Geri Git   ForumSinsi - 2006 Yılından Beri > Forum İslam > İslami Yazılar & Hikayeler

Yeni Konu Gönder Yanıtla
 
Konu Araçları
devamlılık, ister, tebliğ

Tebliğ Devamlılık İster

Eski 08-02-2012   #1
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Tebliğ Devamlılık İster




TEBLİĞ DEVAMLILIK İSTER


"Emr-i bi'l-maruf, nehy-i ani'l-münker" vazifesi, devamlılık ve sebat ister Bir âyette bu durum şöyle anlatılmaktadır:
"Siz, insanlar için ortaya çıkarılan, doğruluğu emreden, fenalıktan alıkoyan, Allah'a inanan hayırlı bir ümmetsiniz" (Âl-i İmrân, 3/110)
Bu âyette geçen ifadelere biraz dikkat edilecek olsa, yukarıdaki tesbitlerin Kur’âniliği daha iyi anlaşılacaktır
"Küntüm" ifadesi, "oldunuz" mânâsına gelir Âyet-i kerimede, "öyle idiniz" değil de; "oldunuz" mânâsına gelen bir kelimenin seçilişi manidardır Demek ki, ortada bir "keynûnet" (sonradan olma) söz konusu Yani ezelde böyle değildiniz, sonradan oldunuz Zaten ezelde olunan bir keyfiyet, zâil olmaz Ancak sonradan elde edilen durumlardır ki zâil olur giderler Öyleyse o durumun devamlılığı, o hâli kazandıran şartların mevcudiyetine bağlıdır
"Siz ümmetlerin en hayırlısı oldunuz" Bu oluş, sonradan kazanılan ârizî bir durumdur Dolayısıyla elden gitmesi de her zaman mümkündür Çünkü hayırlılık, bizim zatımızdan değildir ve olamaz da Bizim ile Moskova'da veya dünyanın herhangi bir yerinde doğan insanın zatında hiçbir farklılık yoktur Hepimiz, bir damla sudan yaratılmış varlıklarız Ancak, bizim manevî yapımızı ve mahiyetimizi hayırlı kılan bir faktör ve arızî bir tesir vardır ki, bizleri diğer insanlardan daha farklı kılmaktadır Burada "biz"den maksat da bütün ümmettir Bu ümmet, ezelde hayırlı kılınmadı Hayırlı oluş, onun zatına yerleştirilmiş ve ondan ayrılması mümkün olmayan bir keyfiyet de değildir Bazı şartlar vardır ki, bu ümmet o şartları yerine getirmiş ve hayırlı olmuştur olmuştur ama bir defa hayırlı olması devamlı öyle kalacağını garanti etmez Eğer bu ümmet, kendisini hayırlı yapan şartları terkederse mazhar olduğu o hâl ve durumunu da kaybeder
Cenâb-ı Hakk’ın, bizleri hayırlı kılan birinci şartı, ifadesiyle "siz emr-i bi'l-maruf, nehy-i ani'l-münker yaparsanız hayırlısınız" demektir Şimdi, bu birinci şart mahfûz, onun içinde bir de âyete, mefhum-u muhalifini nazara alarak mânâ vermeye çalışalım ki, o da şudur: "Eğer siz emr-i bi'l-maruf yapmazsanız insanların en şerlisi olursunuz" Zaten Efendimiz (sas)'den rivayet edilen birçok hadîs-i şerif ve sahabeyle alâkalı hâdiseler de bu mânâyı teyit etmektedir Mesela; bir zamanlar milletlere, atının üzengisini öpmek şerefini bir bahşiş olarak veren bu millet, emr-i bi'l-maruf yaptığı sürece hep aziz olarak kalmıştır Ne zaman ki bu vazifeyi terketmiş, işte o zaman üzengi öper hâle gelmiştir Zannediyorum değişik içtimaî platformlarda zerre kadar itibarı olmayan İslâm âleminin dûçâr olduğu mezelletin asıl sebebi de bu hayâtî vazifedeki kusuru olsa gerek
Evet, bu vazife yapılmadığı için vahyin bereketi kesilir düşünceler tutarsız, muhakemeler yetersiz hâle gelir söylenen her söz kuru ve yavan olur bütün cazibesi, müphemliğine bağlı bir sürü laf edilir; ancak bunların içinde pratiğe dökülebilecek bir hakikat reşhası dahi bulunamaz İşte bunlar, vahyin bereketinin kesilmesinin birer alâmetidir Zaten düşünce ve tefekkürde ilham kalmayınca, her türlü kültür ve teknik planında da bir gerileme, bir baş aşağı gidiş başlar Aslında bugün her sahada başkalarına muhtaç ve hep başkalarının eline bakan bir asalak olmak, vahyin bereketinden mahrum Müslümanların değişmeyen kaderi olmuştur Zaten düşüşün başlamasıyla bizim iç deformasyonumuz aynı zamana rastlar
