Geri Git   ForumSinsi - 2006 Yılından Beri > Forum İslam > İslami Yazılar & Hikayeler

Yeni Konu Gönder Yanıtla
 
Konu Araçları
kader, kaza2

Kader Ve Kaza-2

Eski 08-02-2012   #1
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Kader Ve Kaza-2




KADER ve KAZA-2



KADER VE KAZAYA İMAN

İman esaslarının altıncısı kader ve kazaya inanmaktır Kader ve kaza Allah’u Teala’nın ilmi, iradesi ve kudretiyle alakalı, sırlı, saklı iki meseledir

Allah’u Teala'nın ilmi, dilemesi ve yaratması söz konusu olmadan kâinatta hiçbir olay meydana gelmez "Kader"; vücûda gelecek şeyleri ve o şeyleri ne zaman, nerede, ne gibi evsaf ve hususiyetlerle meydana geleceğini Allah’u Teala'nın tahdid ve takdir etmesidir[955] Takdir buyurduğu şeyleri, zamanı gelince birer birer icad etmesine de "Kaza" denir Dolayısıyla "Kader"; Allah’u Teala'nın ilim ve irade sıfatına, "Kaza" da; tekvin sıfatına dayanır

"Ka-de-re" kökünden gelen kader;lügatte;"ölçü,ölçme,miktar,bir şeyi ölçerek belirli bir ölçüye göre yapmak, onu takdir ederek tayin ve tahsis etmek", anlamlarına gelir Ragıb el-İsfehanî'ye göre" kader ve takdir" bir şeyin miktarını ve sınırını bildirir[956]

Yani Kader; her hangi bir şeyin mahiyetini gösteren ve sınırlayan bir ölçüdür Nitekim her şey "ilâhî bir ölçü"ye bağlı olarak ezelde takdir ve tayin edilmiştir Mesela: buğday tohumu veya hurma çekirdeği kendilerine özgü öyle bir ölçü ve belirli özelliklerle takdir ve tayin edilmiştir ki birincisinden yalnız buğday, diğerinden yalnız hurma ağacı yetişir, başka bir şey yetişmez Her nebatın her ağacın veya hayvanın tohumu da öyledir O halde kader; bu âlemin ve ondaki bütün varlıkların ilâhî hikmete göre yaratılmasında ve varlığının devamında esas olan "İlâhî bir ölçü, İlâhî bir kanun" dur

Kader, Allah’u Teala’nın ezeli ilmiyle kainatta olacak her şeyi önceden bilmesi, onların planını yapması, zaman, yer, şekil, vazife, vaziyet ve akıbetini belirleyip Levh-i Mahfuz’da tespit etmesidir

"Kaza" kelimesine gelince: lügatte; "bir şeyi sonuna getirerek hükme bağlamak", yani onun sözle veya hareketle tamamlanması, "fiillerin zamanında yaratılması"dır

Yani, Allah’u Teala’nın ezelde takdir ve tayin ettiği şeyleri ezeldeki plana göre icra etmesi, yaratması ve ortaya koymasıdır Mâturidîler, kader ve kaza konusunda bu taksim ve tarifi benimsemişlerdir

İslam alimlerinden bazıları (Eşâriler de bu gruptandır)yukarıdaki taksimde kader yerine kaza, kaza yerine kaderi koymaktadırlar Buna göre kaza ezeldeki ilahi takdir, kader de bu takdirin meydana gelmesi şeklinde tarif edilmiştir Bu sadece lafızlardaki bir farklılıktır Kader ve kazaya imanın farz olduğu konusunda bir ihtilaf yoktur

Kâinatta her şey kaza ve kadere bağlıdır Allah’ın takdir ve iradesinin dışında hiç bir şey olmaz O’nun takdiri ve iradesi olmadan bir yaprak bile yerinden kımıldayamaz

Kader'e inanma, iman esaslarının en önemlilerindendir Çünkü imanın diğer şartlarına sağlam olarak inanmak da, kadere inanmaya bağlıdır Meselâ kadere inanmayan, Allah'ın her şeyi bilebileceğine de inanmamış olur Ya da tersinden söylersek, Allah'ın her şeyi bilebileceğine inanan kadere de inanmış olur Zaten kader, her şeyin nasıl ve ne zaman olacağını bilmek demektir

Kader Allah'ın bilme sıfatıyla ilgili olduğu gibi, dileme ve yaratma sıfatıyla da ilgilidir Yani Allah bir şeyin olmasını ya da olmamasını diler, o şeyin ne zaman ve nasıl olacağını bilir, zamanı gelince de onu, önceden dilediği ve bildiği şekilde yaratır İşte kaderi kabul etme, aslında bunları kabul etme demektir

