Geri Git   ForumSinsi - 2006 Yılından Beri > Forum İslam > İslami Yazılar & Hikayeler

Yeni Konu Gönder Yanıtla
 
Konu Araçları
ahadiyye, hikmeti, hud, kelimesindeki

Hud Kelimesindeki Hikmet-İ Ahadiyye

Eski 08-02-2012   #1
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Hud Kelimesindeki Hikmet-İ Ahadiyye




HUD KELİMESİNDEKİ HİKMET-İ AHADİYYE

Allah doğru yol [sırat-ı müstakim] üzerindedir
Ve bu genelde apaçıktır, gizli değildir
Büyükte ve küçükte, bilende ve bilmeyende
Allah’ın ayn’ı zahirdir
Bunun içindir ki, Allah’ın rahmeti
İster hakîr ister yüce olsunlar her şeyi içine aldı
“Hiçbir hayat sahibi yoktur ki, Allah onu alnından yakalamış olmasın; benim Rabbim hiç kuşkusuz doğru yol üzerindedir” [Hud Suresi, 11/56] Her şey kendi Rabbinin doğru yolu üzerinde yürür; bu bakımdan gazaba uğramış ve dalalete düşmüş değillerdir Dalaletin gelip geçici olması gibi, ilahi gazab da bunun gibi gelip geçicidir Ve sonunda varılacak olan, herşeyi kaplayan rahmettir ve rahmet gazabın önüne geçmiştir
Hak’tan başka olmaklıkla nitelenen herşey yürüyücüdür, çünkü ruh sahibidir Ve hiçbir şey kendi nefsiyle hareket etmeyip, ancak nefsinden başka olanla hareket eder Dolayısıyla her şey, doğru yol üzerinde olanın (yani, kendisinin zuhur mahalli olduğu, özgül rabbi olan İsmin) hükmüne tabi olarak hareket eder Yol, eğer üzerinde yürünmüyor olsaydı, yol olmazdı
Halk sana uyduğu zaman, sana uymuş olan Hak’tır
Ve eğer Hak sana uyarsa, bazen halk sana itaat edip, uymaz
O halde, ne dediğimizi iyi anla! Çünkü Hak’tır benim sözüm
Ve varoluşta, konuşmayan hiçbir varlık yoktur
Gözünle gördüğün her yaratılmış olan, Hakk’ın ayn’ı ve zatıdır
Gerçekte O, yaratılmış olanlarda gizlidir
Ve yaratılmış olanların suretleri kılıftan ibarettir
Bil ki, ehlullahın sahip olduğu ilahi deneyimleme [color="LightBlue"] ilimleri, yetilerin birbirinden farklı olmasından dolayı, farklılık gösterirler — her ne kadar bir-olan-ayn’a [ayn-ı vahid] dönücü olsalar bile, bu böyledir Allahu Teala şöyle der: “Ben onun işitmesi ve görmesi, tuttuğu eli ve yürüdüğü ayağı olurum” Bu sözüyle Hak, kendi huviyetinin, kulun kendisi olan uzuvların ta kendisi olduğunu söyler Huviyet bir’dir [color="LightBlue"], uzuvlar ise birbirinden farklıdır Ve herbir uzvun deneyimleme [color="LightBlue"] ilimlerinden, kendisine özgü olan farklı bir ilmi vardır Bu, suyun durumu gibidir: Su, tek bir hakikat [hakikat-ı vahid] olduğu halde, aktığı yerlerin bir diğerinden farklı olması nedeniyle, tadı farklılaşır — kimisi acı olur, kimisi de tatlı Halbuki o, bütün bu hallerde, yine de sudur Tadı çeşitli olsa da, suyun hakikatı değişmez olarak kalır