Biz meselenin bu yönünü ileride daha geniş bir şekilde ele alacak ve çeşitli misalleriyle açıklamaya çalışacağız Şimdi, âyetteki kayıtlara birer birer temas etmek için sadede dönüyoruz:
"Siz insanlar için ortaya çıkarılmış, doğruluğu emreden, fenalıktan alıkoyan hayırlı bir ümmetsiniz" âyeti, "emr-i bi'l ma'ruf, nehy-i ani'l münker" vazifesinin devamlılık istediğine işaret ettiğini vurgulamıştık Bu hususu teyit eden bir hadîste de aynen şöyle denilmektedir:
"Sizden kim bir münker görürse, onu eliyle değiştirsin Gücü yetmezse diliyle değiştirsin Buna da gücü yetmezse kalbiyle ona buğzetsin İmanın en zayıfı da budur"17
Münker; İslâm'ın çirkin gördüğü her şeydir Onun için bir Müslüman, dinin çirkin gördüğü bir durumla karşılaştığında ilk yapacağı iş, o münkeri değiştirmektir Değiştirme keyfiyeti, münkerin durumuna göre farklı olabilir Ne var ki bu konuda esas olan onun değiştirilmesi adına gayret gösterilmesidir Zira o, devamlılık isteyen bir mevzudur Bir mü'mine düşen şey de, öncelikle yapabildiği ölçüde o münkeri eliyle değiştirmesi; eliyle değiştirmeye gücü yetmiyorsa, -ister sözlü isterse yazılı- diliyle; buna da imkânı yoksa münkere kalbiyle buğz etmesidir ki, îmanın en zayıfı da bu son davranıştır Bunun gerisinde îmandan bahsetmek mümkün değildir Çünkü görülen bir münkere rıza göstermek, îmandan tam nasip alamama emâresi sayılmıştır
Kalbiyle buğz etme meselesini şu şekilde anlamamız da mümkündür: İnsan, kalben kızıp öfkelendiği bir insanla aynı mecliste bulunmamak için elinden gelen gayreti gösterir Onunla hiçbir düşünce ve fikri paylaşmak istemez Zira sevgi ve nefret bir kalbte aynı anda bulunmaz Çünkü insan, nefret ettiği bir insana kalbî temayül gösteremez Durum böyle olunca, münkere karşı buğz eden bir mü'min, kendi metafizik gerilimini korumuş olur Ama işin sadece bu kadarıyla iktifa etmek, mü’minden istenen aksiyonun tamamı değildir Kalben yapılan bu buğzu, dil ile veya el ile yapılacak bir eylem, bir fiil takip etmelidir Ama kalbte bu kadarcık bir nefretin varlığı dahi, münkerin münker olduğuna inanmanın bir alâmet ve işaretidir
İslâm dininin tasvip etmediği bir münkeri, hiçbir mü'min sevip tasvip edemez Mü'min, bu münkeri işleyenlerle vatandaşlık münasebeti içinde olsa bile, bu kusuru görmezlikten gelemez Aksi hâlde, o da onlara iltihak etmiş sayılır Onun içindir ki mü'min, daima metafizik bir gerilim içinde olmalıdır Zaten hem âyet ve hem de söz konusu ettiğimiz hadîs de bize bunu ders vermektedir
Evet, zaman olur insan bu vazifeyi, kendi hanımına ve çocuklarına karşı eliyle ve diliyle yapar Orada hem el, hem de dil konuşur Fakat bazen elin konuşamayacağı yerlerde, bu vazifenin dil ile yapılması icap eder Yakın akrabaya karşı ekseriyetle uygulanacak olan metot budur Bunu da yapamıyorsa, onlarla arasındaki kalbî irtibatı yeniden gözden geçirir Buna bir mânâda boykot da denebilir Çünkü münker işleyen, Rabbiyle irtibatını kesmiş demektir Mü'min, Rabbiyle irtibatını kesen birisine karşı, ona bir alâka ve bir kadirşinaslık ifadesi olarak bir içtinap tavrı takınacaktır Çünkü o, insanlarla olan münasebetini, o kişilerin Cenâb-ı Hakk ile olan irtibatlarına göre ayarlamak zorundadır Rabbinden ve Allah Resûlü (sas)'nden irtibatını koparmış bir insanla, irtibat çizgisinin gözden geçirilmesi lazımdır
Evet, sahabe işte şöyle yapıyordu Bedir esirleri hakkında görüş beyan edilirken Hz Ömer (ra)'in söyledikleri bunun en çarpıcı ifadesidir O: "Ya Resulâllah, herkese akrabasını teslim et ve herkes kendi eliyle akrabasının işini bitirsin Hz Hamza'ya kardeşini ver, onu o öldürsün Ali, kardeşi Âkil'in hakkından gelsin Bana da, benim kendi yakınlarımı ver, onları da ben öldüreyim Çünkü bugün elimizde esir olanlar, İslâm'a en büyük düşmanlığı yapanlardır Onların hayatta kalması doğru değildir"18 demişti

