Geri Git   ForumSinsi - 2006 Yılından Beri > Eğitim - Öğretim - Dersler - Genel Bilgiler > Eğitim & Öğretim > Tarih / Coğrafya

Yeni Konu Gönder Yanıtla
 
Konu Araçları
asrî, mekke, saadet, toplumu, öncesinde

Asr-İ Saadet Öncesinde Mekke Toplumu

Eski 08-02-2012   #1
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Asr-İ Saadet Öncesinde Mekke Toplumu




ASR-I SAADET ÖNCESİNDE MEKKE TOPLUMU

ProfDrİhsan Süreyya Sırma

İHSAN SÜREYYA Tarihçi, yazar 1944 yılında Pervari'de doğdu SIRMA Ortaöğrenimini Siirt Lisesinde yaptı 1966da Ankara İlahiyat Fakültesi'nden mezun oldu 1967'de doktora için gittiği Fransa'dan, 1969'da Tunus'a geçti Tekrar Fransa'ya ve 1973'te de İslâm Tarihi dalında doktor olarak Türkiye'ye döndü Erzumun Yüksek îslâm Enstitüsü'nde İslâm Tarihi Öğretmenliği yaptı, (1973-74) Aynı yıl, îslâmî İlimler Fakültesi'ne asistan olarak girdi; 198O'de Doçent, 1989'da Profesör oldu Halen Sakarya Üniversitesi, İlahiyat Fakültesinde, îslâm Tarihi Öğretim Üyeliği yapmaktadır Çeşitli gazete ve dergilerde makaleleri yayınlanan yazar, evli ve üç çocuk babasıdır
Bugüne kadar yayınlanan eserleri: Osmanlı Devleti'nin Yıkılışında Yemen İsyanları, Birkaç Sahife Tarih,Tarih Şuuru, Tunus Hatıraları, Peygamber Ordusunun Tarihi (tercüme )3îslâm Müesseselerine Giriş (tercüme), îlk İslâm Devleti -Makaleler- (tercüme), İslâm Öncesi Mekke Dönemi ve Hz Muhammed, İslâmî Tebliğin Mekke Dönemi ve İşkence, İslâmî Tebliğin Medine Dönemi ve Cihad, îslâmî Tebliğin Örnek Halifeler Dönemi, Emeviler Dönemi, Abbasiler Dönemi, Sömürü Ajanı İngiliz Misyonerleri, Hz Peygamber Devrinde Yahudi Meselesi, II Abdülhamid'in İslâm Birliği Siyaseti, Tanzimat'ın Götürdükleri, İslâmiyet ve Hıristiyanlık (tere), îslâm ve Tarih, Neler Sordular, Pakia Mektupları ve Bir Garip Tarih, Nasıl Sömürüldük [1]

GİRİŞ

İslâm, tarihleri genellikle İslam Öncesi Mekke dönemine cahiliye dönemi demektedirler
Onun için biz de, o dönemi daha iyi anlayabilmek gayesiyle, araştırmamıza cahiliyye'nin ne olduğu konusu üzerinde durarak başlamak istiyoruz
Arapça cehile kelimesinden türeyen ve anlamı 'bilmeme' olan cahiliyye'nin ıstılah mânâsı genellikle îslâm öncesi dönemde Mekke Şehir devletindeki dinî, içtimaî ve siyasî hareketlerden, îslâm dinine aykırı düşen fiillere denir Tarih literatüründe, cahi-liyye kelimesi, îslâm öncesi Mekke tarihi için de kullanılmaktadır
Gerek îslâm tarihinin ve gerekse diğer îsîâmî ilimlerde geçen cahiliyye tabirinin kullanım alanlarına baktığımızda, bunun dindeki sapıklıklar olduğu görülür ki, bugünkü anlamda cehaletle, yâni kültürel, ya da sosyal bilgisizlikle çok fazla ilgili değil Nitekim, kültürel manada, söz konusu dönemde, zirvede olan şairler, edipler vardı Mekke'de Yedi Askı (Mu'allakatu's-Seb'a) denen ve bugüne değin edebî ve sanat değerlerinden hiçbir şey kaybetmeyen şiirler, Arap edebiyat tarihinin birer şaheserleridirler O halde cahilliyye, bizim anlayageldiğimiz gibi, "bilgisizlik" demek değildir
Cahiliyye kelimesi Kur'an-ı Kerim'de de söz konusu edildiğinden, bu kelimenin geçtiği ayetleri ele alır, incelersek, cahiliyyeden ne kastedildiği iyice anlaşılır Nitekim Kur'an ayetlerine bakmadan bu ıstılahı anlamak mümkün değildir Çünkü neyin cahiliyye olduğunu ilk önce Kur'an öğretmiştir bize Ve Kur'an da, Hz Peygamberin (sas) hadisleriyle açıklandığından, ayrıca onun sünnetine de, yani bu konudaki hadis-i şeriflere de bakmamız gerekecek
Önce âyetleri ele alalım:
Cahiliyye kelimesi, Kur'an-ı Kerim'de dört yerde geçmektedir Bu ayetlerde geçen cahiliyye ıstılahını açıklamadan Önce, ayetleri zikredelim:
1- "Bir grup da (münafıklardı) Canları sevdasına düşmüşlerdi Allah(u Te'âlâ)ya karşı cahiliyet zannı gibi hakkın dışında bir zan besliyorlardı (Ve "Bu) işten (galibiyet ve zafer vadinden) bize bir şey (nasib) var mı" diyorlardı"[2]
2- "Onlar hâlâ cahiliyye (devrinin islâm dışı) hükmünü mü arıyorlar? Şüphesiz ehl-i yakın (iyi kanaat sahibi olan) bir kavim için, hükmü Allah(u Teâlâ)dan daha güzel olan kimdir?"[3]
3- "Ey peygamber kadınları, siz (diğer) kadınlardan (herhangi) biri gibi değilsiniz Eğer (Allah'tan) korkuyorsanız, yılışarak,(kırıt arak, dikkat çekerek) konuşmayın Sonra kalplerinde bir maraz (kötülüğe meyilli) olanlar tama'a düşer(ler) Konuşunca, yapmacık hareketlerden uzak, ciddi ve ağır başlı konuşun Evlerinizde oturun! Evvelki cahiliyye (devri kadınlarının kırıta kınta, süslerini göstere göstere, sallana saltana yaptıkları gibi) yürümeyin!"[4]
4- "O kâfirler kalplerine o taassubu, o cahiliyye taassubunu yerleştirdiği sırada idi ki hemen Allah, resulünün ve mü'minlerin üzerine kuvve-i ma'neviyyesini indirdi, onları takva sözü üzerinde durdurdu Onlar da buna çok lâyık ve buna ehil idiler Allah her şeyi hakkıyla bilendir "[5]
Yukarıda zikrettiğimiz âyet-i kerimelerin ışığı altında, neye cahiliyye denebileceğini şu şekilde sıralayabiliriz
1 Münafıkça hareketler Bu hususu, özellikle Hz Peygamber (sas)'in Mekke kâfirlerine karşı yapmış olduğu Uhud Savaşı 'nda, Müslüman ordusu içerisinde bulunan münafıkların tavrında müşahade ediyoruz ki, ayet-i kerime[6] de buna işaret etmektedir Ayet-i Kerime'nin tefsirine bakılacak olursa, bu münafıkların sırf menfaatleri için savaşa katıldıkları görülecektir Gerçekte islâm'a inanmayan bu grup, müslüman görünerek, "ganimet alı-rını" sevdasıyla savaşa katılmıştı Uhud Savaşı, müslumanların yenilgisiyle sonuçlanınca da içlerindekini açığa vurup, "Muham-med hak peygamber olsaydı, bu şekilde yenilmezdi, Allah ona bu Mekke ordusunu göndermezdi" deyip, Allah'ın tasarrufları hakkında sözler sarfetmeye başladılar ki, bu bir cahili âdetti Bunlar, kendilerini müslüman gösterip, güya Hz Peygamber (sas)'e danışıyorlar ve ona, "bu işte bizim için de yapılacak bir şey var mı?" diye sorular soruyorlardı ki, bütün bu davranışları cahili davranışlar idi Bu münafıklar, bir bakıma alay ediyorlardı Hz Peygamberle Nitekim onlardan bir grup da, "eğer bizi dinleyip (savaşa gitmesey diler) ölmeyeceklerdi' [7] diyorlardı
işte bu azılı cahili grubun Özelliği şuydu: Allah yolunda mücadeleden alıkoymak!
2 Allah'tan başka, birilerinin hüküm, yâni kanun koymaları; böyle bir hareketin cahiliyye hareketi olacağı esası Ancak Allah, müslümanlara ietihad yapabilme imkanı tanımıştır ki, bu içtihadın da, Allah'ın kanunlarına, yâni Kur'an'a ters düşmemesi gerekir Ve Allah, Hz Peygamber (sas)'in şahsında, bütün müslü-manlarm Kur'an'la amel etmelerini şu ayetlerle emrediyor:
"(Habibim) sana da hak olarak kitabı (Kuranı) kendinden evvelki kitab(lar)ı tasdik edici (ve doğrultucu) ve ona karşı bir şahid olmak üzere gönderdik O halde aralarında Allah'ın (sana) indirdiği ile hükmet, sana gelen hakikatden (dönüp de) onların, heva (ve heves)lerine uyma (Ey Musa'nın, isa'nın, Muhammed'in ümmetleri) sizden her biriniz için bir şeriat, bir yol tayin ettik Eğer Allah dileseydi (topunuzu bir şeriata tabi) bir tek ümmet yapardı Fakat o, size verdiği (muhtelif şeriatlar dairesi)nde sizi imtihan etmek için (ayırdı) Öyle ise (hepiniz) hayırlı işlerde birbi-rinizle yarış edin Zaten hepinizin en son dönüp gelişi Allah'adır Artık O, hakkında ihtilaf etmekte olduğunuz şeyleri size (arada) haber verecektir (Ve şu emri indirdik Aralarında Allah'ın indirdiği (vech) ile hükmet, onların keyiflerine uyma, Allah'ın sana indirdiği (hükümlerin) bir kısmında sana oyun yapmalarından sakın! Eğer onlar (indirilen hükümleri kabul etmeyip) yüz çevirirlerse bilki Allah, o günahları sebebiyle kendilerini mutlaka musibete uğratmak istiyordur İnsanlardan bir çoğu muhakkak ki Allah'ın emrinden dışarı çıkanlar (güruhu)dur"[8]
Allah, gerek müslümanlarm ve gerekse onların idaresi altında bulunan gayr-ı müslimlerin mutlaka Allah'ın koymuş olduğu hükümlerle idare olunmalarını emrettikten sonra, bunu böyle kabul etmeyenlerin, cahiliyye dönemindeki şirk kanunlarını istediklerini söylüyor ve Hz Peygamber (sas)'i böylece uyarıyor
3 Kadınların süslenerek, kırıta kırıta, sallana sallana sokaklarda dolaşmasını da Allah Kur'an'mda[9] cahiliyye âdeti olarak tavsif ediyor ve müslüman kadınlarının böyle yapmamalarım emrediyor
4 Kabe'yi ziyareti, Müslümanlara yasaklamak
Hicretin 6 yılı dolarken, Hz Peygamber (sas) Mekke devleti ile savaş halinde olmasına rağmen, aniden Kabe'yi ziyaret etmeye, yani umre yapmaya karar verdi; yanma aldığı sahabesiyle Mekke'ye hareket etti Ne var ki Mekke Devleti, Hz Peygamber (sas) ve yanında bulunan müslümanlarm Mekke'ye girerek Kabe'yi ziyaret etmelerine müsaade etmedi Halbuki, Hz Peygamber (sas) savaş için değil, Umre için gitmişti Mekke'ye Yapılan bütün görüşmelerden bir sonuç alınamadı ve müslümanlar Mekke'ye sokulmadılar ki Kur'an, Mekke müşriklerinin bu hareketini "cahiliyye taassubu" olarak tanımlıyor Çünkü Mekkeliler, sadece gururlarının manasız inadıyla, Allah evini yasaklamışlardı Hz Muhammed (sas)'e ve onun sahabesine Rahmetli Seyyit Kutub[10] konuyla ilgili ayet-i kerimeyi tefsir ederken, haklı olarak şunları yazıyor:
"Mekkeli kâfirler, bir inanç ve sistemi değil, kibri, gururu, övünmeyi ve inadı kalplerine yerleştirerek Resûlullah'a ve beraberinde bulunanlara karşı dikilip onları Mescid-i Haram'dan alıkoyup gönderdikleri kurbanların yerine ulaşmasına engel olan o cahiliyyet taassubunu kalplerine yerleştirmişlerdir Bu yaptıklarının hiç bir örf ve inançta yeri yoktur Sırf Araplar kendilerine 'müslümanları zorla Kabe'ye sokmuşlar' demesinler diye yap-maktadırlar Ve her dinde, örfte menfur kabul edilen günahı sırf bu cahiliyyet taassubu yüzünden irtikab etmişler ve kudsiyetini kabul ettikleri Beytu'l Haramın hürmetini çiğneyerek ne cahiliyyet döneminde, ne de müslümanlık devrinde çiğnenmeyen haramaylan çiğnemişlerdir Nitekim başlangıçta barışçı bir metod takip etmek hususunda kendilerine yol gösteren herkese karşı cahiliyyet taassubuna kapılmışlar, Hz Muhammed (sas)'i ve beraberindekileri Beytu'l Haram'ı (Kabe'yi) ziyaretten alıkoymalarını ayıplayanları aynı cahiliyet taassubu ile karşılamışlardı Bütün bu hareketler aslında inatçı ve sapık cahiliyet taassubunun ve ku-runtusunun eseridir"
Nasıl olur da, Allah'ın evi, onu ziyaret etmek için gidenlere yasaklanır? Allah'ın evini kim yasaklayabilir ki?
Hacc ve Umre için böyle bir yasak koyanlar hakkında Allah şöyle buyuruyor:
"Allah'ın mescidlerinde O'nun adının anılmasını men edenlerden, onların harab olmasına sebep olanlardan daha zalim kimdir? Onların (hakkı) oralara korkak korkak girmekten başkası değildir Dünyada utanç onların, Ahiret'de en büyük azab da yine onlarındır"[11]
işte bu hareketler, cahiliyye insanlarının hareketleridir
Cahiliyye'nin ne olduğu, ayet-i kerimelerde bu şekilde anlatılırken, Peygamber Efendimiz (sas)'in hadislerinde de, cahiliyye dediğimiz bu "îslâm zıddı" hareketin ne olduğu biraz daha da açıklık ve boyutlar kazanmaktadır
Bir hadis-i şerifte, şöyle buyuruyor Resûlullah (sas):
"îz ve yara bırakacak şekilde dayak atıp, cahiliyye davası güdenler, bizden değildir "[12]
Böylece, birilerine ağır dayak çekip işkence yapmak cahiliyye davası gütmek oluyor İslâm'ın işkence karşısındaki tavrını bir başka hadis-i şeriftede, şöyle okuyoruz:
"Öldürmek istediğiniz, kuduz bir köpek dahi olsa, ona işkence yapmayınız"
El parmaklarına büyük büyük yüzükler takmayı da cahiliyye sayan Resûlullah (sas),[13] sövmeyi, hakaret edip, rencide etmeyi de cahiliyye hareketi sayıyor Nitekim o, Hz Bilâl-ı Habeşi'nin annesine sövenEbû Zerre şöyle diyor: "Ya Eba Zerr, sen adamın annesine mi sövdün; sen hâlâ kendisinde cahiliyye olan birisin![14]
Tabiî cahiliyye'nin en belirgin özelliği şirk'ti; yâni Allah'ın yanında başka güçler tanımaktı
Kısaca toparlarsak diyebiliriz ki; cahiliyye İslâm zıddı olan bütün hareketlere denir Kur1 an1 a ve Hz Peygamber (sas)'in "İslâm'ın pratiği" olan Sünnetine ters düşen her şey, cahiliyyedir, İslâm dışıdır
Genel olarak cahiliyye'den ne anladığımızı bu şekilde belirttikten sonra, bu cahiliyye hükümlerinin sürdüğü Mekke Şehir devletinin yapısını ele alalım [15]