Ve bu ahadiyet hikmeti “ayaklar ilmi” [ilm-i ercül] ile ilintilidir Ve bu ayaklar ilmi, O’nun kitaplarına uyan kavimlerin (ilahi ilimle) beslenmelerine ilişkin olarak Allahu Teala’nın, “ayaklarının altından beslenirlerdi[Mâide Suresi, 5/66] sözünden türetilmiştir Üzerinde yürünen yolda yolculuk etmek ve ilerlemek, ancak ayaklar yoluyla olur Doğru yol [sırat-ı müstakim] üzere olan Rabb’in eliyle alınların yakalanmış olduğu, ancak, deneyimleme [color="LightBlue"] ilimlerinden biri olan bu özel ilim (yani, ayaklar ilmi) ile müşahede edilebilir
İmdi, Allahu Teala suçluları sevkeder Ve onlar, Allahu Teala’nın batı rüzgarıyla sevkettiği bir makamı hakeden bir kavimdir Ve Hak, bu batı rüzgarıyla (yani, kendi nefslerinin hevalarıyla) onların nefslerini helak etmiştir Şu halde Rabb, onların alınlarından tutar ve üzerinde sabit oldukları hevalarının ta kendisi olan batı rüzgarı onları vehmettikleri uzaklık olan cehenneme sevkeder
Onları bu durağa [mevtın] sevkettiğinde, yakınlığa [color="LightBlue"] eriştiler ve onların cehennem olarak adlandırdıkları uzaklık ortadan kalktı Ama suçlu olduklarından dolayı, ancak hakettikleri kadarıyla yakınlık nimetine [naim-i kurb] eriştiler Hak onlara bu hoşnutluk verici makamı gönül yüceliğinden dolayı vermiş değildir; onlar bu makamı, ancak yaptıkları amellerle, hakikatlerinin bu makamı haketmesiyle aldılar Ve amellerini sürdürürken, Rabb’in doğru yolu üzerindeydiler Çünkü alınları, bu şekilde sıfatlanmış olanın (yani, özgül Rabb’in) elindeydi Böylece onlar nefsleriyle yürümediler; yakınlığın kendisine ulaşıncaya kadar (kendi ayn-ı sabitelerinden gelen) zorlamanın hükmü altında yürüdüler
“Biz ölmekte olan kişiye sizden daha yakınızdır, ama siz bunu görmezsiniz” [Vakıa Suresi, 56/85] Ölünün görmesi, kendi üzerindeki perdenin kalkmış olmasındandır ve onun bu görüşü keskindir Ve Hak Teala bir ölüyü diğer ölüden ayırmadı, yani yakınlık bakımından said ve şaki arasında bir ayrım yapmadı Yine, “Biz insana şahdamarından daha yakınız” [Kaf Suresi, 50/16] dediğinde de, insanlar arasında bir ayrım gözetmedi Kulun ilahi yakınlık içerisinde olduğu, bu ilahi haberde apaçık bir şekilde ortaya konmuştur İmdi, Hakk’ın huviyetinin, kulu kendisi yapan uzuv ve yetilerin ta kendisi olmasından daha öte bir yakınlık sözkonusu olamaz Böyle olunca kul, vehmolunan halk’ta müşahede olunan Hak’tır Nitekim, iman sahipleri ve keşf ehli indinde, halk akılla-kavranabilir olan ve Hak da duyumsanan ve müşahede olunandır Bu iki sınıfın dışında kalanlar için ise Hak akılla-kavranabilir olan ve halk da müşahede olunandır — dolayısıyla onlar, acı su menzilesindedir Ama iman sahipleri ve keşf ehli ise içeni kandıran tatlı ve lezzetli su menzilesindedirler
