Geri Git   ForumSinsi - 2006 Yılından Beri > Forum İslam > İslami Yazılar & Hikayeler

Yeni Konu Gönder Yanıtla
 
Konu Araçları
bahsi, nurda, risalei, tevâzu, ucb

Risale-İ Nur'da Tevazu, Ucb Bahsi

Eski 08-02-2012   #1
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Risale-İ Nur'da Tevazu, Ucb Bahsi




RİSALE-İ NUR'DA TEVAZU, UCB BAHSİ


Kardeşlerim, belki ben öleceğim Bu zamanın bir hastalığı daha var; o da benlik, enaniyet, hodfüruşluk, hayatım güzelce medeniyet fantaziyesiyle geçirmek iştihası, tiryakilik gibi hastalıklardır Risale-i Nur'un Kur'andan aldığı dersin en birinci esası: Benlik, enaniyet, hodfüruşluğu terk etmek lüzumudur Ta ihlas-ı hakikî ile imanın kurtarılmasına hizmet edilsin Cenab-ı Hakk'a şükür, o a'zamî ihlası kazananların pek çok efradı meydana çıkmış Benliğini, şan ü şerefini en küçük bir mes'ele-i imaniyeye feda eden çoktur Hatta Nur'un bîçare bir şakirdinin düşmanları dost olduğu vakit onunla sohbet etmek çoğaldığı için, rahmet-i îlahiye cihetinde sesi kesilmiş Hem de ona takdirle bakanlar, isabet-i nazar hükmüne geçip onu incitiyor Hatta musafaha etmek de tokat vurmak gibi sıkıntı veriyor "Senin bu vaziyetin nedir?" diye soruldu, "Madem milyonlar kadar arkadaşların var, neden bunların hatırlarını muhafaza etmiyorsun?" Cevaben dedi:
Madem mesleğimiz a'zamî ihlastır; değil benlik, enaniyet, dünya saltanatı da verilse, baki bir mes'ele-i imaniyeyi o saltanata tercih etmek a'zamî ihlasın iktizasıdır (Emirdağ 2 246)
Bir şey daha kaldı, en tehlikesi odur ki: îçinizde ve ahbabınızda, bu fakir kardeşinize karşı bir kıskançlık damarı bulunmak, en tehlikelidir Sizlerde mühim ehl-i ilim de var Ehl-i ilmin bir kısmında, bir enaniyet-i ilmiye bulunur Kendi mütevazi de olsa, o cihette enaniyetlidir Çabuk enaniyetini bırakmaz Kalbi, aklı ne kadar yapışsa da; nefsi, o ilmî enaniyeti cihetinde imtiyaz ister, kendini satmak ister, hatta yazılan risalelere karşı muaraza ister Kalbi risaleleri sevdiği ve aklı istihsan ettiği ve yüksek bulduğu halde; nefsi ise, enaniyet-i ilmiyeden gelen kıskançlık cihetinde zımnî bir adavet besler gibi, Sözler'in kıymetlerinin tenzilini arzu eder ta ki kendi mahsulat-ı fıkriyesi onlara yetişsin, onlar gibi satılsın Halbuki bilmecburiye bunu haber veriyorum ki:
"Bu dürüs-u Kur'aniyenin dairesi içinde olanlar, allame ve müçtehidler de olsalar; vazifeleri -ulüm-u imaniye cihetinde- yalnız yazılan şu Sözler'in şerhleri ve izahlarıdır veya tanzimleridir Çünki çok emarelerle anlamışız ki: Bu ulüm-u imaniyedeki fetva vazifesiyle tavzif edilmişiz Eğer biri, dairemiz içinde nefsin enaniyet-i ilmiyeden aldığı bir his ile, şerh ve izah haricinde bir şey yazsa; soğuk bir muaraza veya nakıs bir taklidçilik hükmüne geçer Çünki çok delillerle ve emarelerle tahakkuk etmiş ki: Risale-i Nur eczaları, Kur'an’ın tereşşuhatıdır; bizler, taksim-ül a'mal kaidesiyle, herbirimız bir vazife deruhde edip, o ab-ı hayat tereşşuhatını muhtaç olanlara yetiştiriyoruz!" (Mektubat 426)


