Prof. Dr. Sinsi
|
Terbiyenin Ahlaka Yansıması
TERBİYENİN AHLAKA YANSIMASI
İnsanın yaratılışı hakkında Allah’u Teala şöyle buyurmuştur:
"And olsun ki, biz insanı (Âdem'i) süzme çamurdan yarattık Sonra Âdem'in neslini nutfe hâlinde sağlam bir yerde (rahimde) yerleştirdik Sonra nutfeyi kan pıhtısına çevirdik; kan pıhtısını bir çiğnemlik et yaptık, et parçasından kemikler yarattık Sonra kemiklere et giydirdik Sonra da ona başka bir yaratılış verdik En güzel şekilde yaratan Allah ne yücedir!" [884]
Bu ayet-i kerime insanoğlunun yaratılma serüvenini anlatmaktadır
Bilinmelidir ki,Cenab-ı Hakk (c c) insanı temelde on şeyden yaratmıştır Bunların beşi, mahlukat alemi denilen halk alemindendir Bunlar; ateş,su,hava,toprak ve nefis olup başkanları ve hakimleri nefistir Diğer beş unsur ise, asılları alem-i emirden olan kalp, ruh, sır, hafi ve ahfadır Bunların hakimi de ruhtur
Konumuz gereği terbiyenin gerçekleşmesi alemi halkta olan unsurları inceleyeceğiz
İnsanda ateş unsuruna bağlı olarak benlik, zulüm ve hiddet sıfatları vardır Kalp arınıp nefis terbiye edilince bu sıfatlar yerini güzel sıfatlara bırakır Bundan sonra insanda ben yerine biz şuuru oluşur Zulüm adalete, hiddet gayrete dönüşür
Münafıklık, nefsin sıfatlarından birisidir Bu sıfat insanda, vücudun maddî unsurlarından suya bağlı olarak oluşur Çünkü suda, bulunduğu kabın rengini ve şeklini alma özelliği vardır Bu sıfat insana iki yüzlülük ve çok farklı davranma şeklinde yansır Bu sıfat, mürşid-i kamilin himmet, tasarrufu ve terbiyesi ile tavazuya, doğru sözlülüğe, mertliğe ve insanlara karşı alçakgönüllü olmaya dönüşür
Vücudun ana unsurlarından birisi olan havadan ileri gelen kibir ve üstünlük taslama sıfatı, terbiye ile değişir Kibir yerini izzete bırakır İzzet, kafir ve münafıklara karşı onurlu davranmak, İslam’ın şerefini korumak, manevi değerleri çiğnetmemek, haksızlığa karşı durmaktır
Toprak unsurundan kaynaklanan tembellik, uyuşukluk gibi durumlar, bu terbiye ile yerini sabır ve efendilik sıfatına bırakır “ [885]
Nefis ise,yaratılış icabı kötülüğü emreder zira şanı yüce olan Allah Teala:
"Muhakkak ki nefis, devamlı kötülüğü emreder " [886] buyurmuştur
Ayette bahsedilen nefis,(varlık olarak)bir tanedir,fakat değişik sıfatlara sahiptir
Nefis kendi mahallinde çakılıp kalınca, ilim ve mârifet nûrundan mahrum kalır Bu durumda o, zulmet içinde kalıp, devamlı kötülüğü emreder
Nefis, cibilliyetinin yerleştiği yerden ve tabiatının arzularından ruhun bulunduğu makama doğru çekildiği zaman "levvâme; kendini kınama" mertebesindedir Çünkü o, mutmainne mahalline nazar ederek oranın yüceliğini idrâk edince;kendisini devamlı kötülük mahalline çeken nefsini kınamaya başlar
Kalb sekinet, mânevî huzur ile dolduğu zaman, nefse mutmainne elbisesi giydirir Çünkü sekinet, imanın artmasıdır Onda, kalbin kendisine ihsan edilen yakinden dolayı ruhun makamına yükselme durumu vardır Kalb rûhun mahalline yönelince, nefis de kalbe yönelir Bu durumda, kendisinde sukûnet hâli meydana gelir
