Geri Git   ForumSinsi - 2006 Yılından Beri > Forum İslam > İslami Yazılar & Hikayeler

Yeni Konu Gönder Yanıtla
 
Konu Araçları
ahlâkından, dostlarının, hak, zikrullah, örnek

Hak Dostlarının Örnek Ahlâkından -32- Zikrullah -

Eski 08-02-2012   #1
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Hak Dostlarının Örnek Ahlâkından -32- Zikrullah -




Hak Dostlarının Örnek Ahlâkından -32- Zikrullah - 1 2010 - Haziran, Sayı: 292
DAĞLAR TAŞLAR ZİKREDERKEN…

Cenâb-ı Hak, yarattığı canlı-cansız bütün mahlûkâtına kendini tanıtmış ve onları dâimî bir sûrette zikirle vazîfelendirmiştir Bu sebeple mahlûkâtın hepsi, bizim idrâkimiz dışında, kendi dillerince ve husûsiyetleri mûcibince, tabiî ve periyodik bir zikir hâlindedir Yani Allâh’ı tanıyıp itaat etme keyfiyeti, insana has bir durum değildir Hattâ diğer varlıkların, gayr-i irâdî de olsa, bu hususta nice insanlardan daha yüksek bir seviyede bulunduğu ifâde edilmiştir

Âyet-i kerîmede buyrulur:

Kuşları ve tesbih eden dağları da Dâvud’a boyun eğdirdik (Bun*ları) Biz yapmaktayız” (el-Enbiyâ, 79)

Rabbimizin; dağların, taşların, kuşların zikrini haber vermesi ve buna benzer bütün beyanları, zikir hususunda cemâdat ve hayvanattan daha gâfil kalmaması için, mahlûkâtın en şereflisi kılınan insanoğluna açık bir îkaz mâhiyetindedir

Şu misal de, bu hususta ne kadar mânidardır:

Peygamber Efendimiz r, yolda giderken bir grup insana rastladı Binek hayvanlarının üzerinde durmuş (sohbet ediyorlardı) Onlara şöyle buyurdu:

“Hayvanlarınıza, onları yormadan güzelce binin ve (kullanmadığınız zaman da) güzel bir şekilde bırakın, dinlendirin Onları yollardaki ve sokaklardaki konuşmalarınız için kürsü edinmeyin Nice binilen hayvan vardır ki sırtına binenden daha hayırlıdır ve Allah Teâlâ’yı ondan daha çok zikretmektedir” (Ahmed, III, 439)

İşte bu hassâsiyet sebebiyledir ki mü’minler, Allâh’ı zikrettikleri için zerreden kürreye kadar bütün varlıklara ulvî bir nazarla bakarlar Sarı çiçekle içli içli hasbihâl eden Yûnus Emre’nin; “Benim bir karıncaya, ulu nazarım vardır…” buyurması da bu hikmetin veciz bir ifadesidir

Âyet-i kerîmelerde buyrulur:

“Görmez misin ki; göklerde ve yerde olanlar; güneş, ay, yıldızlar, dağ*lar, ağaçlar, hayvanlar ve insanların birçoğu Allâh’a secde ediyor Birço*ğu*nun (gafleti sebebiyle) üzerine de azap hak olmuştur” (el-Hacc, 18)

“Yedi gök, yer ve bunlarda bulunan herkes O’*nu tesbih eder O’nu hamd ile tesbih etmeyen hiçbir şey yoktur Ne var ki siz, onların tesbîhini anlamazsınız” (el-İsrâ, 44)

Kâinattaki bu ilâhî zikir programından yalnız cinlerin ve insanların gâfilleri mahrum hâldedir Zira cinler ve insanlar, imtihana tâbî ve irâde sahibi varlıklar olmaları sebebiyle hayra da şerre de istîdatlı kılınmışlardır Bu sebeple Allâh’a kulluktan kaçınıp, emrine muhâlefet etmek bedbahtlığı, mahlûkat içinde yalnızca bu iki zümrenin şaşkın gâfillerine has bir durumdur

Rabbimizin, âyet-i kerîmelerde mahlûkâtın dahî kendisini zikir hâlinde olduğunu beyân etmesi, Allâh’ı unutup dünyaya dalan gâfillere âdeta; “Görmüyor musunuz, uğruna Ben’i terk ettiğiniz dünya bile aslında Ben’i zikrediyor ve Ben’im ilâhî hükümranlığıma tam bir teslîmiyetle boyun eğiyor” mesajını vermektedir

Dolayısıyla kâinatı dolduran varlıklardaki bu muhteşem zikir, tesbih ve ibadet programı karşısında, Allah tarafından mükerrem kılınmış olan insanoğlunun bir hisse alamaması, alık ve abus bir hâlde zikirden uzak kalması, ne büyük bir aldanıştır!

