törene dönüştürülmüştür Haccın anlam ve hikmeti bir kenara itilmiştir Suud kralları sözde hâdimlikten bahsetseler de, vize uygulamaları ile, doğrudan doğruya mukaddes topraklar üzerinde egemenlik/hâkimiyet haklarını kullanmaktadırlar Bu uygulama, Suudi krallığına mânevî bir meşrûiyet bandrolü olarak kullanılmak istenmektedir Oysa bugün bunun mümkün olmadığını Suudi kralı dışında hemen herkes bilmektedir

Kutsal yerler sorununun âcil olarak çözümü gereklidir; Kâbe, Mescid-i Aksâ ve câmilerimiz Buraların uluslar arası statüsünün teminat altına alınması gerekir Bu da ancak uluslar arası planda İslâmî bir velâyet sistemi ve temsilî şûrâ ile mümkün olabilir (14)

Müslümanların ibâdet edecekleri yere, bin bir güçlükle gitmesi, pasaport ve vize zorluklarına muhatap olması, harç ve toprakbastı gibi haraçlar alınması belirli yaştan sonra veya kota olarak belirlenen sayıdan fazla olan, daha önceden bu görevi yapmış olan müslümanlara hac ibâdeti için müsaade edilmemesi, sadece uçakla ve lütfen izin verilmesi, hac paralarının aylar önce toplanarak bankaya faize yatırılması, hac organizesinin laik bir devlet kurumu olan Diyanet Vakfı’nın dışında yapılamaması, hac masraflarının en az iki misli fazla alınarak, hacıların sırtından bazı şahıs ve kurumların hortumculuk yapması müslümanlarca kabul edilemez, din özgürlüğüyle bağdaşamaz “Allah, Kâbe’yi, o Beyt-i Haramı (saygıya lâyık evi) insanlar için kıyâm (yeri) kıldı(5/Mâide, 97) Buna rağmen, bırakın kâfirlere karşı kıyamı ve bunun için hac zamanında her ülkeden gelen müslümanlarla istişâre ve strateji planlarını, Amerika ve İsrail’i kınayan bir yürüyüş ve sloganı bile silâhla durduran bir rejim, insanlara siyasî bir mesaj, İslâm’ın hayata hâkim olması doğrultusunda Mescid-i Haram’ın uygun bir yerinde 15-20 kişiden oluşan bir cemaate bile sesli bir şey anlattırmayan, vaaz ve nasihate müsâade etmeyen yaklaşım, işgal zihniyeti değil de nedir? Müslüman halk, o yüzden o ülke rejimine Suudi Amerika demektedir İnsanlar için toplantı ve güven yeri kılınan Allah’ın evi (2/Bakara, 125); savaşmanın, kan dökmenin yasaklandığı emin yer (2/Bakara, 191); küfrün ve şirkin her çeşidine ve Allah’ın hâkimiyetini tanımayanlara karşı insanlar için bir kıyam merkezi kılınan Kâbe (5/Mâide, 97), bugün ne kadar güven ve emniyet yeridir, toplantı ve kıyam yeridir?

Kral, Kâbe’ye kuşbakışı bakacak şekilde Beytullah’tan yüksek saray inşâ edemez Mescid-i Haram’ın kapısına “Önce Allah, sonra vatan, sonra kral” yazdıramaz Bu, Allah’la beraber başka şeyleri de bir araya getiren bir tür teslis (üçleme)dir Hiçbir mescidde Allah’la beraber başka çağrılar yapılamaz (72/Cinn, 18) Kâfirlerle bile zorunlu haller dışında savaş yapılamayan emin beldede Amerika ve İsrâil’i protesto eden hacılara ateş açmaktan ve onlarca hacıyı öldürmekten çekinmeyen zihniyet kabullenilemez Mekke, özel konumundan dolayı, herhangi bir devletin ulusal egemenliği içinde herhangi bir şehir olarak değerlendirilemez Orası, bütün dünya müslümanlarının ortak şehri ve malıdır Orada tek bir devletin bayrağı dalgalandırılamaz; bir rejimin özel kanunlarına tâbi tutulamaz Herhangi bir mescid ve ibâdet yerini îmar eden, hatta kendi arsasına, tümüyle şahsî bütçesinden inşâ ettiren bir kimse bile, o yeri şahsî malı gibi kullanamaz, bazılarını o mescide kabul etmeme hakkına sahip değildir (2/Bakara, 114)

