Prof. Dr. Sinsi
|
Zekat Ve Sadaka-İ Fıtr
ZEKAT VE SADAKA-İ FITR
Zekât, Allah rızası için yapılan iyilik veya verilen şey, sadaka insanın malından sırf Allah rızası için muhtaç olanlara temlik edilmek üzere çıkardığı bir vergi türü anlamında bir fıkıh terimi Zekâta, mü'minlerin Allah'ın emirlerine uymadaki sadakatlerini gösterdiği için "sadaka" da denilmiştir Çoğulu sadakât'tır Sadaka kavramında üç temel özelliğin bulunması gerekir: İhtiyaç, mülkiyetin nakli ve temlîkin Allah için olması
Sadaka, yükümlünün durumuna göre farz, vacib veya nâfile hükmünde olur Sadakanın farz olan kısmı zekât,vacib hükmünde de fıtır sadakası bir sadaka türüdür Bu sadaka Ramazan ayının sonuna yetişen ve aslî ihtiyaçlarının dışında en az nisap miktarı bir mala mâlik bulunan her hür Müslüman’ın yoksullara vermesi gereken bir sadakadır Buna kısaca,"fitre" denir ki,fıtrat sadakası,yani sevap için verilen yaratılış atıyyesi anlamına gelir
Farz olan zekâtla, vacib olan fitre miktarları belirli bulunan sadakalardır Zekat da nisaba mâlik olduktan sonra bir yıl geçmesi,sadaka-i fıtr da ise, sadece nisaba malik olmak şarttır Bunların dışında sıkıntı ve zarûret içinde bulunan Müslüman’a ihtiyacını giderecek ölçüde yardım etmeyi bildiren bir sadaka daha vardır ki; bunun miktarı, sıkıntıyı giderecek ölçüye göre ortaya çıkar Konumuz bu olmadığı için sadece nevini belirtmek yeterli olacaktır
Önce kelime üzerinde duralım zekât; Arapça bir kelime olup, temizlik ve üremek (çoğalmak) manalarına gelir [939]İbn-i Abidin: "Zekât lûgatta üremekten başka mânalara da gelir Meselâ: Bereket, medih, senâ mânalarına da kullanılır Ama bu mânaların hepsi şer'î mânasında mevcuddur Çünkü zekât, sahibini günahlardan ve cimrilik sıfatından temizlediği gibi, malı da bir kısmını vermek sûretiyle temiz pak eder Onun için verilen cüzü kirli sayılır Ve Resûlullah (s a v)'in âline (Hanedanına) haram olur" [940] hükmünü zikreder İslâmî ıstılâhta zekât; "Bir müslümanın, haşimi ve haşimi'nin kölesi olmayan mü'min bir fakire, ondan hiçbir menfaat beklemeksizin, sırf Allahû Teâla (cc)'nın rızası için, malının bazısını temlik etmektir " [941] Zekâtın şer'i şerifteki tarifi budur Tebyin'de de böyle tarif olunmuştur
Sadaka" doğruluk manasına gelen "Sıdk" kökünden gelir Samimiyet ve ihlâs manalarına da kullanılır "Fıtr" kelimesi ise "Fıtrat"tan alınmadır Ancak fûkaha bu terkip üzerinde ihtilâf etmiştir İbn-i Abidin, bu husustaki ihtilâfları zikrettikten sonra: "Nevevi'nin tahrir adındaki eserinde, "Fıtra, sonradan uydurulan bir isimdir Gâliba yaratılmış manasına gelen "Fıtrat"tan alınmış olacaktır Ebû Muhammed Ebheri'nin beyanına göre, manası "Hilkâtin zekâtı" demektir Sanki ”Sadaka-i fıtr bedenin zekâtıdır " denilmiştir Kuhistani dâhi bu yolda yürümüştür Onun için bazıları, Sadaka-i fıtr'a; "Baş sadakası ve bedenin zekâtı" denildiğini nakletmişlerdir Hasılı fitre kelimesinin lügat manası ifade ettiğinde şüphe yoktur Manası "Hilkat", yaradılış demektir" [942]
Kur'ân-ı Kerîm'de şanı yüce olan Allah Teala şöyle buyurur: "Yüzlerinizi doğuya ve batıya çevirmeniz iyi olmak demek değildir Fakat iyi olan, Allah'a, âhiret gününe, meleklere, kitaba ve peygamberlere iman eden, malını sevmesine rağmen hısımlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışa, dilenenlere ve köle azadına veren, namaz kılan ve zekât verendir" [943]
