Prof. Dr. Sinsi
|
Ömer'in Koyduğu Bazı Adlî Prensipler
ÖMER'İN KOYDUĞU BAZI ADLÎ PRENSİPLER
Günümüzde adliyeler iki prensipten birini tercih etmektedir:
1- Hakimin daha önceki adli kararlara bağlı kalması ve bunun dışına çıkmaması Bu kaide genellikle Anglo Sakson mahkemelerinin takip ettiği bir prensiptir
2- Hakimin daha önceki adli kararlara bağlı kalmaması prensibi
Ömer'in adli prensibi ikinci metod idi Adli düsturu ifade ederken Ebu Musa el-Eş'ari'ye yazdığı mektupla dile getiriyordu Şöyle diyordu:
"Daha önce vardığın bir hüküm seni yeni bir hükme varmaktan alıkoymasın Daha önceki hükmü gözden geçir ve hakka dönmek için (hakkı uygulamak için) irşad yolunu takip et Hak değerli ve yüce olup hiçbir şey onu iptal edemez Bir hükmün hakka uyup uymadığını gözden geçirmek, batıl olan hükmü uygulamaya devam etmekten daha hayırlıdır "
Valilerine empoze ettiği ve kendisinin takip ettiği bu metodun sebeplerini ifade ederken şu şekilde açıklar: Bir gün dava sahibi olan biriyle karşılaşır Kendisine şöyle sorar:
“Ne yaptın?” Adam kendisine der ki:
“Ali ile Zeyd şu şekilde hükmettiler ”
“Ben olsaydım şu şekilde karar verirdim ”
“Durum senin elinde olduğuna göre (halife sen olduğuna göre) seni bundan alıkoyan nedir?”
“Şeyet Allah'ın kitabına ve Resulullah'ın sünnetine göre hükmetseydim o zaman sana yeniden hükmederdim Ancak ben kendi görüşüme göre seni haklı buluyorum ”
Görüşler ise müşterektir (Burada söz konusu olan içtihattır Adama verdikleri kararı kendi içtihadlarına göre vermişlerdir Ömer kendi içtihadına göre, adamı kazanan taraf olarak görmektedir Kur'an ve Sünnette bu hususta bir nas bulunmadığından adam bu hükme boyun eğmek zorundadır Aksi takdirde yasama kaynaklarında bu hükme dair bir olay veya nas bulunmuş olsaydı Ömer daha önce verilmiş olan hükmü iptar eder, mevcut olan yasama kaynaklarına göre hükmederdi ) Bundan ötürü halife en yüce makama sahip olmasına rağmen, Ali ile Zeyd'in vermiş olduğu hükmü veto etmedi
Rivayetlere göre halife benzer iki olayda değişik iki hüküm verdi
Bunun sebebi kendisine sorulduğu zaman dedi ki:
"O daha önce hükmettiğimiz gibiydi Bu ise şimdi hükmettiğimiz gibidir " [12]
Bu metod ferdi içtihadın zorunlu olmadığı prensibinin tabii bir sonucudur Daha önce de zikrettiğimiz gibi, Allah'ın kitabında ve Resulullah'ın sünnetinde açık hüküm bulunmazsa müçtehide düşen, bu iki kaynaktan bulunan genel prensiplerden karşılaştığı problemin çözümünde uygulaması için, hüküm çıkarması gerekir Bu içtihad ancak müçtehidi bağlayabilir Hatta o başka bir içti-hadla farklı bir hükme varsa bile daha sonrası için sahibini bile bağlamaz
Bu hususta meşhur olarak bilinen olaylardan biri de, İmam-ı Şafii hakkındadır Mısır'a gelmeden önce kendisine ait eski görüşleri vardı Ancak Mısır'da istikrar edip yerleşince bu eski görüşlerinden vazgeçerek önüne yeni ufuklar ve şartlar çıktı Çok kere söylediğimiz gibi, içtihat toplumun değişen ihtiyaçlarından etkilenir
Ömer'in kanunlaştırdığı prensiplerinden biri de korkan kimsenin ifadesinin göz önüne alınması, baskı ve zorlama altında bulunan kimsenin ifadesinin geçersiz olması, Bu hususta şöyle der:
"Kişiyi aç bırakmakla, korkutmakla veya hapsetmekle suçunu itiraf etmesi halinde kişi güvence altında değildir " Organize edilmiş toplumlar bu prensibi ancak Ömer'in vefatından bir kaç asır sonra idrak edebilmişlerdir Öyle ki, bazı ülkeler bu prensibe hala saygı göstermemekte, tam tersine çeşitli işkence ve zorlama yollarını kullanmak suretiyle kişinin itiraf etmesini sağlamakla birlikte daha sonra bu itirafın geçersiz olduğu ispat edilmektedir
Şüphe söz konusu ise cezanın tenfiz edilmemesi:
Şimdiye kadar bu husus ile ilgili olarak birçok örnek arzettiysek de büyük valilerden biriyle ilgili olan bir davayıda burada ilave edeceğiz Söz konusu olan vali Mugîre b Şu'be'dir Dava ise aşağıdaki gibi özetlenebilir:
Ömer, Mugîre b Şu'be'yi, Basra'ya vali olarak atamıştı Basra'da Ümmü Cemil adında bir kadın vardı O zamanın bütün valileri gibi Mugîre de kendisiyle ilgileniyor ve koruyordu Bu haber Basra halkı arasında konuşulmaya başlandı Mugîre ile komşularından biri arasında dargınlık ve husumet vardı O döneme ait bütün evlerde olduğu gibi evler birbirine yakındı Komşu ve arkadaşları bir gün komşunun evinde otururken rüzgar Mugîre b Şu'be'nin evinin penceresini açtı Komşu ve arkadaşları içeride iri yaplı bir kadının olduğunu ve Mugîre'nin bununla ilişkide bulunduğunu gördüler Kadın söz konusu olan Ümmü Cemil'e benziyordu Komşu, arkadaşlarını şahit göstermek suretiyle Ömer b Hattab'a haber gönderdi Ömer, Mugîre'yi görevinden azlederek yerine Ebu Musa el-Eş'ari'yi atadı Onu ve şahitleri ise Medine'ye çağırdı Mugîe zina suçuyla yargılanırken üç kişi olayın gerçekleştiğini gördüklerine dair şahitlik ettiler Dördüncüsü gelip şahitlik yapmak için içeri girince (onun şahitliği olmayınca ceza verilemeyecekti) Ömer şöyle dedi:
"Benim Allah'tan dileğim, Resulullah'ın sahabilerinden birinin bu gördüğüm adam vasıtasıyla rezil edilmemesidir " Başka bir rivayete göre de şöyle söylemiştir:
"Haktan başka bir söylemeyen ve benden bir şey saklamayan zeki ve akıllı bir delikanlıyı karşımda görüyoruz "
Dördüncü şahit dedi ki:
"Bunların söylediklerini görmedim Fakat ben şüpheli bir pozisyon gördüm Derin bir nefes alış sesini duydum Ancak bunun ne olduğunu bilmiyorum "
Ömer dedi ki:
"Sen kadını tanıyor musun? Adam:
"Biraz" cevabını verdi ve ekledi "Fakat ona benzettim " Ömer (r a ) kazf suçunu işledikleri için üç şahidi cezalandırdı
Mugîre dedi ki:
"Ben eşimle ilişkide bulunuyordum Eşim bahsettikleri ve suçladıkları Ümmü Cemil'e benzemektedir "
Toplumsal statüsü göz önünde bulundurulmaksızın adli makamlarda Müslümanlar arasında tam eşitlik prensibi:
Beşeriyet bu prensibe oldukça geç dönemlerde kavuşabilmiştir Ancak Ömer'in çok kati bir biçimde uygulamış olduğu hala günümüzde medeni diye nitelendirdiğimiz birçok ülke inkar etmekte ve bunu ırk ayrımı formu ile çok çirkin bir şekilde yapmaktadır Daha önce de gördüğümüz gibi onun hasta olan oğlu Abdurrahman'ı Amr b As'ın cezayı evinin avlusunda vermesi sebebiyle hasta olmasına rağmen nasıl uyguladığını gördük Buna ilave olarak kayın biraderi ve çocuklarının dayısı olan Bahreyn valisi ona yakın olmasına rağmen sarhoş olduğu tesbit edildikten sonra kendisine karşı içki içme haddinin nasıl uygulandığım görmüştük
Bu hususta en büyük örnek olarak göstereceğimiz Cebele b el-Eyhem el-Gassani ile ilgili olaydır Cebele el-Cufne krallarından biri idi Kendisi ve kavmi İslamı kabul etmişti Tam anlamıyla donatımlı beş yüz kişilik bir grupla Medine'ye Ömer'i ziyarete gelir Ömer'in bunların İslam'a yeni bir güç katacakları düşüncesiyle sevinir