Fakat âyet-i kerîmede de buyrulduğu üzere, insanoğlunun idrâki -yine ilâhî imtihan sırrına binâen- mahlûkâtın kendine has bir dille zikretmesi gerçeğine karşı perdeli bir hâldedir Mahlûkâtın zikrini işitebilmek; ancak zikir ve tesbihin rûhâniyeti altında, takvâ üzere yaşanan hâlis bir kulluk hayatıyla gönlün saf hâle gelip hakîkat âlemine vâkıf olması durumunda ve Rabbimizin lûtfettiği ölçüde mümkün olabilir Tıpkı Hüdâyî Hazretleri’nin misâlinde olduğu gibi, Cenâb-ı Hak’ta fânî olup zikrin hakîkatine ermiş bâzı Hak dostları -Allah dilerse- bu umûmî gaflet perdesini bir nebze aralamaya muvaffak olabilirler

Nitekim nebevî terbiye altında yetişen güzîde sahâbîlerden Abdullah ibn-i Mes’ûd t’ın; “Biz boğazımızdan geçen lokmaların tesbihlerini duyar hâle gelmiştik!” buyurması da bu hakîkatin açık bir misâlidir (Bkz Buhârî, Menâkıb, 25)

Hilyetü’l-Evliyâ adlı eserde bildirildiğine göre; Mugîre bin Hakîm es-San’anî, herkes gözlerini yumup uykuya daldığında denize iner ve oradaki canlılarla birlikte Allâh’ı zikre başlardı (Ebû Nuaym, Hilye, 10/141)

Yine Hak dostlarından Şâh-ı Nakşibend Hazretleri de, hastalara, kimsesizlere, hattâ hayvanâta hizmet etmiş ve gönlü Allâh’ın zikriyle öylesine rakik bir hâle gelmişti ki, hayvanâtın inilti sûretinde hazin hazin sesler çıkarıp Hakk’a ilticâ etmelerini hissetmeye başlamıştı

Velhâsıl gönül gözü açık bir insan, bütün âlemin ilâhî tecellîlerden ibâret olduğunu idrâk eder, her şeyde ilâhî sanatı seyreder Kâinattaki her zerre, ona ilâhî bir neşveden haber verir Minicik kuşların bir damlacık yüreklerinden dökülen feryat nağmeleri bile, Hakk’a teşne gönüller için en duygulu tesbihlerdir…

ZİKRİN ANAHTARLARI

Hak dostları, dâimâ Allah ile olup zikrin hakîkatine erdiklerinden, her hâl, hareket ve sözleriyle Allâh’ı hatırlatırlar Nitekim hadîs-i şerîflerde de:

“İnsanlar arasında Allâh’ın zikrinin anahtarları vardır İnsanlar onları gördüklerinde hemen Allâh’ı hatırlarlar” (Heysemî, X, 78)

“(Al*lâh’ın ve*lî kul*la*rı) yüz*le*ri*ne ba*kıl*dı*ğın*da Allah Teâlâ’yı ha*tır*la*tan kim*se*ler*dir” buyrulmuştur (İbn-i Mâ*ce, Zühd, 4)

Böyle kimseleri Hakk’ın bir lutfu bilip onlardan mânen istifâdeye çalışmak gerekir Zira onlar, bulundukları beldeler için ilâhî bir rahmettirler Belâlara karşı mânevî bir zırh gibidirler

Rivâyet edildiğine göre bir zamanlar Bağdad’da zinâ ve fısk u fücûr artmıştı Şeyh Şiblî’ye; “Eğer senin zikrin olmasa, bu beldeyi yakar*dık” diye ilhâm edildi Ehl-i nefisten biri bunu işitince:

“–Bizim hiç zikrimiz yok mu?” dedi

Şeyh Şiblî ona şu cevabı verdi:

“–Sizin zikriniz, nefsin varlığı (hevâ ve hevesi) iledir Benim zikrim ise Allâh iledir” (Rûhu’l-Beyân, XII, 326)