Burada Cenab-ı Hak, miktarı belli olan zekâtla birlikte yakınlara, yetim ve düşkünlere yapılacak malî bir yardımdan da söz etmiştir ki; bunun şart ve miktarını sıkıntıda olan yoksulun hali belirler
Ayrıca Kur'an-ı Kerim'de: "Namazınızı kılın ve zekâtınızı verin" emri,birçok Ayet-i Kerimede tekrar tekrar beyan buyurmuştur [944] Esasen zekât ibadetinin Kur'an-ı Kerim'in muhtelif sûrelerinde otuz iki defa zikredilmiş olması, meselenin ehemmiyetini kavramamızı kolaylaştırmaktadır
Hz Abdullah İbn-i Ömer (ra)'den rivayet edilen bir Hadis-i Şerif'te: "İslâm beş şey üzerine bina olunmuştur (Bu beş şey) Kelime-i Şehadet getirmek, namaz kılmak, zekât vermek, hacc etmek ve Ramazan-ı Şerif orucunu tutmaktır" [945] buyurulduğu bilinmektedir
İbnu Abbâs (r a) anlatıyor: "Resulullah (s a v) Hz Muâz (r a)'ı Yemen'e gönderdi (Giderken) ona dedi ki:
"Sen Ehl-i Kitap bir kavme gidiyorsun Onları davet edeceğin ilk şey Allah'a ibâdet olsun Allah'ı tanıdılar mı, kendilerine Allah'ın zekâtı farz kılmış olduğunu, zenginlerinden alınıp fakirlerine dağıtılacağını onlara haber ver Onlar buna da itaat ederlerse kendilerinden zekatı al Zekat alırken halkın (nazarlarında) kıymetli olan mallarından sakın Mazlumun bedduasını almaktan kork Zira Allah'la bu beddua arasında perde mevcut değildir ” [946]
Zekât; kitap, sünnet ve icmai ümmetle farziyyeti kati olan bir ibadettir Hal böyle iken Resulullah(s a v)’in izinden ayrılmayan Ashab-ı Güzin efendilerimizin O’nun çizdiği yoldan zerre-i miskal ayrılmamışlardır Işte buna güzel bir örnek:
Hz Ebu Hüreyre (r a) anlatıyor: "Resulullah (s a v) vefat edince, ondan sonra Hz Ebu Bekir (r a) halife seçildi Bunun üzerine bedevilerden bir kısmı "irtidât" etti (Hz Ebu Bekir halife olarak onlarla savaşmaya karar verince) Hz Ömer, "Resulullah (s a v): "İnsanlar lâilaheillallah deyinceye kadar onlarla savaşmaya emrolundum Bunu söylediler mi, benden mallarını ve nefislerini korurlar (İslâm'ın) hakkı hâriç artık hesapları da Allah'a kalmıştır!" demiş iken, sen nasıl insanlarla savaşırsın?" dedi Hz Ebu Bekir: "Allah'a yemin olsun, namazla zekâtın arasını ayıranlarla savaşacağım Zira zekât, malın hakkıdır Vallahi, Resulullah (s a v)'e vermekte oldukları bir oğlağı vermekten vazgeçseler, onu almak için onlarla savaşacağım" dedi Hz Ömer sonradan demiştir ki: "Allah'a yemin ederim, anladım ki, Hz Ebu Bekir'in bu görüşü, Allah'ın savaş meselesinde ona ilhamından başka bir şey değildi İyice anladım ki, bu karar hakmış " [947]
İmam Buhari ve Müslim’in rivayet ettiği haberde,Ahnef b Kays(r a)diyor ki,ben Kureyş’ten birkaç şahıs ile bir arada bulunuyordum Ebu Zer(r a)gelerek “Paralarını hazine edip zekatlarını vermeyenlerin arkalarından vurup yanlarından çıkacak, enselerinden itilip alınlarından çıkacak olan kızgın demir ile onları müjdele” demiştir
Bir rivayette bu kızgın demir başından sokulup iki omuz arasından ve iki omuz arasından sokulup memesi ucundan titreyerek çıkacaktır Ebu Zer(r a)devam ederek diyor ki:”Oradan Resulullah’ın yanına gittim O da Kabe’nin gölgesinde oturuyordu Beni gördüğü vakit: ”Kabe’nin Rabbi’ne yemin olsun Onlar en büyük hüsrandadır”
Ebu Zer(r a)soruyor:”Kimdir onlar ya Resulullah?”