Kader meselesi iyi kavranıldığında, "tesadüf" denen bir şeyin olmadığı, en küçüğünden en büyüğüne kadar her olayın bir sebepler zincirine bağlı olarak meydana geldiği ve bu zincirin başında Allah'ın bulunduğu anlaşılır Hattâ bir yaprağın ağaçtan düşerken sağa sola dönmesi bile bir takdirin gereğidir

Allah Teala:“Biz her şeyi bir kader ile (bir ölçüye göre) yarattık” [957] ayet-i celilesi bu görüşe ışık tutmaktadır

Kur’an-ı Kerim, kâinatta olup biten her şeyin yüce Allah’ın iradesiyle ve takdiri ile olduğunu beyan etmekle birlikte; insanın kendi iradesiyle yaptıklarından yine kendisinin sorumlu olduğunu açıkça belirtmektedir Kur’an, iman etmek ve inanmamak, iyi ameller işleyip cennete girmek, ya da yaptıkları kötü amel sonucu cehenneme girmeyi bir kader olarak ileri sürmemektedir Kişinin iman etmesi de, etmemesi de kendi hür seçimine bağlıdır “De ki: ‘Gerçek, Rabbinizdendir’ Dileyen iman etsin, dileyen inkâr etsin Şüphesiz zalimler için, duvarları çepeçevre onları içine alacak bir ateş hazırladık Onlar yardım istediklerinde, erimiş maden gibi yüzleri kavuran bir su kendilerine sunulur Bu ne kötü bir içecek ve cehennem ne kötü bir duraktır! İyi hareket edenin ecrini zâyi etmeyiz Doğrusu iman edip sâlih iş yapanlara, işte onlara, içlerinden ırmaklar akan Adn cennetleri vardır Orada altın bilezikler takınırlar, ince ve kalın ipekliden yeşil elbiseler giyerek tahtları üzerinde otururlar Ne güzel bir mükâfat ve ne güzel yaslanacak yer!” [958]

Ayetlerde iman etmenin de, inkâr etmenin de insanın hür iradesine bırakıldığı ve cennete girmenin de, cehennemi hak etmenin de, kişinin yaptıklarının sonuçları olduğu açık bir şekilde anlatılmaktadır Allah’ın, yaptıklarımızı önceden bilmiş olması, bizi, o yaptıklarımızı yapmaya zorladığı anlamında değildir Bilakis Allah’ın bilgisindeki o mâlumat, yaptıklarımız sebebiyledir



KADERİMİZİ BİLMEYE DEĞİL AMA İMAN ETMEYE MECBURUZ

Kader ve kaza, ilahi bir ilimdir, Rabbani iradedir, sonsuz kudretin tecellisidir Hiç şüphesiz Yüce Rabbimiz, varlık aleminde olacak her şeyi önceden bilir; yaratacağı her şeyi ezelî iradesiyle irade eder; zamanı gelince de halkeder Allah’u Teala’nın ilmi sonradan oluşmaz Onun ilmi maluma tabi değildir Yani, bir şeyi olduktan sonra öğrenmez, o şey daha yokken, önceden bilir Kainatta O’nun irade etmediği bir şey yapılmaz O yaratmadan hiçbir şey vücut bulmaz Bu kainatta, yerde-gökte ne varsa; iman-inkar, iyilik-kötülük, büyük-küçük, canlı-cansız her ne olmuş ve olacaksa bütün bunlar ezelde Allah tarafından bilinip Levh-i Mahfuz’a yazılmıştır Levh-i Lahfuz’a ana kitap manasında “Ümmü’l-Kitab” da denir[959]

Ashaptan Ubade b Samit (ra) oğluna demiştir ki:

“Yavrum! Sana takdir edilen şeylerin muhakkak başına geleceğini; takdir edilmeyen şeylerin de asla başına gelmeyeceğini bilmedikçe gerçek imanın tadını tadamazsın Ben Allah’ın Resülü (sav)’i şöyle derken işittim:

“Allah’u Teala’nın ilk yarattığı şey Kalem’dir Allah ona: “Yaz!” emrini verdi Kalem: “Ey Rabbim, neyi yazayım?” diye sordu Allah’u Teala:

“Kıyamete kadar olacak ve gelecek her şeyin kaderlerini yaz” buyurdu Sonra Efendimiz (sav) şöyle devam ettiler:

“Kim bunun dışındaki bir anlayış ve iman üzerinde ölürse, o benden değildir“ [960]

Rasulullah Efendimiz (sav), kader sırrını bir nebze açarak buyurmuştur ki:

“Allah’u Teala, gökleri ve yeri yaratmadan ellibin sene önce Levh-i Mahfuz’a mahlukatın kaderlerini yazdı O zaman Arş’ı su üzerinde idi“ [961]