İ'lem Eyyühel-Aziz! Enaniyetten neş'et eden şirk-i hafî katılaştığı zaman, esbab şirkine inkılab eder Bu da devam ederse, küfre tahavvül eder Bu dahi devam ederse, ta'tile yani halıksızlığa incirar eder El'iyazü billah! (Mesnevi 185)
İkinci Esas: Ey kardeşlerim! Sizler biliyorsunuz ki; bizim mesleğimizde benlik, enaniyet, şan ü şeref perdesi altında makam sahibi olmaktan, öldürücü zehir gibi ondan kaçıyoruz Onu ihsas eden hâlattan şiddetle ictinab ediyoruz Elbette burada, altı-yedi sene gözünüzle ve yirmi seneden beri tahkikatınızla anlamışsınız ki, ben şahsıma karşı hürmet ve makam vermek istemiyorum Sizleri o noktada şiddetle tekdir etmişim Benim haddimden fazla mevki vermeyiniz, diye sizden darılıyorum Yalnız, Kur'an-ı Hakîm'in bu zamanda bir mu'cize-i maneviyesi olan Risale-i Nur hesabına, ben de onun bir şakirdi olmak haysiyetiyle ona karşı tasdikkarane teslimi ve irtibatı, şakirane kabul ediyorum îşte bu derece enaniyetten ve benlikten ve şan ü şeref namı altındaki riyakarlıktan kaçmayı düstur-u hareket ittihaz eden adamlara karşı ehl-i hükümetin, ehl-i idare ve zabıtanın evhama düşmeleri ne kadar manasız ve lüzumsuz olduğunu divaneler de anlar (Kastamonu 146)
Bu hakikat için, hem bu zamanda enaniyet ziyade hükmettiği içın, haddimden çok ziyade olan hüsn-ü zanları kendime almıyorum Ve ben, kardeşlerim gibi, kendi nefsime hüsn-ü zan etmiyorum Hem kardeşlerimin bu bîçare kardeşlerine verdiği makam-ı uhrevî, hakikî, dinî makam ise; Mektubat'ta îkinci Mektub'un ahirindeki kaideye göre,"Şahsıma verdikleri manevî hediye olan kemalatı, eğer haşa ben kendimi öyle bilsem, olmamasına delildir; kendimi öyle bilmesem, onların o hediyesini kabul etmemek lazım geliyor" Hem kendini makam sahibi bilmek cihetinde enaniyet müdahale edebilir (Emirdağ 1 227)
Bu zaman ehl-i hakikat için, şahsiyet ve enaniyet zamanı değil Zaman, cemaat zamanıdır Cemaatten çıkan bir şahs-ı manevî hükmeder ve dayanabilir Büyük bir havuza sahib olmak için bir buz parçası hükmündeki enaniyet ve şahsiyetini, o havuza atmaktır ve eritmek gerektir Yoksa o buz parçası erir, zayi' olur; o havuzdan da istifade edilmez (Kastamonu 143)
Ve keza mümkinatın da iki vechi vardır:
Birisi: Enaniyet ile vücuddur Bu ise, ademe gider ve ademe kalbolur
îkincisi: Enaniyetin terkiyle ademdir Bu ise Vacib-ül Vücud'a bakar bir vücud kazanır Binaenaleyh vücud istersen, mün'adim ol ki vücudu bulasın! (Mesnevi 70)
Bu fıravuncukların enaniyetini kabartan mahviyetkarane söz söylemek caiz olmadığından, bilmecburiye o mütekebbirlere karşı izzet-i ilmiyeyi muhafaza etmek için, söylenmeyecek ve izharı münasib olmayan uhrevî hizmetlerimi Cenab-ı Hakk'ın afvına güvenerek izhar ettim (Barla 229)
Cemaat itibariyle görüyoruz ki: Bir şahs-ı muhteris, bir intikamıyla veya müntakim bir muhalefetle, arzuyu tazammun eden bir fikir ile demiş ki: "Îslam parçalanacak" veyahut "Hilafet mahvolacak" Sırf o meş'um sözünü doğru göstermek, gururiyetini, enaniyetini tatmin etmek için, îslamın perişaniyetini, (el'iyazü billah) uhuvvet-i îslamiyenin boğulmasını arzu eder Hasmın zulm-ü kafiranesini, hayale gelemez cerbezeli tevillerle adalet suretinde göstermek ister (Sunuhat 24)
Bir insanın müteaddid şahsiyeti olabilir O şahsiyetler ayrı ayrı ahlakı gösteriyorlar Mesela: Büyük bir memurun, memuriyet makamında bulunduğu vakit bir şahsiyeti var ki; vakar iktiza ediyor, makamın izzetini muhafaza edecek etvar istiyor Mesela: Her ziyaretçi için tevazu' göstermek tezellüldür, makamı tenzildir Fakat kendi hanesindeki şahsiyeti, makamın aksiyle bazı ahlakı istiyor ki, ne kadar tevazu' etse iyidir Az bir vakar gösterse, tekebbür olur Ve hakeza Demek bir insanın, vazifesi itibariyle bir şahsiyeti bulunur ki, hakikî şahsiyeti ile çok noktalarda muhalif düşer Eğer o vazife sahibi, o vazifeye hakikî layıksa ve tam müstaid ise, o iki şahsiyeti birbirine yakın olur Eğer müstaid değilse, mesela bir nefer, bir müşir makamında oturtulsa, o iki şahsiyet birbirinden uzak düşer; o neferin şahsî, adî, küçük hasletleri; makamın iktiza ettiği alî, yüksek ahlak ile kabil-i te'lif olamıyor (Mektubat 369)
Dördüncü Sebeb: Bazan tevazu', küfran-ı nimeti istilzam ediyor; belki küfran-ı nimet olur Bazan da tahdis-i nimet, iftihar olur îkisi de zarardır

