![]() |
Emre Kongar Makaleleri |
![]() |
![]() |
#1 |
mate
|
Emre Kongar MakaleleriTÜRKİYE'NİN ÖNEMİ "Türkiye'nin önemi" sorunu, hiç kuşkusuz, "dış dinamik" ögeleri açısından değerlendirilebilecek bir konudur ![]() "Dış dinamik" ögeleri açısından da değerlendirilse, konu, "iç dinamik" ögeleriyle de ilgilidir çünkü Türkiye'nin toplumsal, siyasal ve jeopolitik özellikleriyle yakından bağlantılıdır ![]() "Türkiye'nin önemi"ni, üç ayrı anabaşlık altında irdelemek olanaklıdır ![]() ![]() JEOPOLİTİK BOYUT Türkiye, dünya üzerinde sorun olarak gözüken bölgelerden dört tanesinin ortasında yer almaktadır: Balkanlar, Kafkaslar, Ortadoğu ve Körfez ![]() Bu konumu, O'nu, bu bölgelerde çıkarları olan ülkeler açısından "vazgeçilmez" yapmaktadır ![]() Özellikle "küreselleşme" sürecinin Amerika Birleşik Devletlerini getirdiği "dünya jandarmalığı" konumu, ve ABD'nin bu bölgelere olan uzaklığı, Türkiye'nin dünya üzerindeki stratejik önemini ayrıca vurgulamaktadır ![]() Bir başka deyişle, Türkiye, bu çatışma alanları açısından bir "bölgesel güç" kimliği ile varlığını sürdürmektedir ![]() Stratejik açıdan bir başka öge, Sovyetler Birliği'nin dağılmasından sonra ortaya çıkan bağımsız devletler ve otonom yönetimler açısından Türkiye'nin sahip olduğu ekonomik, kültürel ve siyasal olanaklardır ![]() Akıllıca kullanıldığı takdirde, bu olanaklar, Türkiye'nin bir "bölgesel güç" olma özelliğini pekiştirici etki yapacaktır ![]() Balkanların, Kafkasların, Ortadoğunun ve Körfezin, siyasal, asker>î ve ekonomik kargaşası, önümüzdeki yıllarda hiç de durulacak gibi gözükmemektedir ![]() ![]() EKONOMİK BOYUT Türkiye, hızla gelişen, kentleşen, dünya ile ekonomik ve kültürel bütünleşmesini sürdüren ve gittikçe büyüyen (şimdilik) 60 milyonluk bir pazardır ![]() Ayrıca, gelişen teknoloji ve dünyaya açılan girişimcilik, Türkiye'yi sadece bir "pazar" olarak değil, aynı zamanda "üretim" yapan bir ekonomik güç haline de getirmektedir ![]() Bu nitelikleri ile Türkiye, bir yandan Avrupa Topluluğu, öte yandan Japonya ile, "önemli" ekonomik ilişkileri kuracak ve geliştirecek bir yapıya sahip görünmektedir ![]() Eski Sovyetler Birliği yerine kurulan bağımsız devletler ve otonom yönetimler açısından da Türkiye'nin önemli bir ekonomik potansiyele sahip olduğu söylenebilir ![]() Bütün bunlara ek olarak, Irak petrolü ve Kafkasya'dan gelecek petrol (Türkiye üzerinden pazarlanabildiği takdirde), uzunca bir süre, Türkiye'ye önemli bir ekonomik avantaj sağlayacaktır ![]() Türkiye'nin ekonomik önemi, daha yukarda üzerinde durulan jeopolitik önemi ile bütünleştiğinde çok daha derin bir boyut ve anlam kazanmaktadır ![]() SİYASAL-KÜLTÜREL BOYUT Türkiye'nin bir "İslam ülkesi" olması, O'nun dış dünyadaki önemini, belki de buraya kadar üzerinde durulan bütün ögelerden daha fazla arttırmaktadır ![]() Bunun en önemli nedeni "Türkiye'nin tek ve biricik, laik ve demokratik islam ülkesi olmasıdır": Bu niteliği ile Türkiye, hem değişme ve gelişme potansiyeli bakımından ekonomik-askeri-siyasal bir güç olarak önem kazanmakta, hem de daha önemlisi, "Müslüman Dünya" için, farklı bir model oluşturmaktadır ![]() Türkiye'nin, müslüman toplumlar için, laik ve demokratik bir model oluşturması, sadece bölge açısından değil, tüm dünya ve insanlık tarihi açısından önemli bir olaydır ![]() Huntington'un, 21 ![]() ![]() Aslında, Atatürk'ün kurduğu Türkiye, tüm dünyanın önüne bir soru işareti gibi dikilmiştir: Acaba tüm toplumlar için evrensel ve tek bir değişme modeli mi vardır, yani toplumların değişme ve gelişme aşamaları ekonomik açıdan biribirine eşitilendikçe, kültürel yaşamları da benzer mi olacaktır, yoksa, farklı kültür din ve inançtaki toplumlar, farklı biçimde de mi gelişecek ve ilerleyeceklerdir? Daha doğru bir deyişle, Batı toplumlarının izlediği yolu reddederek gelişme olanaklı mıdır? Yoksa, değişme ve gelişme, tüm toplumları, eninde sonunda, aynı yollardan geçmeye mi zorlamaktadır? İnsan hakları, kadın hakları, evrensel kavramlar mıdır? Bir toplumun hem gelişmiş olması, hem de temel hak ve özgürlükleri kısıtlaması olanaklı mıdır? İşte insanoğlu'nun önündeki tek aykırı model olan "Sovyet deneyimi" çöküp, tarihin derinliklerinde kaybolduktan sonra, "islam" aykırı bir model olarak gündeme gelmiştir ![]() Oysa Türkiye, "İslam modeli"nin, evrensel değişme ve gelişme çizgisinden farklı bir yol izlemediğinin en güzel örneğidir ![]() ![]() Türkiye'de, evrensel değişme ve gelişme modelinden farklı, laiklikten ve demokratiklikten sapan bir "İslam modeli" tartışmaları, daha çok, Sovyetler Birliği'nin gücünü sürdürdüğü "soğuk savaş" döneminde alevlenmiştir ![]() Sovyetler Birliği'ni, bir "çember" içine almak ve rejimi, içerden de "İslam" baskısı ile zorlamak politikası, Türkiye'de de "evrenselden farklı, islam>î çözüm" tartışmalarını desteklemiştir ![]() Artık, Sovyetler Birliği çöktüğüne göre, "dışardan böyle bir etki de" anlamını ve dolayısıyla gücünü yitirmiş gözükmektedir ![]() Şimdi, "dış dinamik ögeleri" tam tersine bir etkiyle, daha farklı bir soruyu, yukarda sorulan, "islam>î değişme ve gelişme modeli evrensel modelden farklı mıdır?" sorusunu gündeme getirmiştir ![]() Kanımca bu sorunun yanıtı, 21 ![]() ![]() ![]() Siyasal-kültürel boyut açısından yaptığımız irdelemeler, daha yukarda belirtilen jeopolitik boyut ve ekonomik boyut ile bütünleştiğinde, açıkça görülmektedir ki, Türkiye sadece bir "bölgesel güç" olarak değil, dünya tarihinde, uygarlıklar savaşı denilen değişme ve gelişme süreçleri açısından da çok büyük bir önemle uluslararası arenada yerini almaktadır ![]() MÜBECCEL KIRAY, HİLMİ YAVUZ VE ŞÜKRÜ ELEKDAĞ'IN DEĞERLENDİRMELERİ Kıray, esas olarak Türkiye'nin girdiği değişme ve gelişme süreci içinde, hem siyasal partilerin, hem de siyasal islamın, çözülmekte olan aile ve ağa-köylü ilişkilerinin yerini tutan "araformlar" niteliği kazandıklarını ve birey ile toplum ve devlet arasında bir köprü görevi yüklendiklerini söylüyor ![]() Kıray'ın bu teşhisi hiç kuşkusuz çok doğru ![]() Kıray ayrıca, siyasal islamın, Türkiye'ye bir ölçüde dış dünyadan dayatıldığını, bunun nedeninin Sovyetleri çembere almak olduğunu ve Sovyetler yıkıldığına göre artık bu dış etkinin kalkacağını da söylüyor, Bence bu da son derece doğru ![]() Böylece Kıray'ın çözümlemeleri, 21 ![]() ![]() Yine Kıray'a göre, Türkiye'nin önemi, işte bu değişme modelinin niteliği ile ilgili: Türkiye, bir islam toplumunun, çağdaş bir endüstri toplumuna dönüşümü sırasındaki sorunları ve süreçleri ortaya koyduğu için önemli bir ülke ![]() Yavuz'un değerlendirmeleri, Kıray'ın sosyolojik yaklaşımına karşılık, daha çok felsef>î ve düşünsel ![]() Aslında Yavuz da Türkiye'nin önemini bir "İslam ülkesi" olmasında görüyor ![]() ![]() ![]() Yavuz'a göre, Türkiye, "geçmişinden koparıldığı için" bir "kimlik krizi" yaşıyor ![]() Hiç kuşkusuz, bu teşhisin "geçmişinden