Prof. Dr. Sinsi
|
Lut Kelimesindeki Hikmet-İ Melkiyye
LUT KELİMESİNDEKİ HİKMET-İ MELKİYYE
“Melk” şiddet, güç ve “melîk” şiddetli, sıkı, güçlü [şedid] demektir Hamur iyice yoğrulduğunda, “Hamur sıkıca yoğruldu” diye bir ifade kullanılır (Arapça’da) Kays bin el-Hatîm, savrulan bir mızrağı şöyle betimler: “Mızrağı elimle öylesine sıkı [şedid] tutup sapladım ki, açılan yarığın genişliğinden, karşıda duran kişi arkada olanı görebilir  ”
Ve Allahu Teala, Kur’an’da Lut aleyhisselam’ın şu sözlerini aktarır: “Eğer size karşı gücüm yetseydi veya güçlü bir kaleye sığınsaydım ” [Hud Suresi, 11/80] Ve Resulallah (sav) şöyle buyurmuştur: “Allahu Teala kardeşim Lut’a rahmet etsin, ki o güçlü bir kaleye sığındı ” Ve Lut aleyhisselam’ın “güçlü bir kale” [rükn-i şedid] derken kastettiği şey “kabile”dir (yani, kavmini cezalandırmak için, mezahir-i kaviyye ve şedidedir); “Eğer size karşı gücüm yetseydi ” sözüyle kastettiği de, “karşı koyma”dır ve bu da burada (yani, Lut aleyhisselam’ın söylediği bağlamda) beşere özgü himmettir Ve Resulallah (sav) şöyle buyurdu: “Lut’un, ‘Eğer size karşı gücüm yetseydi veya güçlü bir kaleye sığınsaydım’ dediğinden bu yana gönderilen bütün peygamberler, kendi kavminden bir topluluk içerisinde ve kendisini kollayan bir kabile içerisinde gönderilmiştir” — tıpkı Ebu Talib’in Resulallah’ı (sav) koruyup kollaması gibi
Lut aleyhisselam’ın, “Eğer size karşı gücüm yetseydi ” demesi, Allahu Teala’nın, “Allah sizi zaaftan yarattı ve ardından güç verdi” [Rum Suresi, 30/54] sözünü (bulunduğu fenafillah makamında, ilahi nur ile idrak etmek suretiyle) işitmiş olmasından dolayıdır Demek ki, güç, (önceden varolmayıp) yapınımla [ca’l] ortaya çıkmıştır; dolayısıyla da bu, arızi bir güçtür Sonra, gücün ardından zaafı ve ihtiyarlığı ortaya çıkardı; dolayısıyla yapınım, ihtiyarlığa ilişkilendi Zaaf ise, yaratılışın kendi aslına dönmesidir — ve O şöyle buyurmuştur: “Allah sizi zaaftan yarattı” [Rum Suresi, 30/54] Böylece O, insanı kendisinden yarattığı şeye döndürür: “İçinizden kimi de ömrün en verimsiz çağına dek götürülür, öyle ki bilen bir kimse olduktan sonra bir şey bilmez bir hale gelir” [Hac Suresi, 22/5] Burada Allahu Teala, bu kimsenin başlangıçtaki zaafa döndürüldüğüne işaret etmektedir Dolayısıyla, zaaf sözkonusu olduğunda, ihtiyar kişinin durumu –hüküm bakımından– tıpkı bir çocuğunki gibidir
Hiçbir nebi yoktur ki, kırk yaşını doldurmadan gönderilmiş olsun — ve kırkıncı yaş, insanın güçten düşmeye başladığı zamandır Bundandır ki, Lut aleyhisselam, “Eğer size karşı gücüm yetseydi ” dedi ve kendisinde zaaf ortaya çıkınca (tabii kuvvet talebinde bulunmayıp) etkide bulunucu olan himmet’i [himmet-i müessire] istedi Eğer sen, “Lut aleyhisselam’ı, etkide bulunucu olan himmetten alıkoyan nedir; tâbi olma durumundaki saliklerde bulunan bu şey nasıl olur da onlardan daha üstün olan resulde bulunmaz?” diye soracak olursan, derim ki: Doğru söylüyorsun, ama bilmediğin şey; marifetin, himmet yoluyla tasarrufta bulunmaya engel olduğudur Dolayısıyla arifin marifeti arttıkça, himmet yoluyla (başkaları üzerindeki) tasarrufu azalır Bunun iki sebebi vardır Birincisi, (böylesi bir kimsenin) kulluk makamını gerçeklemiş ve tabii olan yaratılışının [halk] aslını görmüş olmasıdır İkincisi ise, tasarruf-eden ile tasarruf-edilen’in birliğidir — (böylesi bir kimse) himmetini yöneltebileceği bir şey göremez; dolayısıyla bu, onu tasarrufta bulunmaktan alıkoyar Ve bulunduğu müşahede noktasında [meşhed] görür ki, karşısındaki kendisiyle çekişen kimse, yokluk halindeyken [hal-i adem] ayn’ının değişmezliğinde bulunduğu hakikat üzere olup, bundan herhangi bir şekilde sapmış değildir — varlığıyla, yokluk halindeki değişmezliğinde ne üzere bulunuyorsa onu zahir kılar Dolayısıyla, kendi (değişmez) hakikatinin sınırını aşmış ve kendi yolundan şaşmış değildir Bunun, “çekişme” olarak adlandırılması arızi bir şeydir, böyle görülmesi ancak insanların gözlerindeki perdeden dolayıdır ve (gözleri perdeli olan bu kimseler için) Allahu Teala şöyle buyurmaktadır: “İnsanların çoğu bilmezler” [A’raf Suresi, 7/187] yani, “Onlar dünya hayatının zahirini bilirler ama işlerin sonundan gafildirler” [Rum Suresi, 30/7] Bu (‘gafil’ sözcüğü, ‘gılaf’ sözcüğünden), çevrinmiştir Gafil olanlar, şöyle derler: “Bizim kalplerimiz gılaf içindedir” [Bakara Suresi, 2/88] Ve “gılaf,” hakikati ne ise o olarak görmekten alıkoyan perdedir İşte bu ve buna benzer şeyler, arif olan bir kimseyi alemde tasarrufta bulunmaktan alıkoyar
Şeyh Ebu Abdullah Muhammed bin Kâid, Şeyh Ebu Suud bin eş-Şiblî’ye şöyle sordu: “Niçin tasarrufta bulunmuyorsun?” Bunun üzerine eş-Şiblî şöyle cevap verdi: “Ben tasarrufu, Hakk’ın üzerimde dilediğince tasarrufta bulunması için terkettim ” Burada, Allahu Teala’nın, “O’nu vekil kıl!” [Müzemmil Suresi, 73/9] emrine göndermede bulunur Ve vekil, tasarrufta bulunandır Ebu Suud, Allahu Teala’nın şu emrini işitmiştir: “Allah’ın sizi üzerine halife kıldığı şeylerden sarfedin!” [Hadîd Suresi, 57/7] Dolayısıyla Ebu Suud ve arifler, ellerinde olanın kendilerine ait olmayıp, kendilerinin bu mülke halife kılındıklarını bilirler Hak, ona şöyle dedi: “Seni halef kıldığım ve sana mülk olarak verdiğim şeyler için Beni vekil kıl!” Böyle olunca, Ebu Suud, Allah’ın emrine uyarak, O’nu vekil kıldı
İmdi, buna benzer şeyleri müşahede eden bir kimsede, başkaları üzerinde tasarrufta bulunabileceği bir himmet nasıl kalabilir ki? Himmet ancak üzerinde tasarruf edilecek şey üzerinde yoğunlaşılıp diğer şeylerin gözardı edilmesiyle etkisini gösterebilir — işte bunun bilgisidir ki, (arif kişiyi) böylesi bir yoğunlaşmadan alıkoyar Dolayısıyla, marifeti eksiksiz olan arif, son derece acz ve zaaf içerisinde zahir olur
Abdallardan biri Abdurrezzak’a şöyle dedi: “Ey Abdurrezzak! Şeyh Ebu Medyen’e selamdan sonra de ki: Ey Ebu Medyen! Nasıl olur da bize hiçbir şey güç gelmediği halde, sana şeyler güç gelir — üstelik de biz senin makamına rağbet edici olup, sen bizim makamımıza rağbet edici olmadığın halde?” Ebu Medyen, Abdallar’ın makamına ve diğer makamlara sahipti Biz, ne var ki, zaaf ve acz makamında Ebu Medyen’den daha ötedeyiz
|