Alıntı Yaparak Cevapla

Risale-İ Nur'da Tevazu, Ucb Bahsi

Eski 08-02-2012   #2
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Risale-İ Nur'da Tevazu, Ucb Bahsi




Bunun çare-i yeganesi ki; ne küfran-ı nimet çıksın, ne de iftihar olsun Meziyet ve kemalatları ikrar edip, fakat temellük etmeyerek, Mün'im-i Hakikî'nın eser-i in'amı olarak göstermektir Mesela: Nasıl ki murassa' ve müzeyyen bir elbise-i fahireyi biri sana giydirse ve onunla çok güzelleşsen, halk sana dese: "Maşaallah çok güzelsin, çok güzelleştin" Eğer sen tevazukarane desen: "Haşa! Ben neyim, hiç Bu nedir, nerede güzellik?" O vakit küfran-ı nimet olur ve hulleyi sana giydiren mahir san'atkara karşı hürmetsizlik olur Eğer müftehirane desen: "Evet ben çok güzelim, benim gibi güzel nerede var, benim gibi birini gösteriniz" O vakit, mağrurane bir fahrdır (Mektubat 319)
39- Dünyaca havas tanınan insanlardaki meziyet, sebeb-i tevazu' ve mahviyet iken; tahakküm ve tekebbüre sebeb olmuştur Fukaranın aczi, avamın fakrı sebeb-i merhamet ve ihsan iken; esaret ve mahkumiyetlerine müncer olmuştur (Mektubat 472)
93- Her adam için, heyet-i ictimaiyede görmek ve görünmek için mertebe denilen bir penceresi vardır O pencere kamet-i kıymetinden yüksek ise, tekebbür ile tetavül edecek; eğer kamet-i kıymetinden aşağı ise, tevazu' ile tekavvüs edecek ve eğilecek ta o seviyede görsün ve görünsün însanda büyüklüğün mikyası; küçüklüktür, yani tevazu'dur Küçüklüğün mizanı; büyüklüktür, yani tekebbürdür (Mektubat 477)
94- Zaîfin kavîye karşı izzet-i nefsi, kavîde tekebbür olur; kavînin zaîfe karşı tevazu'u, zaîfte tezellül olur Bir ulü-l emrin makamındaki ciddiyeti, vakardır; mahviyeti, zillettir hanesindeki ciddiyeti, kibirdir; mahviyeti tevazu'dur Ferd mütekellim-i vahde olsa, müsamahası ve fedakarlığı amel-i salihtir; mütekellim-i maalgayr olsa, hıyanettir, amel-i talihtir Bir şahıs, kendi namına hazm-ı nefs eder, tefahur edemez; millet namına tefahur eder, hazm-ı nefs edemez (Mektubat 477)
Nasıl ki amellerin hayatı niyet iledir Onun gibi, niyet bir cihetle fıtrî ahvalin ölümüdür Mesela: Tevazua niyet onu ifsad eder, tekebbüre niyet onu izale eder, feraha niyet onu uçurur, gam ve kedere niyet onu tahfıf eder Ve hakeza kıyas et (Mesnevî-i Nuriye 201)
Her bir nimetin iki vechi vardır Bir vechi insana aittir ki insanı tezyin eder, medar-ı lezzeti olur Halk içinde temayüze sebeb olur Mucib-i fahr olur, sarhoş olur Malik-i Hakikî'yi unutur En nihayet kibir ve gurur kuyusuna düşürtür
îkinci vechi ise, in'am edene bakar ki, keremini izhar, derece-i rahmetini ilan, in'amını ifşa, esmasına şehadet eder Binaenaleyh tevazu, ancak birinci vecihle tevazu olabilir Ve illa küfranı tazammun etmiş olur Tahdis-i nimet dahi, ikinci vecihle manevî bir şükür olmakla memduh olur Yoksa kibir ve gururu tazammun ettiğinden mezmundur Tevazu ile tahdis-i nimet şöylece bir içtimaları var:
Bir adam hediye olarak bir palto birisine veriyor Paltoyu giyen adama başka bir adam "Ne kadar güzel oldun" dediğine karşı "Güzellik paltonundur" dediği zaman, tevazu ile tahdis-i nimeti cem'etmiş olur (Mesnevi 227)
Birinci Hatvede: ayeti işaret ettiği gibi: Tezkiye-i nefs etmemek Zira insan, cibilliyeti ve fıtratı hasebiyle nefsini sever
Belki evvela ve bizzat yalnız zatını sever, başka her şeyi nefsine feda eder Mabud'a layık bir tarzda nefsini medheder Mabud'a layık bir tenzih ile nefsini meayibden tenzih ve tebrie eder Elden geldiği kadar kusurları kendine layık görmez ve kabul etmez Nefsine perestiş eder tarzında şiddetle müdafaa eder Hatta fıtratında tevdi edilen ve Mabud-u Hakikî'nin hamd ve tesbihi için ona verilen cihazat ve istidadı, kendi nefsine sarfederek sırrına mazhar olur Kendini görür,kendine güvenir, kendini beğenir îşte şu mertebede, şu hatvede tezkiyesi, tathiri: Onu tezkiye etmemek, tebrie etmemektir (Sözler 477)
Üçüncü Hatvede: dersini verdiği gibi: Nefsin muktezası, daima iyiliği kendinden bilip fahr ve ucbe girer Bu hatvede: Nefsinde yalnız kusuru ve nakşı ve aczi ve fakrı görüp; bütün mehasin ve kemalatını, Fatır-ı Zülcelal tarafından ona ihsan edilmiş nimetler olduğunu anlayıp, fahr yerinde şükür ve temeddüh yerinde hamdetmektir Şu mertebede tezkiyesi, » sırrıyla şudur ki: Kemalini kemalsizlikte, kudretini aczde, gınasını fakrda bilmektir (Sözler 478)
İkinci Hastalık: "Ucb"dur
Arkadaş! Ye'se düşen adam, azabdan kurtulmak için, istinad edecek bir noktayı aramaya başlar Bakar ki, bir miktar hasenat ve kemalatı var, hemen o kemalatına bel bağlar Güvenerek der ki: "Bu kemalat beni kurtarır, yeter" diye bir derece rahat eder Halbuki a'male güvenmek ucbdur însanı dalalete atar Çünki insanın yaptığı kemalat ve iyiliklerde hakkı yoktur; mülkü değildir, onlara güvenemez
Hem insanın vücudu ve cesedi bile onun değildir Çünki kendisinin eser-i san'atı değildir O vücudu yolda bulmuş, lakita olarak temellük de etmiş değildir Kıymeti olmayan şeylerden olduğu için yere atılmış da insan almış değildir Ancak o vücud havi olduğu garib san'at, acib nakışların şehadetiyle, bir Sani'-i Hakîm'in dest-i kudretinden çıkmış kıymettar bir hane olup, insan o hanede emaneten oturur O vücudda yapılan binlerce tasarrufattan ancak bir tane insana aittir
Ve keza esbab içerisinde en eşref, en kuvvetli bir ihtiyar sahibi insan iken, efal-i ihtiyariye namıyla kendisine mal zannettiği efalin ekl, şürb gibi en adi bir fiilin husulünde, yüz cüz'ünden ancak bir cüz'ü insana aittir
Ve keza insanın elindeki ihtiyar pek dardır Havassının en genişi hayal olduğu halde, o hayal akıl ve aklın semerelerini ihata edemez Bunları, bu kadar büyük iken, nasıl daire-i ihtiyarına idhal edip, onlarla iftihar ediyorsun?