koparılmak" bölümü ve bunun bir "kimlik krizi"ne yol açtığı tezi doğru, Yavuz, daha sonra, bu sorunu aşmanın yolunun, "resmen" yani "devlet eliyle", geçmişin günümüzle bağlarının yeniden oluşturulmasını öneriyor ![]() Bu bağlamda, Yavuz'un somut önerileri, Kıray'ın teşhislerinin tam ters yönünde, toplumun daha çok islam>î değerlere bağlı bir yapıyı benimsemesi sonucunu doğuruyor ![]() Bu önerinin, dünya konjonktürü bakımından geçerliliği cidd>î biçimde tartışmalıdır diye düşünüyorum ![]() Elekdağ'ın dört dörtlük analizi için söylenecek fazla buirşey yok ![]() Belki sadece, sosyolojik ve felsef>î bakımdan, iç dinamik ögelerinin ağırlığını daha vurgulayabilirdi, ama bu da onun uzmanlık alanı değil ![]() Ayrıca, Kıray ve Yavuz'un düşünceleri, Elekdağ'ın önerilerini bütünleyerek, Türkiye'nin önemini iyice irdeliyor diyebiliriz ![]() KÜRESELLEŞME VE KÜLTÜREL FARKLILIKLAR ÇERÇEVESİNDE ULUSAL KÜLTÜR Prof ![]() ![]() 16 Mayıs 1997 Ankara Küreselleşme ya da yabancı terminoloji ile "globalleşme", biri siyasal, biri ekonomik, biri de kültürel olarak üç boyutu olan bir kavramdır ![]() Küreselleşmenin siyasal ayağı, Amerika Birleşik Devletleri'nin siyasal egemenliği ya da dünya üzerindeki siyasal jandarmalığı anlamına gelmektedir ![]() Bu durum, bir anlamda Sovyetler Birliği'nin dağılmasından sonra, dünyanın tek kutuplu hale gelmesini de belirtmektedir ![]() Küreselleşmenin ekonomik ayağı, uluslararası sermayenin egemenliğine işaret etmektedir ![]() Bu egemenlik bütün ülkeleri, örneğin Birleşik Amerika'yı da aşan bir biçimde gelişmiştir ![]() ![]() Ekonomik olarak uluslararası sermayenin egemenliği bir yandan günlük yaşam açısından dünyayı "birörnekleştirirken" öte yandan, ekonomik verimliliğin, yani üretim verimliliğinin, dünya ekonomisindeki en belirleyici ölçüt olarak ortaya çıkmasına yol açmıştır ![]() Böylece, gittikçe bütünleşen dünya ekonomisindeki rekabetin belirleyici sonucu, üretim verimliliği kavramına bağlanmıştır ![]() Mikromilliyetçilik Küreselleşmenin kültürel ayağı, birbirinden farklı, hatta biri ötekine zıt iki ayrı sonuca işaret eder ![]() Birinci sonuç "mikromilliyetçilik" biçiminde ortaya çıkmıştır ![]() Son örneğini Yugoslavya olayında gördüğümüz, "mikromilliyetçilik" akımları, ulusal devleti aşan ve onu daha küçük parçalar halinde algılayan bir yapıya sahiptir ![]() Küreselleşme, en küçük bir kültürel farklılığı bile vurgulayarak, elektronik medya aracılığı ile bunu tüm dünya kamuoyunun dikkatine sunan, ayrıca siyasal açıdan, kültürel farklılıkların korunması ilkesini demokratik hak ve özgürlükler alanının ayrılmaz bir parçası olarak gören bir anlayışı yaygınlaştırmaktadır ![]() Küreselleşmenin kültürel ayağının ikinci sonucu, özellikle tüketici davranışını etkileyerek, dünya çapında kültürel birörnekliğin önünü açmış olmasıdır ![]() Küreselleşme olgusunun özellikle ekonomik ayağı, yani uluslararası sermayenin egemenliği, bir yandan "marka cazibesi", öte yandan günlük tüketim alışkanlıklarının denetlenmesi yoluyla, tüm dünyayı benzer davranış kalıpları içine sokmaya yani tek boyutlu bir kültürel kimliğe sahip olmaya doğru zorlamaktadır ![]() Küreselleşme bir süreç, bir olgudur ![]() İyiliği ya da kötülüğü belki tartışılabilir ama, kaçınılmazlığı ortadadır ![]() ![]() Çokkültürlülük Bir toplumu oluşturan bireylerin ve grupların dil, din, ırk, tarih, coğrafya açısından farklı kökenlerden gelmesine dayanan çokkültürlülük, tek