Meclisine kabul eder ve birlikte hac yapmak için Mekke'ye giderler Cebele hac esnasında Kabe'nin etrafında tavaf ederken Benî Fezare'den bir adam elbisesine basar ve elbise yırtılır Cebele'nin gururu kendisini günah işmeye sevkeder Durumu izzeti nefsine yediremeyerek adama vurur ve burnunu kırar Olayı duyan Ömer Cebele'yi çağırdı, Cebele yanına gelince suçunu itiraf eder Bunun üzerine Ömer (r a ) kendisine der ki:
“Sen suçunu itiraf ettin Ya adamı razı edersin veya burnunu kırmak suretiyle sana kısas cezasını uygulayacağım ” Bunları duyan Cebele der ki:
“Ey mü'minlerin emiri, böyle bir şey nasıl olur? O sırada bir kişi, ben ise emirim ” Ömer (r a ) der ki:
“İslam sizleri eşit kılmıştır Sen ancak takvada ve iyilik yapmada ondan üstün olabilirsin ” Cebele dedi ki:
“Ey mü'minlerin emiri, İslam'a girmekle cahiliye döneminden daha çok izzet ve şeref sahibi olacağımı biliyorum ” Halife sert bir şekilde dedi:
“Şimdi bundan söz etme, eğer adamı razı etmezsen sana kısas uygulayacağım ” Cebele dedi ki:
“O zaman tekrar Hıristiyanlığa dönerim ” Halife dedi ki:
“Şayet Hıristiyan olursan kafanı vururum Çünkü sen İslam'ı kabul ettin Mürted olursan seni öldürürüm ” Cebele halifenin sözlerinin ciddi olduğunu ve dediklerini yapacağını anlayınca şöyle konuştu:
“Durumu bu gece düşünmem için bana izin ver ” Halife kendisine izin verdi Oradan uzaklaştı Herkes gece uykusuna dalıp ortalık sakinleşince Cebele ve beraberindeki gizlice şehri terk edip önce Şam'a sonra'da Kostantiniyye'ye (İstanbul'a) giderek Hirakl'e sığındı O ve beraberindekiler Hıristiyan idiler Hirakl bu duruma çok sevindi Kendisine toprak ve hediyeler takdim ederek sözcü ve divan meclisi olarak atadı [13]
Ömer'in bu tavizsiz tutumu, ileri gelen valilere ve diğer idarecilere hiç imtiyaz tanımaması bazı müsteşriklerin kendisini suçlamasına, -takdir etmelerine rağmen- kendisine "düşüncesi sınırlı" bütün işleri bir kritere göre kişi olarak nitelendirmelerine sebep oldu
Abbas Mahmud el-Akkad bu suçlamayı haklı olarak şu şekilde çürütmektedir:
"Sınırlı düşünceli olma zannı, tek açıdan bakan ve bu şekilde zanneden müsteşriklere hakim olan görüştür Bu ise sağa veya sola bükülmeyen adalettir O adalet ki, çok dakik ve itinalı bir biçimde cezayı ölçüp tartmakta tenakuzlar, toplumsal statüler onu ilgilendirmemektedir Onlar kendisinin yüce kararlarına baktıklarında bu görüşlerin kati, kesin ve mutlak olduğunu, bir saç teli kadar başka tarafa sapmayan ideal görüşler olduğunu veya yayından fırlamış, belirlenmiş olan hedeflere giden, önüne gelen her şeyi ve hedefine giden bütün engelleri delip geçen keskin bir ok gibi gördüler Onlara, onun zekası iç güdüye benzeyen, feraset zekası gibi tek yöne yönelen zeka düşüncesi hakim oldu Yine onlara göre bu zeka sağa solu sapmayan, form edildiği şekilde olup başka türlü tasarrufta bulunmayan ve bunun tersine işlemde bulunmayan sınırlı görüşlü olan aklın zekasıdır Bu zeka tek yönle şartlanmış ve bu çerçeve dahilinde uygulamada bulunan, başka branşlara ve yönlere yönelmeyen bir zekadır