Peygamber Efendimiz(s a v): ”Zenginler bol mal ve servete sahip olanlardır Ancak önlerinden ve ardlarından,sağlarından ,sollarından verenler müstesna Halbuki onlarda azdır Zekat verilmeyen koyun,inek ve deve gibi hayvanları kıyamet gününde daha semiz ve belsi olduğu halde sahibini boynuzlarıyla sürecek ve tırnaklarıyla çiğneyeceklerdir Biri gidince diğeri gelecek ve hesap faslı bitinceye kadar bu böyle devam edecektir ” [948]
Allah Teala, emri ilahiyesini nefsani emellerine alet edenleri ve zekat vermekten imtina edenleri ikaz ederek:
“Ey iman edenler, şurası bir gerçektir ki, Yahudi hahamları ile Hıristiyan rahiplerinin bir çoğu insanların mallarını haksız yere yerler ve Allah yolundan saptırırlar Bir de altın ve gümüşü hazineye doldurup, onları Allah yolunda sarfetmeyenleri bu yüzden acıklı bir azap ile müjdele! O gün o altın ve gümüşlerin üstü cehennem ateşinde kızdırılacak da bunlarla alınları, yanları ve sırtları dağlanacak (onlara):"İşte bu kendi canınız için saklayıp biriktirdiğiniz şeydir Haydi şimdi tadın bakalım şu biriktirdiğiniz şeyin tadını!" denilecek ” [949] buyurmuştur
Hz Ömer (r a); bu Ayet-i Kerimede geçen "Stok hükmündeki (Kenz) malla" ilgili olarak şöyle buyuruyor: "Zekâtı ödenen mal, toprak altında gömülü de olsa stok hükmüne (kenz'e) dahil değildir Kenz (Stok,istif) hükmündeki mal, zekâtı edâ edilmeyen maldır Zekâtı verilen mala gelince; o asla kenz (stok) hükmünde değildir Velev ki toprak altında gömülü olmasa da, zekâtı verilmeyen malın sahibi, cehennemde dağlanacaktır" [950]
İbn-i Abbas (r a)ise "Mallarını stok edip, Allah’u Teâla (cc) yolunda harcamayanlar" Ayet-i Kerimesini tefsir ederken, "Allah’u Teâla (cc) bununla, zekâtı verilmeyen malları ve o malların sahiblerinin durumunu izah buyurmuştur" [951] hükmünü zikreder
Allah’u Teâla (cc)'nın kendisine ihsan buyurduğu malı; şer'i şerifin çizdiği hudutlar içerisinde harcamayan ve cimrilik sebebiyle zekât ibadetini terk eden kimselerin, hem bu dünyada hem de ahirette azaba uğrayacakları kati nasslarla sabittir
Allah Resulü (s a v) Efendimiz ise,zekatını vermeyenlerin kıyamette günü uğrayacağı azabı ve zekatını vermediği mallarının onun azabına sebep olacağını şöyle dile getirmiştir:
Hz Ebu Hüreyre ve Hz Cabir (r a)anlatıyor: "Resulullah (s a v) buyurdular ki: "Deve, sığır veya davar sâhibi olup da, bunlardaki Allah'ın hakkını eda etmeyen herkese Kıyamet günü, bu mallar, olduğundan daha çok ve mümkün olduğunca iri ve şişman olarak geleceklerdir Adam, onlar için, düz ve geniş bir yere oturtulacak, hayvanlar bacakları ve tabanlarıyla onun üzerinden geçecekler Geçiş sırasında boynuzlarıyla toslayacaklar ve ayaklarıyla ezecekler İçlerinde boynuzsuz veya boynuzu kırık biri bulunmayacak Bu şekilde sonuncusu da onun üzerinden geçince, birincisi aynı geçişe tekrar başlayacak Mahlukatın hesabı tamamlanıp hüküm verilinceye kadar bu hâl devam edecek