İmam-ı Azam Ebu Hanife (rah), “Fıkh-ı Ekber” adlı eserinde, Levh-i Mahfuz’da yazılan şeylerin hüküm olarak değil, vasıf ve haber olarak yazıldığını belirtmiştir [962] Yani bu yazı, şu şöyle olsun şeklinde değil; şu şöyle şöyle olacak şeklindedir Eğer hüküm olsaydı, emir ve cebir olurdu Mesela, Hasan Müslüman olsun, Avram olmasın şeklindeki bir yazı hükümdür Fakat, Hasan şu zamanda Müslüman olacak; Avram kafir kalacak şeklindeki bir yazı, olacağı önceden bilip tespit etmektir Sonra bu yazı bizden gizli tutulmuştur; ancak bize böyle olduğuna iman etmek farz kılınmıştır[963]



Mü’min bir kul bilmelidir ki,kader ve kaza, akılla çözülecek bir sır değildir Bu konuda kendine göre yorum yapan şaşırır; Allah’a itiraz eden imansız kalır; niçin, nasıl, neden? sorularıyla çok uğraşanların kalbi kararır Kader öyle bir ilimdir ki, onda “bilmiyorum” demek, emniyet ve fazilettir Ona dalmak gaflet ve cehalettir

Bu nedenledir ki, mü’min kula düşen, önceden kaderi bilmek, kazayı kestirmek değil;

olan herşeyin ilahi ilim, irade ve hükme göre gerçekleştiğine iman etmekle yükümlüyüz

Bunun içindir ki,her kim duyduklarını anlayacak bir akıl, anladıklarını ayırt edip aralarında tercih yapabilecek bir hür irade, tercih ettiği şeyleri yapabilecek bir kuvvet mevcutsa ve bir de kendisine neyi nasıl yapacağına dair Allah’tan bir ilim gelmişse o kimse mesuldür; işlediği hayırlar için sevap vardır; tevbe etmediği veya Allah’ın affetmediği kötülükleri için azap vardır Çünkü kendisinde bütün mükellefiyet şartları toplanmış, itirazı ortadan kaldıracak deliller önüne konmuştur Artık mesuldür Bu kimsenin kaderini bilmesi lazım ve şart değildir; çünkü o, kendisinden saklanan kaderden değil, kendisine bildirilen emirlerden sorumludur Kaderi bilmek değil, ona iman etmek farzdır İmam Ahmed b Hanbel (rah): “Kader, Allah’ın kudretidir” [964] sözüyle bu müşkili çözmüştür Her mü’min“Allah’u Teala’nın her şeye gücü yeter, O’nun ilmi ve kudreti sonsuzdur, sınırsızdır” diyerek kaderin ilmini, kazanın hikmetini Yüce Rabbine havele etmelidir



Hz Ömer b Abdulaziz (rah)’in belirttiği gibi, bizler sadece bize öğretilen ilahi emirlere uyup, yasaklanan şeylerden kaçınmakla mükellefiz Üzerimizde cereyan eden kadere iman başkadır, yaptığımız işlere rıza göstermek başkadır Yaptığımız işlerden Allah razı değilse biz de razı olmayacağız Allah’u Teala, bize: “Bu halinizi değiştirin, bundan vazgeçin” diye emrediyorsa, biz de onu değiştirme yollarına başvuracağız Çünkü bu ilahi emirler bizden mümkün olan bir şeyi istemektedir Kötülüklere bulaşan bir insanın, aynı zamanda iyilikleri yapma kabiliyeti ve imkanı da mevcuttur

KADERE İMAN,İBADETE ŞEVK VERİR

Kur’an-ı Hakim ayetleri kader ve kaza konusunda bizlere şu gerçekleri öğretir:

Allah’u Teala, bütün alemlerin Rabbidir Yaratmak, yaşatmak, öldürmek, diriltmek; sevmek, sevdirmek, istediğine hidayet vermek, dilediğini sapıklık içinde terketmek sadece O’na aittir O mutlak hüküm ve idare sahibidir Mutlak idare, mutlak ilim ve irade ister Allah’u Teala dilediğini yapma gücüne sahiptir O’nun gücü de muklaktır; sınırsız ve sonsuzdur Hidayet O’nun elindedir Kalpler O’nun tasarrufundadır Hüküm vermede tekdir Yarattığı her şeyi önceden bilir; varlıklara ezeldeki ilim ve takdirine göre şekil verir; rızık belirler; vazife yükler, ecel tayin eder Canlı cansız her şeyin bir kaderi, ölçüsü, vazifesi ve eceli vardır Hepsinin sonu ilahi ilimde bellidir Allah’ın dilediği olur, istemediği olmaz Mükellef insanlar her yaptıklarından sorumlu olup hesaba çekilirler; fakat hiç kimse alemlerin Rabbini yaptıklarından dolayı hesaba çekemez Kainatta yaş kuru, büyük küçük, hareket-sükun, taat-isyan hepsi ilahi kitapta Levh-i Mahfuz’da yazılıdır

