Prof. Dr. Sinsi
|
Tebliğ Devamlılık İster
TEBLİĞ DEVAMLILIK İSTER
"Emr-i bi'l-maruf, nehy-i ani'l-münker" vazifesi, devamlılık ve sebat ister Bir âyette bu durum şöyle anlatılmaktadır:
"Siz, insanlar için ortaya çıkarılan, doğruluğu emreden, fenalıktan alıkoyan, Allah'a inanan hayırlı bir ümmetsiniz" (Âl-i İmrân, 3/110)
Bu âyette geçen ifadelere biraz dikkat edilecek olsa, yukarıdaki tesbitlerin Kur’âniliği daha iyi anlaşılacaktır
"Küntüm" ifadesi, "oldunuz" mânâsına gelir Âyet-i kerimede, "öyle idiniz" değil de; "oldunuz" mânâsına gelen bir kelimenin seçilişi manidardır Demek ki, ortada bir "keynûnet" (sonradan olma) söz konusu Yani ezelde böyle değildiniz, sonradan oldunuz Zaten ezelde olunan bir keyfiyet, zâil olmaz Ancak sonradan elde edilen durumlardır ki zâil olur giderler Öyleyse o durumun devamlılığı, o hâli kazandıran şartların mevcudiyetine bağlıdır
"Siz ümmetlerin en hayırlısı oldunuz " Bu oluş, sonradan kazanılan ârizî bir durumdur Dolayısıyla elden gitmesi de her zaman mümkündür Çünkü hayırlılık, bizim zatımızdan değildir ve olamaz da Bizim ile Moskova'da veya dünyanın herhangi bir yerinde doğan insanın zatında hiçbir farklılık yoktur Hepimiz, bir damla sudan yaratılmış varlıklarız Ancak, bizim manevî yapımızı ve mahiyetimizi hayırlı kılan bir faktör ve arızî bir tesir vardır ki, bizleri diğer insanlardan daha farklı kılmaktadır Burada "biz"den maksat da bütün ümmettir Bu ümmet, ezelde hayırlı kılınmadı Hayırlı oluş, onun zatına yerleştirilmiş ve ondan ayrılması mümkün olmayan bir keyfiyet de değildir Bazı şartlar vardır ki, bu ümmet o şartları yerine getirmiş ve hayırlı olmuştur olmuştur ama bir defa hayırlı olması devamlı öyle kalacağını garanti etmez Eğer bu ümmet, kendisini hayırlı yapan şartları terkederse mazhar olduğu o hâl ve durumunu da kaybeder
Cenâb-ı Hakk’ın, bizleri hayırlı kılan birinci şartı, ifadesiyle "siz emr-i bi'l-maruf, nehy-i ani'l-münker yaparsanız hayırlısınız" demektir Şimdi, bu birinci şart mahfûz, onun içinde bir de âyete, mefhum-u muhalifini nazara alarak mânâ vermeye çalışalım ki, o da şudur: "Eğer siz emr-i bi'l-maruf yapmazsanız insanların en şerlisi olursunuz" Zaten Efendimiz (s a s)'den rivayet edilen birçok hadîs-i şerif ve sahabeyle alâkalı hâdiseler de bu mânâyı teyit etmektedir Mesela; bir zamanlar milletlere, atının üzengisini öpmek şerefini bir bahşiş olarak veren bu millet, emr-i bi'l-maruf yaptığı sürece hep aziz olarak kalmıştır Ne zaman ki bu vazifeyi terketmiş, işte o zaman üzengi öper hâle gelmiştir Zannediyorum değişik içtimaî platformlarda zerre kadar itibarı olmayan İslâm âleminin dûçâr olduğu mezelletin asıl sebebi de bu hayâtî vazifedeki kusuru olsa gerek
Evet, bu vazife yapılmadığı için vahyin bereketi kesilir düşünceler tutarsız, muhakemeler yetersiz hâle gelir söylenen her söz kuru ve yavan olur bütün cazibesi, müphemliğine bağlı bir sürü laf edilir; ancak bunların içinde pratiğe dökülebilecek bir hakikat reşhası dahi bulunamaz  İşte bunlar, vahyin bereketinin kesilmesinin birer alâmetidir Zaten düşünce ve tefekkürde ilham kalmayınca, her türlü kültür ve teknik planında da bir gerileme, bir baş aşağı gidiş başlar Aslında bugün her sahada başkalarına muhtaç ve hep başkalarının eline bakan bir asalak olmak, vahyin bereketinden mahrum Müslümanların değişmeyen kaderi olmuştur Zaten düşüşün başlamasıyla bizim iç deformasyonumuz aynı zamana rastlar
Biz meselenin bu yönünü ileride daha geniş bir şekilde ele alacak ve çeşitli misalleriyle açıklamaya çalışacağız Şimdi, âyetteki kayıtlara birer birer temas etmek için sadede dönüyoruz:
"Siz insanlar için ortaya çıkarılmış, doğruluğu emreden, fenalıktan alıkoyan hayırlı bir ümmetsiniz" âyeti, "emr-i bi'l ma'ruf, nehy-i ani'l münker" vazifesinin devamlılık istediğine işaret ettiğini vurgulamıştık Bu hususu teyit eden bir hadîste de aynen şöyle denilmektedir:
"Sizden kim bir münker görürse, onu eliyle değiştirsin Gücü yetmezse diliyle değiştirsin Buna da gücü yetmezse kalbiyle ona buğzetsin İmanın en zayıfı da budur "17
Münker; İslâm'ın çirkin gördüğü her şeydir Onun için bir Müslüman, dinin çirkin gördüğü bir durumla karşılaştığında ilk yapacağı iş, o münkeri değiştirmektir Değiştirme keyfiyeti, münkerin durumuna göre farklı olabilir Ne var ki bu konuda esas olan onun değiştirilmesi adına gayret gösterilmesidir Zira o, devamlılık isteyen bir mevzudur Bir mü'mine düşen şey de, öncelikle yapabildiği ölçüde o münkeri eliyle değiştirmesi; eliyle değiştirmeye gücü yetmiyorsa, -ister sözlü isterse yazılı- diliyle; buna da imkânı yoksa münkere kalbiyle buğz etmesidir ki, îmanın en zayıfı da bu son davranıştır Bunun gerisinde îmandan bahsetmek mümkün değildir Çünkü görülen bir münkere rıza göstermek, îmandan tam nasip alamama emâresi sayılmıştır
Kalbiyle buğz etme meselesini şu şekilde anlamamız da mümkündür: İnsan, kalben kızıp öfkelendiği bir insanla aynı mecliste bulunmamak için elinden gelen gayreti gösterir Onunla hiçbir düşünce ve fikri paylaşmak istemez Zira sevgi ve nefret bir kalbte aynı anda bulunmaz Çünkü insan, nefret ettiği bir insana kalbî temayül gösteremez Durum böyle olunca, münkere karşı buğz eden bir mü'min, kendi metafizik gerilimini korumuş olur Ama işin sadece bu kadarıyla iktifa etmek, mü’minden istenen aksiyonun tamamı değildir Kalben yapılan bu buğzu, dil ile veya el ile yapılacak bir eylem, bir fiil takip etmelidir Ama kalbte bu kadarcık bir nefretin varlığı dahi, münkerin münker olduğuna inanmanın bir alâmet ve işaretidir
İslâm dininin tasvip etmediği bir münkeri, hiçbir mü'min sevip tasvip edemez Mü'min, bu münkeri işleyenlerle vatandaşlık münasebeti içinde olsa bile, bu kusuru görmezlikten gelemez Aksi hâlde, o da onlara iltihak etmiş sayılır Onun içindir ki mü'min, daima metafizik bir gerilim içinde olmalıdır Zaten hem âyet ve hem de söz konusu ettiğimiz hadîs de bize bunu ders vermektedir
Evet, zaman olur insan bu vazifeyi, kendi hanımına ve çocuklarına karşı eliyle ve diliyle yapar Orada hem el, hem de dil konuşur Fakat bazen elin konuşamayacağı yerlerde, bu vazifenin dil ile yapılması icap eder Yakın akrabaya karşı ekseriyetle uygulanacak olan metot budur Bunu da yapamıyorsa, onlarla arasındaki kalbî irtibatı yeniden gözden geçirir Buna bir mânâda boykot da denebilir Çünkü münker işleyen, Rabbiyle irtibatını kesmiş demektir Mü'min, Rabbiyle irtibatını kesen birisine karşı, ona bir alâka ve bir kadirşinaslık ifadesi olarak bir içtinap tavrı takınacaktır Çünkü o, insanlarla olan münasebetini, o kişilerin Cenâb-ı Hakk ile olan irtibatlarına göre ayarlamak zorundadır Rabbinden ve Allah Resûlü (s a s)'nden irtibatını koparmış bir insanla, irtibat çizgisinin gözden geçirilmesi lazımdır
Evet, sahabe işte şöyle yapıyordu Bedir esirleri hakkında görüş beyan edilirken Hz Ömer (r a)'in söyledikleri bunun en çarpıcı ifadesidir O: "Ya Resulâllah, herkese akrabasını teslim et ve herkes kendi eliyle akrabasının işini bitirsin Hz Hamza'ya kardeşini ver, onu o öldürsün Ali, kardeşi Âkil'in hakkından gelsin Bana da, benim kendi yakınlarımı ver, onları da ben öldüreyim Çünkü bugün elimizde esir olanlar, İslâm'a en büyük düşmanlığı yapanlardır Onların hayatta kalması doğru değildir "18 demişti
|