İmdi, insanlar iki kısımdır: Kimileri, üzerinde yürüdükleri yolu ve o yolun sonunu bilirler Dolayısıyla da bu yol, kendileri için doğru yoldur [sırat-ı müstakim] Kimileri de üzerinde yürüdükleri yolu ve o yolun sonunu bilmezler Halbuki bu yol diğer sınıfın bildiği yoldur İmdi, arif olan kişi basiret üzere Allah’a davet ederken; arif olmayanlar ise, taklid ve cehalet üzere Allah’a davet ederler Bu özel ilim (yani, ayaklar ilmi), aşağının aşağısından [esfel-i safilin] ortaya çıkar — çünkü ayaklar, kişinin aşağısındadır ve bu aşağı olanın da aşağısında ise yolun ta kendisi vardır Dolayısıyla, Hakk’ın, yolun ta kendisi [color="LightBlue"] olduğunu bilen kişi, işin hakikatini bilir Ve (Hakk’ın varlığından başka bir varlık olmadığından) yolda yürüyen ve yolculuk eden hiç kuşkusuz Hak’tır Çünkü, bilinen ancak O’dur Ve O, yolda yürüyen [süluk] ve yolda olanın [müsafir] ta kendisidir Böyle olunca alem ancak O’dur
Öyleyse kim olduğunu, hakikatını ve yolunu [color="LightBlue"] bil (ki o, Hak’tır)! Çünkü iş, tercümanın (Resulallah’ın) diliyle sana açıklandı — eğer anlayabildiysen Ve onun sözü Hakk’ın sözüdür ve bunun böyle olduğunu, anlayışı Hak olan anladı Öyle ya, Hakk’ın birçok nisbetleri ve birbirinden farklı vecihleri vardır
Sen Hud aleyhisselam’ın gönderildiği Âd kavmini işitmedin mi? Onlar, “Bu, üzerimize yağmur indirmek üzere gelen bir buluttur” dediler [Ahkaf Suresi, 46/24] Böyle diyerek, Hakk’a yönelik iyi bir zan beslediler — ki Allahu Teala, kullarının Kendisi hakkındaki zannına göredir Böyle olunca, Hak onların bu sözlerine karşılık olarak, onlara yakınlık bakımından daha kusursuz ve daha yüce olan şeyi haber verdi Eğer Hak Teala onlar için yağmur yağdıracak olsaydı, bu yağmur toprağın yüzünü güldürecek ve taneler sulanmış olacaktı Ne var ki, onlar bu yağacak yağmurun sonucuna (yani, ekinlerin bitmesine) ancak çok zaman sonra kavuşacaklardı Allahu Teala (onların sözlerine karşılık) şöyle dedi: “Belki o sabırsızlandığınız şey, içerisinde elemli azab olan bir rüzgardır” [Ahkaf Suresi, 46/24] Ve rüzgarın onlara rahatlık verecek bir şey olduğunu sezindirdi Çünkü Hak Teala bu rüzgarla onları, bu karanlık beden-suretlerinden [color="LightBlue"], zor yollardan ve karanlık örtülerden [color="LightBlue"] kurtarıp rahatlığa kavuşturdu Ve bu rüzgarda azab vardır Yani, bu azabı tattıklarında, her ne kadar alıştıkları şeyden (yani, cisimler aleminden) ayrılmakla elem içine düşseler de, bu azab içerisinde lezzet bulacakları bir şey vardır