Nefisler, devamlı muhtaç oldukları ve kendilerinden hiç ayrılmayan tabiat ve karakterler üzerinde yaratılmışlardır İnsan, bir yönüyle topraktan yaratıldığı için, tabiatında toprağa âit (tembellik, atalet, gevşeklik gibi) özellikler bulunur; ayrıca yaratılışında su maddesi de bulunduğu için, suya âit karakter ve husûsiyetler bünyesinde mevcuttur Yine insanın bir bünyesinde bulunan ateşte pişmiş çamurdan dolayı kendisinde, hayvânî, vahşî ve şeytânî sıfatlar oluşmuştur İnsandaki şeytânî sıfata, Kur’an’da:
“Allah onu(Âdem’i)ateşte pişmiş çamurdan yarattı ” [887] ayetiyle işaret edilmiştir Çünkü ateşte pişirilen bir şeye ateş siyaret eder
İbnu Ata demiştir ki: “Nefis, kötü hâl üzere yaratılmıştır Kul ise, devamlı edeb üzere olmakla emrolunmuştur Nefis, tabiatındaki his ve heveslerle Hakk’a muhalefet meydanında koşar durur Kul ise, cehd ve gayretiyle onu güzel şeylere çekmeye çalışır Bu durumda kim onu hayra çekmekten vazgeçerse, nefsin dizginini salıvermiş ve onu idâreden gaflete düşmüştür Kul, nefsin arzularına ulaşmada ona yardımcı olduğu sürece günahına ortak olmuş olur ”
İşte bu gidiş gelişler alemi emrin sultanı ruh ile alemi halkın sultanı nefis bir araya gelince aralarında bir sevgi ve ilgi belirmesindendir Bunun hikmet ve sebebi, ruhun nefis vasıtasıyla kemale ermesidir Bu hikmete binaen, ruha karşı üstünlük kuran nefis, onu bedene bağlayarak kendi aleminden ve asıl yurdundan habersiz hale getirir Böylece ruhun nurani aydınlığını ve Allah’a karşı muhabbet ve cezbesinin şevkini söndürür
İşte bu durumda nefis ve ruh kalbden birbirlerini kovmaya çalışırlar Kalbe bazen ruhun arzuları, bazen de nefsin arzuları sahip ve hâkim olur
Muhabbeti ilahiyenin celbetme merkezi olan kalp, ruhun sarayı hükmündedir Nefis, terbiye edilmezse, zamanla kalbi istila eder, hükmü altını alır ve artık orada nefsin arzuları hakim olur Nefis ve şeytanın hakim olduğu kalp, asıl vazifelerini göremez olur Kalp, günahlar nedeniyle zayıflar, kirlenir, katılaşır ve tedavi edilmezse ölür Üzerine perde çekilir, hak olan şeyleri görmez, işitmez ve anlamaz olur Bu, büyük bir felakettir
Nefis kalbi tamamen istila ettiği zaman, orada Allah için hiçbir şey kalmaz Bu durumda ruh, nefsin arzularına bağımlı hale gelir Artık kalpte güzel sayılacak ve makbul olacak hiçbir güzel huy kalmaz İkisi de ölmüşçesine derin bir gaflete düşerler
İşte bu duruma Cüneyd el-Bağdâdî(k s)şöyle demiştir: “Kim nefsine, arzularını yerine getirmede yardım ederse, onun ölümüne ortak olmuş olur Çünkü kulluk edebe sarılmaktır Azgınlık ise; edebin kötüleşmesidir ” [888]
İnsanın bu durumu, bir mürşid-i kamilin elinde eğitilinceye kadar devam eder Mürşid-i kamil, kendisine intisap eden müride önce zikir telkin eder Bu zikrin nuru, ilk olarak kalbe, sonraları diğer letaiflere sirayet eder Önce, kalpten Allah’tan gayri varlıkların sevgisi silinir, kalbin onlarla ilgisi kesilir Kalb, zikre devam ederek kuvvetlenir, Allah tarafından desteklenir, içine feyiz ve nur akıtılır Kalp uyanır, böylece gaflet yok olur Zikir sayesinde insanın sıfatları değişir İnsanda Cenab-ı Hakk’ın sıfatları tecelli etmeye başlar