bir siyasal birim halinde ve ortak sınırlar içinde yaşayan toplumlarda söz konusudur ![]() Bu farklılıklar kimi zaman, çöken Sovyetler Birliği'nde ya da bugünkü Amerika Birleşik Devletleri'nde olduğu gibi, değişik milletlere mensup insanların bir arada yaşaması biçiminde de görülebilir ![]() Bu iki ülkedeki deneyimler, aslında çokkültürlülük kavramının siyasal sonuçları açısından da oldukça öğretici olmuştur ![]() Toplumdaki çokkültürlülük olayını, bireysel özgürlükler bazında genel toplumsal ve siyasal yapının bir parçası olarak algılayan ABD oldukça başarılı bir uygulama ile, hem siyasal kimliğini hem de özgürlükleri koruyan bir çizgi izlemiştir ![]() Buna karşılık Sovyetler Birliği, bireysel özgürlükleri hemen hemen yok sayarak giriştiği deneyim çerçevesinde, sistemin karşılaştığı başka tür zorlukların sonunda, dağılıp gitmiştir ![]() Sovyetler Birliği ve Yugoslavya deneyimleri bize, bireysel özgürlüklerin güvencede olmadığı sistemlerde farklı kültürel kimliklerin korunmasının ve geliştirilmesinin ister üniter ister federal devlet yapıları çerçevesinde olsun, olanaklı olmadığını göstermiştir ![]() Bireysel özgürlüklerin güvence altına alınarak, "anayasal bir vatandaşlık bağı" çerçevesinde geliştirilemediği siyasal varlıklar, bütünlüklerini koruyamamaktadır ![]() Ulus-Devletin Sonu mu? Küreselleşme, teknolojideki, sermaye yapısındaki ve uluslararası siyasetteki gelişmeler sonunda, dünyayı yöneten güçlerin bütün ülkeler üzerinde, birörnekliğe doğru, karşı konulmaz bir baskı oluşturduğunu vurguluyor ![]() Dünyayı yöneten güçler derken, sadece Amerika Birleşik Devletleri'ni kastetmiyorum ![]() ![]() Küreselleşme teriminin ifade ettiği kavram, siyasal olarak ABD'nin, ekonomik olarak uluslararası sermayenin, teknolojik olarak bilgi çağının, tüm ülkeleri belki değişik oranlarda ama, hemen hemen aynı karşı konulmaz güçle ve aynı yönde etkilediği ![]() Küreselleşmenin tüm etkilerini anlamak için bu olgulara, onlar kadar kesin ve net olmamakla birlikte, insan hakları ve katılım kavramlarının yaygınlaşmasını da eklemeliyiz ![]() Bu son kavramlar bizi, küreselleşme ile birlikte ve doğrudan küreselleşmeye bağlı olarak keskinleşen bir başka oluşuma, mikromilliyetçilik olayına götürüyor ![]() Küreselleşme, yukarda işaret ettiğim tüm karşı konulmaz süreçlerle birlikte mikromilliyetçilik akımlarını da devletler üzerine adeta empoze ediyor ![]() Böylece imparatorlukların dağılmasından sonra, yirminci yüzyılın en büyük siyasal gerçeği olarak ortaya çıkan ulus-devlet olgusu hem yukardan hem aşağıdan iki müthiş darbe yiyor ![]() Ulus-Devlet Zorda Ulus-devleti yukardan sıkıştıran ABD'nin etkisi, uluslararası sermayenin egemenliği ve bilgi toplumunun teknolojik yayılmacılığı kavramları ile, onu aşağıdan zorlayan mikromilliyetçilik akımlarını, bir siyasal komplonun parçaları olarak görmek, konuyu fazla basite indirgemek olur ![]() Çünkü sözünü ettiğim oluşumlar, örneğin ABD'yi de aşan ve onu da etkileyen süreçlerdir ![]() Her şeyden önce bilmemiz gereken nokta, küreselleşmenin karşı konulmazlığıdır ![]() Küreselleşme ile başa çıkmak için su gibi akmak gerekir: Karşı konulamayacak yerde yön değiştirmek ve hedefe doğru, zaman zaman sızarak, zaman zaman da çağlayarak, ama hiçbir zaman amacı gözden kaçırmadan akıp gitmek ![]() Peki, küreselleşme karşısında savunulacak olan hedef nedir? Hedef, hem yukardan hem de aşağıdan gelen başkılara