Tüm müslümanların ibâdet edecekleri bir yerde, bir kimsenin sahiplik iddiası geçersizdir Mekke ve hac organizasyonunun, Mekke ve Medine yönetiminin müslümanlardan oluşacak uluslar arası bir kurulun denetimine ve idaresine verilmesi İslâm’ın ve müslümanların hakkıdır



Alıntı Yaparak Cevapla

Ezan

Eski 08-02-2012   #5
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Ezan




İslâm Konferansı veya başka bir teşkilâtın bünyesinde teşekkül edecek bir kurul, her sene hac organizasyonunu üstlenir ve bunu uygular Her ülkenin çıkardığı hacı adayı sayısına göre kurulda temsil edilecek delegeler hac boyunca sağlanan döviz gelirlerini de organizasyon masrafları olarak kullanabilirler; artan miktarı da o bölgelerin temizlik, nizam ve intizamına, onarımına harcarlar


Mescid-i Aksâ’nın yürekleri yakan durumu, mü’minlerin boy aynası, boy ölçüleri için gösterge Hıristiyanlık, yahûdilik ve İslâmiyet açısından da kutsal bir kent, etrafı mübarek kılınan belde (17/İsrâ, 1) Oraya hâkim olan, dünyaya hâkim olmuştur denebilecek bir simge ve psikososyal moral ve güç kaynağı

Günümüzdeki durumu belirtmeye gerek var mı bilmiyorum; Fesad, katliam, vahşet, dehşet Siyonizm ve emperyalizm, sadece Kudüs’ümüzü değil; İslâm âlemini işgal altında tutuyor Kudüs’ün, Mescid-i Aksâ’mızın işgalden kurtulması için çalışmak, tüm gayretimizi seferber etmek, cihad etmek farz-ı ayın

Kıblelerimize Yönelerek Kıyam: Rasûlullah (sas) ve ilk müslümanlar Mescid-i Aksâ’yı vahiy gereği ilk kıble kabul ettiler; oraya yönelerek Rablerine kulluklarını yerine getirdiler ilk önce Biz de önce oraya yönelmeli, sonra Kâbe’ye teveccüh etmeliyiz, tefekkür ve görev bilinciyle Hem namazdaki “kıyam”ı, hem de namaz gibi ibâdet ve farz olan küfre başkaldırı anlamındaki “kıyam”ı kıbleler tâyin edecektir Biz de kıblelerimize karşı yönelecek, yüzümüzü Aksâ ve Haram Mescidlerine çevirecek ve oraya doğru “Allahu Ekber!” diyerek kıyama duracağız/kalkacağız

Rasûlullah Mescid-i Haram’dan veya diğer mescidlerden değil; Mescid-i Aksâ’dan çıktı mîrâca Mescid-i Aksâ’ya ayak basarak yükseldi göklere Biz de namazlarımızın mîrâc olmasını istiyorsak, yahûdilerin ayakları altında alçalmak değil de; göklere ve yücelere doğru yükselmek istiyorsak Mescid-i Aksâ’yı asansör veya kaldıraç kabul etmeli, onu merdivenimizin ilk basamağı olarak değerlendirmeliyiz

Mescidlerimiz işgalden kurtulduğu gün Mescid-i Aksâ’mız da kurtulacak, Mescid-i Haram’ımız da Mescidlerin kurtuluşu da Allah’ın evi olan gönüllerimizin işgalden kurtulması ile sağlanacaktır



Kiliseden Câmiye; Câmiden Müzeye: Ayasofya


Ayasofya, Doğu Roma İmparatorluğunun en önemli kiliselerinden biri olarak 537 yılında yapılmıştır 29 Mayıs 1453’te İstanbul’un fethi için şükür namazı burada kılınıp İstanbul’da ilk ezan burada okunarak, fiilen ilk İstanbul câmisi olmuştur Kilise devrindeki adını fetihten sonra da koruyan Ayasofya Câmii, İstanbul’da ilk Cuma namazı kılınan câmi de olmuştur Kiliseden câmiye üç gün içinde tamamen çevrilen Ayasofya, bu sebeplerden dolayı, İstanbul fethinin en büyük sembolü olmuştur