Terbiye edilmiş insan, nefsine değil, hakka destek verir Taassuba düşmez, batılı savunmaz, İslam’ın emir ve hükümleri karşısında ince davranır ve hak taraftarı olur
Demek ki, mürşit terbiyesinde iki önemli iş gerçekleşiyor Birincisi manevi kirlerden temizlik, ikincisi ahlakî güzellik Bir toprak içindeki zararlı maddelerden temizlenmeden güzel mahsul vermeyeceği gibi, kalp temizlenmeden orada güzel huyların oluşması, marifet meyvelerinin yetişmesi de mümkün değildir Mürşitler, herkesin toprağına yani fıtratına göre muamele ederler Her toprak bir değildir Verim de aynı olmaz Yaratılış toprağı temiz, güzel ve verimli olanlar, kolay terbiye olurlar Yaratılışı katı, karışık ve verimsiz olanlar, zor terbiye olurlar Mürşit, ilahi kanuna tabi olur Allah’u Teala, her insanı farklı karakter, özellik ve kabiliyette yaratmıştır Ayrıca, her insanın manevi derece ve nasibi de bir değildir Bunda gizli bir kader sırrı vardır Kamil mürşit hak için halka hizmet eder Kendisine sevk edilen insanların terbiyesine yönelir, kalplerini destekler, nasiplerini ulaştırır Bunu yaparken insanlardan bir şey beklemez, onun ücreti alemlerin sahibi Yüce Allah’a aittir
TERBİYEDE MÜRŞİD-İ KAMİL ETKİSİ
Üzülerek belirtelim ki, bugün insan kalbinin manevi terbiyesi ihmal edilmiş, gayretler çoğunlukla mideye ve kalıba yöneltilmiştir Kalp hastalığı denilince manevi değil, maddi kalp hep anlaşıla gelmiştir Öyle ki kalple işlenen günahlar gizli olduğu için zahirdeki günahlar kadar üzerinde durulmamıştır
Mesela, adam öldürmek, içki içmek, yalan söylemek büyük günahlardandır Bir mümin bunlardan sakındığı gibi,kalple işlenen kin,haset,kibir,riya,aşırı dünya sevgisi,kader ve kazaya itiraz, ilahi takdire rızasızlık, gaflet gibi gizli günahlardan sakınmamaktadır
Halbuki, İbnu Hacer el-Heytemi(k s)’nin naklettiği gibi:
“Kalple işlenen günahlar, dış azalarla işlenen günahlardan daha tehlikelidir Çünkü onlar, sonuçta imanı zedeler, ibadetin kabul edilmesin engeller, amellerin sevabını yok eder Gizli günahların çoğu insanı şirke sürükler, nifaka bulaştırır, dinden bile çıkarır Ayrıca kalpte yer eden gizli günahlar, devamlıdır, her zaman insanı tehlikeye sokar Zahiri günahlar ise böyle değildir ” [889]
Bir insan devamlı adam öldüremez, hiç ara vermeden içki içemez Fakat hasetçi bir insan devamlı haset ateşiyle kavrulur Kibirli bir insan her işinde kibrini ortaya koyar Riyakar bir insan, her ne yapsa işlerinde riya kokar Aşırı dünya sevgisi, mal hırsı tedavi edilmezse, can çıkana kadar kalbe yara olur Kalbi saran günahları fark etmek kadar, onları terk etmek de zordur Bunun için gerçekten ıslah olmuş ve Allah ile huzur bulmuş insan sayısı azdır