Keza "kenz'‚ (hazine) sâhip olup da ondaki (Allah'ın) hakkını ödemeyen herkese, Kıyamet günü hazinesi, dazlak başlı bir yılan olarak gelecek, ağzını açıp peşine düşecektir Yılan yaklaştıkça adam ondan kaçacak Sonunda yılan ona:
"Gizlediğin hazineni al! Ben ondan müstağniyim!" diye bağırır Adam, neticede yılandan kaçma çaresinin olmadığını anlayınca, elini ağzına sokar Yılan da onu, aygırın (alafı) kemirmesi gibi kemiriverecek " [952] buyurmuştur
Ali Havas Berlisi(k s):”Resulullah(s a v)’in sadakayı emretmesi,bedenimize gelecek belaların geri çevrilmesi,giderilmesi içindir Çünkü farz olan zekat,mal ve ruhu temizleyici;nafile sadaka da,maddi ve manevi kir,pislik ve kötülüklerden temizleyicidir O halde manevi sadaka vermeyip,farz olan zekatın noksanlarını tamamlamayanın bedeni,vücuda eziyet veren hastalıklara duçar olur ” [953]
İşte zekatını vermeyenlerin akıbeti bu dur Şimdi Allah’u Teala’nın verdiği nimetleri fütursuzca biriktiren ve hakkı olan fakirlere vermekten imtina eden zenginler,başlarına gelecek bela ve musibetleri öğrendiklerinde bakalım hala cimriliği ve hakkı olanlara haklarını ödemekten çekinecekler mi?
Zekatın aşikare verilmesi daha faziletlidir Çünkü bu şekilde verilmesi,başkasına bir örnek olur ve teşvik yerine geçer Zekat farz olduğu için bunun yerine getirilmesinde gösteriş olmaz Nafile olarak verilen sadakalarda ise,durum böyle değildir Bunların gizli verilmesi ve gösteriş yapılmasına engel olunması daha faziletlidir
VEREN EL İLE ALAN EL
Sûfilerden biri, Resûl-i Ekrem’in (s a v): "Veren el üste olan, alan el ise aşağıda olan eldir " [954] hadis-i şerifini şöyle izah eder: Aslında veren kişi fakir, alan kişi ise zengindir Bunun açıklaması şudur:
Gerçek verme, ahiretteki nimet ve sevaptan vermektir; fakirin vermesi de budur, fakir zenginin malını kabul etmekle ona ahirette sevap ve manevi dereceler verilmesine sebep olmaktadır; bu durumda asıl veren fakir olmaktadır; diğeri de bu sayede manen zengin olmaktadır
Şu iki hadis-i şerif de bu izahın bir delili olmaktadır:
"Sadaka, verilen kişinin eline geçmeden önce Allahu Teala'nın eline geçer " [955] Sadakayı fakirin eline Allahu Teala koyar Bu hadise göre, yukarıda olan el fakirin elidir
Diğer hadis-i şerif ise şudur:
"Allahu Teala'nın eli en üsttedir, verilen el ise ortadadır "[956]
Bu rivayet ile de, fakir olanın veren kişi olduğu anlaşılmaktadır; çünkü Allah’u Teala'nın eli onun üstünde bulunmaktadır Zira fakirin eline sadakayı veren O'nun elidir Böylece fakirin eli ortada olmaktadır
Şöyle bir soru sorulabilir: Allah’u Teala, ayet-i kerime ile ellerin sıralamasının şöyle olduğunu belirtmiştir; Allah’u Teala'nın eli en üstte, verenin eli ortada ve alanın eli ise aşağıdadır Burada veren elin zengin olması gerekmez mi? Çünkü bağış ve ihsan yukarıdan aşağıya doğru olmaktadır!