Alıntı Yaparak Cevapla

Asr-İ Saadet Öncesinde Mekke Toplumu

Eski 08-02-2012   #2
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Asr-İ Saadet Öncesinde Mekke Toplumu




Birinci Bölüm

KABE'NİN İNŞASI

Mekke tarihi üzerinde, en eski ve en muteber kaynağımız olan Ahbâru Mekke yazarı Ezrakî, yeryüzünde ilk defa inşa edilen binanın Kabe olduğunu yazıyor15 Ve tarih yazmıştır ki, bina edildiği günden bugüne kadar hayatiyetini ve icra ettiği fonksiyonu sürdürmekte olan tek mabed yine Kabe'dir
Nitekim Allahu Te'âlâ Kur'an-ı Kerim'de bu hususu açıkça Peygamberine bildirmiştir Ayette şöyle deniyor:
»Şüphesiz âlemler için çok feyizli ve hidâyet kaynağı olmak üzere, konulan ilk ev (mabed) elbette Mekke 'de olandır»[16]
Adem (as) -ki o ilk insan ve ilk peygamberdir- ile hanımı Havva, Allah tarafından yaratıldıktan sonra, kendilerine yine Allah tarafından yasaklanan ağaçtan, Şeytan'm teşviki ile yedikleri için, Allah her ikisini cennetten çıkartıp dünyaya göndermiştir
Allah bu konuda şöyle buyuruyor:
«Ve demiştik ki: «Ey Adem, sen eşinle beraber cennette yerleş, ondan (Cennetin yiyeceklerinden) neresinden isterseniz, ikiniz de bol bolyeyin (Fakat, şu ağaca yaklaşmayın Yoksa ikiniz de (nefsine) zulmedenlerden olursunuz Bunun üzerine Şeytan onları (n ayağını) oradan kaydırıp, içinde bulunduklarından (onun nimet-lerinden) onları çıkarıvermiş (mahrum ediv er misti)»[17]
Halbuki Allahu Teâlâ, Şeytan'in bu düşmanlığını daha önce ona bildirmiş 'onu bu konuda uyarmıştı Çünkü Allah' Adem (as)'ı yarattıktan sonra bütün meleklerin ona secde etmesini emretmiş; bütün melekler secde ettikleri halde, daha Önce melek olan Şeytan, Allah'ın emrine karşı gelmiş ve gurura kapılarak Adem'e secde etmemişti Hz Adem'in şahsında Allah'a secde etmeyip isyan ettiğinden, daha Önce melek iken şeytanlaşıvermişti O halde melek veya şeytan olmak; insan olmak veya olmamak, Allah'a karşı takınılan tavra bağlıdır
Bu hususu Kur'an-ı Kerim şöyle anlatıyor:
«Andolsun, sizi (evvelâ) yarattık, sonra size şekil verdik, sonra da meleklere: «Adem'e (yahud Adem için Allah'a) secde edin» dedik Hemen secde ettiler Fakat îblis dayattı, secde edicilerden olmadı»[18]
îşte Şeytan, Allah'a ve onun en güzel yarattığı insana karşı bu şekilde düşmanlığını gösterdiği için Allahu Teâlâ, onun düşmanlık ve oyunlarına karşı, Adem (as)'i şu şekilde uyarmıştı:
«Biz de: «Ey Adem, demiştik, hiç şüphesiz ki bu, senin de, zevcenin de düşmanıdır Bundan dolayı sakın sizi cennetten çıkarmasın o Sonra zahmete düşersiniz Çünkü senin acıkmaman, çıplak kalmaman hep oradadır Ve sen hakikaten burada susamaya-caksın, güneşdn sıcağı altında da) kalmayacaksın[19]
Ne varki Şeytan, Adem'i ayartmış ve Adem, Allah'ın onu uyarmasına rağmen, şeytanın yalanlarına kanarak Allah'ın «yaklaşmayın!» diye emir buyurduğu ağaca yaklaşmış, böylece âsî olmuştur Bu konudaki âyet şöyle devam ediyor:
«Nihayet şeytan onu fitledi: «Ey Adem, dedi, seni ebedîlik ağacına, zeval bulmayacak bir devlete (ulaştırmaya) delâlet edeyim mi?» İşte bunun üzerine ikisi de ondan yediler Hemen kötü yerleri açılıverdi Üstlerini cennet yaprağından yamamaya başladılar Adem, Rabbine karşı geldi ve şaşıp kaldı»[20]
Allah'a karşı yaptığı bu isyandan ötürü çok üzülen Adem (as), tövbe edip, yalvarmaya başladı Allah da onun tevbesini kabul etti[21] Kabul etti amma, artık o cennette kalamıyacaktı Allah onu ve zevcesini dünyaya attı
Adem'in, cennet gibi bir yerden, onun hiç benzeri olmayan dünyaya atılışının sebebi, gördüğümüz gibi şeytanın telkin ve tavsiyelerine uymasından ileri gelmişti Çünkü şeytan, insanı Allah'tan uzaklaştırma, onu Rabbine karşı isyankâr yapma savaşı vermektedir
Şeytan, bütün yaratıklar içinde ilk defa "tanrı olma" iddiasında bulunan, Allah'ın kanunlarına karşı çıkandır Allah'ın kendisine lütfettiği makamı kötüye kullanan; o makama gelince, kendi nefsine aldanan, Allah'ın kanunlarına karşı kanun koymak isteyenlerin ilkidir şeytan Buanlamda Şeytan, Allah'ın koymuş olduğu, "Meleklerin Adem'e, ya da insana secde etme"kanununa karşı çıkarak, aynı zamanda ilk laik olmuş oluyor Çünkü Şeytan, bunun argümanını bile ileri sürmekten çekinmiyor ve Allah'a karşı gelerek, "Ben ondan (Adem'den) daha hayırlıyım Beni ateşten onu ise topraktan yarattın"[22] diyor Gördüğümüz gibi Şeytan, Allah'ın yaratıcılığını -bugünkü laiklerden çok daha samimi ve yakinen ikrar ettiği halde O'nun koymuş olduğu kanunu tanınıyor Böyle davrandığı için de ilk laik, ve ilk kâfir, olmuş oluyor Ondan sonra da, insanlık tarihi boyunca Allah'ın kununlarına karşı çıkanlar, şeytanın yöntemini uyguladılar Allah'ın, peygamberi vasıtasiyle gönderdiği kanunları ilga edip, kendileri kanunlar uydurdular
Allah'ın kanunlarını tanımama ve kendisini tanrılaştırma cüretini gösteren firavunların, nemrutların, calutların, zalimlerin, diktatörlerin, Allah nizamının düşmanlarının lideri olan şeytan hakkında Allah şöyle buyurdu:
«Bunlardan kim «Tanrı o değil, benim» derse, cehennemle cezalandırırız[23]
Yâni Allah diyor ki, «kim benim kanunlarımı tanımayıp, benim kanunlarıma zıt kanunlar koyarsa; insanları kendi elleriyle yaptıkları put heykelleri önünde saygıya durdurup veya diz çöktürüp veya etek öptürüp veya secde ettirerek Bana kulluktan uzaklaştırırsa, o cehennemliktir; çünkü o böyle yaparak tanrılık taslamıştır»
Firavunun yaptığı da bundan farksızdı Hz Musa (as) ve kardeşi Harun (as), ona İslâm'ı tebliğ edince, o tanrı olduğunu söylemişti Kur'an-ı kerim bu hadiseyi şöyle anlatıyor:
«Musa'nın haberi sana geldi mi? Hani Rabbi ona, kutsal olan Tuva vadisinde seslenmişti: «Firavuna git; çünkü o, azdı, sapıttı
Ona de ki: "Temizlenme isteğin var mı? Seni Rabbine yönelteyim, böylece (O'ndan) korkmuş olursun» (Musa) ona büyük mucizeyi gösterdi Fakat o, yalanladı ve isyan etti Sonra da (karşıt olarak) çaba harcayıp sırtını döndü Sonunda (yardımcı güçlerini, yâni ordu komutanlarını, devlet erkânını) topladı ve seslenerek dedi ki «Sizin en yüce rabbiniz benim» Böylelikle Allah da onu, ahiret ve dünya azabıyla yakaladı Gerçekten bunda, "içi titreyerek korkacak'' olan bir kimse için elbette bir ibret (ders) vardır» [24]
O halde görüyoruz ki, Allah'a karşı gelmede, ona isyan etmede, O'nun kanunlarım tanımamada, hem Şeytamn, hem de bu yolda onu izleyenlerin, yöntemi değişmemekte; menfaatları kaybolacak diye, esas kanun koyucu olan Allah'ı görmezlikten gelip, vatandaşlarını, reayalarını kandırarak, kendileri, işlerine gelecek ve de sömürü düzenlerini en güzel bir şekilde devam ettirecek kanunlar koymaktadırlar