İşte bu nedenledir ki;Bu yolda örnek alınan kamil mürşitler, güzel ahlakta örnektirler, hidayet yolunda rehberdirler Edep ve takvada imamdırlar Onlar bu hâle ancak içleri ve dışlarıyla Allah’ın Resûlü (s a v) ‘e tabi olarak ulaşmışlardır Bu derece bir teslimiyet, yüksek bir terbiyenin sonucu hasıl olmuştur Bu terbiye de kamil-mükemmil bir Allah dostunun elinde gerçekleşmiştir O Allah dostu da kendisinden önceki bir kamil mürşitten terbiye görmüştür Bu sistem o önceki mürşid-i kamilden,o önceki mürşid-i kamilden terbiyet olarak ta Resulullah(s a v)’e kadar ulaşır
Hiç şüphesiz, kamil-mükemmil mürşitlerin üstlendikleri bu hayati görev, birçok yönden bizleri ilgilendirmektedir Çünkü onlar, Hz Resulullah(s a v)’in kendisine vekaleten bu işi yürütmektedir
Amaç, insanın terbiyesidir Bu terbiye herkes için gereklidir
Güzel kulluğun bir sonu yoktur Kalp devamlı kontrol altında tutulmalıdır Nefsin terbiyesi uzun bir süreçtir Şeytan her an pusuda ve insanın peşindedir İnsan acı-tatlı birçok imtihan ve olayların içinde yaşar ve gelişir Bütün bunların arasında mükellefiyet devam etmektedir Her mükellef insan, marifetullah ve takvaya ulaşmakla yükümlüdür
Hedef, olgun insan olmaktır ve Yüce Allah ile huzur bulmaktır Buna her devirde ihtiyaç vardır Kalbi uyanmamış insan, kimsenin kalbini uyandıramaz Hakka aşık olmayan insan, kimseye ilahi aşkı tattıramaz Edepli olmayan, edep öğretemez Bilmeyen öğretemez Tanımayan tarif edemez İnsanlığın bu mühim ihtiyacını görecek olanlar, gerçek alimlerdir, kamil mürşitlerdir Mana aleminin sultanları olan bu zatlar manevi mimarlardır İnsanlık bu gönül sultanlarına muhtaçtır
DİN GÜZEL AHLAKTAN İBARETTİR
Allah’u Teala, Nebisi Hz Muhammed (s a v) için:
“Resulüm! Şüphesiz sen, büyük (yüce) bir ahlak üzeresin ” [890] buyurmuştur
Mücahit(r a): “Büyük bir ahlak üzeresin” demek; büyük bir din (ve yol) üzeresin ” mânasındadır, demiştir Zâten din de; bütün sâlih ve güzel amellerin toplamıdır
Hz Aişe(r ah)’a, Resulullah(s a v)’in ahlâkı sorulunca:
“O’nun ahlâkı, Kur’an’dı ” [891] demiştir
Katade(r a): “Çünkü; Resulullah (s a v), Allah’u Teala’nın emrettiğini yapar, nehyettiğinden de çekinirdi ” demiştir
Hz Aişe (r ah) ’nin: “O’nun ahlâkı Kur’an’dı” sözünde, büyük bir sır ve derin bir ilim vardır O bunu ancak, ilâhî vahyin bereketinden ve Resulullah (s a v)'in şerefli sohbetlerinde bulunması vesilesiyle Allah’u Teala’nın kendisine tahsis ettiği bir ilim ve anlayışla söylemiştir ” [892]
Resulullah Efendimiz(s a v) hadis-i şerifte:
"Şüphesiz ki ben güzel ahlakı tamamlamak için gönderildim!" [893] buyurmuştur
Adamın biri Resulullah (s a v)'in önünden geldi ve şöyle sordu:
“Ey Allah'ın Resûlü! Din nedir?” Resulullah s a v şöyle cevap verdi:
“Güzel ahlak! “
Sonra adam Resulullah (s a v)'in sağ tarafından geldi ve ‹‹Din nedir?›› diye sordu Efendimiz yine ‹‹Güzel ahlak!›› buyurdular Adam bu sefer Haz*ret-i Peygamber'in sol tarafından geldi ve yine ‹‹Din nedir?›› diye sordu Hazret-i Peygamber yine ‹‹Güzel ahlak!›› diye cevap verdi Adam tekrar do*landı arkadan geldi ve ‹‹Din nedir?›› diye sordu Bunun üzerine Resulullah (s a v) adama döndü ve buyurdu ki:
“Anlamıyor musun? Din, öfkelenmemektir!" [894]
Resulullah (s a v) şöyle buyurur:
"Kıyamet günü mizana konulacaklar içinde en ağır basacak olan Al*lah'a karşı takva sahibi olmak ve güzel ahlaktır " [895]
Sahabe-i kiramdan biri Resulullah (s a v)'e gelerek dedi ki:
“Bana nasihat et! “ Resulullah (s a v) buyurdular ki:
“Nerede olursan ol Allah'tan kork! “ Sahabe yine dedi ki:
“Bana daha çok nasihat et! “ Resul-i Ekrem (s a v) buyurdular ki:
“Her kötülükten sonra bir iyilik yap ki kötülüğü silsin! “/355/ Sahabe tekrar dedi ki:
“Bana yine nasihat et! “ Resul-i Ekrem (s a v) buyurdular ki:
“İnsanlara karşı güzel ahlaklı ol!" [896]
Resulullah (s a v)'e sordular:
“Ey Allah'ın Resulü! İman bakımından hangi mümin daha faziletlidir?” Bu*yurdular ki:
“Ahlakı en güzel olan!" [897]
Resulullah (s a v)'e sordular:
“Hangi amel daha faziletlidir?” Resul-i Ekrem s a v buyurdular ki:
“Güzel ahlak!" [898]
Usâme b Şüreyk (r a) şöyle rivayet eder:
"Resulullah (s a v)'in yanına bedevi Arapların geldiğini gördüm Şunu so*ruyorlardı:
“Bir kula verilmiş olanlar içinde en hayırlısı nedir?” Efendimiz buyurdu*lar ki:
“Güzel ahlak!" [899]
Resulullah (s a v) buyurdular ki:
"Güzel ahlak, Allah Teala'nın ahlakıdır!" [900]
Ayet-i celile ve hadis-i şeriflerden de anlaşılacağı üzere Din, bütünüyle güzel ahlaktan ibarettir
Hal böyle iken güzel ahlakı elde etmek alelade bir iş değil gayet sistematik bir şekilde bir mürşid-i kamilin nezareti altında ,ancak nefsin tezkiyesinden sonra oluşur Nefsin tezkiyesi de; dinin edeb ve ahkamına uymakla gerçekleşir
Denilmiştir ki: “Kime güzel ahlak verilmişse, ona makamların en büyüğü verilmiştir Çünkü bütün makamların birbiriyle umûmî bir irtibatı vardır Güzel ahlâk da, kâmil hâl ve sıfatların birbiriyle irtibatıyla meydana gelir ”
İbnu Atâ: “Büyük ahlak; kulun herhangi bir ihtiyara sahip olmayıp, nefsin ve alışkanlıklarının yok olmasıyla, ilâhî hüküm altında itaat içinde olmasıdır ” demiştir [901]
Abdullah b Mübârek, güzel ahlakı şöyle açıklamıştır:
“Güzel ahlak; herkese güler yüzlü davranmak, bütün iyilikleri yaymak ve halka eziyeti ortadan kaldırmaktır ” [902]
Güzel ahlak, Cenab-ı Hakk’ın ve halkın hukukunu güzel korumaktır
Kul bu ahlakı ile Allah’u Teala’nın emrettiklerini ihsan üzere yapar,kullarla olan ilişkilerinde de titizlikle davranır Yani Efendimiz(s v)’in davranış biçimini kendisine şiar edinir İşte Allah’u Teala’nın da kullarından istediği böyle bir ahlaktır
Allah Resûlü (s a v), Muaz b Cebel’e (r a), güzel ahlakları içeren bir tavsiyesinde şöyle buyurmuştur:
“Ya Muaz! Sana, Allah’tan korkmayı, takvâyı, doğru konuşmayı, ahdine vefâ göstermeni, emâneti yerine getirmeyi, hıyaneti terk etmeyi, âzalarını haramdan korumayı, yetime acımayı, yumuşak konuşmayı, selâmı yaymayı, güzel ameli, kısa emeli, imana sarılmayı, Kur’an’da derin anlayış sâhibi olmayı, âhireti sevmeyi, hesaptan korkmayı ve insanlara şefkat kanatlarını germeyi tavsiye ederim
Ya Muaz! Halîm bir kimseye kötü söz söylemekten, doğru bir kimseyi yalanlamaktan, günahkara itaat, âdil bir imama isyan etmekten, yeryüzünde fesat çıkarmaktan sakın!