Yani dilin zikri, kalbin zikriyle âhenk teşkil etmelidir Aksi hâlde dil zikrederken, ruh başka yerlerde geziniyorsa; kalp, Allâh ile değil de mâsivâ ile beraber ise, o zikirden kâmil mânâda bir istifâde ummak beyhûdedir

Hak dostu Mevlânâ Hazretleri der ki:

“Ağızla, dille, duymadan, düşünmeden (papağan gibi) edilen zikir, noksan bir hayaldir Padişahça, yani cân u gönülden, hayranlık duyarak yapılan zikir ise, sözlerden de, kelimelerden de âzâdedir… Ey O’nu bulamadan, sadece, O’nun adını yeterli bulan kişi! «Hû» kadehinden içmeden, nasıl olur da benlik arzularından kurtulabilirsin?”

Yani Allâh’ı zikretmek, sırf “Allah” lafzını tekrarlamaktan ibâret değildir Zikir, ancak tahassüs istîdâdının merkezi olan kalpte mekân bulduğu zaman niyet ve amellerin düzelip seviye kazanmasına vesîle olur Bunun içindir ki;

“Zikrin başı tevhid (Hakk’ı birlemek);

Ortası, tecrid (Hakk’ın dışındaki varlıklardan kalbi arındırmak);

Nihâyeti ise tefrid (sadece Allah ile baş başa kalıp her an Allâh’ın rızâsını arayabilmek)tir” denilmiştir

Peygamber Efendimiz r de tefrîd ehli hakkında; “Müferridler yarışı kazandı” buyurmuştur Ashâb:

“–Müferridler kimdir, yâ Rasûlallah?” diye sorduklarında da

“–Allâh’ı çok zikreden erkeklerle kadınlardır” buyurmuştur (Müslim, Zikir, 4)

Hazret-i Ali t da sahâbe-i kirâmın zikir hâlini şöyle vasfetmiştir:

“Onlar, Allâh’ın ismi zikredildiği zaman, fırtınalı bir günde ağaçların rüzgârdan etkilendikleri gibi sarsılırlar, gözyaşları elbiselerinin üzerine süzülürdü” (Ebû Nuaym, Hilye, 1/76)

Demek ki zikir; kuru kuruya bir tekrarlama faaliyeti değildir Bilâkis gerçek bir zikir, Hakk’ın azametini tefekkür etmek, ilâhî kudret akışları karşısında duyguları derinleştirmek, gönlü mâsivâdan arındırıp Hak’ta fânî olmak ve dâimâ Allâh ile beraberliği temin ederek zikretmektir Ancak böyle bir zikir, maddî-mânevî belâlara karşı bir zırh olabilir Bunun içindir ki; “yeryüzünde «Allah Allah» denildiği sürece kıyâmetin kopmayacağı”[1] yönündeki nebevî beyânı, böyle bir kalbî rikkatle zikredenler var oldukça kıyâmetin kopmayacağı şeklinde anlamak da mümkündür

Rabbimiz, kendisini nasıl zikretmemiz gerektiğini şöyle bildirmektedir:

“Kendi kendine, yalvararak ve ürpererek, yüksek olmayan bir sesle sabah akşam Rabbini an Gâfillerden olma!” (el-A’râf, 205)

“Rabbinin ismini zikret ve bütün varlığınla O’na yönel” (el-Müzzemmil, 8)

Yani zikir esnâsında hem dilimiz hem de kalbimiz Allâh’a yönelmelidir Hattâ zikirden murâd edilen, daha ziyâde kalbin zikridir Dil zikrederken kalp zikredilenden gâfil kalırsa, zikrin tesiri tam olarak gerçekleşmez Kalbin uyanması, gaflet tozlarından silkelenmesi, haşyetle titreyip ürpermesi ve Allâh’ın nûruyla dolması için kâmil mânâda îfâ edilen bir zikrin feyz ve rûhâniyetine ihtiyaç vardır

Nitekim Hak dostlarından Abdullah bin Hubeyk’e;

“–Sâlih insanları nasıl ayırd edebiliriz?” diye sordular Cevâben buyurdu ki:

“–Sâlih insanların güzel âdetlerinden birisi, Allah Teâlâ’yı gece-gündüz anmalarıdır O’nu anma, kalp ve dil ile olur Ancak kalbin zikri daha üstündür…