Buna şöyle cevap verilir: Allah’u Teala'nın eli her ikisinin de üstündedir ve O'nun eli herhangi bir sıralamaya tabi tutulamaz; tartışmasız ikisinin de üstündedir Nitekim Cenab-ı Hak:
"Allah’ın eli onların ellerinin üstündedir!" [957] buyurur
Yine bu ayet-i kerimeden anlamaktayız ki, insanlardan kiminin eli diğer bazılarının üstündedir Bundan sonra Allahu Teala, kendi elinin bütün ellerin üzerinde olduğunu haber vermektedir; çünkü her ikisine de ilk olarak veren O'dur O'ndan önce veren bir ilk bulunmadığı gibi, O'nun eli üstünde veren başka bir el de yoktur
Tartışma konusu olan sıralama zenginin eli ile fakirin eli arasındaki sıralamadır Allahu Teala'dan sonra veren el acaba hangisidir? Ebu Talib el-Mekki(k s)der ki:“İkinci sırada veren el hakiki manada veren eldir Zira, gerçek manada vermek; sona eren ve fani olanı vermek değil, sürekli ve baki olanı vermektir Bu da ancak baki olan ahiretteki sevap ve nimetlerden vermekle gerçekleşir Böylece fakir olan kişi, zengin olan kişiye ahiretteki manevi nasibinden vermiş olmaktadır; çünkü kazanılan sevap ahiret yurdunu mamur etmektedir Zengin ise, fakire sahip olduğu dünyalıktan vermekte ve fakirin fani olan dünyasını imar etmektedir Halbuki dünya bütün içindekilerle birlikte bir "hiç" olarak nitelenmiştir Bütünüyle bir hiç olandan ne verilebilir ki?!  “
SADAKAYI VERENİN TUTUMU
Ebu Talib el-Mekki(k s):“Veren kişinin üzerine düşen, yaptığı iyiliği gizlemesi ve saklı tutmaya çalışmasıdır Eğer yaptığı iyiliği açıklarsa; kendi hâline uygun davranışı terk etmiş ve üzerine düşeni tam olarak yerine getirmemiş olur Bu ise;nefsin karşılaşabilece ği afetlerden biri ve o amelin dünyaya yönelik olmasına sebep olacak bir tehlikedir
Yardımı alan kişinin üzerine düşen; onu açıklaması ve etrafına yaymasıdır Yapılan iyiliği gizler ve saklarsa; amelinde ihlası terk etmiş olur Bu da onun için bir eksikliktir Bu davranış da, alan kişinin nefsinin karşılaşabileceği afetlerden biri ve onun için dünyaya açılan bir kapı niteliğindedir “ [958]
Allah’u Teala, asıl rızkı veren (Rezzâk) kendisi olduğu hâlde, yardım edenlere teşekkür etmeyi ona sevdirmişti Aynı şekilde Allah’u Teala, kendi dostlarına da nimeti asıl verenin Rabb’leri olduğunu müşahede etmelerine rağmen, nimetin kendilerine ulaşmasında vasıta olanlara teşekkür etmeyi sevdirmiştir
Nitekim Muhâcirler de,Ensârın soylu davranışını gördükleri zaman şöyle demişlerdi:
“Ey Allah'ın Resûlü! Misafir olduğumuz şu topluluktan daha hayırlı bir topluluğu hiç görmedik! Mallarını bile bizimle bölüştüler! Bütün sevabı onların almasından korkuyoruz!”