Ayasofya câmiye çevrildikten sonra, Fâtih, vakıf geleneğini sürdürerek, buraya vakıflar tahsis etmiş ve devamlı bakımı için tam 62 görevli tâyin etmiştir O günden sonra tam 481 sene Ayasofya, içinde namaz kılınarak mescidlik gibi ulvî bir vazife görmüştür Câminin vakfiyesini hazırlatan Fâtih, bu câmiyi puthaneye çevirenler için tâ o günlerde lânetler yağdırmıştır Fâtih’in vakfiyesinde şunlar yazılıdır:

“Kim bu vakfiyenin bir şartını değiştirir, fâsid bir te’ville, dalavereyle vakıf hükmünü yürürlükten kast eder ve aslını değiştirir, fürûuna itiraz eder veya bunları yapana yol gösterir ve yardım eder veya kanunsuz olarak onda tasarruf yapmaya kalkar veya sahte evrak düzenleyerek mütevellîlik hakkı gibi şeyler ister, yahut onu kendi hesabına geçirirse haram işlemiş olur, günah kazanır Allah’ın meleklerin ve bütün insanların ebediyyen lâneti onun üzerine olsun Azapları hafiflemesin Kıyâmet gününde yüzlerine bakılmasın Kim bunu işittikten sonra değiştirirse, günahı değiştirenleredir Allah işitendir, bilendir Bu vakfı değiştirmeye, bozmaya girişen kişi ölümü, sekerâtı, kıyâmet sahnelerini ve karanlığını, kabri ve yalnızlığı, münkeri ve heybetini, nekiri ve soracaklarını, âlemlerin Rabbi huzurunda duracakları günü hatırlasın O gün hiçbir kimse, hiçbir şeye sahip değildir O gün bütün işler Allah'a aitttir

Ve Ayasofya, 2411 1934 tarihli ve 2/1589 sayılı bakanlar kurulu kararı ile müzeye çevrilir Artık Ayasofya’nın sembollüğü farklılaşmıştır Câmilerimizin elden çıktığının, işgal edildiğinin, devletin emriyle kapatılıp, ancak tâğûtî güçler istediğinde lütfen açılmasına izin verildiğinin simgesi Müslümanların öz yurtlarında esâretinin sembolü

Merhum Osman Yüksel Serdengeçti Ayasofya için şöyle ağıt yakıyor: “Ey İslâm’ın nuru Ayasofya! Şerefelerinde fethin şerefi ışıl ışıl yanan muhteşem mâbed! Neden böyle bomboş, neden böyle bir hoşsun?! Hani minârelerinden göklere yükselen, tâ mâveradan gelen ezanlar? Hani o ilâhî devir, ilâhî nizamlar? Aysofya ses vermiyor, Ayasofya bomboş, Ayasofya bir hoş!

Hani nerde şu muşteşem minberde, binlerce erin, binlerce gâzinin baş koyduğu şu temiz yerde, şimdi hangi kirli ayaklar dolaşıyor! Ayasofya, Ayasofya! Seni bu hale koyan kim, seni çırılçıplak soyan kim? Hani kubbelerden gönüllere, gönüllerden kubbelere gürül gürül akan, sîneler yakan Kur’an sesleri! Kur’an sesleri dindirilmiş, müslümanlar sindirilmiş Allah, Muhammed, hulefâ-i râşidîn, bu din ulularının isimleri kubbelerden yerlere indirilmiş!

(Müslim, İman 259; Nesâî, Salât 10) buyurmuştur Yeryüzünde Mescid-i Haram’dan sonra yapılan en eski mescidlerden birisi Mescid-i Aksâ’dır Yapımına Dâvud (as) başlamış ve Hz Süleyman tarafından tamamlanmıştır Ayasofya! Ey muhteşem mâbed! Merak etme, Fatih’in torunları yakında seni câmiye çevirecekler Gözyaşlarıyla abdest alarak secdeye kapanacaklar Tehlil ve tekbir sadâları boş kubbelerini yeniden çınlatacak İkinci bir fetih olacak Ozanlar bu fethin destanını yazacak, ezanlar ilânını yapacaklar Sessiz ve öksüz minârelerinden yükselen tekbir sesleri fezâları inletecek Şerefelerin yine Allah’ın ve O’nun sevgili peygamberi Hz Muhammed (sas)’in şerefine ışıl ışıl yanacak Bütün dünya Fâtih dirildi sanacak Bu olacak Ayasofya, bu olacak! İkinci bir fetih, yeni bir ba’sü ba’delmevt Bu muhakkak

Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.