karşı, ulus-devleti çağdaş ve etkin hale getirerek, kapsadığı siyasal sınırlar içindeki tüm insanların refahını ve mutluluk düzeyini yükseltmektir ![]() Niçin ulus-devleti korumak? Çünkü, bir ulus-devletin kapsadığı siyasal sınırlar içindeki tüm vatandaşların refahını ve mutluluğunu gözetecek başka bir güç, başka bir siyasal kurum, (en azından şimdilik) yoktur da ondan ![]() Küresel jandarmalığa soyunan Sovyetler Birliği'nin ve onun devamı olan Rusya'nın eskiden Doğu Avrupa'da ve şimdi Kafkaslar'da yaptıkları ile bugünkü jandarmalığı yüklenmiş görünen ABD'nin Vietnam'daki marifetleri henüz belleklerde çok taze ![]() Mikromilliyetçiliğe gelince eski Yugoslavya'da ve Afrika'daki pek çok ülkede olup bitenler, kabile, ırk, din ve milliyet bağlamındaki mikromilliyetçilik hareketlerinin, bir ulus-devlet otoritesinin yokluğunda nasıl bir katliama dönüştüğünün en güzel örnekleri ![]() Nasıl Bir Ulus-Devlet Burada gündeme gelen ilk konu nasıl bir ulus-devlet? sorusu ![]() Herhalde, ırk gibi, din gibi, mezhep gibi, özellikle mikromilliyetçilik akımları çerçevesinde birleştirici olmaktan çok ayırıcı işlev yapan kavramlara dayalı bir milliyetçilik değil, vatandaşlık bilinci gibi, topyek>û n kalkınma atılımı gibi bütünleştirici anlayışlar üzerine kurulu milliyetçiliğe dayalı bir ulus-devlet ![]() Biraz önce yukarda değindiğim biçimde, küreselleşmenin teknolojik devrimini bütünüyle kullanabilecek, uluslararası sermayenin egemenliğine, kendi sermayesini ve işçisini destekleyip güçlendirerek yön vermeye çalışacak, insan hakları ve katılım beklentilerini tüm vatandaşlarının tüm etkinlikleri için ilke kabul edecek bir devlet ![]() Kültürel Kimlik Bireylerin kültürel kimlikleri, onlar üzerinde bağlayıcı olduğu oranda bireysel özgürlükleri sınırlandırmakta, ama aynı ölçüde bir kimlik kartı işlevini de yerine getirmektedir ![]() Kültürel kimlik ile bireysel özgürlük arasında, bireyin tutum ve davranışlarının farklılıklarına izin verilen "manevra alanının" genişliği açısından tersine bir korelatif ilişki söz konusudur ![]() Bir başka deyişle, sert bir kültürel kimlik, bireyin, ait olduğu kültürel kimlik açısından yapması beklenen tutum ve davranışları büyük ölçüde kendisine empoze eder ve böylece "bireysel özgürlükler alanı" önemli ölçüde sınırlanmış olur ![]() Buna karşılık yumuşak bir kültürel kimlik, bireyin tutum ve davranışlarına daha az müdahale ettiği için, onun "bireysel özgürlükler alanını" daha geniş bir çerçeveye taşır ![]() Burada, bir kültürel kimliğin "militanı" kimliğine bürünen birey, kendisini öteki kültürel kimlik sahiplerinden ayırmak için kendisinden farklı tutum ve davranışları önemli ölçüde olumsuzlama çabası içine de girer ve böylece toplumsal etkileşimi önemli ölçüde zedeleyici bir oluşum ortaya çıkar ![]() Buna karşılık, yumuşak bir kültürel kimliği savunan birey, aynı toplum içinde yaşadığı öteki kimlik sahiplerine de hoşgörü ile bakma eğilimindedir ![]() Böylece yumuşak kültürel kimlik hem o kimlik sahibi olan bireyin özgürlük alanını daraltmaz, hem de öteki kimlik sahipleriyle bir arada yaşama dürtüsünü kısıtlamadığı için, toplumsal etkileşim miktarı kısıtlanmamış, dolayısıyla toplumun işleyişi bozulmamış olur ![]() Anayasal Vatandaşlık Son günlerde Türkiye'nin gündeminde yeniden tartışılmaya başlanan "Anayasal vatandaşlık" kavramı, ulusal devleti, din, dil, ırk gibi tarihten ya da coğrafyadan gelen "kültürel kimlikler" yerine, mensup