Rasulullah Efendimiz (sav) ,bir defasında: “Muhakkak Allah’u Teala herkesin Cennet’teki ve Cehennem’deki yerini, said mi şaki mi ne olacaksa hâlini yazıp tespit etmiştir” buyurunca, mecliste bulunan bir Sahabe:

“Ey Allah’ın Resulü! Sonumuz belli ise, biz hakkımızda yazılan hükme dayanıp ameli terketmez miyiz? Bu durumda niçin amel ediyoruz” diye sordu Efendimiz (sav): “Siz gücünüzün yettiği kadar amel edin; gevşemeyin Bir kimse saadet ehlindense, ona saadet ehlinin (Cennet’liklerin) ameli kolaylaştırılır Eğer şekavet ehlindense ona da Cehennem’liklerin ameli kolaylaştırılır“ [965] buyurdu ve sonra şu ayetleri okudu:

“Kim Allah için verir, günahtan sakınır ve en güzel sözü (kelime-i şahadeti) tasdik ederse; biz onun için kolayı (Cennet’i) hazırlarız

“Kim de cimrilik eder, kendini zengin görür, en güzel sözü (kelime-i şahadeti) yalanlarsa, biz de onun zora (Cehennem’e) giden yolunu kolaylaştırırız“ [966]

Bunun içindir ki,kadere iman,insanı amelden geri bırakmaz, aksine ibadete neşe, amele şevk vermelidir

Bilinmelidir ki,Kullardan ve diğer canlılardan zuhur eden fiilleri Allah’u Teala yaratmıştır[967] Fiil; mümkünü, imkan halinden alıp gerçek varoluşa irca etmekten ibarettir Bu noktada karşımıza "Halk" ve "Kesb" ıstılâhları çıkar Herhangi bir fiili Allah’u Teala'nın yaratmasına "Halk" denir Kulun yaratılmış olan o fiili kendi ihtiyariyle işlemesine "Kesb" denilir

Sadrüddin Teftazani: "İnsanların sevap ve mükâfat almaya, ceza ve azap görmeye esas teşkil eden ihtiyari fiilleri vardır" [968] hükmünü zikreder Dolayısıyla "Kesb" insanın kudret mahallinde (yani bedeninde) bulunur Sonuç olarak: Allah’u Teala hâlik (yaratıcı) dır İnsan Kâsib(Kazanan)dir

Yüce Rabbimiz, mükellef olan kullarının iradeli olarak yaptığı işleri ve konuştuğu sözleri kaydedip ayrı bir deftere yazan melekler görevlendirmiştir Bu meleklere “Kiramen Kâtibîn” denir Bunlar, şerefli yazıcı meleklerdir İnsan buluğa erdikten sonra yazma işi başlar; ölene kadar devam eder

Bu melekler, kulun ezelde Allah tarafından Levh-i Mahfuz’a yazılmış kaderini bilmezler; o yazıyı hiç görmezler, oradan bir kelime dahi alıp kopya etmezler Onlar sadece kulu takib ederler; onun işlemiş olduğu ve mesul olacağı fiillerini yazarlar Ahirette insanın önüne Levh-i Mahfuz’daki yazı değil; meleklerin yazdığı amel defterleri getirilir, kulun önüne konur Allah’u Teala kuluna:

“İşte bunlar senin yaptıkların ve görevli meleklerimizin yazdıklarıdır Bak bakalım, sana haksızlık edilmiş mi, senin yapmadığın bir iş yazılmış mı?” diye sorar Kul, bakar, hayret eder; fakat hiç itiraz edemez Çünkü yazılanlar doğrudur; fazla ve eksik bir şey yoktur İşte insan bu amel defterlerindeki yazılanlardan hesaba çekilir Meleklerin dünya aleminde yazdıkları, Allah’u Teala’nın Levh-i Mahfuz’a yazdıklarıyla aynı çıkar

İşte buna, kader sırrı denir ve bu sır ancak ahirette çözülür; Cennet’te anlaşılır İşin aslı alemlerin sahibine teslim olmaktır O’nun her işinde bir hikmet, rahmet ve en nihayet adelet olduğuna iman etmek gerekir

Bunun için kadere imanı Sahabe-i Kiram gibi anlamalı ve onlar gibi son nefese kadar kulluk yolunda koşmalıdır