Kalplerinizi, Allah Teâlâ’yı anmakla diriltiniz Onun korkusuyla doldurunuz O’nun sevgisiyle nurlandırınız O’na kavuşma arzusuyla sevindiriniz ve biliniz ki; O’na olan sevginiz derecesinde yükselir, niyetlerinizin doğruluğu ile nefsinizi kahreder, şehvetlerinizi yenip amellerinizi temiz kılabilirsiniz…”

Öte yandan, zikrullah anahtarları olan Hak dostlarının kalpleri, zikirle ihyâ olup hakkı bâtıldan, doğruyu eğriden ayırt edebilecek bir nûra kavuşmuş olduğundan, hakkın ve hayrın en şaşmaz pusulası durumundadır Bu sebeple ihtilaf ve tereddütlerin hâllinde, böylesi zevâtı arayıp bulmak ve onların görüşlerine îtibar etmek îcâb eder Nitekim âyet-i kerîmede buyrulur:

“Şâyet bilmiyorsanız zikir ehline sorunuz!” (en-Nahl, 43; el-Enbiyâ, 7)

ZİKİR MECLİSLERİ

Zikir ehlini nîmet bilip onlarla ünsiyet etmek ve onların meclislerine devam edip zikir halkalarına iştirâk etmek, büyük bir saâdettir Bunun aksine gâfillerin meclislerine yönelmek ise, o nisbette büyük bir felâkettir Nitekim Rabbimiz, zikir ehli sâlih mü’minlerle beraber olmayı, buna mukâbil, zikirden nasipsiz gâfillerden de uzak durmayı şöyle emretmektedir:

“Sabah-akşam Rablerine, O’nun rızâsını dileyerek duâ edenlerle birlikte candan sebât et Dünya hayatının süsünü isteyerek gözlerini onlardan çevirme Kalbini Bizi anmaktan gâfil kıldığımız, kötü arzularına uymuş ve işi gücü aşırılık olan kimseye boyun eğme” (el-Kehf, 28)

Yine bu hususta Hazret-i Dâvûd u’ın şu münâcâtı da çok ibretlidir:

“İlâhî! Sen’i hatırlayıp zikredenlerin meclisinden beni ayırma! Şâyet gâfillerin meclisine gitmek istersem, ben daha oraya gitmeden ayaklarımı kır! Zira Sen’in böyle yapman, benim için büyük bir lutuftur” (İhyâ, I, 852)

Öte yandan, Allâh’ın anıldığı zikir meclislerinin, Hak katında müstesnâ bir kıymeti vardır Peygamber Efendimiz r bu gerçeği şöyle ifâde buyurmuştur:

“Bir topluluk Allâh’ı zikretmek üzere bir araya gelirse melekler onların etrafını sarar; Allâh’ın rahmeti onları kaplar; üzerlerine sekînet iner ve Allah Teâlâ onları yanında bulunanlara över” (Müslim, Zikr, 38, 39)

Yine bir gün Rasûlullah r:

“–Allah Teâlâ, kıyâmet günü bir topluluğu diriltir ki onların yüzü nurdan parlamaktadır, inciden yapılmış minberler üzerine otururlar ve bütün insanlar onlara gıpta eder Bunlar, ne peygamber ne de şehiddirler” buyurmuştu

Bir bedevî hemen dizleri üzerine çökerek:

“–Yâ Rasûlâllah! Ne olur onları bize anlat da bilelim!” dedi

Fahr-i Kâinât Efendimiz şöyle îzah etti:

“–Onlar, çeşitli kabile ve beldelerden olup Allah için birbirlerini seven ve Allâh’ı zikretmek üzere toplanarak O’nu ananlardır” (Heysemî, X, 77)

Yine Efendimiz r bir gün ashâbına zikir halkalarının fazîletini beyân ederek:

“−Cennet bahçelerine uğradığınızda oradan hakkıyla istifâde ediniz” buyurdu Ashâb-ı kirâm:

“−Cennet bahçesiyle neyi kasdediyorsunuz yâ Rasûlâllah?” dediler

Efendimiz r cevâben:

“−Zikir halkalarını” buyurdu (Tirmizî, Deavât, 82/3510)

Sahâbeden Ebû Hüreyre t da buyuruyor ki:

“Yer halkı gökte yıldızları parlak olarak gördükleri gibi, gök halkı da yeryüzünde zikrullah olan evleri öyle parlak olarak görürler” (İhyâ, I, 852)