olunan ülkenin siyasal kimliğine ve bu ülkenin "eşit haklara dayalı vatandaşlığı" kavramına bağlayan bir anlayışı dile getirmektedir ![]() Dil, dil, ırk gibi, yukarda da belirtilen biçimde, başka kimlikleri dışlayarak kendi kimliğini güçlendirme eğilimi taşıyan ögeler, ulus devlet oluşumu içinde, öteki kimliklere karşı duyarsız, hoşgörüsüz, hatta düşmanca tutum ve davranışlar içinde olan militanlar elinde toplumsal etkileşimi engelleyici bir işleve doğru kayabilir ![]() İşin kötüsü bu kayış, ulus devleti oluşturan asıl ögelere, yani o toplumun çoğunluğunun mensup olduğu dine, ırka ya da millete dayalı olarak ortaya çıkabilir ![]() İşte o zaman ırka ya da dine veya milliyete dayalı bir "çoğunluğun baskısı" yani bir "faşizm" ya da diktatörlüklerin en korkuncu olan "çoğunluğun diktatörlüğü" kavramı, tüm toplumu bir ortaçağ karanlığının boyunduruğuna alır ![]() Tabii böyle oluşumun, derhal o toplumun içindeki öteki din, dil, ırk ve benzeri ayrımlara göre filizlenen "kültürel kimlikleri" de aynı baskıcı ve şiddete dönük yola iteceğini görmek için k>â hin olmaya gerek yoktur ![]() Ayrıca, çoğunluğun mensup olduğu kimlik kullanılmasa bile, kimi zaman, azınlıkta kalanların kültürel kimliğini çoğunluğa empoze etmek ya da bir kültürel kimliği şiddete ve teröre başvurmanın gerekçesi olarak kullanmak derhal, "zincirleme reaksiyon" ile, içinde yaşanılan toplumu bir kan deryasına dönüştürebilir ![]() İşte tam bu noktada, "Anayasal vatandaşlık" kavramı, "yumuşak" ve "birleştirici" bir "kültürel kimlik" olarak ortaya çıkmaktadır: Bir toplumu oluşturan tüm bireylerin ve farklı grupların, din, dil, ırk ve benzeri köken farkı olmaksızın, devletin önünde eşit muamele gördüğü, ülkenin kamu hak ve olanaklarından eşit olarak yararlandığı, bu nedenle de üyesi olduğu devletle özdeşleştiği bir "Anayasal vatandaşlık" ![]() Türkiye'de Durum Anadolu toprağı pek çok farklı uygarlığa beşiklik etmiştir ![]() Bu nedenle de gerek geçmişte, gerekse bugün, bu topraklar üzerinde din, dil, ırk ve benzeri kökenler bakımından çok değişik kimlikler taşıyan insanlar kimi zaman barış içinde, kimi zaman birbirleriyle savaşarak, ama her zaman "birlikte var olmuşlardır" ![]() İşte Mustafa Kemal Atatürk'ün kurduğu genç Cumhuriyet, tüm bu toprakların ve bu insanların, bu uygarlıkların mirasçısıdır ![]() Dolayısıyla, biz bütün bu insanlık birikiminin mirasçıları olarak, onları hem korumak hem de gelecek kuşaklara aktarmak zorundayız ![]() Pek doğal olarak, tarihten gelen "talihli" ya da "talihsiz" ilişkiler bugünü de etkilemektedir ![]() Örneğin Ermeni yurttaşlarımızla, tarihten gelen "talihsiz" ilişkiler söz konusudur ![]() Buna karşılık aynı tarih, Musevi yurttaşlarımızla "talihli" ilişkilerin birikimini yansıtmaktadır ![]() Atatürk'ün kurduğu genç Cumhuriyet, bugünlerde yine gündeme gelen "Anayasal vatandaşlık" kavramına dayalı, çağdaş bir ulus devlettir ![]() Çağdaş ulus devletler, tek bir ırkın ya da tek bir ulusun öteki kültürel kimlikleri bastırması üzerine kurulmamışlardır ve varlıklarını böyle bir baskı ile sürdüremezler ![]() Tam tersine her ulus devlet, vatandaşlarını oluşturan farklı kültürel kimliklerin renkliliğini ve çeşitliliğini, devletin ve o devleti oluşturan toplumun güzelliği ve gücü olarak geliştirdiği oranda, refahı ve kuvveti artar ![]() Önümüzdeki İki Tehlike: Bölünme ya da Benzeşme Yoluyla Yok Olmak İşte küreselleşme, farklı kültürleri