Resulullah (sav) Efendimiz, kader konusunda ümmetinden iki şey istemiştir:

Birincisi, Allah’u Teala’nın ilmi ve hükmü olan kadere iman etmek

İkincisi de Allah rızasına götüren sebeplere yapışmak, insanı helake itecek şeylerden sakınmak ve gücünce hayırlı amellere devam etmek İşte din budur ve Müslümanlık bu temel anlayış üzerine kuruludur



Hz Ömer (ra), Resulullah Efendimiz (sav)’e:

“Ya Resulullah! Amellerimiz hakkında ne buyurursunuz? Onlar, önceden belirlenen bir hüküm üzere mi meydana geliyor; yoksa sonradan bizim başlayıp bitirmemizle mi ortaya konuyor?” diye sorunca, Efendimiz (sav):

“Önceden belirlenen bir hüküm ve takdire göre yapıyorsunuz” cevabını verdi Hz Ömer:

“Herşey önceden belirlendi ise o zaman biz niçin amel ediyoruz” diye sordu; Efendimiz (sav):

“Ey Ömer! Allah’ın takdir ettiği her şeye amelle ulaşılır” buyurdu O zaman Hz Ömer (ra): “Biz de o zaman çok amel ederiz” dedi [969]



Şu halde ulaşmak istediğimiz her şey için önümüze konan zahiri sebeplere ve vesile yapılan amellere sımsıkı sarılmamız gerekmektedir

“Herkes ne için yaratıldı ise onun amelini işlemeye muvaffak kılınır“ [970] Hadisini işiten bir sahabe şöyle demiştir:

“Bu hadisi duyana kadar amel konusunda fazla bir şevkim yoktu; ama şimdi var gücümle hayırlı amele yöneldim“ [971]



İTİBAR SONADIR

Bilindiği gibi insan, kâinattaki yaratıkların en olgunu ve şereflisidir Çünkü, bu alemdeki canlı cansız varlıkların hepsi, insanın emrine ve hizmetine verilmiştir Bu bakımdan insan, Rabb'ini bilmek ve O'na ibadet etmek için olduğu gibi, bu dünyayı imar ve ıslah etmek için de yaratılmıştır Bu sebeple "Allah’u Teala, insana her türlü güzel vasıflar, yanında onu diğer varlıklara üstün kılan ve insan yapan, akıl, ruh, irade ve ihtiyar gibi manevi değerler vermiştir O, aklı, irade ve seçme gücü ile diğer varlıkların yapamayacağı bir çok işleri yapmak, yeni yeni şeyler keşfedip kesb etmek kudretine sahiptir İnsana bu sınırlı kudreti ve cüzî iradeyi veren; gücü her şeye yeten mutlak kudret, kulli irade ve sonsuz kemal sahibi olan Allah Teala’dır Fakat insana verilen bu sıfatların hiç biri tam ve mutlak değildir Allah'ın kemâl sıfatlarına nazaran çok eksik ve sınırlıdır Bu sebeple insan, iradesini, fıtrî yeteneklerini ve diğer sıfatlarını kullanırken, belirli ölçülere, kayıtlara ve ilâhî kanunlara tabidir Fakat bu kayıtlara ve bazı engellere rağmen insan, cüz'î iradesini kendi sınırları içinde kullanmakta ve dilediği tarafa yöneltmekte serbesttir Gerçek şudur ki insan, belirli ölçüler ve sınırlar içinde hareket edebilen hür bir varlıktır O halde insanın kendi irade ve ihtiyarı ile yaptığı, isteyip kesbettiği (elde ettiği) işler vardır ve yaptığı bu işlerden elbette sorumludur Yapmakla mükellef olduğu iyi ve güzel işler karşılığında mükafaat alacak, yapmaması gerekenler karşılığında da ceza görecektir, Çünkü insan, kendi irade ve isteğiyle iyi veya kötü belirli bir işi yapmaya karar vermiş ve o kararını uygulamaya koymaya girişmiş olmakla, o işin sorumluluğunu yüklenmiştir

İşte insanlar, sahip oldukları bu irade ve ihtiyarları (seçme melekelerine) sahip olmalarından dolayı mükellef ve yaptıkları işlerden sorumludurlar Bu teklif esasına göre dinen sevaba layık veya cezaya müstahak olurlar

Bu düşünce ve uygulama ihtiyarına sahip bir mü’min işledikleriyle son nefesine ait bilgiye sahip değildir Sadece böyle bir müspet düşünce ve uygulama mü’minin halahazırka ki durumunu gösterir

Unutulmamalıdır ki,itibar sonadır Arifler son nefese çok önem vermişler ve iman selameti için mü’minlerin hayır duasına büyük önem vermişlerdir