Alıntı Yaparak Cevapla

Hud Kelimesindeki Hikmet-İ Ahadiyye

Eski 08-02-2012   #2
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Hud Kelimesindeki Hikmet-İ Ahadiyye




Azab onlara gelip çattı Böylece iş (yani, bekledikleri hayır), onlara tahayyül ettiklerinden daha yakın oldu Rüzgar, Rabbinin emriyle her şeyi yok etti Evlerinden başka hiçbir şey görünmeksizin sabahladılar Ve onların evleri, hakiki ruhlarının [ervah-ı hakkıyye] mamur kıldığı bedenleridir Böyle olunca, bu özgül nisbetin [nisbet-i hassa] hak olmaklığı [hakkıyyet](yani, Hakk’ın ilahi sıfatlar ile tecellisi) ortadan kalktı Ve beden-suretlerinde [color="LightBlue"], Hakk’ın kendilerine özgü kıldığı hayat baki kaldı — ki deriler, eller, ayaklar, kamçıların uçları ve uyluklar sahip oldukları bu hayat ile konuşurlar Ve bunun böyle olduğu, ilahi haber yoluyla bildirilmiştir
Allahu Teala kendi nefsini kıskanç olmaklıkla [color="LightBlue"] nitelendirdi Ve kıskanç olmaklığından dolayıdır ki, taşkınlığı (yani, Kendisi’nin şeylerin ayn’ı olduğu sırrının açığa vurulmasını) haram kıldı Ve taşkınlık [fuhş], zahir olandan başkası değildir Ve batın olan taşkınlık, indinde taşkınlık zahir olan varlık (yani, Hak ve arifler) içindir İmdi, Hak Teala taşkınlıkları, yani sözünü ettiğimiz şeyin hakikatını bilmekten, yani Hakk’ın şeylerin ta kendisi olmaklığını bilmekten sakındırarak, taşkınlıkları haram kıldı ve bu hakikati “başka olmaklık” [color="LightBlue"] yoluyla örttü — ve bu başka olan, sensin İmdi başka olan, “İşitme, Zeyd’in işitmesidir” der Arif ise, “Zeyd’in işitmesi, Hakk’ın ta kendisidir [color="LightBlue"]” der Geri kalan bütün uzuv ve yetiler için de bu böyledir Herkes Hakk’ı (sözünü ettiğimiz şekilde) arif olmadığından; insanlar birbirinden üstün ve mertebeler birbirlerinden ayrışık oldu Bu şekilde, üstünlük zahir oldu
Bil ki, Hak Teala Âdem’den Muhammed’e (sav) kadar beşerden olan bütün resul ve nebilerin aynlarını bana gösterdi Bu olay (hicrî) 586 yılında Kurtuba’da bulunduğum sırada gerçekleşti Onların arasından yalnızca Hud aleyhisselam benimle konuştu ve bana toplanmalarının sebebini söyledi Ve ben onu, orada bulunanlar arasında; yapılı, güzel görünümlü, konuşması latif ve keşf işlerini arif olan bir kimse olarak gördüm Onun keşf işlerini bildiğine ilişkin delilim, Hak Teala’nın, “(Hud dedi ki Hiçbir hayat sahibi yoktur ki, Allah onu alnından yakalamış olmasın; benim Rabbim hiç kuşkusuz doğru yol üzerindedir” [Hud Suresi, 11/56] sözüdür Ve yaratılış için, bundan büyük ve bundan kusursuz bir müjde var mıdır? Ve Hakk’ın, Hud aleyhisselam’ın bu sözünü Kur’an yoluyla aktararak bize bildirmesi, bize bir ihsanıdır
Sonra, bütün herşeyi toplayıcı [cami’-i küll] olan Muhammed (sav), Hud aleyhisselam’ın diliyle söylenen bu ilahi sözü, Hak’tan bize bildirdiği şeyle tamamladı — buna göre, Hak işitmenin ve görmenin ve elin ve ayağın ve dilin ta kendisidir [color="LightBlue"], yani duyuların ta kendisidir Ruhani yetiler (Hakk’a) duyulardan daha yakın olduğu halde, Resul (sav), daha yakın olup da sınırları bilinmez olan ruhani yetiler yerine, daha uzak olan ama sınırları bilinen duyusal yetileri dile getirmekle yetindi