ZİKRULLAH, EN BÜYÜK İBADET

Ecdâdımız; “Hâfıza-yı beşer, nisyan ile mâlûldür” demişlerdir İnsanlığın nisyan ve gaflet illetine, yani unutma zaafı ve kasvet-i kalp hastalığına karşı Allâh’ın gönüllerdeki mânevî varlığını ve ulvî mevkiini tâzelemek, O’nu dâimâ hatırda tutmak ve kalbi O’nunla canlandırmak îcâb eder Kulu Rabbine yaklaştıran en kuvvetli râbıta olan zikir de; tefekkürdeki durgunluğu, dimağdaki uyuşukluğu izâle eden, dînî hükümleri îfâ husûsundaki rağbeti artıran mânevî bir takviye ve feyz vesîlesidir

Bu meyanda, Kur’ân tilâveti, namaz, oruç, hac, tesbîh, tahmîd, tevhîd, tehlil, tekbîr, istiğfar gibi, Allâh’ı anmaya vesîle olan bütün ibadetler “zikir” mâhiyetindedir Nitekim müfessir Bursevî’nin beyânıyla:

“Allah Teâlâ; «Allâh’ın zikrine koşun» (el-Cum’a, 69) âyetinde namazı, «zikir» olarak isimlendirmiş ve «Beni zikredin» emrinin bütün tâat ve ibâdetleri içine aldığını belirtmiştir” (Rûhu’l-Beyân, II, 95-96)

Nitekim Abdülvehhâb Müttekî Hazretleri’ne:

“–Tâlibin dâimâ zikirde olması lâzımdır, diyorlar Bu nasıl olur?” diye sorulduğunda Hazret şu cevabı verir:

“–Hayırlı amelle meşgûl olan, dâimâ zikirdedir Namaz kılmak zikirdir Kur’ân okumak zikirdir Din ilimleri öğretmek ve öğrenmek zikirdir Her hayırlı amel, zikirdir

Öte yandan bütün ibâdetler, Allâh’ı uyanık bir kalple zikredebilme ölçüsünde kıymet kazanır Allah’tan gâfil bir kalple yapılan ibâdetler ise zikrin feyzinden noksandır, huşû şartına riâyet edilmemiş demektir

Yani zikir, ibâdetlerin içinde bulunması gereken zarûrî husûsiyetlerden biridir Bunu Peygamber Efendimiz r hadîs-i şerîflerinde şöyle ifâde buyurmuşlardır:

“Beytullâh’ı tavâf etmek, Safâ ve Merve arasında sa’y etmek ve şeytan taşlamak, Allâh’ın zikrini ikāme etmek için emredilmiştir” (Ebû Dâvûd, Menâsık, 50/1888)

“Kim Allah U Hazretleri’ne itaat eder, emir ve yasaklarına hakkıyla riâyet ederse, O’nu zikretmiş olur; velev ki (nâfile) namazları, oruçları ve Kur’ân tilâveti az bile olsa!

Kim de Allâh’a karşı isyan hâlinde bulunursa (günahları terk etmezse), Cenâb-ı Hakk’ı zikretmemiş olur; velev ki (nâfile) namazları, oruçları ve Kur’ân okuması çok bile olsa!” (Heysemî, II, 258)

Bir sahâbî, Rasûlullah r Efendimiz’e gelerek:

“–Hangi cihâdın ecri daha büyüktür?” diye sordu Efendimiz r:

“–Allah Teâlâ’yı en çok zikreden kimsenin cihâdı!” buyurdu Adam:

“–Hangi oruçlunun ecri daha büyüktür?” diye sordu Efendimiz r:

“–Allah Teâlâ’yı en çok zikreden kimsenin orucu!” buyurdu

Bundan sonra adam, namaz kılanlar, zekât verenler, hacca gidenler ve sadaka verenler için de aynı soruyu tekrarladı Fahr-i Kâinât Efendimiz bunların hepsine de:

“–Allah Teâlâ’yı en çok zikredeninki!” buyurdu

Bunun üzerine Ebû Bekir t, Hazret-i Ömer t’a:

“–Ey Ömer! Allâh’ı zikredenler, hayrın tümünü alıp götürdü!” dedi Bunu duyan Kâinâtın Efendisi r onlara doğru yöneldi ve:

“–Evet öyledir!” buyurdu (Ahmed, III, 438; Heysemî, X, 74)