Bizler, kader çizgimizin sadece yaşadığımız kısmını biliyoruz Bundan sonrasını bilmiyoruz, ötesini göremiyoruz Halbuki Yüce Rabbimiz: “Bana dua edin; dualarınıza karşılık vereyim“ [972] buyuruyor

Dua, henüz elimizde olmayan bir nimete ulaşmak veya içinde bulunduğumuz bir sıkıntıdan kurtulmak için yapılır Yani, bizler dua ile mevcut halimizin değişmesini veya iyi halimizin devamını istiyoruz demektir Bu konuda Efendimiz (sav) şöyle buyurmuştur:

“Kaderi ancak dua engeller Ömrü ancak iyilikler artırır Kul işlediği günahlar yüzünden rızkından mahrum olur“ [973]

“Dua, başa gelen sıkıntıyı gidermede ve henüz başa gelmeyeni engellemede sahibine fayda verir“ [974]

“Şüphesiz sadaka Rabbin gazabını söndürür ve kötü ölümü engeller“ [975]

“Rızkının genişlemesini, ömrünün uzamasını isteyen kimse, akraba hukukunu korusun” [976]

Şartlarına uyan her dua muhakkak kula fayda verir Duada samimiyet, iman, kalb uyanıklığı, helal lokma ve usanmadan devam şarttır Her şey ilahi irade, izin ve kudrete bağlıdır Ancak bazı hükümler ve sonuçlar bir takım sebeplere bağlandığı için, o sebeplere yapışan kimse, o sebebe bağlanan ve takdir edilen sonuçlara varır Kul, bütün sebeplere yapıştığı halde,istediği ve beklediği sonucu alamaz ise, bu, duanın ve çalışmanın faydasız olduğunu göstermez Belki, her istediği muhakkak olan tek varlığın sadece Allah’u Teala olduğunu gösterir Şu ayet-i kerimede öğretilen ilmi ve inceliği iyi anlayalım:

“Resulüm de ki: Ben, Allah’ın dilediğinden başka kendime her hangi bir fayda ve zarar verecek güce sahip değilim“ [977]

Mü’min yaptığı amellerle kendisine bir yer ve makam oluşturur Halbuki kul bilmez ki Allah Teala kulun yaptıklarını ve niyetlerini en iyi bilen,amellerini ne için ve kime yaptığını bilendir

Onun içindir ki kul, her zaman ameline değil, yüce Rabbinin rahmetine güvenmelidir Zira onun rahmeti olmadan hiç kimse cennete giremeyecektir

Hal böyle olunca mü’min Cenab-ı Hakkın her işinde ince bir ayar, gizli bir hikmet, açıkça bir adalet ve rahmet olduğunu bilmelidir 0’na yaptıklarından sorulmaz, mükellef kullar her işinden sorumludur

Kader himmet ilişkisi:

Büyük arif İbnu Ata (ks) “Hikem” adlı eserinde der ki: “Himmetler ne kadar büyük ve hızlı olursa olsun kader sınırlarını geçemez

Bir çeşit kader vardır ki onun gerçekleşmesi Allah tarafından kesin hükme bağlanmıştır Bu hükmü verilen şeyin gerçekleşmesi kaçınılmazdır Onu dua ve himmet değiştirmez Buna “kazâ-i mutlak” denir Yani, kesin hükme bağlanmış olması kesinleşmiş kaza demektir Rızık, evlilik ve ecel gibi

Bir çeşit kader vardır ki, onun gerçekleşmesi bazı sebeplere bağlanmıştır Buna “kazâ-i muallak” denir Yani sonucu bazı sebeplere bağlanmış kaza demektir İşte dua, himmet ve sadaka bu kısımda fayda verir Allah’u Teala, bir hikmeti icabı o sonucu bu sebebe bağlamıştır Kul, neyin neye sebep yapıldığını bilmediği için, sadaka, dua, tevbe, istiğfar, zikir, ibadet, taat gibi hayırlı sonuç verecek bütün sebeplere sarılmalıdır Bunun muhakkak faydasını görecektir

Büyük veli Mevlana Halid Bağdadi (ks), kendisinden neslinin devamı için dua ve himmet isteyen Akka valisi Abdullah Paşa’ya şu cevabı göndermiştir:

“Biz kendimizi himmet ehli görmüyoruz Ancak, öyle olsa bile, istenilen şeyin kaza-i muallak (meydana gelmesi sebeplere bağlanan bir kader) olduğu anlaşılmadan himmet kullanılmaz Kesin olan kazayı (kaza-i mübremi) değil veliler, peygamberlerin himmeti bile değiştiremez Onun sonucuna rıza gösterip Allah’u Teala’ya teslim olmak gerekir Şunu belirtelim ki, velileri inkardan sakınmak vacip olduğu gibi; onlar hakkında akideyi bozacak inanışlara gitmekten sakınmak da vaciptir Bu aşırı ve tehlikeli inanışlar, daha çok velilere güzel zan ve aşırı muhabbet besleyen kimselerde olmaktadır Unutmayın ki, şeytan hile ve düzen sahibidir; insanı helake götürecek her yolu dener” [978]