İmdi, Hak, Hud aleyhisselam’ın kavmine söylediği sözü bir müjde olarak bize tercüme etti Ve Resul (sav), Hud aleyhisselam’ın sözünü bize bir müjde olarak Hak’tan tercüme etti Böylelikle ilim, kendilerine ilim verilenlerin sinelerinde [color="LightBlue"] kâmil hale geldi “Ve Bizim ayetlerimizi ancak kafirler bile bile inkar ederler” [Ankebut Suresi, 29/47] Çünkü onlar, bilseler de, nefslerindeki çekemezlik ve kıskançlık [color="LightBlue"] ve zulümden dolayı Hakk’ın ayetlerini örterler Ve biz, Hak Teala’nın gerek indirdiği ayetlerdeki, gerekse (Resul’ün dilinden söylediği kudsi hadisler yoluyla) bize ulaştırdığı haberlerdeki, Kendisine ilişkin hem tenzih yönünden ve hem de teşbih yönünden nitelemelerinde hiçbir zaman bir sınırlamadan [color="LightBlue"] başka bir şey görmedik Haber verdiği ilk şey, “altında ve üstünde havanın olmadığı Ama”dır Hak, yaratılmış olanları yaratmadan önce Ama’daydı Sonra, Allahu Teala, Arş üzerine oturduğunu söyledi Bu da, tıpkı önceki gibi sınırlamadır Daha sonra, Hakk’ın dünya semasına indiğini söyledi, ki bu da bir sınırlamadır Ondan sonra, sınırlı (varlıklar) olduğumuz halde, biz nerede olursak olalım bizimle birlikte olduğunu söyledi — ta ki, bizim ta kendimiz [color="LightBlue"] olduğunu bize haber verene dek Böylece Hak, Kendisini ancak sınırlama yoluyla niteledi
Allahu Teala’nın, “Leyse ke-mislihi şey’ün” [Şura Suresi, 42/11] sözü de, eğer “ke mislihi”deki “kaf” harfini sıfat olarak düşünmeyip artıklı [color="LightBlue"] olarak kabul edersek, “O’nun benzeri hiçbir şey yoktur” anlamına gelir ki, bu da yine sınırlamadır Sınırlı olandan ayrışık olarak, o sınırlı olan olmamaklığıyla –tam da bu nedenle– sınırlanmış olur Dolayısıyla, anlayan için, kayıtlanmamış kılma [ıtlak] kayıtlamadır, çünkü mutlak olan, kayıtlanmamışlıkla kayıtlıdır
Eğer “kaf” harfini sıfat ön eki olarak kabul edecek olursak, ayet, “O’nun benzeri gibi bir şey yoktur” anlamına gelir ki, bu şekilde de Hakk’ı (teşbih yoluyla) sınırlandırmış oluruz Ve eğer bu ayeti, benzerliğin değillenmesi [nefy-i misl] olarak aldığımızda, anlayış ve doğru haber yoluyla Hakk’ın şeylerin ta kendisi [color="LightBlue"] olduğunu kuşkuya yer kalmaksızın bilmiş oluruz Ve şeyler, her ne kadar sınırları birbirinden farklı da olsa, sınırlıdırlar Ve Hak, her sınırlı olanın sınırıyla sınırlıdır Ve dolayısıyla herbir sınır, Hakk’ın sınırıdır
İmdi, Hak (zamansal olan şehadet aleminde) “mahlukat” ve (zamansal olmayan ruhlar aleminde) “mübdeat” olarak adlandırılan şeyde yayınmıştır [color="LightBlue"] Eğer böyle olmasaydı, (yaratılmış olanlar için) varlık sözkonusu olamazdı Dolayısıyla Hak, varlığın ta kendisidir [color="LightBlue"] Ve durum böyle olunca da, Hak her şeyi kendi Zat’ı ile korur; öyle ki, bu koruma O’na hiçbir şekilde bir yük oluşturmaz O’nun her şeyi koruması da, Kendi Sureti’ni başka bir suret olmaktan koruması demektir ve bunun başka türlü (bir koruma) olması sözkonusu değildir Ve O, her şahid olanda Şahid ve her şahid olunanda Şahid Olunan’dır [meşhud] Dolayısıyla alem O’nun sureti ve O da alemin yönetici ruhudur Bu şekilde alem, Büyük İnsan’dır [insan-ı kebir]
İmdi bütün varoluş Hak’tır
Ve O Bir’dir — öyle ki varoluşum O’nun varoluşuyladır
Bundandır, derim ki, biz besleniyor olanlarız
O benim varlığımla beslenir
Ve biz de O’nun varlığıyla besleniriz
Bir vecihden (yani, zat ve varlık yönünden)bakacak olursan,
Benim sığınmam O’ndan O’nadır