îşte Allah'a karşı ilk defa isyan bayrağı açan şeytamn iğvası-na kapılan Adem (as), yaptığı hata yüzünden cennetten kovulunca, cennete hiç benzemeyen dünyaya atıldı O zaman meleklerin bile uğramadığı bu yeni ülkede sıkılmaya başlayan Adem, Allah'a şöyle yalvardı:
«Yâ Rabbi bana ne oldu? Artık meleklerin seslerini dahi duyamıyor, onları hissetmiyorum» Allah ona şöyle buyurdu:
«Ey Âdem bu senin hatandı Fakat sen git ve Bana bir bina yap Ondan sonra da, meleklerin cennette, Arşı Âlâ (yâni en yüksek gökte)'daki Beytu'l-Ma'mûr'un (yâni Bana kulluk yapılan bu en yüksek makamın) etrafında tavaf ettikleri gibi, sen de Mekke'de yapacağın bu bina (yâni Kabe) nin etrafında tavaf et ve Bana kulluk yap!»[25]
Bunun üzerine Hz Adem (as), Kabe'yi inşâ etti ve orada yerleşerek yaşamaya başladı
Hadisede görüldüğü gibi Adem (as)'ın Cennet'ten çıkarılışının tek sebebi şeytan değildi Bunda, bizzat Adem (as)'m hatasının, yâni günahının da payı büyüktü Nitekim; bu hadisede tek suçlu şeytan olsaydı, Allahu Teâlâ da yalnız onu cezalandırırdı Ama gördüğümüz gibi, Allah, Hz Adem'i de cezalandırdı
Burada esas üzerinde durulması gereken husus, şeytan'm düşmanlığını bilmesine rağmen,[26] Adem (as)'in kendisine ve eşi Havva'ya yasaklanan ağacın meyvalarını yemeleridir
Kur'an1 da belirtildiği gibi,[27] Allah, Adem'e ve eşine, Cennet'in bütün nimetlerini helâl kılmıştı, "istediğiniz her şeyi, dilediğiniz gibi yeyin; sadece şu ağaca yaklaşmayın!" demişti onlara Cennet'in binlerce, belki milyonlarca olan nimetleri, neden onlara yetmemişti de; Allah'ın yasakladığı ağaca yaklaştılar? İşte mesele budur!
Allah (cc) dileseydi, onlara o ağacın meyvesini de helâl kılardı Fakat yüce Yaratıcı, bir meyveyle dahi olsa, kullarını imtihan ediyor: Acaba kendilerine helâl kıldığım binlerce nimet'e rağmen, kulum Benim rızamı unutur da, yasakladığım tek ağaçtan yer mi? İnsanoğlu, neden binlerce nimete kanaat etmiyor da, Allah'ın yasakladığı meyveye yanaşıyor? Şayet Allah, istisna ettiği bu ağacı da yasaklamasaydı, belki Adem ve Havva, o ağaca diğerlerinden sıra bulup- hiç yanaşmıyacaklardı bile tşte, meselenin düğüm noktası budur: İllâ da haramdan yemek isteme duygusu!
Haramdan yeme ve haram işleme konusunda, şeytan her insanı teşvik etmede; kendisine meyilli olanlarla işbirliği yapmaktadır Ve şeytan, bunu yaparken de, bir tek yöntemi vardır: Teşvik ettiği yolu güzel göstermek! Dikkat edilirse, Adem (as)'ı da öyle kandırıyor: Ebedilik ağacı ile
Yâni Şeytan, şöyle diyor Hz Adem'e:
"Ey Adem, Allah siz insanları ölümlü yarattı Belli bir müddet yaşadıktan sonra ölecek, toprak olacaksınız! Ancak size göstereceğim bir ağaç vardır ki, onun meyvesinden yerseniz, hiç bir zaman Ölmez, ebedileşirsiniz! Çünkü bu ağacın adı, Şeceretu'1-huld, yani ebedilik ağacıdır Bir defa ondan yediniz mi; hem ebedî olursunuz, hem de hiç bir zaman yıkılmayacak bir devlet sahibi olursunuz! Bu seviyeye de çıktınız mı; hiç kimsecikler size karışamaz, sonsuza dek, dilediğiniz gibi yaşarsınız!"
Hz Adem (as), Şeytamn böyle güzelleştirdiği bir gelecek karşısında, Allah'ın emrini unuttu; ve ikisi de, yâni hem Adem, hem de Havva anamız, o haram kılınmış ağaçtan yemeye başladılar
Artık şeytan'm işi bitmişti insanoğlunun atasını, Allah'a isyan ettirmişti
Hz Adem (as) ve eşi, meyveyi yer-yemez, avret yerleri açıldı; ve ağaç yapraklarıyla örtünmeye başladılar Rabbi'ne karşı böylece isyan eden Adem (as) pişman olmuştu amma, iş işten geçmişti Çünkü o ağaç onları, değil ebedîleştirmek, bilâkis utanılacak bir seviyeye düşürmüştü
Bu suretle kendi emrini çiğneyen Adem ve Havva'yı, Allah cezalandırarak, dünyanın en ağaçsız, en kurak kayalıklarına Mekke'ye atıverdi
Halbuki Allah (cc), onlara, acıkmamayı, susamamayı, güneş altında rahatsız olmamayı vadetmişti[28] Amâ onlar, Şeytanın iğvâsma kapıldılar ve Allah tarafından cezalandırılarak Cennet'ten kovuldular
işte bizler, o atanın çocuklarıyız Tıpkı ona o ağacı yasakladığı gibi, bize de bazı şeyleri haram kılmıştır Bu haramları yaparsak, onlar gibi, biz de Allah'ın cezasına uğrarız Çünkü Şeytan, görevini bırakmadı[29]
Dünya, cennet gibi değil Allahû Teâlâ, Cennette işlenen bir günâhı hemen cezalandırıyor; dünyâda işe durum farklıdır:
Allah, kendisine karşı işlenen günâhlara karşı, dilerse dünyada cezasını verir, dilerse hesap günü dediğimiz Ahiret gününde Veya her ikisinde de cezalandırır günahkâr kulunu
Adem (as)'ı ise cennette cezalandırıp yeryüzüne, yâni dünyaya attı ve onun için Mekke vadisini uygun buldu
Adem (as)'m ölümünden sonra bir müddet hayatiyetini koruyan Kabe, daha sonra tabiî afetlerden dolayı yıkılmış ve daha sonraki devirlerde de Hz ibrahim (as) Mekke'ye gelerek onu yeni baştan inşâ etmiştir[30]
Tarihlerin bize verdiği bilgilere göre, Mekke'ye yerleşen Hz ibrahim'in oğlu ismail (as)la, Özellikle Zemzem kuyusunun orada bulunmasından dolayı bir yerleşim merkezi, önceleri bir köy, sonraları bir kasaba niteliğinde büyüyen Mekke, çeşitli kabilelerin, ticaret kervanlarının, Kabe'yi ziyarete gelen yabancıların uğrak yeri olmuş, zaman zaman da Zemzem kuyusuna sahib olma hırsından dolayı savaşlar da olmuştur [31]


Alıntı Yaparak Cevapla

Asr-İ Saadet Öncesinde Mekke Toplumu

Eski 08-02-2012   #3
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Asr-İ Saadet Öncesinde Mekke Toplumu




İkinci Bölüm

MEKKE DEVLETİNİN DİNÎ YAPISI

Hz ibrahim'in oğlu Hz ismail'den sonra, yukarıda dediğimiz gibi, zaman zaman savaşlara sahne olan Mekke şehri, Hz Mu-hammed (sas)'in doğumuna gelinceye kadar çok el değiştirmiş; dinî ve sosyal yapısında, oraya hakim olan güçlerin arzuları doğrultusunda bir çok değişikliğe uğramıştır
Bazan Mekke'yi herhangi bir Arap kabilesinin idare etmesine karşı, oranın otoritesini ele geçiren ve insanları idare eden müstakil ailelerin de olduğunu yine tarih kitaplarından öğreniyoruz
Hz Muhammed (sas)'in doğumu sırasında ise, daha öncekilere ve hatta daha sonrakilere nazaran çok değişik bir idare tarzı uygulanan Mekke'de, ne krallık, yâni monarşi, ne de bugün anladığımız mânâda bir demokrasi vardı
Aslında, o günün Mekke'sini anlatmaya çalışırken bugünün kavramlarını kullandığımızda zorluk çekiyoruz Çünkü o günkü Mekke Şehir devletinin, bugünkü dünyamızda hiç bir modelini bulamıyoruz Bütün sistem ve rejimler içiçeydi adetâ
işte, Hz Muhammed (sas), böyle bir idari sistem arzeden Mekke Devletinde doğup, kendisine Peygamberlik verildikten sonra, ilk mücadelesini de ada verdiği için, bu Devletin dinî ve sosyal yapısını, Hz Muhammed (sas)'in islâm'ı tebliğ şartları açısından bilmemiz gerekir [32]