KADERE İMAN, KEDERLERE İLAÇTIR

Kadere iman edenin kederi gider, ızdırabı diner Kul marifeti ölçüsünde Yüce Allah’ın tercih ve tecellilerindeki hikmeti anlar; Rabbini tanımanın tadını tadar Mü’min karşılaştığı her şeye hikmet gözüyle bakar Şu ayet-i kerime bu yolda kendisine ışık tutar:

“Hoş görmediğiniz bir şey, sizin için daha hayırlı olabilir Sizin hoş gördüğünüz ve olmasını istediğiniz bir şey ise sizin için kötü olabilir İşin aslını ve hayırlısını siz bilmezsiniz; Allah bilir“ [979]

Kadere inanan kimse tevekkül sahibi olur Elde etmek istediği şeylere ulaşmak için bütün gayretini kullanır, lazım olan tedbirleri alır; sonuca razı olur

Kadere inanan kimse, eline geçen dünya malına ve değerlerine güvenmez, elinden kaçırdıkları için de üzülmez Çünkü bütün bunlar ilahi bir taksime göre kula gelir Ele geçen nimetler bazı insanlar için saadet olurken, bazıları için felakete kapı açar

Allah’ın takdir ve taksimine inanan kimse rızık endişesi çekmez; yarın ne yiyeceğim derdine düşmez Rızkının ecelinin önünde olduğunu, rızkını yemeden ölmeyeceğini bilir, kanaat ve sabır sahibi olur

İlahi taksim ve takdire inanan kimse, kimseye haset etmez; kin ateşiyle erimez Kendisinde olmayan nimet ve faziletlerin başkasında olmasına kızmaz; Rabbinin taksimine razı olur; rahat eder

Ebu Hureyre dedi ki: Peygamber (sav) şöyle buyurdu: "Kadere iman üzüntü ve kederi giderir" [980]

Kadere inanan kalbler, karamsar olmaz Acı-tatlı her şeyin bir dönemi olduğunu, geceden sonra gündüzün beklendiğini, zorlukların peşinden muhakkak bir kolaylığın geldiğini bilir, sabırla bekler, acılardaki hikmeti seyreder, tatlı günlerine şükreder

Kadere inanan kimse, hiçkimseyi kınamaz, ayıplamaz, yaratılışındaki bir kusurundan dolayı insanları alaya almaz Çünkü bütün suret, şekil ve fıtratlar alemlerin Rabbi olan Allah’ın takdir ve tercihine göre olmaktadır Yaratanı tanıyan kimse yaratılanı hoş görür; gönlü hoş olur

Kadere inanan kimse, ameline ve elindeki nimetlere güvenmez İyilikleri kendinden bilmez, onlarla övünmez İşin başına değil, sonuna bakar Ümit ve korku arasında kulluk yapar Hiçbir zaman ilahi rahmetten ümidini kesmez; ancak kaderin hükmünü bilmediği için ben kurtuldum da diyemez Günah işleyen mü’minlere lanet okumaz, merhamet eder, onlara ümit verir; güzel hâle, tevbeye davet eder; akıbetlerinin hayırlı olabileceğini söyler Devamlı Allah’u Teala’ya karşı güzel zan içinde yaşar İçinde bulunduğu duruma göre hüküm vermez Her şeyin sona göre değerlendirildiğini bilir [981]

İmam Gazali(raleyh)şöyle der:

“Kaza ve kadere rıza gösteren kişi hem bulunduğu anda hem de gelecekte faydalar elde eder

Hazırdaki faydası: Kalp huzuru ve faydasız yere üzülmemek Bu sebeple zahidler şöyle der: "Allah'ın takdiri hak olduğuna göre üzülmek boşunadır!"