Alıntı Yaparak Cevapla

Hud Kelimesindeki Hikmet-İ Ahadiyye

Eski 08-02-2012   #3
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Hud Kelimesindeki Hikmet-İ Ahadiyye




Darlıktan dolayıdır ki, (Hak Teala) Nefes verdi ve bu Nefes’i de Rahman’a nisbet etti Çünkü alem suretlerinin varedilmesini isteyen ilahi nisbetlere (yani, ilahi isimlere) Rahman İsmiyle rahmet etti Ve bu alem suretlerine biz “Hakk’ın zahiri” diyoruz, çünkü Zahir olan O’dur Ve Hak, alem suretlerinin batınıdır, çünkü Batın olan O’dur Ve Hak, Evvel’dir; çünkü alem suretleri yokken O vardı Ve Hak, Ahir’dir; çünkü alem suretlerinin zuhurunda O, bu suretlerin ta kendisi oldu [color="LightBlue"] Böylece Ahir, Zahir’in ta kendisiyken; Batın da Evvel’in ta kendisidir Böylece Hak, her şeyi bilir; çünkü O, hiç kuşkusuz Kendi Nefsini bilir
Ve Hak, suretleri Nefes’te varettiğinde, “İsimler” olarak adlandırılan nisbetlerin hükümranlığı zahir oldu; alem için (böylece, ilah/me’luh, rab/merbub, halik/mahluk arasında nisbet zahir olmakla) ilahi nisbetlerin varlığı gerçeklenmiş oldu Dolayısıyla, (alem suretlerinin varlığı ve sıfatları, Hakk’ın varlığı ve sıfatları olduğundan) alem suretleri Allahu Teala’ya bağıntılandılar [color="LightBlue"] Allahu Teala (bir kudsi hadiste) şöyle der: “Bugün (yani, kıyamet günü) sizin nisbetlerinizi kaldırıp Kendi nisbetlerimi koyarım” — yani, sizin kendinize olan bağıntılanışınızı [color="LightBlue"] sizden alırım ve sizi, Bana olan bağıntılanışınıza [color="LightBlue"] geri döndürürüm
Hak, takva sahiplerinin zahiri olunca, yani onların zahir olan suretlerinin ta kendisi [color="LightBlue"] olunca, (kemalatı ve övülesi şeyleri Hakk’a izafe ederek) Hakk’ı (kendi nefslerine) korunak [color="LightBlue"] kılan bu (kendileri için mekânın sözkonusu olabileceği bir zahir varlıkları kalmamış olan) takva ehli nerededir? Ve o takva sahipleri, bütün ehlullah indinde, insanların en yücesi, (zatî vahdaniyet ile nitelenmelerinden dolayı varlık ve yakınlığa) en layık olanı ve (bütün uzuv ve yetileri Hakk’ın olduğu için) en güçlüsüdür Takva sahibi olan kişi, zaman olur ki, kendi nefsinin suretini Hakk’a korunak [vikaye] kılar (yani O’nu, kendindeki yerilesi şeyleri O’na isnad edilmeklikten korur) Çünkü, Hakk’ın huviyeti, kulun yetileridir Böyle olunca, “kul” olarak adlandırılanı, “Hak” olarak adlandırılana korunak kılar — bilenlerle bilmeyenler ayrılsın diye “De ki: Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu? Ancak işin özünü bilenler düşünürler” [Zümer Suresi, 39/9] Ve bu kimseler, şeylerin özünü görürler ki, öz [lübb], şeylerin istenir olan yanıdır Bu konuda, şeylerin zahirine takılıp kalan kimseler, şeylerin özünü bilme yolunda çabalayanları geçemezler; tıpkı ücret karşılığı çalışanın, karşılığında ücret beklemeksizin çalışanı geçememesi gibi
Ve Hak, kul için bir yönden korunak olduğuna, ve kul da Hak için bir yönden korunak olduğuna göre, varoluş [color="LightBlue"] hakkında dilediğini söyleyebilirsin İstersen, varoluş (eksikli sıfatların mahalli olması itibarıyla) halk’tır diyebilirsin Ya da, dilersen, varoluş (Hakk’ın kemal sıfatlarının zuhur mahalli olması itibarıyla) Hak’tır diyebilirsin Ve eğer, dilersen, varoluş (zahir ve batını, eksikli ve kâmil sıfatları cami olmasından dolayı) Hak olan halk’tır dersin Ya da, dilersen, bir yönüyle (yani, zahir yönüyle) halk ve bir yönüyle (yani, batın yönüyle) de Hak’tır dersin Ve eğer, dilersen, varoluş hakkında (ne “Hak’tır” ne de “halk’tır” diyemeyip) hayretini dile getirirsin
İmdi, mertebelerin belirmesiyle, (herbir mertebeye özgü olarak) talep olunanlar [color="LightBlue"] zahir oldu Ve eğer sınırlama olmasaydı, Resuller, Hakk’ın suretlerde değiştiğini [tahavvül] haber vermezler ve O’nu bütün suretlerden arı olmaklıkla nitelemezlerdi
Göz O’ndan başkasını görmez
Ve hüküm ancak O’nun üzerinedir
Böylece, biz O’nun içiniz
Ve O’nun iki elinde O’nunlayız
Ve bulunduğumuz her halde O’nun indindeyiz