Her ağacın, taşın, tepenin yanında, nerede olursan ol, Allah’tan korkmayı, her türlü günahın için; gizlisine gizlice, açık olana açıkça tevbe etmeni tavsiye ederim
Allah’u Teala kulunu bu şekilde edeplendirmiş ve onları bu şerefli ahlâklarla güzel edeplere dâvet etmiştir ” [903]
İşte Efendimiz(s a v)’in ahlakıyla ahlaklanmayı hedef kabul eden sofilik, hak dini bütün olarak bütün varlığı ile yaşamaktır
Bu hususu Büyük veli Şihabuddin Sühreverdi(k s):
“Sûfiler,Resulullah(s a v)’in sünnetini gereğince ihyâ etmişlerdir Çünkü onlar, mânevî yola sulûklarının başında, önce sözlerini iyice araştırıp öğrenmişler; sonra işin içine girdiklerinde, O’nun amellerine güzelce uymuşlar ve böylece seyr u suluklarının sonuna geldiklerinde, bu güzel ittiba meyvesini vermiş ve Efendimiz(s a v)’in yüce ahlâkıyla ahlaklanmışlardır [904]
GÜZEL AHLAKIN FİİLLERE YANSIMASI
Bilinmelidir ki,çokça ibadet ve zikir insanı tanımak için yeterli ölçü değildir Bir kişi çokça ibadet etmesine çokça Allah’u Teala’yı zikretmesine karşın ahlakının kemale ermesi
beklenemez Zira yukarıda anlattığımız bir metotla terbiyet altına girmeyen bir mü’min kendince çokça işler yapmasına karşın ahlakında değişmelerin olması imkansız değil fakat hele hele bu asırda çok zordur Bu sebepten bu fiilleri yapan bir mü’mine ahlakı güzel insan muamelesi yapılmaz
İşte bu hadis-i şerif konumuzla çok özdeşecek bir misaldir
Fudayl (rh a) şöyle nakleder: "Resulullah (s a v)'e dediler ki:
“Falanca kadın gündüzleri oruç tutuyor ve geceleri namaz kılıyor An*cak kötü ahlaklı biridir; diliyle komşularına eza veriyor!”
Resulullah (s a v) buyurdular ki:
“Onda bir hayır yoktur, o cehennemlikler arasındadır!" [905] buyurması,güzel ahlakın elde edilmesinin ne kadar elzem olduğunu çokça fiillerle bunun elde edilmesinin zorluğunu ortaya koymaktadır Halbuki Cenab-ı Hakk ahlakını güzelleştiren kullarını cehenneme koymayacağını vaat etmiştir
Resulullah (s a v) şöyle buyurur: "Cenab-ı Hak c c yaratılışını ve ahlakını güzel yaptığı bir kulunu ebediyyen cehenneme atmaz!" [906]
Efendimiz(s a v)bir hadis-i şeriflerinde diliyle komşularına eza edenler hakkında:
"Bizim için en sevimli olanlarınız ve kıyamet günü bize en yakın olanları*nız, ahlakı güzel olanlarınızdır Bize en sevimsiz ve en uzak olanla*rınız da; gevezelik yaparak lüzumsuz yere fazla konuşup haddi aşan ve mütefeykih olanlarınızdır!
Sahabe-i kiram sordu:
“Ey Allah'ın Resûlü! Gevezelik yapanları anladık,fakat şu mütefeykih olanlar kimlerdir?”
Resulullah (s a v) buyurdu ki:
“Onlar kibirli olanlardır!" [907] buyurmuştur
Bir başka hadis-i şeriflerinde ise:
"Allah c c katında en sevimli olanınız; ahlakı en güzel, etrafındakilere karşı gayet yumuşak, insanlara ülfet eden ve insanların kendisine ülfet ettiği yumuşak huylu kişilerdir Allah c c katında en nefret edilenleriniz; söz getirip götürenler, dostların arasını açanlar ve temiz insanları tökez*letmeye çalı*şanlardır!" [908] buyurmuştur
Yine Resulullah (s a v) şöyle buyurur:
"Sirkenin balı bozduğu gibi kötü ahlak da iyi amelleri bozar " [909] buyurması fiilleriyle iyi ve kamil bir mü’min gibi görünen nice Müslümanların aslında ahlaklarının kötü oluşu sebebiyle amellerinin de bozulacağını belirtmiştir
İşte yukarıdan beri anlatıla gelen kötü ahlak ile amellerin bir çatı altında bir bütünlük arzetmeyeceği, ahlak güzelleşmeden salih amellerin hasıl olamayacağı anlaşılmıştır
Öyleyse bir mürşid-i kamilin terbiyesi altında zikir, fikir, hizmet ve bütün ibadetler nefsin sıfatını değiştirmek ve güzelleştirmek içindir
Bilinmelidir ki bu verilen ödevler,mürşid-i kamilin kendisi için din eczanesinden özenle seçilmiş birer manevi ilaçtır Nasıl ki,zahiri hastalıklar için gittiğimiz doktorlar hastalığımız için gerekli ilaçları reçeteye yazarak kullanmamızı isterlerse, manevi hastalıklarımız için de manevi doktor olan mürşid-i kamiller, kötü ahlakımızı Ahlakı Muhammed’i yeye dönüşmesi için verdikleri ilaçları eksiksiz kullanmamız menfaat gereği olduğu içindir ki hiç aksatmadan kullanmak lazımdır
İşte bu aşamadan sonra manevi ilaçları hiç aksatmadan kullanan manevi hasta olan mü’min belli bir zaman içinde ahlakında düzelmeler olacaktır Her ne kadar bu ahlak kamil olmamasına karşın ileride bu kemalatı elde etmesi muhtemeldir
Ahlakın bu denli de olsa değişim kemalatının ölçüsü insanın aklı, ahlakı ve fıtratı insanlarla muamelesi ile ortaya çıkar
TERBİYENİN KONTROLÜ
Bu bir nevi oto kontroldür Yani kişi kendi kendisini kontrol eder Gerek günlük yaşantının etkisi altında cereyan eden olaylara tepkiler,gerek işyerinde hulusa eren olaylara karşı gösterilen duyarlılık,gerekse aile içinde bireylerin tutumlarına karşı dün gösterdiğimiz aşırı reaksiyona karşı bugün ki reaksiyon nasılsa terbiyenin cesetteki tezahürü de o karar oluşmuş demektir
Bu terbiye bir ömür boyu süreceği asla unutmamalıdır Kısa vadeli bir terbiye altında bulunan bir mü’min de mutlaka terbiyesinde az da olsa değişiklikler hasıl olacaktır Bu terbiyet olduğu anlamına gelmez Zira ahlakın gerçek manada kemalata ermesi ancak Allah’u Teala’nın terbiye ettiği Peygamber Efendimiz(s a v)de mevcuttur
Öyleyse terbiye altında bulunan bir mü’min misal olarak yüz ahlak kavramı dersek bu yüz ahlaktan kaç tanesinin kötü ahlaktan güzel ahlaka çevirdiyse o kadar güzel ahlak sahibi olmuş demektir
Güzel ahlakın oluşmasındaki bir başka unsur ise,elde edilen ahlakın kendi mülkü olmasıdır Yani artık sürekli o ahlak ile iştigal etmeli bir kere dahi olsa eski kötü ahlakının yaşamamalıdır ki o ahlak kişinin mülkü olsun Aksi takdirde güzel ahlak olarak elde edildiği sanılan şeyin sadece geçici bir şey olduğu görülür
Yani toparlarsak, güzel bir ahlakın elde edilmesi ve mü’minin kendi vasıflarından sayılması yıllar geçtikten sonra belli olur İki gün güzel ahlak sonra tekrar eski kötü ahlakın tezahürü ahlakın güzelleşmediğini sadece çalışmaların fayda verdiğini, verilen ilaçların hiç aksatmadan kullanıldığında ilerde fayda vereceği umulur
Halbuki kamil-i mükemmil olan Allah dostlarının dengeli terbiyesi her yerde ve her işte aynı güzellikle yansır Allah dostu mert insan her yerde aynı güzellik ve efendilik içindedir