I Mekke Devletinin Dinî Anlayışı

Hz Adem (as)'la beraber, islâm dini de yeryüzüne gelmiş ve Allah'ın emriyle bina edilen Kabe'de O'na kulluk yapılmaya başlanmıştır Adem (as)'dan sonra dini unutan insanlığa, Allah, lüt-fundan yeni peygamberler göndermiştir Fakat zalim ve cahil olan insan tekrar Allah'ı unutmuştur Böylece Allah onlara son peygamberi de Mekke'de göndermiştir Yukarıda Hz Adem (sa)'m ilk insan ve ilk peygamber olarak Mekke'ye gönderildiğini söyledik Allah, son peygamberini de oradan seçti Ne garip tesadüf? insanlığın başlangıcı ve sonu Mekke'de başlıyor Orada başlıyor, çünkü ilk insan oraya indi; orada bitecek, çünkü son peygamber oradan çıkmıştır
Bu son Peygamberden sonra da, peygamber gönderilmeyeceğini, Allah şöyle buyuruyor:
«Muhammed, adamlarınızdan hiç birinin babası değildir Fakat Allah'ın Resulü ve Peygamberlerin sonuncusudur Allah her şeyi hakkıyla bilendir» [33]
islâm, Allah'ın insanlar için seçmiş olduğu tek din ve tek nizamdır [34] ki, onun ilk çağrısı Adem (as)'la Mekke'de başlamış ve son çağrısı da yine Mekke'de Hz Muhammed (sas) vasıtasiyle yapılmıştır Bu emri tebliğle görevlendirilmiş olan Hz Muhammed (sas), Mekke'de doğmuş, Islâmi tebliğinde de ilk muhatapları Mekkeliler olmuştur
Mekkeliler, ibrahim (as)'dan sonra Allah'a gerektiği gibi kulluk etmeyi unutmuşlar, kendi elleriyle yaptıkları put heykellerine veya resimlerine tapar olmuşlardır
Muhtemelen Hz ibrahim, Mekke'ye geldiği zaman dahi, orada putlara tapıldığı emareleri görülmüş ve onun için Rabbine şöyle yalvarmıştı:
«İbrahim: Rabbim, demişti, bu şehri emniyetli kıl Beni de oğullarımı da putlara tapmaktan uzak tut Rabbim, çünkü onlar insanlardan bir çoğunu baştan çıkardılar»[35]
Put deyince, sadece taşlardan yontulmuş ya da bronzdan dökülmüş heykelleri anlamairiak gerekir Çünkü bunları salt heykel diye kabul edersek pufun veya putların mahiyeti anlaşılmaz
O halde put nedir? Put, insanlara zoıia kabul ettirilmek istenen ideolojilerin, dimağlardan silinmemesi, devamlı olarak onunla karşı karşıya kalınması ve bu ideolojileri sahiplenen imtiyazlı grubun, bu putlar vasıtasiyle elde ettikleri menfaatlann, makamların kaybolmaması içindir
Dolayısiyle her put heykeli, belli bir insanın düşüncelerini simgeler Put heykeline gösterilen saygı, putun temsil ettiği kimsenin düşüncelerine olan bağlılığın göstergesidir Böyle algılanmayacak olursa; insanların bir demir parçası olan heykel Önünde saygıya durmaları ne ifâde eder? Kendi gururuna o kadar düşkün olan insan, cansız taş ve demirden yapılmış heykellere kulluk edip, saygıya durur mu?
Kendilerine saygıya durulan put heykellerinin zararları olmasaydı, Hz İbrahim; "çünkü o put heykelleri (esnam) insanlardan bir çoğunu baştan çıkardılar!" demezdi
Herkesten fazla Hz İbrahim biliyordu ki put heykellerinin insanlara ne bir faydaları ne de zararları vardır Nitekim Onun, bu konuda kendi kavmiyle yapmış olduğu tartışma çok ilginçtir Aynı zamanda, bu tartışma o kadar önemlidir ki, Allah'ın kitabında yer alıyor:
«İbrahim, babasına ve kavmine: "Siz nelere kulluk ediyorsunuz? Onlar da, "Put heykellerine (esnam) kulluk ediyor ve devamlı olarak onların izinde gidiyoruz" (İbrahim): "Peki siz onlara (saygıya durup) yakardığınızda sizi duyuyorlar mı? Size bir faydaları, ya da zararları dokunuyor mu? Onlar da, "hayır biz, babalarımızı böyle yaparlarken gördük" dediler (İbrahim): "Siz ve geçmiş atalarınızın, nelere kutluk ettiğinizi, şimdi gördünüz mü?»[36]
Hz İbrahim, onlarla bu şekilde konuşarak, heykellerin bir işe yaramadığını göstermek istiyordu O zaman da insanın aklına; "kendilerinden ne bir fayda, ne de bir zarar gelmiyecekse, Hz ibrahim bu put heykellerini neden kırdı?» suali geliyor
Aslında Hz İbrahim, bu heykellerin şahsında, onların rejimleriyle, iktidarlarıyle mücâdele etmek istiyordu Çünkü onlar, mutlu bir azınlık için, insanları ezen rejimlerini, resmî dinleri olan puta tapıcılıkla özdeşletirmişlerdi Daha doğrusu bu anlamdaki din, Marx'm deyimiyle toplumları sömürmek için insanlara içirilen bir afyondu Yâni batıl da olsa bu din, Devletin çıkarları için vardı Dolayısiyle Hz İbrahim'in kırdığı heykeller, Devletin ideolojisini temsil ediyordu, işte heykeller (esnam), bu anlamda insanlara zarar veriyordu, onları baştan çıkarıyordu
Böyle değilse, Hz İbrahim, hiç bir yararı veya zararı olmayan heykelleri kırarak neden başını derde soksun?
Fakat o, ateşe atılma pahasına, rejimlerinin simgeleri olan Leykelleri kırıyor ve onlarla alay etmek için de, "bu heykelleri en büyük olan falan heykel - ibrahim onu kırmayarak baltasını onun 'oynuna asmıştı [37]kırdı" demişti
Bazı akıl ve vicdan sahipleri, gerçekleri görüp kabul ettiler, Latta kendi kendilerine zalim olduklarını itiraf ettiler[38] Fakat levletin adamları, rejimlerini tehlikede görünce müdâhale ettiler -e tekrar halkı kandırarak Hz ibrahim aleyhine, onları rejimin aflarına çekip yaygara kopardılar:
"Onu yakın ve ilâhlarınıza yardım edin!"[39]
Nitekim dediklerim yaptılar ve onlara "Hâlâ Allah'ı bırakıp la size hiçbir şeyle ne fayda, ne de zarar veremeyecek olan put heykellerine mi kulluk yapacaksınız?"[40] diyen Hz İbrahim'i ateşe atalar
Bu heykeller bir zihniyeti temsil etmiyor idiyseler, Nemrut'un askerleri taş parçaları için neden Hz ibrahim'i ateşe atsın-ardı? Nitekim günümüzde bile, dünyanın çeşitli yerlerinde; Özelikle despot idareleri ve dikta rejimleri yüzünden geri kalmış ülke-erde, heykel kıranları en ağır şekilde cezalandırmaktadırlar heykel kırmayı Önlemek için de, halkları aç olsalar bile, büyük nasraflarla kırılmayacak cinsten heykeller yaptırmakta ve bu leykelleri büyük merasimlerle halkın hizmetine -ibâdetine deme-nek için- açmaktadırlar
Nemrut devletinin adamları, Hz ibrahim'i ateşe attılar amna; Allah kâfirlerin oyununu bozdu ve ateşe; "Ey ateş, İbrahim'e karşı serin ve selâmet ol!"[41] emrini vererek Hz ibrahim'i korudu
işte Babilonya'daki putperestlik bu şekildeydi ki, islâm öncesi Mekke döneminin putperestliği de aşağı yukarı böyleydi Ne var ki Mekkeliler, sayısız put heykelleri yanında, Allah inancına da sahiptiler
Sakinlerinin ekseriyeti bu şekilde putperest olan Mekke'de, çok az sayıda hıristiyan; ve belki de tek-tük yahudi vardı
Bunun dışında, kendilerine hanif denen bazı insanlar da vardı ki, bunlar putlara tapmayan ve Allah inancına sahip kimselerdi Bu hanifler, Hz ibrahim'in dininden olduklarını iddia eder ve o dini ararlardı
Kur'an-ı Kerim de Hz ibrahim'den hanif diye bahsetmektedir:
«İbrahim ne yahudi, ne de bir hıristiyandı Fakat o, Allah'ı bir tanıyan «Hanif», dosdoğru bir müslümandı Müşriklerden de değildi O»[42]
Hanif denen bu kimselerin en tanınmışları; Ubeydullah b Cahş, Osman b Huveyris, Zeyd b Amr, gibileridir Varaka b Nev-fel'in de hanif olduğu rivayet ediliyorsa da, Ibn Hişam onun, hayatının sonlarına doğru hıristiyanlığı din olarak seçtiğini kaydediyor[43]
Bu haniflerin dışında kalanlar, yukarıda dediğimiz gibi, Mekke devletinin çoğunluğunu teşkil eden putperestler, yâni müşriklerdi
Hz ibrahim ve oğlu ismail tarafından yeniden inşa edilen Kabe kendi topraklarında bulunmasına rağmen Mekkeliler, zamanla puta tapar olmuşlar ve her kabile birer put sahibi oluvermişti Araplar bu putlara kurbanlar keser, onlardan yardım umarlardı ki; bu putların en meşhurları Hubel, Uzza, Lat, Menat gibilerdi Fakat Mekke'nin bu putperestleri, taptıkları putların yanında, bir Allah kavramına da inanıyorlardı Kur'an-ı Kerim bu konuda şöyle demektedir:
«(Sen habibim, onlara) deki: «Kimindir o yer ve ondaki (bütün yaratıklar)^ biliyor musunuz?» «Allah'ındır» diyecekler» O halde iyiden iyiye düşünüp de ibret almaz mısınız?» de (Yine) de ki: «Kim o yedi göğün Rabbi ve büyük arşın sahibi?» (Yine onlar) «Allah'ındır» diyecekler Sen de şöyle de: «Öyledir de (Allah'tan başkasına kulluk yapmaktan) sakınmaz mısınız?» De ki: Herşe-yin «Mülkü (tasarrufu) elinde bulunan kimdir ki, daima o himaye ediyor, kendisi asla himayeye muhtaç olmuyor? (haydi söyleyin) biliyorsanız» (Buna karşı da yine hepsi Allah'ındır diyecekler) De ki: «O halde nasıl olupta böyle büyüleniyorsunuz?»[44]
Mekke'liler, Allah inancıyla beraber taptıkları bu put heykellerinin bir kısmını Kabe'ye, diğerlerini de başka yerlere yerleştirmişlerdi Meselâ: Meşhur Hubel putu Kabe'nin içindeki bir kuyunun yanma yerleştirilmişti Görülüyor ki islâm'ın geldiği dönemde Allah'ın Evi (Kabe) ile put heykelleri içiçedir Kabe, adeta put heykelleri ve resimlerle donatılmıştı Hem Kabe'ye Allah'ın evi diyorlar, hem de Allah'ın evini put heykelleriyle, resimleriyle dolduruyorlar di
Tarihçimiz Ezraki'nin rivayetine göre [45] Kabe'nin içinde ve dışında tam 360 tane put heykeli bulunuyordu Bunların en büyüğü Hubel adındaki puttu Mekke'liler, önemli bir işe başlamadan, yolculuktan dönünce veya çıkınca, Mekke Şehir devletine ait tören ve merasimlerden önce Kabe'nin içindeki Hubel Putunun heykelini ziyaret eder, o puta bağlılıklarının ifâdesi olarak saygı gösterirlerdi[46]
Mekke Şehir devletinin putperestliği, o kadar değişikti ki; yukarıda zikrettiğimiz gibi, hem Allah'ı tanıyorlar, hem de put heykellerine tapıyorladı tşte bu şirkti, yani putları Allah'a ortak koşmaktı [47]


Alıntı Yaparak Cevapla

Asr-İ Saadet Öncesinde Mekke Toplumu

Eski 08-02-2012   #4
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Asr-İ Saadet Öncesinde Mekke Toplumu