Bu sınırlandırmadan dolayıdır ki, O inkar edilir ve bilinir; tenzih edilir ve (teşbih yoluyla) nitelenir Hakk’ı, Hak’tan, Hak’ta ve Hakk’ın gözüyle gören kimse, ariftir Ve Hakk’ı, Hak’tan, Hak’ta ve fakat nefsinin gözüyle gören, arif değildir Ve Hakk’ı, Hak’tan ve Hak’ta görmeyip de, nefsinin gözüyle ahirette görme beklentisinde olan cahildir Sonuçta herbir kimse için Rabb’ine ilişkin olarak O’na dönebileceği ve O’nu talep edebileceği bir itikat gereklidir Hak, bir kimseye, itikatındaki surete bürünmüş olarak tecelli ettiğinde, bu kimse O’nun Hak olduğunu bilir ve O’nu doğrular — ve ne zaman ki, bir kimseye itikat ettiği suretin dışında tecelli edecek olsa, O’nu inkar edip O’ndan sakınır Ve kendince Hakk’a karşı edeb gösterdiğini vehmederken, işin aslında, Hakk’a karşı gereken edebi göstermemiş olur
Dolayısıyla, itikat sahibi bir kimse, ancak nefsinde varettiği İlah’a itikat eder Böyle olunca, itikat edilen ilah, yaratılmış olan ilahtır İtikat sahipleri ancak nefslerini ve nefslerinde yarattıkları şeyi görürler İmdi, insanların Allah’ın ilmindeki mertebelerini düşün! İnsanların Allah’ın ilmindeki mertebeleri, kıyamet günü, Hakk’ı gördüklerinde bulunacakları mertebenin ta kendisidir Ve ben sana, mertebelerin birbirinden farklı olmasını gerektiren sebebi açıkladım İmdi, sen özgül bir itikatla sınırlanmaktan ve bundan başkasını da inkar etmekten sakın Yoksa büyük bir hayırdan ve işin hakikatini bilmekten yoksun kalırsın
Öyleyse, sen bütün itikat suretlerinin hepsinin heyulası ol! Çünkü Allahu Teala, bir itikada uygun düşüp de, diğer bir itikada uygun düşmemekle sınırlanamayacak ölçüde yücedir Çünkü Allahu Teala, “Nereye dönerseniz dönün, orada Allah’ın yüzü vardır” [Bakara Suresi, 2/115] buyurarak, belli bir yönden söz etmeksizin, Allah’ın yüzünün her yerde olduğunu söyledi Ve bir şeyin yüzü, o şeyin hakikatidir İmdi, Allahu Teala bu sözle, ariflerin kalplerine, dünya hayatındaki geçici şeyler bunun hatırlanmasından kendilerini alıkoymasın diye tenbihte bulundu Çünkü kul hangi nefeste öleceğini bilmez — kimi zaman gaflet içerisindeyken ölür Ve böylesi bir kimse, huzurda olduğunun bilincinde olanla bir değildir
Kâmil kul, bunun böyle olduğunu (yani, her yerde Allah’ın yüzü olduğunu) bilmekle birlikte, zahirî ve sınırlı suretiyle namaz kılarken, Mescid-i Haram’a yönelmeyi gerekli görür; ve namaz sırasında Allahu Teala’nın, yöneldiği doğrultuda [kıble] olduğuna itikat eder Ve Mescid-i Haram’ın bulunduğu doğrultu, “Nereye dönerseniz dönün, orada Allah’ın yüzü vardır” [Bakara Suresi, 2/115] ayetinde de belirtildiği gibi, Hakk’ın yüzünün bulunduğu mertebelerden bir mertebedir Ama, “O’nun yüzü sadece bu doğrultudadır” deme ve namaz sırasında, bir yandan Mescid-i Haram’ın bulunduğu doğrultuya yönelerek edebini korurken, öbür yandan da, Hakk’ın yüzünün belirli bir doğrultuya özgülenemeyeceği ve Mescid-i Haram’ın, Hakk’a yönelinecek doğrultulardan biri olduğu konusunda edebini koru
İmdi, hiç kuşkusuz, Allahu Teala, yönelinen her doğrultuda olduğunu açıklığa kavuşturdu Dolayısıyla yönelinen her doğrultu, ancak O’na ilişkin bir itikattır Ve herkes, yöneldikleri doğrultuya yönelmiş olmakla isabet etmiştir; her isabetli olan ödüllendirilecektir; her ödüllendirilecek olan said’dir; her said razı olunmuştur Her ne kadar bunlardan kimisi ahiret yurdunda bir süre için şaki olsa da, bu böyledir Nasıl ki, said olanlar da, ehlullah arasında said olduklarını bildiğimiz halde, bu dünyada hastalanıyor ve acı çekiyorlarsa; Allah’ın kimi kulları da vardır ki, onlar, ahiret hayatındayken cehennem denilen yerde bu acıları çekerler Bununla birlikte, işin hakikatini keşfetmiş olan ilim sahibi bir kimse, cehennem yurdunda bulunanların, kendilerine özgü bir nimetleri olmayacağını kestirip atmaz Bu nimet, çektikleri acının ortadan kalkmasıyla azabın onlardan uzaklaşmasıdır — böylece, çektikleri acıdan kurtulmaları, onların nimeti olur Ya da cennet ehline, cennete özgü bir nimet verilmesi gibi, cehennem ehline de cehenneme özgü bir nimet verilir

Ahmet Baydar


Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.