bağrında barındıran bir toplum açısından iki tehlikeyi gündeme getirmiştir: Bunlardan biri Yugoslavya örneğinde olduğu gibi bölünme yoluyla yok olmaktır ![]() İkinci tehlike de, küreselleşmenin birörnekleştirici etkisiyle yok olmaktır ![]() ![]() Çözüm: Farklılıkları Zenginleştirerek Bütünlüğü Korumak Bu iki büyük tehlikeye karşı, özellikle bireysel özgürlükleri güvence altına alıp yayarak, toplumun etkileşimini güçlendirerek kültürel farklılıkları ve siyasal bütünlüğü korumak tek çıkar yol gibi görünmektedir ![]() Geçmişimizi yadsımadan, ama gereken yerlerde ondan dersler alarak, güncel özgürlükleri eşitlik ve adalet ilkeleri çerçevesinde yaygınlaştırmak ve güçlendirmek bu çözümün en önemli yöntemidir ![]() Bireysel özgürlüklerin güvencede olması, hiç kuşkusuz farklı kimlik mensuplarının tutum ve davranış alanlarını zenginleştirerek, hem farklı kültürlerinin bir arada yaşamasını hem de birbirlerine hoşgörü ile bakmasını sağlayacaktır ![]() Bu arada özenle sakınılması gereken nokta, sadece kültürlerarası düşmanlıkların körüklenmesi değil, aynı toplum ve aynı devlet içinde farklı hukuk sistemlerinin uygulanması gibi, ayrımcı düzenlemelerdir ![]() Cemaatlerin kendi inançlarına göre farklı hukuk düzenleri oluşturmaları, toplumu derhal böler ![]() Lübnan örneği unutulmamalıdır ![]() Kendi din, dil ve ırk özelliklerini, üzerinde yaşadığı topraklar çerçevesinde dünyadaki öteki benzerlerinden farklı geliştirmiş olan Anadolu insanının bu hedefi gerçekleştirebilecek deneyim birikimine ve sağduyuya sahip olduğuna inanıyorum ![]() TÜRKİYE'NİN KÜLTÜREL ÖZ-ANLAYIŞI: AVRUPA BİRLİĞİ İÇİN BİR ZENGİNLİK Avrupa Yolunda Türkiye ve Polonya-Değişim Sürecinde İki AB Aday Ülkesi Sempozyumu 5 Ekim 2001 Ankara, Orta Doğu Teknik Üniversitesi PROF ![]() ![]() Giriş Konu hakkında doğrudan doğruya düşüncelerimi belirtmeden önce birinci olarak bu toplantının düzenlenişinde büyük bir isabet olduğunu belirtmek isterim ![]() Bugüne kadar Türkiye ile AB ilişkileri hep tek başına ele alındı ![]() İlk kez iki aday ülke, karşılaştırmalı olarak AB ile ilişkileri açısından inceleniyor ![]() Hemen belirtmeliyim ki, Polonya, özellikle de Almanya'nın verdiği büyük destekten dolayı, şu anda AB'nin "en tercih ettiği aday ülke" konumunda ![]() Buna karşılık Türkiye, özellikle Yunanistan'ın olumsuz tutumundan ve Türkiye ile arasındaki sorunları AB platformuna taşıma kararından dolayı "en az tercih edilen aday ülke" konumunda ![]() Böylece belki de bu toplantı, "En çok tercih edilen aday ülke Polanya ve en az tercih edilen aday ülke Türkiye ile AB ilişkileri" arasındaki karşılaştırmalı bir inceleme olarak da düşünülebilir ![]() İkinci olarak belirtmek istediğim nokta, Türkiye ile Polonya arasındaki tarihten gelen sıcak ilişkilerin, bu iki ülkenin birlikte ele alınmasını daha da anlamlı kıldığıdır ![]() Bildiğiniz gibi, Polonya, yani o zamanki adıyla "Lehistan" bağımsızlığını yitirdiği dönemlerde Osmanlı İmparatorluğu'nun tam desteğine sahipti ![]() Padişah'ın yabancı ülke sefirlerini kabulü sırasında, sıra Lehistan büyükelçisine gelince "Lehistan sefiri" çağrısına, "yoldaaa" diye karşılık verilir, böylece İmparatorluğun, Lehistan'ın bağımsızılığını yitirmesini kabul etmediği, yeniden bağmsızlığına kavuşacağı günleri beklediği vurgulanırdı ![]() Üçüncü olarak belirtmek istediğim nokta, benim de konuşacağım bu oturumun adının güzelliği ve olumlu vurgulaması: Oturumun