Hz Resûlullah da (s a v), onlara teşekkür ettikleri ve övgüde bulundukları takdirde sevaba ortak olacaklarını bildirdi [959]
Bu anlayış doğrultusunda Resûlullah (s a v) başka bir hadis-i şerifte Sahabe-i Kirama şunları buyurmuştur:
"Kime bir ihsanda bulunulursa, o da dengi ile karşılık versin! Buna gücü yetmezse, ihsanda bulunanı övsün!" [960]
Bu hadis-i şerifin diğer bir rivayetinde şu lafızlar yer alır:
"Kim size bir iyilikte bulunursa, ona dengi ile karşılık verin Eğer bunu yapamazsanız, onu hayırla övün ve kendisine dua edin ki; o da sizin kendisine karşılık verdiğinizi bilsin!" [961]
Konuyla ilgili herkes tarafından bilinen bir haber de şöyledir:
"İnsanlara teşekkür etmeyen, Allah’u Teala'ya da şükretmez!" [962]
Şanı yüce olan Allah’u Teala:“Onların mallarından sadaka al ki, onunla kendilerini temizlersin, tertemiz edersin Bir de haklarında hayır dua et Çünkü senin duan kalblerini yatıştırır ” [963] buyurarak sadaka alanın yapması gerekeni belirtmiştir
[939]-İmam-ı Serahsi,El Mebsut,II,149;Abdülgani El Meydani,El Lübab fi Şerhi'l Kitab,I,136
[940]-İbn-i Abidin,Reddü'l Muhtar Ale'd Dürri'l Muhtar,II,7
[941]-Mustafa Efe,Feteva-ı Hindiye,I,565
[942]-İbn-i Abidin,Reddü'l Muhtar Ale'd Dürri'l Muhtar,IV,201
[943]-Bakara suresi ayet-177
[944]-Bkz:Bakara suresi ayet-43,83,110;Nisâ suresi ayet-162;Tevbe suresi ayet-11;Mücadele suresi ayet-13
[945]-Sahih-i Buhari,I,8,;Sahih-i Müslim,I,45,K İman: 5,Had No 20;Sünen-i Nesai,K İman,13
[946]-Buhâri,Zekât,1,41,Sadaka,1,63,Mezâlim,9,Megazi, 60, Tevhid,1;Müslim,İmân,31,(19);Tirmizi,Zekât6,(6 25);
Ebu Davud,Zekât,4,(1584);Nesai,Zekât,46,(5,55)
[947]-Buhâri,İ'tisâm,2,Zekâtı,İstitâbe,3;Müslim, İmân,32, (20);Muvatta,Zekât,30,(1,269);Tirmizi,İmân,1,(2 610 );
Ebu Davud,Zekât,1,(1556);Nesâi,Zekât,3,(5,14)
[948]-Gazali,İhya’u-ulumiddin,I,576-577
[949]-Tevbe suresi ayet-34-35
[950]-İbn-i Kesir,Tefsirû'l Kur'an'il Azim,II,350;Fahrüddin-i Razi,Mefatihû'l Gayb(Tefsir-i Kebir),IV,630
[951]-Fahrüddin-i Razi,Mefatihû'l Gayb(Tefsir-i Kebir),IV,630
[952]-Buhâri,Zekât,3,Tefsir,Âl-i İmrân,14,Berâat,6,Hiyel,3;Müslim,Zekât,26,(98 7);Mu vatta,Cihâd,3,(2-444);
Ebu Davud, Zekât 32,(1658-1659-1660);Nesâi,Zekât,2-6,(5-12-14)
[953]-İslâm Âlimleri Ansiklopedisi,XIII,273
[954]-Müslim,Zekat,106;Taberânî,el-Mu’cemu’l-Kebîr,No:4403;el-Müttakî,Kenzu’l-Ummâl,No:16163;Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, III, 98
[955]-Taberânî,el-Mu’cemu’l-Kebîr,No:16150;Beyhakî,Şuabu’l-İmân,No:3525;Heysemî, Mecmau’z-Zevâid,III,98
[956]-Bkz: Taberânî, el-Mu’cemu’l-Kebîr, No: 3/3081; Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, IV, 320
[957]-Fetih suresi ayet-10
[958]-el-Mekki,Kutu’l-Kulub,IV,256
[959]-Tirmizi,Kıyame,44;Ahmed,Müsned,III,200;İbnu Kesir,Tefsir,VIII,69
[960]-Ebu Davud, Zekat, 38; Nesâi, Ameli’l-Yevmi ve’l-Leyl, 180; Taberânî, el-Mucemu’s-Sağir, No: 2/149
[961]-Tirmizi,Birr,86;Buhârî,Edebü’l-Müfred,No:215; Taberânî,el-Mu’cemu’s-Sağir,No:II,148; Hatib Tebrizi, Mişkât,No:3024;el-Müttakî,Kenzu’l-Ummâl,No:16825
[962]-Tirmizi,Birr,35;Ebu Davud,Edeb,12;Ahmed b Hanbel,el-Müsned,IV,278;Bezzar,Müsned,No:1637
[963]-Tevbe suresi ayet-103
|