Ve keza şuurî olmaksızın, senin lehine ve aleyhine çok fiiller cereyan etmektedir O fiiller şuurî oldukları halde, şuurun taalluk etmediğinden sabit olur ki, o fıillerin faili bir Sani'-i Zîşuur'dur Ne sen failsin ve ne senin esbabın Binaenaleyh malikiyet davasından vazgeç Kendini mehasin ve kemalata masdar olduğunu zannetme Ve kat'iyyen bil ki, senden sana yalnız noksan ve kusur vardır Çünki sü'-i ihtiyarınla, sana verilen kemalatı bile tağyir ediyorsun Senin hanen hükmünde bulunan cesedin bile emanettir Mehasinin hep mevhubedir; seyyiatın meksübedir Binaenaleyh
de
Üçüncü Hastalık: "Gurur"dur
Evet gurur ile insan maddî ve manevî kemalat ve mehasinden mahrum kalır Eğer gurur saikasıyla başkaların kemalatına tenezzül etmeyip, kendi kemalatını kafi ve yüksek görürse, o insan nakıstır Böyle insanlar, malümat ve keşfiyatlarını daha yüksek görmekle, eslaf-ı izamın irşadat ve keşfıyatlarından mahrum kalırlar Ve evhama maruz kalarak bütün bütün çizgiden çıkarlar Halbuki eslaf-ı izamın kırk günde yaptıkları bir keşfıyatı, bunlar kırk senede bulamazlar (Mesnevi 65)
Ey fahre meftun, şöhrete mübtela, medhe düşkün, hodbinlikte bîhemta sersem nefsim! Eğer binler meyve veren incirin menşei olan küçücük bir çekirdeği ve yüz salkım ona takılan üzümün siyah kurucuk çubuğu; bütün o meyveleri, o salkımları kendi hünerleri olduğu ve onlardan istifade edenler o çubuğa, o çekirdeğe medh ve hürmet etmek lazım olduğu, hak bir dava ise; senin dahi sana yüklenen nimetler için fahre, gurura belki bir hakkın var Halbuki sen, daim zemme müstehaksın Zira o çekirdek ve o çubuk gibi değilsin Senin bir cüz'-i ihtiyarın bulunmakla, o nimetlerin kıymetlerini fahrin ile tenkis ediyorsun Gururunla tahrib ediyorsun ve küfranınla ibtal ediyorsun ve temellükle gasbediyorsun Senin vazifen fahr değil, şükürdür Sana layık olan şöhret değil, tevazudur, hacalettir Senin hakkın medih değil istiğfardır, nedamettir Senin kemalin hodbinlik değil, hüdabinliktedir Evet sen benim cismimde, alemdeki tabiata benzersin îkiniz, hayrı kabul etmek, (Sözler 230)
Ey insan! Madem hakikat böyledir; gururu ve enaniyeti bırak Uluhiyetin dergahında acz ve za'fını, istimdad lisanıyla; fakr ve hacatını, tazarru' ve dua lisanıyla ilan et ve abd olduğunu göster Ve de, yüksel (Sözler 328)
Beşinci Mes'ele: Nasıl ki bir cemaatın malı bir adama verilse zulüm olur Veya cemaata ait vakıfları bir adam zabtetse zulmeder Öyle de: Cemaatın sa'yleriyle hasıl olan bir neticeyi veya cemaatın haseneleriyle terettüb eden bir şerefı, bir fazileti, o cemaatın reisine veya üstadına vermek; hem cemaata, hem de o üstad veya reise zulümdür Çünki enaniyeti okşar, gurura sevkeder Kendini kapıcı iken, padişah zannettirir Hem kendi nefsine de zulmeder Belki bir nevi şirk-i hafîye yol açar (Lemalar 134)

Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.