II Şirk İnancının Temelleri

Şirk, Allah'ın en sevmediği insan hareketi Allah'ın yanında başka güçler tanımak, Allah'a inanmak ve fakat O'nu inkâr edenlerin hükümlerini inanarak kabul etmek ve onlara bile bile uymak «Allah'a inandık» deyip, put heykelleri önünde saygıya durmak, secde etmek, eğilmek, onlar etrafında dönmek; o heykellerden medet ummak, onları ilham kaynağı saymak; güç ve ilhamlarını Allah'tan değil, o put heykellerinden aldıklarını söy-lemek Allah'ın emrettiği yolda değil, put heykellerinden veya Firavun gibi, Nemrut gibi putlaştırılmış şahıslardan umdukları ilhamın izinde olmak
işte Mekke şehir devletinde yaşayan insanların Allah'a ortak koşması böyleydi Şirk buydu Yâni onlar Allah'ı inkâr etmiyor, hatta O'nun evi Kabe etrafında dolaşarak O'na ibâdet ettiklerini sanıyor ve fakat put heykellerine de aynı şekilde saygı gösteriyorlardı ki işte şirk buydu!
Onların bu mânâsız din tatbikatı hakkında Kur'an-ı Kerim şöyle buyuruyor:
«Onların Beyt (Kabe) huzurundaki ibâdetleri, ıslık çalmaktan ve el çırpmaktan başka bir şey değildi»[48]
Mekkeliler, Kabe etrafında el çırparak, ıslık çalarak Allah'a kulluk yaptıklarına inanıyorlardı Halbuki aynı Mekkeliler, kendi elleriyle yapmış oldukları put heykellerinin önüne bazı hediyeler koyarak onları da memnun etmeye çalışır, onlara saygı duyarlardı ki, Allah'ın yasakladığı şey budur Yoksa istisnasız olarak bütün Araplar, Kabe'yi Allah'ın evi olarak tanıyor, senede en az bir defa onu ziyaret etmeye gidiyorlardı
Mekkeliler ise, günde en az bir defa, Kabe'yi ziyaret ederlerdi Ayrıca, herhangi bir Mekkeli, seyahata çıkınca veya seyahattan dönünce, yahut önemli bir işe başlayınca, Kabe'yi tavaf ediyor ve orada bulunan put heykellerine de saygı gösteriyordu
Kısaca Mekeliler, bütün işlerine, put heykellerine saygıya durarak başlıyorlardı
Bayramları, devletin ileri gelenlerinin put heykellerine saygı göstermeleriyle başlıyor, devletin en önemli işleri görüşülmeden, heykellere saygıya duruyorlardı
Ülkenin milli şairi seçildiğinde, nasıl bunun alamet-i farikası olan nişanını aldıktan sonra put heykeline gidip saygıya duruyorsa; ticarî ya da siyasî bütün kuruluşlar, önemli toplantılarından önce put heykellerine gidip saygıya durur, ondan sonra işlerine bakarlardı
Adetâ put heykeli Önünde saygıya durmadan, bir şey icra edilmezdi Mekke'nin şirk düzeninde
Nitekim Hz Muhammed (sas) doğduğunda, dedesi Abdul-muttalib, Allah'a şükretmek için onu Kabe'nin içindeki Hubel putunun yanma götürüp, şiirler söyleyerek hamdediyor ki, onun bu hareketi Hubeli hamdetme ameliyesine karıştırdığı için şirkti[49] Abdulmuttalib şöyle diyordu:
Bana böyle güzel bir oğlan veren Allah'a hamdolsun; Beşikte, büyük çocuklara efendilik yapan bu çocuğu,
En güzel erkâna sahip olan bu evde (Kabe'de) korurum Tâ ki onu gençlerin lideri ve yükseklere ulaşanı olarak göreyim! Onu her türlü kötülükten, gözleri keskin kıskançlardan korurum[50]
Hz Muhammed (sas)'in peygamber olarak görevlendirildiği bu dönemde, islâm'ın en azılı düşmanlarına dahi bakacak olsak, meselâ Ebu Cehil ve Utbe b Rebi'a gibi müşriklerin, Allah'ı tanıdıklarını, O'nun evi olan Kabe'yi tavaf ettiklerim, hatta O'nun adına «Vallahi» diyerek yemin ettiklerini görürüz O halde, Allah'ı bu şekilde tanımalarına rağmen, neden onlara peygamber gönderildi?
Allah'ın son peygamberini, Mekkeli insanlara göndermesinin sebebi, bu insanların, Allah yanında başka güçler, ideolojiler, otoriteler, kanun koyucuları tanımalarıydı Oysa ki Allah, tek kanun koyucunun kendisi olduğunu belirtiyor:
«Hüküm ve iktidar, ancak ve ancak Allah'ındır»[51]
Bu şekilde şirkle karışık bir dine sahib olan Mekke'nin dinî merkezini, yukarıda gördüğümüz gibi, Allah'ın evi olan Kabe teşkil ediyordu Daha doğrusu, Allah'ın evi olan Kabe, put inançları ve bunların temsilcileri tarafından işgal edilmiş bir vaziyette idi Onun içindir ki, senenin belli mevsimlerinde, Arabistan'ın çeşitli yerlerinden insanlar gelir, Kabe'yi ziyaret ederlerdi
içinde ve dışında 360 tane put heykeli bulunmasına rağmen, Kabe'nin adı yine Beytu'llah, yani Allah'ın evi idi ve etrafında dönülerek tavaf yapılır, ibâdet edilirdi Yâni, Allah'a ve put heykellerine müştereken kulluk yapılırdı ki işte bu şirkti
Günümüzde, en çok birbirine karıştırılan kavramlardan iki tanesi de, şirk ve putperestliktir
Bunlardan putperestlik, politeizm dediğimiz çok tanrılı inanç sistemidir ki bu inanç sisteminde, müte'âl (aşkın) mânada bir Tanrı inancı yoktur Putperestlikte, tanrı sayısı, tesir ve güçlerine inanıldığı nisbette artmaktadır Kısaca, biz müslümanlarm inandığı manada bir Allah inancı yoktur putperestlikte
Şirk'te ise durum tamamen farklıdır Aslında Mekkelüer Allah'ı biliyor, O'na inanıyorlardı Hatta, inanmakla yetinmiyor, O'nun evi Kabe etrafında tavaf ediyor, O'nun adına kurbanlar kesiyorlardı, islâm Öncesi Mekkelilerin, "Vallahi" diyerek, Allah adına yemin etmeleri, Mekke'nin inanç sistemi içerisinde, gayet tabiî olan bir hadiseydi
Fakat atalarından tevarüs ettikleri inançlarıyla bu şekilde Allah'ı tanıyan Mekkeliler, bazı insan ve ideolojileri, sistemleri ve düşünceleri, heykeller şeklinde putlaştırarak, yâni ilâhlaştırarak, onlarda güç ve kudret olduğuna inanarak, yaşama ilhamlarını onlardan alarak, bu pratiklerinde, icabında Allah'ı terk ediyor veya hiç olmazsa, ilahlaştırdıkları ve bu ilahları heykeller şeklinde somutlaştırdıkları sistem ve ideolojileri, bu ideolojilerin, bu ilkelerin kurucuları olan bazı insanları Allah'a ve O'nun çeşitli sfatlarıyla izah edilen gücüne ortak ediyorlardı ki, şirk budur Ve şirk, cahiliyye'nin en belirgin vasfıdır
Allahu Teâlâ'ya ilk defa isyan eden Şeytanın durumunu tekrar hatırlayacak olursak, şirk'i daha güzel anlarız
Yukarıda belirttiğimiz gibi, Allah Adem (as)'ı yaratıp ona hilâfet'i verdikten sonra, bir lütuf olmak üzere, bütün meleklerin kendisine secde etmelerini emretti[52] Bütün melekler secde ettikleri halde, Şeytan gurura kapıldı, nefsine uydu ve Allah'a karşı gelerek, "ben Adem'e secde etmem!» dedi Şeytan, Allah'ın varlığını bildiği için O'nu inkâr etmiyor Peki Şeytan Allah'ın varlığına inandığı halde nasıl kâfir oluyor? işte mesele buradadır!
Kur1 an'da da hadise anlatıldığı gibi, Şeytan, Adem (as)'a secde etmeyince, Allah ona neden secde etmediğini soruyor O ise, itaat edeceği yerde, mantık yürütmeye başladı:
"Ben ondan (Adem'den) daha üstünüm! (Çünkü) beni ateşten yarattın, onu çamurdan yarattın"[53]
Görüldüğü gibi, Şeytamn bu hareketiyle kâfir olması, onun Allah'ı inkâr etmesinden dolayı olmuyor Zaten o da böyle bir inkâra gitmiyor O halde onun küfrü, Allah'ın koyduğu hükmü kabul etmemekle oluyor Başka bir deyişle, Allah'ın kanunu yerine kendi mantığım ortaya koyuyor; kanun koymada, kanun yapmada, kendisini, Allah'a rağmen otorite görmeye başlıyor, işte şirk budur
Günümüzde bile Allah'ın varlığını kabul etmiyen çok az insan vardır Ne varki bu inanç sistemi vahye dayalı olmadığı için, yeterli olmuyor Salt bir Allah inancı, tevhidi yaşamaya yetmiyor Allah'ın varlığını kabul ettiklerini söyleyen milyonlarca insan, Allah'ın gönderdiği peygamberlerin getirdikleri şeriata uymadıklarından, daha doğrusu onu kabul etmediklerinden, tıpkı şeytanın Allah'a karşı mantık yürütmesi gibi, "Biz Allah'a inanırız, fakat peygamber'in getirdiğine inanmayız, kabul etmeyiz ve kanun olarak uygulamayız" derler ve "kendi kanunlarımızı kendimiz yaparız! Hakimiyet kayıtsız, şartsız insanlarındır,[54] her türlü ilâhî kanuna karşıyız; din'le, ne devlet olur, ne de insanlar idare edilir!" "Kahrolsun şeriat deriz, fakat cenazelerimizi şeriatın merkezleri olan camilerden kaldırırız Yani laik'iz hem müslüman!" şeklinde mantık yürütürler ki, modern şirk budur! [55]

III Hums

Mekkeliler, kendilerine bir ayrıcalık tanımak üzere Hums denen bir müessese kurmuşlardı Buna göre o zamana kadar cari olan Hacc erkânından bazılarını -sadece Mekkeliler için- iptal ediyorlardı Meselâ bu ayrıcalığın kendilerine verdiği imtiyazı kullanan bazı Mekkeliler, artık Arafat'a gitmez olmuşlardı[56]
îşte, yukarıda gördüğümüz gibi, Mekke Devletinde karmaşık bir din anlayışı hakimdi Bu karmaşaya rağmen, hiç kimse diğerinin dinine, hatta dinsizliğine karışmıyordu îsteyen, dilediği gibi bir pratik uyguluyordu dinî hayatında Dinsizlik anlamında, her türlü dinî pratik serbestti Mekke devletinde
Fakat, ne zaman birisi çıkıp gerçek dinden sözediyor, o zaman diğer bütürvsahte dinler ve bu dinlerin müntesipleri ona karşı birleşiyor, onunla mücadele ediyorlar Tıpkı günümüzde olduğu gibi [57]



Alıntı Yaparak Cevapla

Asr-İ Saadet Öncesinde Mekke Toplumu

Eski 08-02-2012   #5
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Asr-İ Saadet Öncesinde Mekke Toplumu