Sınırlı düşünceli olan Ömer'in düşüncesi değil, bunu iddia eden müsteşriklerin düşüncesidir Tek yön üzerine istikamet gösteren, sağa veya sola sapmayan kişi, şu ikisinden biridir: Tek yön üzerine istikamet eden kişi ya ondan başka etrafında olup bitenlerden haberi olmayan kişidir veya bu kişi karşısına çıkacak bütün engelleri aşabilen, her şeyin ona yöneldiğini ve meylettiğini ve onun hiç kimseye veya yüne yönelip eğilmediğini bilen kişidir Ömer b Hattab’ın takip ettiği bu istikamette yürüdüğü yol ise birinci değil, ikincisidir Bu istikamet zaaf olmayıp güç ve kuvvete dayanan, mahcurun istikamete değil, sür'atle tasarrufta bulunanın çizmiş olduğu istikamettir "
Ömer'in mutlak eşitlik prensibine örnek olarak Amr b As, Halid b Velid, Cebele b el-Eyhem'in durumlarını örnek olarak gösterdikten sonra Abbas Mahmud el-Akkad der ki:
“Bu, dünyadaki farklı statülere bakmayan içinde bulunan farklılık ve yolsuzluklara hayır diyen ve bu türlü tasarruflarda bulunmayan müstakim kısasa sahip olan adalet örnekleridir ” O da şartları göz önünde bulundurmaksızın yazılı kanunlara göre cezanın takdir edilmesinde, sınırlı düşünceye sahip olan kişi için en kuvvetli şüphelerdendir Acaba gerçekte durum böyle midir? Acaba bu durumlar karşısında her zaman ve her dönemde olduğu gibi, Ömer'in de politika dahileri gibi, hileler yaparak kanunlarla oynaması mı gerekiyordu?
Evet, şayet eşitliği sağlamaktan aciz olsaydı, hileye başvurması gerekirdi Terazilerin eşit tutulması vali için kusur sayılır, kelimelerle oyalama, bir şeyin etrafında dönüp dolaşmak sureliyle hile yapma ise başarı kabul edilirdi Çünkü eşitlik ve adaletle hükmetmek kişiyi hasta eder, yorar Ve yine eşitlik prensibi kişiyi zulümden daha zor ve daha tehlikeli durumlara maruz bırakır Eşitliğin sonuçlarına bakıldığında, daha zor, ayrıcalık ve temyiz etmekten daha zalimcedir Onun hakikatin etrafında dolaşması kendisi için vacipti
Bunların hangisi Ömer'de ve Ömer bunların hangisiyleydi? Zorlukları yenmekte güçlü ve buna kadirdi Zalimin zulmünden aşırı derecede elem, mazlumun ezilip yenilmesinden aşırı acı duyardı Allah'ın haklıyı desteklediğine ve koruduğuna tam manasıyla iman etmişti Bütün bunlara rağmen Ömer niçin haktan sapsın? Neden haksız tasarrufta bulunsun? Ve neden kelime oyunları yaparak hukukta hilelere başvursun?
Zikrettiğimiz, Ömer (r a )'in büyük valileri muhakeme etmesi pozisyonuyla ilgili görüşleri çürüttükten sonra, Cebele meselesine temas ederek el-Akkad der ki:
"Kendilerini ileri görüşlü ve basiretli olarak nitelendiren politika dahilerinden biri olmuş olsaydı, emiri razı etmeye ve ona tabi olanların da İslam'da kalmalarını sağlamaya, şikayetçiye çeşitli hileler yaparak onu bundan vazgeçirmeye, her iki taralı barıştırmaya ve emirin kendisini savunmak için kendisine saldıranı vurduğunu beyan etmek suretiyle bu meseleyi hallederdi Zulme karşı kızgın, hakkı koruyan, güç ve kuvvetine kain olan ve İslam'ın yenilmezliğine inanan Ömer'in bu politikacıların politik dehalarına ihtiyacı mı vardı Yıldızlara tapan kişinin gazabına uğramış olan emirin tabileri çok olsa bile bunun anlamı, onların davranıp bir şeyler yapmaları gerekiyordu Ama Ömer'in böyle bir tasarrufa başvurmaya ihtiyacı yoktu "
Büyük yazar araştırmasına şu şekilde son verir:
"Onun kesin ve müstakim olan adaletini dar görüşlü, sınırlı düşünceli olarak tefsir eden Avrupalı eleştiriciler, kendisini anlayamadılar Şayet insaflı davransalardı göreceklerdi ki, onun kesin ve müstakim adaleti, güç ve kuvvetinin eksikliğinden değil, fazlalığındandır İlim ve sür'atle idrak etme eksikliğinden değil, kendisine olan güven ve iman gücünün fazlalığındandır Verdikleri bu hükümlerinde sabırla hareket edip vicdanlarına sorarak karar vermiş olsalardı, bunu anlamak kendileri için hiç de zor olamazdı Çünkü onun güven ve iman gücü ahlakında ve işinde gizli olmayıp ileri altığı her adımda mevcuttu En zor ve en büyük işlerin üzerine giderdi İleri atıldığı zaman etrafındaki engelleri, eğri büğrü yolları bilmediğinden değil, bunlara önem vermediği ve bunların onun umurunda olmadığının bir sonucudur Şayet üzerine gittiği takdirde işlerin ona meyledeceği (ona boyun eğeceği) ve onun hiçbir işe boyun eğmeyeceğine o bütün imanıyla inanıyordu Bülün engelleri biliyordu Ancak engellerden daha güçlü ve kuvvetli olduğunu da biliyordu Çünkü o güçlü imanına güveniyordu Onun bu güç ve imanından iki kuvvet doğar: O tüm güçlükleri ve zorlukları omuzlarına alır, hiç eğilip bükülmeden dimdik ayakta dururdu Onu başkasından ayıran özellik, sorumlu olduğu yükü bilmediği, söz edilen sonuçlan unuttuğu veya karşısında zor duruma düşdükleri zorluklardan kaçındığı değildi Hayır onu başkalarından ayırt eden ölçü, onlar zor ve büyük işlere boyun eğerlerken bu zor işlerin ona boyun eğmesidir "
Ömer (r a )'in hakkın uygulamasındaki tavizsizliğine ve cezaların infazındaki bütün şiddetine rağmen, adaletin hakim olmasında maksimum derecede insani düşünceye sahipti Devamlı olarak halka mahkemeler vasıtasıyla yapılan muhakemelerden kaçınmalarım hissettiriyordu Onun bu hususta söylediği şu söz oldukça etkileyicidir "Kendiliğinizden başkalarının haklarını kendilerine iade edin Birbirinizin hakkına sahip çıkın Birbirinize tahakküm ederek hükmetmem için bana gelmeyin " Halifelik kendisine geçtiğinde ilk hutbelerinin birinde halka hitab ederken şöyle demişti:
"Suç işlememek suretiyle bana yardımcı olunuz Ve kendi nefsime karşı da iyilikle emredip kötülükten men etmem için bana yardımcı olunuz Allah'ın sizin işlerinizin idaresi için bana verdiği yetkiler dahilinde görevimi daha iyi yerine getirmem için bana nasihat edin "
Suçlunun cezadan kurtulması için zayıf bir ihtimal bile ufukta görülse, cezanın acele bir şekilde uygulanmasından nefret ederdi Bu husustaki rivayetlere göre, bir devletin bir bölgesinde gezinirken o bölgenin valisine önemli olayları sordu Vali kendisine verdiği cevapta bir mürtedin katledildiğini söyledi Bunu duyan halife kendisine şunu sordu:
“Onu bir eve sokup kapıyı üzerine kapatıp her gün kendisine yemek vermek suretiyle tevbe etmesini söylediniz mi? Tevbe ettiyse zaten ona karşı bir şey yapamazsınız Aksi takdirde öldürebilirdiniz " Daha sonra şöyle söyledi:
"Ya rabbi, ne gördüm ne de böyle yapmaları için emrettim Bu haberi öğrendikten sonra da yapılanlara razı olmadım ” "Bu sözünü daha önce de arzetmiştik" Şüpheli durumlarda cezanın infazım iptal etmek, uygulamaktan daha hayırlıdır "
Bu sebeple onun doktrini gizli olan şeyleri ifşa etmemekti İbn Cevzi'nin rivayetine göre, bir adam Ömer b Hattab'a gelerek kendisine daha önce suç işlemiş bir kızı olduğunu ancak bundan sonra tevbe ettiğini, şu anda kendisini nişanlamak için geleneklerin bulunduğunu ve kendisini nişanlamaya gelenlere bu durumu açıklayıp açıklamaması gerektiğini sordu
Halife kendisini azarlayarak dedi ki:
"Allah'ın gizlediği şeyi ifşa etmeye kastın mı var? Vallahi onun durumunu herhangi birisine söyleyecek olursan seni herkese ibret olacak şekilde cezalandıracağım Temiz bir Müslüman kadını gibi nikahını kıy "
Cebele b el-Eyhem el-Gassani'nin yaptığı gibi, suçlunun kafirlere iltica ederek şeytan güçlerine sığınmalarını önlemek için valilerine verdiği emirlerde düşman sınırlarına yakın oldukları zaman kimseyi cezalandırmamaları gerektiğini daha önce zikretmiştik
Ömer (r a ) hakimin görevinin zor olduğunu bildiği için, meseleleri iyi bir şekilde tartabilen ve feraset sahibi olanları ancak bu göreve atıyordu Asırlar boyu hakimin görevi, önüne gelen sürtüşmelere kanunu uygulamak ise ve buna binaen hakimin görevi kanunu ortaya koymak değil, mevcut olan kanunu uygulamak ise İslam hukukun kendine has bir özelliği vardır Çünkü hakimin uyguladığı kanunlar sınırlıdır Bu sebeple hakim içtihad etmek zorundadır İçtihad edeceği hususları Kur'an ve Sünnetten iktibas eder [14]
İslam hakuku usulü uzmanlarının varmış oldukları icma1 (oy birliği) hakim olacak kişinin içtihad mertebesine varmış olması lüzumudur Bugünkü hukuk normları detaylı, çok açık ve seçik bir şekilde düzenlenmiştir Yasa koyucu bunları konularına göre ayrı ayrı kısımlara ayırmıştır Hakim bugün önüne gelen bir davaya elinde mevcut olan bu normlardan birini seçip uygulamakla yükümlüdür Ama İslam hakiminin ise Kur'an ve Sünnette bulunan prensiplerden birini uygulamaktan başka bir seçeneği yoktur Önüne gelen davaya uygulayacağı nassı kendisinin keşfedip uygulaması gerekir Bu görevi yerine getirirken iki kişi bir arada yapar Önce keşfedeceği normu tesbit etmek bundan sonra önüne gelen davaya uygulamak Bu anlatmak istediğimizi aşağıdaki örnek açıkça dile getirmektedir Sire kitapları aşağıdaki olayı rivayet etmektedirler:
Ömer (r a ) bir gün otururken yanına bir kadın gelip kendisine selam vererek şöyle söyledi:
"Kocam geceleri ibadet eder, gündüzleri ise oruç tutar " Ömer dedi ki:
"Allah onu daha fazla muvaffak etsin " Arkasından kadın oradan uzaklaştı Yanında bulunanlardan biri halifeye dönerek dedi ki:
"Ey mü'minlerin emiri, bu kadın kocasını sana şikayet etmek istiyordu Bununla kocasının gece gündüz kendisini ibadete verdiğini, bunun tabii sonucu olarak da kocalık görevini yerine getirmediğini anlatmak istiyordu " Ömer kadının geri getirilmesini emretti Daha sonra adamın ferasetinin doğruluğuna emin olunca adama dedi ki:
"İkisinin arasında sen hükmet Benim anlamadığımı sen anladın "
Adam, kadının kocasını çağırdı ve üç gününü ibadete bir gününü de karısına ayırması için emir verdi
Ömer kendisine sordu:
“Neye dayanarak böyle hükmettin?” Adam dedi ki:
“Allah bir erkeğin dört kadınla evlenmesini helal kılmıştır Şayet adam bu hakkını kulanmış olsaydı, kadına her dört günden bir gün düşecekti Durum böyle olunca üç gününü ibadete tahsis edebilir Fakat dördüncü günü evlilik hakkı için kullanabilir ” Ömer bu içtihadı tasdik etti
İslam hukuku bu yönüyle modern idare hukukuna çok yakındır Çünkü idare mahkemesinde hakim detaylı yasalaşmış maddelere bağlı kalmakla yükümlü değildir Onun da önünde içtihad sahası oldukça geniştir