Onların işleri asla günlük değildir Aksine onlar kendi manevi doktorlarının verdikleri manevi ilaçların etkisiyle süreklilik kazanmışlardır Buna ahlakın mülk olması denir
İşte kötü işlerin akıbetinde,kişilerin nefsi davranışlarında,insanlar içinde ve yalnız kaldıklarında ,aile içindeki davranışlarında,komşuları ile olan ilişkilerindeki tutumlarında, talebeleri ile olan münasebetlerinde ve Allah’u Teala ile ünsiyetleri tamdır
Onlar bu vasıflarından ötürü Allah ve Resulünün sevgisini ve methini kazanmışlardır
Öyleye onların bu haline gıpta eden bir mü’min onlar gibi olmak için gayret içinde olmalı,onların verdikleri manevi ilaçları harfiyen uygulamalı,asla bıkkınlık gelmeden belirtilen düsturlar çerçevesinde terbiyeye devam etmelidir
Zira Allah ve Resulünü seviyorum diyen mü’minlere,Resulullah (s a v)’in bu hadis-i şerifi rehber olmalıdır
"Bana en sevimli olanınız ve kıyamet günü meclisime en yakın olanı*nız, ahlakı en güzel olanınızdır!" [910]
[884]-Mü'minûn suresi ayet-12-14
[885]-Abdurrahman-ı Tahî,İşaretler,104-106 Letaiflele ilgili bilgi için bkz:İmam Rabbani,Mektubat,260 Mektup; Esad Sahip,Mektubat-ı Mevlana Halid,33 Mektup;Erbili,Tenviru’l-Kulub,572-73
[886]-Yusuf suresi ayet-53
[887]-Rahman suresi ayet-l4
[888]-Sühreverdi,Gerçek Tasavvuf,356
[889]-Haytemi,ez-Zevacir,I,49
[890]-Kalem suresi ayet-4
[891]-Müslim,Müsâfirîn,l39;Ebu Davud,Tatavvû,26;Ahmed,Müsned,VII,54;Tecrîd-i Sarîh Terc ve Şerhi,IX,275
[892]-Sühreverdi,Gerçek Tasavvuf,290
[893]-Buhari,el-Edebü'l-Müfred,104;et-Târîhu'l-Kebîr,VII,188;Ahmed b Hanbel,el-Müsned,8729;İmam Mâlik, el-Muvatta,II,904;İbnu Sa‘d,et-Tabakâtu'l-Kübrâ,I,192;el-Hâkim,el-Müstedrek,II,670
[894]-Muhammed b Nasr el-Mervezî, Ta‘zîmu Kadri's-Salât, 878; el-Münzirî, et-Terğîb ve't-Terhîb, 3912
[895]-Ebu Davud,4799;Tirmizî,2002;Ahmed b Hanbel,el-Müsned,26950;İbnu Hibbân,es-Sahîh,II,230
[896]-Tirmizî,1987;Ahmed b Hanbel,Müsned,20827;Darimi,es-Sünen,2791
[897]-Taberânî,Mu‘cemu'l-Kebîr,XVII,48;Heysemî,Mecma‘u'z-Zevâ’id,193,9165,9615;Münzirî,Terğîbve't-Terhîb, 3929
[898]-İbnu Mace,3436;Ahmet,Müsned,IV,278 Hadisi,"İnsanlar için verilmiş en hayırlı şey güzel ahlaktır!" lafzıyla rivayet etmişlerdir
[899]-İbnu Mace,3436;Ahmed b Hanbel,el-Müsned,17986
[900]-Suyûtî,Câmiu's-Sağîr3717;Heysemî,Mecma‘u'z-Zevâ’id,12658;Münzirî,Terğîb ve't-Terhîb,39115
[901]-Sühreverdi,Gerçek Tasavvuf,296
[902]-Sühreverdi,Gerçek Tasavvuf,299
[903]-Ebu Nuaym,Hilyetü’l-Evliyâ,I,240;Ahmed,Müsned,V,245;Münzirî et-Terğib,IV,l06-l09
[904]-Sühreverdi,Gerçek Tasavvuf,289
[905]-Ahmed,Müsned,II,44;Bezzâr,el-Müsned,1902;İbnu Hibbân,es-Sahîh,5764;el-Hâkim,el-Müstedrek,IV,166
[906]-Taberânî,el-Mu‘cemu'l-Evsat,VII,37;Heysemî,Mecma‘u'z-Zevâ’id,12663
[907]-Tirmizî, 2018; Ahmed b Hanbel, el-Müsned, 17278; İbnu Hibbân, es-Sahîh, 1917
[908]-Taberani,Mu‘cemu's-Sağîr,835;Heysemî,Mecma‘u'z-Zevâ’id,12668Münzirî,et-Terğîb ve't-Terhîb,3931
[909]-Suyûtî,Câmiu's-Sağîr,4137;Taberânî,Mu‘cemu'l-Kebîr,10777;Mu‘cemu'l-Evsat,854;Heysemî,Mecma‘u'z-Zevâ’id,12690
[910]-Buhari,3760;Müslim,2321;Tirmizî,2018;Ahmed,Müsn ed, 17278
|