Üçüncü Bölüm

MEKKE'NİN SOSYAL YAPISI

I İdarî Yapı

Mekke Şehir devletinin kendine özgü bir idare tarzı vardı Bu küçük şehir devletini belli bir kral veya devlet reisinden ziyade bazı müstakil bakanlıklar idare ediyordu
Bu bakanlıkların en Önemlileri Sikâye (su işleri), Sefir-münafir (hariciye işleri), Sidane (Kabe perdedarlığı), Rifade (mali işler), Kiyâde (sancaktarlık ve askeri işler), Nedve (bir nevi bakanlar kurulu) ve Me'âkil (sigorta işleri) gibi idari müesseselerdi[58]
Aslında bu idari müesseselerin hepsi de, dolaylı veya dolaysız olarak Kabe'yle, yani dinle ilgiliydiler
Bunları kısaca değerlendirecek olursak:
1) Meselâ Sikaye bakanlığı, Kabe'ye dolayısiyle Mekke'ye gelen hacıların su ihtiyaçlarını temin ediyordu Ve çok ilginçtir; "Sular Bakanlığı" diyebileceğimiz bu bakanlık, bütün hizmetleri karşılıksız yapıyor ve bunu Allah'a karşı yerine getirilmiş birkulluk sayıyordu
2) Sefir-Münafir müessesesi, bir bakıma Mekke şehir devlerinin Hariciye Bakanlığı olup, diğer devletlerle olan ilişkilerle ilgilenirdi Cahiliye döneminde bu bakanlığı o zamanlar henüz müslüman olmamış olan Hz Ömer yürütüyordu
3) Kabe'nin örtüsü ile ilgilenen Sidane ise, başlı başına bir bakanlığı andırıyordu Bu bakanlık, her sene Hac mevsiminde değiştirilen Kabe'nin Örtüsünün yapılması için gerekli olan malzemenin alınması, örtünün dikilmesi gibi işlerle ilgileniyordu ki, Hz ibrahim'den beri varolan bu sünnet, bu gün hâlâ devam etmektedir
4) Rifade kurumu, Mekke şehir devletininmali işlerini düzenliyor, keza hacıların masraflarıyla ilgileniyordu
5) Kiyade, komutanlık demek olup, Mekke devletinin askeri işlerini deruhte eden Savunma Bakanlığı anlammdaydı Mekke4ye yapılacak bir askeri saldırıda nasıl hareket edilecek, düşmanla nasıl savaşılacak gibi kararlarla bu bakanlık ilgileniyordu ki, keza cahiliye döneminde bu bakanlığın en ileri gelenleri Ebu Süfyan ile Halid b Velid'di
6) Nedve, toplantı demektir Bunun toplantı yerine de Daru'n-Nedve deniyordu Daru'n-Nedve, Kabe'nin karşısında bulunan bir yerdeydi[59] Daru'n-Nedve'nin işleyişi hakkında Muhammed Hamidullah[60] şunları yazmaktadır
"Bilindiği gibi Daru'n-Nedve, Mekke şehir devletinin parlamentosu niteliğinde idi Mühim meseleler olunca, burada toplanılıyor ve umumi müşavere yapılıyordu Bu evin daha başka kullanma yönleri de vardı: Dışarıdan Mekke'ye bir kervan gelecek olursa, Daru'n-Nedve'de durur ve Mekkeliler gelip bunlarla konuşur, alışveriş yaparlardı
Geceleri, yabancılar olsun, Mekkeliler olsun, Daru'n-Ned-ve'de toplanırlar ve bugün kulüplerde yapıldığı gibi, orada konuşurlardı Hatta diyebilirim ki Daru'n-Nedve aynı zamanda şehrin tiyatrosu niteliğindeydi de Çünkü tarihçiler burada, bazan birisinin ayağa kalkıp hikayeler anlattıklarını nakletmektedirler Bunlar sefih masallarda Kur'an-ı Kerim bundan bahsetmektedir: "Geceleyin de hezeyanlarda bulunuyordunuz" [61]Bu ayette geçen "sâmir" geceleri masal anlatan kimse demektir, ikinci kelime olan "tehcurûn" ise, edepsizce fuhuşattan ve zevk-iselimi rencide edecek şeylerden konuşmaktır" Buluğa ermiz kızlar da Daru'n-Nedve ye götürülüp, evlilik çağına geldikleri orada ilan ediliyordu[62]
7) Me'akil, denen Sigorda müessesesi ise, Mekkelilerin sigorta bakanlığı demekti ki, bilhassa Öldürme ve öldürülmelerdi, tarafeynin durumlarını, varsa; bu sigortalardan diyetlerini ödüyordu
Genellikle ticaretle uğraşan Mekke şehir devleti, komşu devletlerle de ticari ilişkiler içerisindeydi Mekkeliler, yazın ve kışın olmak üzere ticari sefere çıkarlardı ki bu konuda Kur'an-ı Kerim şöyle buyuruyor:
«(Bari) Kureyş'liler emn-ü selamete, kış ve yaz kendilerini sey-rü seferde esenliğe (ve garantiye) kavuşturduğundan dolayı, şu beytin (Kabe'nin) Rabbine kulluk yapsınlar onlar (O Rab ki) onları açlıktan (kurtarıp) doyuran, kendilerine korkudan eminlik verendir O[63]
Mekke Şehir devletinin bu komşu devletlerinden büyük olanları vardı; küçük olanları vardı Bu devletlerin en büyükleri İran ve Bizans İmparatorluklarıydı Bu iki devlet, devamlı savaş halinde olup, birbirleriyle rekabet ediyorlardı Bu rekabetin temelinde sömürü vardı Her ikisi de sömürgelerini genişletme çabasmday-dılar Bu çabalarının altında; binlerce, belki milyonlarca insan eziliyordu O zamanın süper güçleriydi bunlar Bunun içindir ki, Hz Muhammed (sas) islâm'ı ilk defa tebliğ etmeye başlayınca, muhatablarına şöyle, seslenecektir: «ha ilahe illallah, Muham-medün Resûlullah» deyin, Bizans ve İran'ın sarayları sizin olacaktır»
Demek ki bu iki devlet, insanları eziyor ve Hz Muhammed (sas), bu sömürüden kurtulmanın hedefini, yâni sömürü altında ezilmemenin yolunu gösteriyordu ki, o yol islâm'dı
Uzak Doğu'da değişik hanedanlarla insanları ezmekte olan Çin imparatorluğu bir yana bırakılacak olursa, o dönem emperyalizminin Batı'daki, yani Asya, Avrupa ve Afrika'daki temsilcileri, Bizans Rum imparatorluğu ile, Iran Sasani imparatorluğu idi
Milâdi 7 yüzyılın bu iki süper devleti, menfaatleri uğruna zaman zaman çatışmakta, hatta savaşmaktaydılar
Bu iki sömürücü devletin tebaalarım teşkil eden milletler, tıpkı Firavun döneminde olduğu gibi, sindirilmiş, uydulaştmlmış ve kendilerini krallarının ya da şahlarının uğruna her an Ölüme atabilecek şekilde eğitilmiş, yâni köleleştirilmişlerdi
Dünya borsası bu iki süper devletin elinde bulunduğundan, sadece Iran ve Bizans dinarları geçerliydi ticaret pazarlarında Uydu devletlerin hemen hepsi, bu iki efendi devletin kur ayarlamalarına tabiydiler Bu günün dolar ve ruble hegemonyalarını, o gün için Iran ve Bizans dinarları ellerinde bulunduruyorlardı
Iran ve Bizans devletlerine bağımlı durumda bulunan küçük ve de uydu devletlerden bir tanesi de Mekke şehir devletiydi; o da Iran ve Bizans paralarını kullanıyordu ticaretinde[64]


Alıntı Yaparak Cevapla

Asr-İ Saadet Öncesinde Mekke Toplumu

Eski 08-02-2012   #6
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Asr-İ Saadet Öncesinde Mekke Toplumu




II Zemzem Kuyusu Ve Yönetimi

Yukarıdaki bölümlerde Mekke şehir devletini idare eden bakanlıklardan birinin de Sikâye, yani su işleri olduğunu söylemiştik Sikâye de, Kabe'de bulunan Zemzemle ilgilidir
Allahu Teâlâ, Hz ibrahim'e Kabe'yi inşa emrini verince; hanımı Hacer ve oğlu ismail'i yanına alarak yola çıktı Rivayete göre[65] Hz ibrahim'e Cibril (as) yol gösteriyordu Şam bölgesinde Mekke'ye kadar olan yolda, her durdukları yerde, Hz ibrahim, Cibril'e, «burası için mi emredildin?» diye sorar, O da «hayır» derdi Böylece, kurak ve hiç bir yeşilliği bulunmayan Mekke vadisine geldiler Hz İbrahim, hanımı Hacer'i ve oğlu İsmail'i Mekke'ye bıraktıktan sonra Şam'a döndü Dönmeden önce de Allah'a şöyle niyazda bulundu:
«Ey Rabbimiz, ben evlâtlarımdan kimini senin mukaddes olan evinin yanında, ekinsiz (ziraate elverişsiz) bir vadiye yerleştirdim Sebebi şudur ki, Rabbimiz; dosdoğru namaz (larını) kılsınlar Artık sen insanlardan bir kısmının gönüllerini onlara meylettir Onların şükretmeleri memul olduğu için kendilerini bazı meyvelerle rızıklandır»[66]
Hacer'in yanında bir su tulumu vardı Ondan hem içiyor, hem de oğlu ismail'e içiriyordu Fakat kısa bir müddet içinde, bu suları tükendiği gibi, azıkları da bitti
Hacer, biraz su bulma ümidiyle etrafinı arıyor, bir şey bulamıyordu «Birilerini görürüm» düşüncesiyle Safa tepesine çıktı Hiç kimse görünmüyordu Önündeki kumlu ve kurak dereyi geçerek Merve tepesine çıktı; yine kimsecikler yoktu Tekrar çocuğuna döndü Fakat çocuğunun acısına tahammül edemiyordu «Bari ondan uzaklaşayım ölümünü görmiyeyim» diyerek Safa ve Merve tepelerine gitti geldi Rivayetlere göre oğlu ismail'in acısını unutmak için yedi defa bu iki tepe arasında koştu Sonra bitkin bir halde çocuğun yanma döndü
işte bugün dahi, gerek Hacc ve gerekse umre esnasında, Hacer'in bu çabalarını yâdetmek için sa'iy yapılmaktadır; yâni Kabe tavaf edildikten sonra, Safa tepesinden başlamak üzere Merve tepesine kadar olan yerde koşulur ki, bu koşu, yâni sa'iy hacc ve Umre'nin erkânından sayılmaktadır
Bir mucize olmuş, Allah, Hz ibrahim (as)'m duasını kabul etmişti, ismail'in ayakları altından sular çıkıyordu Bu su, Zemzem suyuydu Bugüne dek gelen şifalı, bereketli Kabe suyu, Zemzem
Hacer, Allah'ın bu lütfuna şükrediyor, oğlu ismail'e o sudan içiriyordu O su, onların azığı, aşı da oldu Onunla sürdürdüler hayatlarını
Hacer ve oğlu ismail, Zemzem suyunun başına yerleşerek, orada yaşamaya koyuldular Oradan geçen yolcular da Zemzem'i öğrenmiş, onun başında mola vermeye başlamışlardı
Bu arada Hz ibrahim'in oğlu ismail de büyüdü
Hz ibrahim (as) daha önceleri, oğlunu Allah'a kurban edeceğini vadetmişti İsmail büyüyüp, kurban edilecek yaşa gelince babası ibrahim onu Mekke dışına çıkararak kurban etmek istedi Fakat Allah, Hz ibrahim'in sözünde durduğunu görünce, Cebrail (as) vasıtasiyle ona bir koç gönderdi ve ismail'i kesmesini yasakladı
O günden itibaren de, kurban kesmek müslümanlar için güzel bir sünnet oldu
ibrahim (as)'m vefatından sonra da bu sünnet devam etti; ve islâm gelince de ibkâ edildi İşte bunun içindir ki müslümanlar kurban bayramında kurban keserler
Kurban kesme, Allah'a olan kulluğun bir göstergesi olduğundan, durumu müsait olan bütün müslümanlarm bu sünneti yerine getirmeleri iyi olur
Şu veya bu kurumun hesabına değil, sadece Allah için kurban kestiğinin şuurunda olarak boğazla kurbanlığını! Ona şefkatle davran, şefkati öğren akıttığın kanlardan Bunu yaparken de, Allah davası için öz oğlunu kesmeye kalkışan Hz İbrahim'i hatırla ki, sen de o dava için bir şeyler feda etmesini, kurban etmesini öğrenesin! Ne için ve kim için kurban kestiğini bil ki, Hz İbrahim'in oğlu İsmail'in, bıçak altına yatarken gösterdiği metaneti gösterecek nesiller yetiştirebilesin! Çünkü günümüzde kötü bir hid'at şeklini almış olan "kurban kesme", politikacıların karşılanma törenlerinde icr' ediliyor ki, bu hareket şirk'tir, Allah'a ortak koşmadır Ve kurban, sadece Allah için kesilir! Allah'a adanmış olan İsmail, babasına şöyle diyordu:
«Babacığım, sana emredileni yap înşaallah benim sabredenlerden olduğumu göreceksin»[67]
Zamanla başka kabileler de gelip Mekke'ye yerleşmişler ve fakat yapılan savaşlar neticesinde mağlup olan bir kabile, zemzem kuyusunu doldurarak kaybolmasına sebebiyet vermişti Ve bu şekilde Hz Peygamberin dedesi olan Abdulmuttalib'in zamanına kadar zemzem kuyusu kayıpta kaldı Rivayete göre Abdulmuttalib bir gece rüyasında, «Zemzem kuyusunu aç» diye bir ses duydu ve bu ses üç gece tekerrür etti[68] Nihayet gelen sesin Mekkelilerin mezbaha olarak kullandığı «Karyetü'n-Neml» in olduğu yerde kuyuyu aramasını söylemesi üzerine Abdü'l-Muttalib o sırada bir tek oğlu olan el-Haris ile birlikte kuyuyu kazmaya başladı O zaman Abdulmuttalib'in sadece bu oğlu vardı Allah'a şöyle yalvardı: "Yâ Rabbi benim on oğlum olursa, birini Senin için kurban edeceğim!»Ve bu sırada Kureyş'in yaptığı istihza ve şakalara da aldırmadı Fakat ne zaman ki yavaş yavaş su emareleri görüldü: Kureyş, Abdulmuttalib'e gelerek «Ey Abdulmuttalib, bu kuyu atamız olan İsmail'den kalmadır ve dolayısiyle biz de buna ortağız» dediler Abdulmuttalib'in bu teklifi kabul etmemesi üzerine aralarında bir anlaşmazlık çıktı Nihayet Şam(Suriye) tarafında bulunan bir kâhinin hakemliğine başvurmaya karar verdiler Abdtılmuttalib, Kureyş'in temsilcileri ile çölde yol alırken suları tükendi ve susuzluktan ölüm derecesine vardılar Bunun üzerine, Abdulmuttalib'e ne yapmaları gerektiğini sorunca o, «Her birimiz kendi mezarını kazsın, ilk önce öleni sağ kalanlar gömsün, son ölene kadar böyle yapalım» dedi Kureyş heyeti bunu kabul edip herkes mezarını kazmaya başlayınca Abdulmuttalib «Ey Kureyş, burada ölümü beklemektense yolumuza devam edelim, belki Allah bize su nasib eder» dedi ve devesini kaldırdı Deve çöktüğü yerden kalkınca da altından sular fışkırdı Çıkan sulardan içen Abdulmuttalib ve yanındakiler ölümden kurtulunca, Kureyş temsilcileri şöyle dediler: «Ey Abdulmuttalib, Allah bu kuru çölde bile sana su verince, bizim Zemzem üzerinde hak iddia etmemiz gülünç olur Dönelim, Zemzem senindir» Böylece Mekke'ye dönüldü ve Zemzem kuyusu Abdulmuttalib'in tasarrufu altına girdi[69]