Bu sözün aslı Resulullah (sav)'in İbnu Mesud (ra)'ya söylediği şu söze dayanır:

"Boşuna üzülüp tasalanma; takdir edilen mutlaka olur Sana rızık olarak yazılmayan şey de sana ulaşmaz!" [982]

Bu hadis-i şerif geniş manaları içinde toplayan bir sözdür Lafzı kısa ama içinde taşıdığı manalar çok geniştir

İlerideki faydası: Cenab-ı Hakk'ın vereceği bol sevap ve onun rıza*sını kazanmaktır Yüce Allah (cc) buyurur ki:

"Allah şöyle buyuracaktır: Bu,doğrulara,doğruluklarının fayda ve*receği gündür Onlara, içinde ebedî kalacakları, zemininden ırmaklar akan cennetler vardır Allah onlardan razı olmuştur, onlar da O'ndan razı olmuşlardır İşte büyük kurtuluş ve kazanç budur" [983]

Takdire rıza göstermez ve öfke gösterirse; dünyada faydasız yere üzüntü, keder ve hüzün içinde kalır Ahirete ise günah ve cezalandırmayı hak etmiş olarak gelir Zira Allah'ın takdiri mutlaka yerine gelir; üzülmek ve öfkelenmek takdir edileni değiştirmez” [984]

Son sözümüz, Kur’an Sünnet diliyle dua olsun:

“Ey kalpleri istediği gibi evirip çeviren Allahım! Kalplerimizi dininde ve sevginde sabit kıl

“Ey Rabbimiz! Bizi hidayetine ulaştırdıktan sonra kalplerimizi hak yoldan kaydırma Bize tarafından bir rahmet ihsan et Sen hiç karşılık beklemeden çokca ikram edensin

“Allahım! Bizim saadet sebebimiz olan dinimizi ıslah et İçinde yaşadığımız dünyamızı ıslah ve güzel et Dönüş yerimiz olan ve ebediyyen kalacağımız ahiretimizi de ıslah ve güzel et Hayatı bizim için hayırları artırma sebebi yap Ölümü de sıkıntılardan rahatlama vesilesi yap

“Allah’ım! Gazabından rızana sığınırız Azabından affına sığınırız Senden yine sana sığınırız Senin verdiğini engelleyecek, vermediğini de verecek kimse yoktur Sen dilemezsen bize kimseden bir hayır gelmez” [985]











[955]-Ahmed Davudoğlu-Sahih-i Müslim Tercüme ve Şerhi,I,108

[956]-Ragıb el-İsfehan,Müfredad,403

[957]-Kamer suresi ayet-49

[958]-Kehf suresi ayet-29-31

[959]-Dilaver Selvi, Ehl-i Sünnet İnancı,155

[960]-Ebu Davud, Sünnet,17;Tirmizi,Kader,17;Ahmed,Müsned,V,317;İ bnu Asım,Sünnet,I,51-52

[961]-Müslim,Kader,No:2653;Tirmizi,Kader,18

[962]-İmam Azam,Fıkhı’l-Ekber(Aliyyü’l-Kari Şerhi),82

[963]-Dilaver Selvi, Ehl-i Sünnet İnancı,156

[964]-Edib, Keylani, Avnü’l-Mürid, II, 605

[965]-Buhari, Tefsir, No: 4946; Müslim, Kader, 1

[966]-Leyl suresi ayet-5-10

[967]-Nureddin Es Sabûni-Maturidiyye Akaidi,139

[968]-Sadrüddin Teftazani,Şerhu'l Akaid,196

[969]-Firyabî,el-Kader,No:29-33İbnu Hacer,Fethu’l-Bârî,XIII,336;Konu ile ilgili hadisler için Bkz:Müslim, Kader, 8,10

[970]-Buhari, Kader, 2; Müslim, Kader, 9; Ebu Davud, Sünnet, 17

[971]-İbnu Kayyım, Şifâu’l-Alîl fi Mesâili’l-Kadâ ve’l-Kader, 63

[972]-Ğâfir suresi ayet-60

[973]-Hakim,Müstedrek,I,394;İbnu Hıbban, Sahih,No:872

[974]-Tirmizi, No: 3548; Hakim, Müstedrek, I, 498

[975]-Tirmizi,Zekat,28;İbnu Hıbban,Sahih,No: 3309

[976]-Buhari,Edeb,12;Müslim,Birr,20-22;Ebu Davud,Zekat,46

[977]-A’raf suresi ayet-188

[978]-Mektubat-ı Mevlana Halid, 7 Mektub

[979]-Bakara suresi ayet-216

[980]-İbn Hacer d-Askalani, Lisanu'l-Mizan,II,12 de hu hadisin es-Seri b Asım b Sehf'in ortaya çıkarttığı söylemektedir İmam Kurtubi, el-Camiu li Ahkami’l-Kur’an,XVI,532

[981]-Dilaver Selvi, Ehl-i Sünnet İnancı,172-173

[982]-Sehâvî,Makâsıdü'l-Hasene,471;Ebu Nuaym ve Isfehânî'den naklen, BkzKeşfu'l-Hafâ,II,505

[983]-Maide suresi ayet- 119

[984]-Gazali,Cennete Doğru,213-214

[985]-Dilaver Selvi, Ehl-i Sünnet İnancı,174

Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.