Alıntı Yaparak Cevapla

Tebliğ Devamlılık İster

Eski 08-02-2012   #2
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Tebliğ Devamlılık İster




Gerçi istişarede bu görüşler kabul edilmeyecektir ama, bir mü'minin münkere karşı tavrını ifade etmesi açısından uyulmasa da üzerinde durulmaya değer bir üsluptur
Ezcümle; mü'min alâka ve irtibatını, karşısındaki insanın Rabbiyle olan münasebetlerini ölçü birimi yaparak ayarlar Rabbinden kopuk insanlarla şahıslarından ötürü o da irtibat kuramaz ve hakikî mânâda onlarla dost olamaz Bunun en asgarî seviyedeki alâmeti, münkere kalben buğzetmektir Ve aynı zamanda bu kalbî infial de, süreklilik istemektedir
Öyle ise biz de, sahabe gibi davranmak zorundayız Bir yerde, terazinin bir kefesinde Allah ve Resûlûllah (sas)'a ait muhabbet, diğer kefesinde de bize yakın fakat Allah'tan uzak insanlara muhabbet varsa; hiç tereddüde düşmeden, Allah ve Resûlullah (sas)'a ait muhabbetin bütün ağırlığıyla kalbimizde kendisini hissettirmesi gerekir Mesele sadece muhabbet meselesi de değildir "Emr-i bi'l-maruf, nehy-i ani'l-münker" yoluyla, hak ve hakikat her şeyin üstünde tutulacak, elin yettiği yerde el, dilin yettiği yerde de dil kullanılacaktır Bütün bunların olmadığı yerde ise, kalbî alâka kesilecek ve karşı tarafla bütün dostluk bağları yeniden gözden geçirilecektir Ve bilinecektir ki, şahsına ait olmak üzere birine karşı duyulan alâka, Allah (cc) ve Resûlü (sas)'ne karşı duyulan alâkaya zıtsa, hep kendi aleyhine işleyecek ve onu yiyip bitirecektir
İşin diğer bir yanı da bu vazifenin şümûlüdür yani bu "emr-i bi'l-maruf, nehy-i ani'l-münker" vazifesi aynı zamanda devamlılık içinde devletin de sorumlulukları arasındadır
Devlet, münkerâtı eliyle düzeltme konumunda olan bir kuruluştur Devlet fuhşu, içkiyi, kumarı, ihtikârı ve çeşitli münker faaliyetleri eliyle düzeltmeye kâdirdir Ferdin elinin uzanmadığı uzanamayacağı öyle yerler vardır ki, oraya ancak devlet elini uzatabilir Herhangi bir fert zina eden, içki içen veya kumar oynayan başka bir ferde ceza veremez Onu eliyle bu münkerden menedemez Ferdin müdahale edebileceği çerçeveye, yukarıda temas etmiştik Burada biz, tamamen dış dünyanın insanlarından bahsediyoruz Böyle bir durumda bu yüce vazife, devlet tarafından yerine getirilmelidir Zaten bu vazife, devletin vazifeleri cümlesindendir Devlet, devlet olarak kaldığı müddetçe bu vazifeyi yerine getirmek zorundadır Devlet, meselede gevşeklik gösterirse halk onu uyarır ve seçimlerde ona vazifesini hatırlatır Bu da, bir bakıma "emr-i bi'l-maruf, nehy-i ani'l-münker"in bir cephesini teşkil etmektedir Asr-ı Saadet'te yaşanan bir tabloyu burada kayda değer buluyorum: Sa'd b Ebî Vakkas (ra), cennetle müjdelenen on sahabeden birisidir19 Hz Ömer (ra) zamanında İran'ı fetheden ordunun da başında bir başkomutandır Daha sonra fethettiği bu ülkede eyalet valisi olmuştu Kapısına diktiği bir kapıcı yüzünden halk onu Hz Ömer (ra)'e şikayet eder ve vâlinin halkla aracısız görüşmesi gerektiğini ileri sürerler Hz Ömer (ra), başka bir şikayetleri olup olmadığını sorunca da, Sa'd b Ebi Vakkas (ra)'ın namazı tadil-i erkan ile kılmadığını ifade ederler20