Alıntı Yaparak Cevapla

Asr-İ Saadet Öncesinde Mekke Toplumu

Eski 08-02-2012   #7
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Asr-İ Saadet Öncesinde Mekke Toplumu




III Ficar Savaşı

Hz Muhammed (sav) ondört, bazı rivayetlere göre onyedi yaşlarına gelince, Mekke'de Kinane ve Kays kabileleri arasında bir savaş oldu ki, bu savaş haram aylarda yapıldığından buna Ficar Savaşı denir Çünkü o zamanın âdetlerine göre haram aylarda (Zilkade, Zilhicce, Muharrem,Receb) kan dökmek haramdı
Rivayetlere göre[70] Hz Peygamber de, amcası Ebu Talib'le birlikte bu savaşa katılmış, hatta onun bereketiyle,[71] Kinane Kabilesi Kays'ı yenmiştir Tarihçi Ya'kubi,[72] Hz Muhammed (sav)'in şöyle bir hadisini de nakleder: «Ben çocukken, amcam Ebu Talib'le Ficar savaşma katıldık» [73]

IVHilfu'1-Fudûl

Hz Peygamber yirmi yaşını aştıktan sonra Hilfu'l-Fudûl hadisesi olmuştur ki bu, Mekke'deki kabilelerin Abdullah b Cud'ân'ın evinde toplanarak yaptıkları antlaşmadır Bu antlaşma yapıldığı sıralarda, Kureyş, Mekke'ye gelen yabancılara zulmediyordu Hatta bazıları, gelen yabana tüccarın malını alıyor, ücretini vermiyordu Bu şekilde zulme uğrayan bir tüccar, dayanamayarak, yüksek sesle şiirler söyleyip, Kabe'nin gölgesinde kendisine haksızlık yapıldığını ilan etmiş ve Mekke ileri gelenlerine tesir etmek istemiştir Nitekim bunun neticesini de almış; ve Mekkeli-ler, yukarıda dediğimiz gibi, toplanarak, bundan böyle hiç kimseye zulme dilmeme sini ve zulme uğrayanların haklarının aranacağına dair yemin ederek anlaşmışlardır ki, buna Hilfu'l-Fudûl denir[74] Bu konuda Hz Muhammed (sav) şöyle buyurmuştur: «Ben Abdullah bCud'â'nın evinde yapılan Hilfu'l-Fudûl'a iştirak ettim, îslâm geldikten sonra da çağrılsam yine iştirak ederdim»[75]

V Kabe'nin Tamiri

Hz Muhammed (sav), otuzbeş yaşlarına geldiğinde, Kabe'nin tamirinde çalıştığı kaynaklarımızda zikredilmektedir
Yukarıdaki bölümlerde gördüğümüz gibi Kabe ilk defa Hz Adem (as) tarafından bina edilmiş ve Nuh tufanına kadar gelmişti
Tufandan sonra sadece temeli kalan Kabe'yi Hz ibrahim ve ismail inşa etmişler, öylece Hz Muhammed (sav)'in zamanına kadar gelmiştir Bu arada zaman zaman yıkılmış ve tamirata maruz kalmıştır[76]
Kabe'nin Hz Muhammed (sav)'in zamanındaki tamirine iki sebep gösterilmektedir:
Birincisi: Duvarlarının çoğu yıkılmış olan Kabe'yi sel sularından korumaktır ki, bu rivayette bulunanlar, Kabe'nin sel sularıyla yıkıldığını söylerler
ikincisi, buhurla Kabe'yi tütsülemek isteyen bir kadının ateşinden çıkan bir kıvılcımın, yangına sebep olduğu ve bu yüzden tekrar tamirine ihtiyaç görüldüğü şeklindedir[77]
Bu sıralarda Kabe, toprak terpiçlerle duvarları yapılmış; kapısı yerde[78] ve üstü açık, yani tavansız bir durumdaydıKâbe'nin örtüsü dıştan örtülür ve duvarlarının üstünden bağlanırdı Kapıdan içeri girildiğinde, sağda, Kabe'ye verilen hediyelerin konduğu bir kuyu vardı[79]
Kabe temele kadar yıkıldıktan sonra Kureyş tarafından iş bölümü yapılarak tekrar inşasına başlandı
Kabe, Hz ibrahim (as) tarafından atılan temele kadar yıkıldı Hatta rivayete göre[80] o işde çalışanlardan birisi temel taşlarını sökmek isterken bütün Mekke sallandı Bunun üzerine yıkma işine son verilerek duvar örülmeye başlandı
Kabe duvarı Haceru'l-Esved'in konacağı yere kadar yükseltildi Fakal Hacerul-Esved'in yerine konması işine gelince ihtilaf çıktı Çünkü o taşı yerine koymak, büyük bir şerefti Her kabile bu şerefin kendisinde olmasını istiyordu Hatta bu iş için savaşa bile karar verenler oldu[81] Nihayet Ebu Umeyye b Muğire adındaki şahıs -ki o zaman Mekke'nin en yaşlısıydı- onlara şu teklifte bulundu: «Babu' Abdi'ş-Şems (bugünkü adı Bâbu's-Selâm)'dan ilk gelen şahıs size hakemlik etsin ve bu işe karar versin» Bu teklifi kabul ettiler ve biraz sonra da oradan Hz Muhammed (sav) geldi Hepsi birden, «el-Emin» diye bağrışmaya başladılar ve kendisini taşın konmasında hakem yaptılar
Hz Muhammed (sav), Haceru'l-Esved'in yerine konmasında herkesin pay almasını istedi ve getirttiği bir bezin içine taşı koyarak bütün kabile temsilcilerinin birer ucundan tutmasını söyledi Böylece yukarıya kaldırılan Haceru'l-Esved'i Hz Muhammed (sav) eliyle alıp yerine koydu ve o fitne de kapanmış oldu
Hacerul-Esved'in konmasından sonra duvarın örülmesine devam edildi ve tavanı da yapılarak örtüsü örtüldü[82]
Haceru'l-Esved, Kabe'nin en önemli kısmını teşkil eder Onunla tavafa başlanır Bu konuda Prof Muhammed Hamidullah[83]şunları yazıyor: «Bir hadis-i Şerifte -ve bunu en az üç sahabe rivayet etmektedir- Hz Peygamber diyor ki:
"Haceru'l-Esved, Allah'ın yeryüzündeki sağ elidir" Yani Kabe'deki Haceru'l-Esved, Allah'ın yeryüzündeki sağ elini temsil ediyor Şu halde, Mekke'ye giden hacılar, ellerini Allah'ın sağ eli üzerine koyarak sadakat yemininde bulunurlar Hacıların, Haceru'l-Esved1 e ellerini koyma hareketinin iki adı vardır: İstilâm' ve 'Bey'a' îstilam'm kelime manası, 'elde etmek' demektir, o halde antlaşmanın elde edilmesi' Allah, bizim sadakat antlaşmamızı el-de ediyor demektir Bey'a, bildiğimiz kontrat demektir O halde bu, bizim Allahu teâlâya itaat edeceğimize dair bir kontrat, bir söz vermemizdir"
insan; Allah'a bağlı olduğuna,O'na teslim olduğuna, herşeyi O'nun rızası için yaptığına ve yapacağına, O'nun sevdiklerini seveceğine, sevmediklerini sevmiyeceğine, O'na isyan edenlere itaat etmiyeceğine, O'nun ahkâmı için çalışacağına, her hareketini O'nun rızasını kazanmak için düzenleyeceğine bu uğurda gerekirse şehit oluncaya kadar mücadele vereceğine dair; yeryüzünde ilk yapılan bu evin duvarı içinde bulunan ve Allah'ın yeryüzündeki sağ elini temsil eden Haceru'l-Esved'e elini koyarak yemin ediyor, biat ediyor ki, buna istilâm denir
"Şüphesiz âlemler için, çok feyizli ve ayn-ı hidayet olmak üzere, konular ilk ev (ma'bed) elbette Mekke'de olandır"[84]
îşte bu mâbeddeki istilâmı iyi anlamalı, sadece Kabe'yi tavaf ederken değil, bütün ibâdetlerimizde, sadece Allah rızasını gözetmeliyiz [85]


Alıntı Yaparak Cevapla

Asr-İ Saadet Öncesinde Mekke Toplumu

Eski 08-02-2012   #8
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Asr-İ Saadet Öncesinde Mekke Toplumu