Ömer hakimlik görevinin ne derece önemli ve tehlikeli olduğunu hissettiğinden dolayı bu göreve belirli özellikleri olan kişilerin seçilmesi ve tamamen bu görevde çalışmalarını tahsis etmeye bu hisleri kendisini şevketti Aynı şekilde hakimlik görevini yürütecek kişiyi çok iyi bir şekilde inceliyordu Bunu anlatmak için göreve atadığı kişilerin isimlerini hatırlatmak kanaatimizce yeterlidir: Medine'ye hakim olarak Ebu ed-Derda'yi, Kufe'ye Şürayh'ı Basra'ya Ebu Musa el-Eş'ari'yi, Mısır'a Kays b Ebi'l-As es-Sehmi'yi atadı
Şürayh'ın Kufe'ye hakim olarak atanması olayı çok ilginçtir Ömer (r a ) bir adamla at pazarlığı yapıyordu Atı tecrübe etmek için halife binip dolaştı Bu esnada at sakatlandı Daha sonra atı sahibine geri vermek istediği zaman, adam hayvanı kabul etmedi Halife kendisine dedi ki:
“Aramazda hakemlik yapacak birini tayin et ” Adam Şürayh'ı hakem olarak gösterdi Şürayh her ekisinin sözlerini dinledikten sonra şöyle dedi:
"Ey mü'minlerin emiri, satın aldığını kabul et Veya nasıl aldınsa öyle teslim et " Bu sözleri duyan Ömer şunları söyledi:
“Ancak böyle hükmedilebilirdi ” Ve Şürayh'ı Kufe'ye hakim olarak atadı Ve görevi orada tam altmış sene yürüttü

[12] Bilindiği gibi bir hüküm şartların ve durumların farklılıklarına göre değişebilir Hırsızlık ve benzeri suçlar şartların normal olduğu zamanlarda adli makamlarca uygulanmasına karşılık, şartların değişmesi, savaş veya kıtlık gibi durumların vuku uygulanmasına karşılık, şartların değişmesi, savaş veya kıtlık gibi durumların vuku bulması halinde bu suçun İptali söz konusu*dur İşte bu sebeple Ömer'in benzer iki olaya karşı farklı iki hükmü varsa bunun sebebi benzer olayların farklı sebeplerde vuku bulmasından ötürüdür
[13] Bazı rivayetlere göre Cebele yaptığından pişman olur ve şu şiiri söyler:
“Bir tokatın arından şerefliler Hıristiyanlaştı
Şayet buna sabretseydim ne zarar olurdu?
Israr, gurur ve izzet-i nefsimi korumak için yaptım bunu
Böylece sağlam gözü bir kör göze sattım
Keşke annem beni doğurmamış olsaydı
Ve keşke Ömer'in söylediğine uysaydım
Keşke doğum yapan kadınlara bakıcılık yapsaydım
Rabie veya Mudar'a esir düşseydim
Keşke Şam'da çok düşük bir hayat sürseydün
Kulaklarım duymaz, gözlerim görmez ama kavmimin yanında olsaydım ”
[14] Bilindiği gibi İslam hukukundaki prensipler genel prensiplerdir Zaten böyle olmayan bir hu*kuk sistemi de belirli periyodlar içinde değişikliğe uğramadan değişen ihtiyaçlara cevap vere*mez, İslam hakukunu her zaman ve mekan için geçerli kılan ve her ihtiyaca cevap veren bu özelliğidir Bazı prensipler sabit olup hiçbir zaman değiştirilemez Bunlar Kur'an ve Sünnette*ki kafi ve detaylı olarak açıklanan hususlardır Genel prensipler zamanın ve şartların değişme*siyle Müslümanların çıkarı doğrultusunda değişikliğe uğrar Buna örnek olarak Ta'ziri göste*rebiliriz Mesela para cezası gibi cezaların kanun maddesi olarak yasalaşması halinde belli bir süre sonra bunun değişmesi zorunluluğunun kaçınılmazlığı bilinen bir gerçektir Bu sebeple İslam hukukunda bu tür yasalar genel normlarla belirlenmiş, bunun tesbiti ise o günün sarılarına göre veliyyülemre bırakılmıştır Devlet idaresi, adalet, yasama, ekonomik ge*lişme ve buna benzer toplumun vazgeçilmeyen normlarım İslam hukuku genel prensipler halinde yaşamış ve bu sınırlar dahilinde İslam hakukçusuna içtihad hakkı tanunıştır Hukuku ge*liştirip toplumun ihtiyaçlarına cevap verecek şekilde bu hususta içtihat etmek ise İslam hu*kukçusuna düşer
|