Yine Rasûlullah r, namaz sonrası ve yatağa girince yapılan tesbîhâtın fazilet ve sevâbından bahsettikten sonra şöyle buyurmuştur:

“Şeytan, namazda iken birinize gelir ve; «Şunu hatırla, bunu hatırla!» der Namazdan ayrılıp gidinceye kadar buna devam eder Neticede kişi bu tesbîhâtı bile terk eder Kişi yatağına girince de şeytan ona gelir, (bu zikirleri yapmadan) uyutmaya çalışır ve uyutur da” (Tirmizî, Deavât, 25/3410; Ebü Dâvud, Edeb, 99-100/5065)

Yani Allâh’ı hatırlamak, zihni ve kalbi O’na bağlayıp O’nu anmak, ibadetlerin makbûliyet şartlarından biridir Nitekim âyet-i kerîmede buyrulur:

“(Rasûlüm!) Sana vahyedilen Kitâb’ı oku ve namazı kıl Muhakkak ki, namaz, hayâsızlıktan ve kötülükten alıkoyar Allâh’ı zikretmek elbette (ibadetlerin) en büyüğüdür Allah yaptıklarınızı bilir” (el-Ankebût, 45)

İşte dînin direği sayılan namaz ibadetinin de “zikir” olarak ifâde buyrulması, zikrin, ibadetlerin âdeta can damarı mevkiinde olduğunu te’yid etmektedir Öyle ki zikirsiz bir ibadet, Hak katında eksik ve kusurludur

İbn-i Abbâs v bu âyet-i kerîmedeki; “…Allâh’ı zikretmek elbette (ibâdetlerin) en büyüğüdür” beyânını iki şekilde tefsîr etmiştir:

“1) Allah Teâlâ’nın sizi zikretmesi, sizin O’nu zikretmenizden daha büyüktür

2) Allâh’ı zikir, zikirsiz olan her ibâdetten üstündür” (İhyâ, I, 847)

Velhâsıl ibadetten maksat, Allâh’ı hatırlamak, O’na tâzimde bulunmak ve kulluğumuzu arz etmek sûretiyle O’nu zikretmektir Fakat bu hakîkati nefsânî ve şeytânî bir te’vil ile ifrata götürüp, ibadetleri hafife almak şeklinde telâkkî etmek de, son derece mahzurludur

Aşk ve cezbe hâlindeki zikri kendine kâfî zannederek sâir ibadetleri önemsememek; sırât-ı müstakîmden ayrılmaktır, nefsânî bir yola sapmaktır, ibâdetlerin özünü anlamamaktır Zira zikir, tıpkı duâ gibi ibadetin aslî husûsiyetlerinden biri olarak bütün ibâdetlerin içinde vardır Onu ibadetlerden ayrı düşünmek veya ibadetlerin yerine ikāme etmek, söz konusu olamaz

Öy*le ki, Allâh’ın Habîbi r Efendimiz da*hî, kullukta insanlığın zirvesi olmasına rağmen, farz ibâdetlere ilâveten ge*ce*le*ri ayak*la*rı şi*şin*ce*ye ka*dar na*maz kılardı O hâl*de zikir sâyesinde kim han*gi de*re*ce*ye va*rır*sa var*sın, hiç*bir za*man kendisini diğer kul*luk mes’ûli*ye*tlerin*den mu*af göremez Bilâkis, zikrin feyz ve rûhâniyeti, mü’minin kulluk şuurunu ve gayretini daha da artırır

Bununla birlikte, namaz, oruç gibi ibadetleri îfâ etmekle zikir vazîfesini tam olarak yerine getirmiş olduğu düşüncesine kapılıp bunların dışında hiçbir ezkâr ve evrâda lüzum görmemek de büyük bir câhilliktir Zira Rabbimiz, bizim çok çok zikretmemizi istemektedir Bu ise ibâdetlerden sonraki hâllerimizin de, hattâ her nefesimizin, zikrin rûhâniyeti içinde olmasının çok açık bir telkînidir Bu sebepledir ki kâmil mü’minler, bü*tün bir öm*rü*:

“Rab*bi*ni hamd ile zik*ret, sec*de eden*ler*den ol ve ölün*ce*ye ka*dar Rab*bi*ne kul*luk et” (el-Hicr, 98-9) em*ri*ne tâ*bî ola*rak ya*şa*maya gay*re*t ederler




Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.