NETİCE

Yukarıdaki bölümlerde, ayrıntılarını gördüğümüz gibi, islâm öncesi Mekke toplumunda, Allah inana olmasına rağmen, hakim din, şirk'ti Yani Allah inancı yanında, başka güçleri tanımak ve Allah'ın Peygamberleri vasıtasiyle göndermiş olduğu emirlerden ziyade, insanların yapmış olduğu kanunlarla yönetilmek, Mekke Devletinin alamet-i farikasıydı
Milâdi 7 yüzyıla kadar, ilâhi dinlerin insanlar tarafından yozlaştmla yozlaştırıla getirildikleri Mekke toplumu, bir mülti-religion, yâni bir dinler yumağı hâline gelmişti Her kes Yüce Allah tarafından yaratıldığını ikrar ediyor, O'nun Evi olan Kabe'de O'na ibadet ediyordu Daha doğrusu ibadet ettiklerini sanıyorlardı Bu bir sanı idi; çünkü Allah, onların Kabe etrafındaki hareketlerini; dönmelerini, saygıya durmalarını," ıslık çalıp el çırpmak-tan başka bir şey" olmadığını ferman buyuruyordu
insanlar, heykelleştirdikleri atalarının ilkelerini kutsallaş-ürmış; dünyevi işlerinde, Allah'ı değil bu ilkeleri göz önüne alıyorlardı ki şirk buydu
Bir Kralı olmamasına rağmen, bünyesinde bulundurduğu bağımsız bakanlıklarla bir şehir devleti olan Mekke, aynı zamanda bir ticaret merkezi olmasından, ve de bütün Arap yarımadasında bilinen Kabe orada bulunduğundan, bir başka önemi haizdi
Ve bütün bunlardan en Önemlisi, Allah'ın, son Peygamberini, oradan, yâni Kentlerin Anası (Unımu'1-kurâ) olan Mekke'den seçmiş olmasıydı îşte bu Peygamber, burada mücadele edecek ve yirmi senelik bir uğraştan sonra Rabbinin kanunlarını oraya hakim kılacaktır [86]

BİBLİYOGRAFYA

Kur'an-ı Kerim
Muteber Hadis kaynakları
Ibn îshak, Siret, Muhammed Hamidullah neşri, Rabat,1976
IbnHişam, es'Siretu'n-Nebeviyye, Mısır, 1955
Ezraki, Ahbâru Mekke, Beyrut,1969, 3 baskı
Ibn Sa'd, Tabakat, Beyrut,1960
Ya'kubî, Tarih, Beyrut,1960
Ibn Kuteybe, el-Maarif, Beyrut,1970
Taberi, Taruhu'l-Umemi ve'l-Mulûk, Beyrut, tarihsiz
Mes'udi, Murâcu'z-Zeheb, Beyrut,1973
Ibnu'1-Esir, el-Kâmilu fi't-Tarih, Beyrut, 1967
Es-Suheyli, er-Ravdu'l-Unf, el-Kahire,1967
ed-Diyarbekri, Tarihu'l-Hamis, Beyrut, tarihsiz
Ibn Kesir, es-Siretu'n-Nebeviyye, el-Kahire,1964
el-Kila'i el-Endelusi, el-îktifâ, el-Kahire,1970
Yakut el-Hamevî, Mu'cemu'l-Buldân, Beyrut, tarihsiz
Bedruddin el-Aynî, Umdetu'l-Kârî ft şerhi'l-Buharî, Matbaatu'l-
Amire baskısı el-Halebi, es-Siretu'l-Halebiyye,
Muhammed Hamidullah, Le Prophete de l'Islam, Paris, 1978 4baskı
Muhammed Hamidullah, İslam Müesseselerine Giriş, Istan-bul,1981
Muhammed Hamidullah, Hz Peygamber'in Altı Orijinal Mektubu, Beyan Yayınları, istanbul, 1990 Cevad Ali, Tarihu'l-Arab Kable'l-îslam, Bağdad,1951
1 I 128 Asr-ı Saadet Öncesinde Mekke Toplumu
Abdulmelik b Kureyz el-Ebma'î, Tarihu'l-Arab Kable'l-îslam,
Bağdad,1959
Corci Zeydan, Kitabu'l-Arab Kable'l-îslam, Mısır,1908 J Ryckmans, Institutions monarchiques en Arabie Meridionale
avant l'Islam, (Main et Saba), Louvain,1951
J Ryckmans, Les Religions Arabes preislamigues, Louvain,195l
Caetani, îslam Tarihi, Hüseyin Cahit tercümesi, lstanbul,1924
R Blachere, Le Probleme de Mahomet, Paris,1952
Demombynes, Mahomet, Paris,1968
Maxime Rodinson, Mahomet, Paris,1961
Francesco Gabrieli, Mahomet, Paris,1965
Süleyman Ateş, Kur'ân-ı Kerim'in Evrensel Mesajına Çağrı, İstanbul, 1990
Ali Bulaç, îslâm ve Demokrasi, İstanbul, 1993
Süleyman Ateş, Kur'ân-ı Kerim'in Evrensel Mesajına Çağrı, İstanbul 1990
Sırma, İhsan Süreyya, îslâm Öncesi Mekke Dönemi ve Hz Mu-hammed, Istanbul,1993, lObaskı
Sırma, İhsan Süreyya, îslami Tebliğin Mekke Dönemi ve işkence,
İstanbul, 1994, 24 baskı Sırma, İhsan Süreyya, îslami Tebliğin Medine Dönemi ve Cihad,
İstanbul 1993,16 baskı [87]


________________________________________
[1] Prof Dr İhsan Süreyya Sırma, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 1/91-
[2] KK Âl-i îmrân sûresi, 154
[3] KK Mâide sûresi, 50
[4] KK Ahzâb sûresi, 32-33
[5] KK Fetih sûresi, 26
[6] Âl-i İmrân, 154
[7] ÂI-İ îmrân, 166-169
[8] KK Mâide sûresi, 48-49
[9] BkKK Ahzâb sûresi, 32-33
[10] Bk Fi Zilâli'l-Kur'an, XIII, 465
[11] KK Bakara sûresi, 114
[12] Buhari, Cenaiz, 36
[13] Buharı, İdeyn, bâb, 19
[14] Buharî, îmam, bâb, 22
[15] Prof Dr İhsan Süreyya Sırma, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 1/93-98
[16] KK Âl-i îmrân sûresi, 96
[17] KK Bakara sûresi, 35-36
[18] KK el-A'râf sûresi, 11
[19] KK Tâ-Hâ sûresi, 117-118
[20] KK Tâ-Hâ sûresi, 120-121
[21] Bk KK Bakara sûresi, 37
[22] KK el-A'raf sûresi, 12
[23] KK Enbiyâ sûresi, 29
[24] KK Naziat sûresi, 15-26
[25] Ayrıntılar için bk Muhammed Hamidullah, İslâm Müesseselerine Giriş, s26
[26] Bk KK Tâhâ sûresi, 117-118
[27] Bk Bakara sûresi, 35-36
[28] Bk KK Tâ-Hâ, 117-119
[29] Bir Fransız yazan romanlarından birinin adı çok ilginç: Şeytan Emekli Olmaz
[30] Ezrakî, Ahbâru Mekke, s 37
[31] Prof Dr İhsan Süreyya Sırma, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 1/99-104
[32] Prof Dr İhsan Süreyya Sırma, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 1/105
[33] KK Ahzâb sûresi, 40
[34] KK Âl-iîmrân, 19
[35] KK İbrahim sûresi, 35-36
[36] KK Şuarâ sûresi, 70-76
[37] KK Enbiyâ sûresi, 58
[38] Bk KK Enbiyâ sûresi, 64
[39] Aynı sûre, 68
[40] KK Enbiyâ sûresi, 66
[41] KK Enbiyâ sûresi, 69
[42] KK Âl-i Imrân sûresi, 67 Hanif için ayrıca bk KK Bakara sûresi, 135;Âl-i İırırân sûresi, 95; Nisa sûresi, 135
[43] İbn Hişam, Sire, II, 238
[44] KK el-Mü'minûn sûresi, 84-89
[45] Ezraki, Ahbaru Mekke, 1,121
[46] Ezrakî, age, I 117
[47] Prof Dr İhsan Süreyya Sırma, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 1/105-110
[48] KK Enfâl sûresi, 25
[49] İbn Kesir es-Siretu'n-Nebeviyye, el-Kâhire, 1964,1, 208
[50] İbn Kesîr, age, I, 208
[51] KK En'âm sûresi, 57
[52] BK KK Bakara sûresi, 34; Kehf sûresi, 50
[53] KKA'râf sûresi, 12
[54] Bunu diyenler, haddizatında "hakimiyet kayıtsız-şartsız bir zümrenindir" prensibini uygulamaktadırlar Bu zümre bazan bir diktatör, bazan bir par¬ti, bazan orduların üst tabakaları, yâ da aileler oluyor
[55] Prof Dr İhsan Süreyya Sırma, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 1/110-114
[56] Bu konudaki ayrıntılar için bk İbn Hişâm, es-Siretu'n-Nebeviyye, Mısır, 1955,1,199 vd
[57] Prof Dr İhsan Süreyya Sırma, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 1/114
[58] Geniş bilgi için bk Ezrakî, age;Hamidullah, İslâm Peygamberi, II, s?
[59] Muhammed Hamidullah İslâm Müesseselerine Giriş, s 45
[60] Ay Es, s 46
[61] Kur'ân-ı Kerim, Şu'ara sûresi, 67
[62] Muhammed Hamidullah, İslâm Müesseselerine Giriş, s 46
[63] KK Kureyş sûresi, 1,4
[64] İslâm'dan önceki devir, yani cahiliye devri hakkında etraflı bilgi için bk Cevad Ali, Tarihu'l-Arab Kable'l-îslâm, Bağdat, 1951; Abdülmelik b Ku-reyz el-Esmaî, Tarihu'İ-Arab Kable'l-îslâm Bağdat 1959; Corci Zeydan, Kitabu'l-Arab Kable'l-îslâm, Mısır 1908; G Ryckmans, Les Religions Ara-bes preislamixue, Louvain, 1951; Jacpues Ryskmans, înstitution monarc-hique en Arabic Meridionale avant İslâm (Mai'in et Saba), Louvain, 1951 Prof Dr İhsan Süreyya Sırma, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 1/115-118
[65] Ezrakî, age I, 54
[66] KK İbrahim sûresi, 37
[67] KK Saffât sûresi, 10
[68] îbn îshak, Siret, Rabat, 1976 s 3-7
[69] Îbn Hişam, Sire, 1,145
Prof Dr İhsan Süreyya Sırma, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 1/118-121
[70] Bkz YaTtubî, Tarih, Beyrut, 1960, II, 15-16; îbn Hişam, age, 1,181
[71] Ya'kubî,age,II,15
[72] Yakubî, age
[73] Prof Dr İhsan Süreyya Sırma, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 1/121
[74] Fazla bilgi için bkz İbn Hişam, age, 1,133
[75] İbn Hişam, age, 1,134
Prof Dr İhsan Süreyya Sırma, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 1/121-122
[76] Bkz Muhamed Hamidullah, îslâm Müesseselerine Giriş, İstanbul 1981, s27
[77] Tafsilat için bkz İbn Hişam, 1,193; el-Ezrakî, Ahbaru Mekke, 1,157 vd
[78] Bugünkü durumda kapı, yerden 1, 5-2 m Yüksekliktedir
[79] el-Ezrakî, age,1,159
[80] îbn Hişam, Sîre, 1,196
[81] Bkz tbn Hişam, Sîre, 1,197
[82] Ezkarî, age, 1,161
[83] Bkz İslâm Müesseselerine Giriş, s 31
[84] KK, Âl-i İmrân sûresi, 96
[85] Prof Dr İhsan Süreyya Sırma, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 1/122-124
[86] Prof Dr İhsan Süreyya Sırma, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 1/125
[87] Prof Dr İhsan Süreyya Sırma, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 1/127-128

Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.