Tabiî ki bu, onların düşüncesidir Sa'd b Ebi Vakkas (ra) gibi bir sahabinin, namazını tadil-i erkan ile kılmadığını kabul etmemiz mümkün değildir Ancak burada bizim üzerinde durmak istediğimiz husus, halkın devleti nasıl denetlediğini göstermektir Halk, devleti devamlı ve kesintisiz olarak denetler, devlet de aynı şekilde halkı kontrol altında tutar Böylece denge ve adalet korunmuş; halkla beraber devlet de münkerâta girmekten kurtulmuş olur
Bugün, İslâm âlemini bu kriterler çerçevesinde değerlendirdiğimizde, ne halkın, ne de devletin kendine düşen vazifeyi yaptığını söylemek mümkün değildir Öyle ki, insanlar, ahlâksızlığın hemen her çeşidini irtikap ederken, devletler buna kayıtsız kalmakta; hatta değişik ad ve ünvanlar altında onları korumaya yönelik kanunlar vaz'etmektedirler Bugün, değişik ülkelerde devletler eliyle işletilen münkerât, bunun apaçık örneğidir Kaldı ki ahlâksızlıkları önlemek devletin asıl görevidir Hatta bu sorumluluğunu yerine getirmek için, cezaî müeyyideler de kullanmalıdır Fert, hırsızı cezalandıramaz, zina edene hadd tatbik edemez evet o, cezaî müeyyidelerden hiçbirini kendi adına kullanamaz Aksi hâlde anarşi olur; sokağa dökülen herkes, önüne gelene ceza tatbik etmeye kalkarsa, nizam adına kargaşa hâkim olur
Buradan şu neticeye varmak mümkündür: "Emr-i bi'l-maruf, nehy-i ani'l-münker"in bir devlete ait sınırı vardır; ve o sınırda ancak devlet icraatta bulunabilir Fert o sınıra giremez Bir de fertlere ait bir sınır vardır ki, o da fertlerin bu vazifeyi kalbleri ve dilleriyle yerine getirmeleridir Mesela; zinanın, hırsızlığın, ihtikârın, tefeciliğin kötü olduğunu anlatıp, bu gibi hastalıkların cemiyet içinde yayılmasına mani olmaya çalışmak; herkese düşen bir vazife ve içtimaî sorumluluktur
O hâlde el ile müdahale, daha ziyade devlet ricalini alâkadar ederken; dil ile müdahale bütün mü'minleri alâkadar edebilmektedir Ama bu görev, memleketin ulema sınıfını diğerlerinden daha çok alâkadar etmekte ve daha çok onlara düşmektedir Üçüncü durumda kalanlar ise, yani kalben buğz ile yetinenler, aciz ve zavallılardır Eğer bütün bir millet, dünyada işlenen münkerâta karşı sadece buğz etmekle yetiniyorsa, o millet de aciz ve zavallı demektir
Bu vazifeyi böyle taksim ettiğimiz gibi, fert üzerinde de bu üç taksimi yapmamız mümkündür Yerinde öyle bir durum olur ki, orada fert vazifesini eliyle yapar Diyelim ki, bir kumarhane işletiliyor ve buranın devletten ruhsatı yoktur O şahsa gidip, bu durumu terketmezse devlete şikayet edeceğini söylemek, bir bakıma münkeri el ile izale etmek demektir İşletilen kumarhane devlet tarafından ruhsatlı bir yer ve ferdin bundan vazgeçirmeye gücü yetmiyorsa, o zaman da bu şahsa yaptığı işin kötülüğü dil ile anlatılmalıdır Bu da mümkün olmazsa, onunla münasebetlerini yeniden gözden geçirip kalben alâkayı kesmekle beraber başkalarının onunla alâkalarını gözden geçirmelerini sağlamak bir sorumluluktur ve dördüncü bir şıkka ise aslâ cevaz yoktur
Bütün bu açıklamalarda görüldüğü gibi, tevcihlerden hangisiyle meseleyi ele alacak olursak olalım âyetin, "siz oldunuz" dediği devamlılık, her halükârda mevcuttur
Kuvvetin işlemediği, devletin bu mânâda vazife yapmadığı, milletin topyekün bu kudsî vazifeyi ihmal ettiği bir zamanda, dil ve kalble bu vazifeyi yapmak hepimiz için bir vecibedir Ama şunu da unutmayalım ki; "medenilere galebe ikna iledir, icbar ile değildir"

Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.