adı, "Polonya ve Türkiye'nin Kültürel Öz Anlayışı: AB İçin bir Zenginlik ![]() Görüldüğü gibi, toplantıyı düzenleyenler, Polonya'nın ve Türkiye'nin Avrupa Birliği için "Kültürel bir zenginlik" olduğunu düşünüyorlar ![]() Bence bu da çok olumlu bir tutum ![]() Şimdi tebliğimin esas konusuna geçebilirim ![]() Türkiye'nin İki Farklı Kültür Kaynağı ![]() Türkiye kültürel bakımdan, dünyada benzeri pek kolay bulunamayacak bazı özelliklere sahiptir ![]() Bu benzersiz özellikler, Türkiye'nin geçirdiği hızlı güdümlü değişme süreçlerinin sonunda ortaya çıkmıştır ![]() Türkiye'nin bugünkü kültürel birikimi iki farklı kaynaktan gelir: Birinci olarak, Türkiye, Osmanlı İmparatorluğu'nun bir mirascısı, hem de onu yönetmiş olan bir mirascısıdır ![]() Bu özelliğiyle, İslam Dünyası'nın da bir üyesidir ![]() Kültürel dokusunun temelinde yüzyıllardan beri süzülüp gelen gelenek ve görenek biçimindeki İslami değerler vardır ![]() İkinci olarak, Türkiye, Atatürk Devrimleri ile bir çağdaşlaşma atılımı yaşamış ve bu süreç içinde, batılı değerler başta olmak üzere, çağdaş dünyanın kültürel değerlerini, Osmanlı Mirası üzerine aşılamış bir ülkedir ![]() Türkiye'nin bu iki özelliği birarada ona, bugünkü dünyada başka bir eşi olmayan "Laik ve Demokratik, Sosyal Hukuk Devleti" modelini Anayasasında kabul etmiş bir İslam toplumu özelliği kazandırmıştır ![]() Dolayısıyla, Türkiye, bir yandan tarihten gelen özellikleriyle bir İslam toplumunun kültürel niteliklerini, öte yandan Atatürk Devrimleri ile, bunların üzerine aşılanmış çağdaş kültürel ögeleri taşıyan bir toplumdur ![]() Bu özellikleriyle, gerek siyasal yapı, gerekse kültürel yapı açısından şu anda dünya dabaşka bir benzeri yoktur ![]() Bu nokta böylece belirlendikten sonra, Türkiye'yi, üye adayı olduğu Avrupa Birliği ülkeleri açısından karşılaştırmalı olarak değerlendirdiğimizde bir başka farklılık daha ortaya çıkmaktadır: Bir Başka Farklılık Daha: Türkiye Endüstrileşme ile Değil, Bağımsızlık Savaşı ile Kuruldu ![]() Bilindiği gibi bugünkü Batı Avrupa ülkelerinin tüm yapıları, Hırıstiyan kültürünün üzerine endüstrileşme devriminin gelmesiyle biçimlenmiş toplumlardan oluşur ![]() Endüstri devrimi, bu ülkeleri, Orta Çağın din-tarım imparatorluğu yapılarından, çağdaş demokratik, endüstriyel, kentsel laik, ulus devlet yapılarına dönüştürmüştür ![]() İşte tam bu noktada, Türkiye'nin doğal bir endüstrileşme süreci sonunda ortaya çıkan bir siyasal ve kültürel yapıya sahip olmadığı anımsanmalıdır: Tam tersine, Türkiye endüstrileşemediği için çökmüş ve yokolmuş bir imparatorluğun, Osmanlı İmparatorluğu'nun mirascısı olarak, bir "Kurtuluş Savaşı" ile kurulmuştur ![]() Yani bugünkü Türkiye'nin temellerinde endüstri devrimi değil, bir "Kurtuluş Savaşı" yatmaktadır ![]() Bu niteliği ile Türkiye, endüstrileşemenin ve onun getirdiği kentleşme ve demokratikleşme süreçlerinin tam anlamıyla egemen olduğu bir kültürel yapıya değil, bir din-tarım imparatorluğundan çağdaş bir demokratik endüstriyel toplum yapısına geçmeyi hedefleyen devrimlerle biçimlendirilmeye çalışılan ve kimi zaman geri dönüşlerden etkilenerek, eski feodal kalıntılarının bir bölümünü siyasal ve kültürel yapısında hala devam ettiren bir kültüre sahiptir ![]() Endüstrileşme sürecinin ve onun ardında yatan aydınlanma devriminin "kendiliğinden" oluşmadığı bir din-tarım imparatorluğunun kalıntıları üzerinde çağdaş bir demokratik ve endüstriyel-kentsel yapı oluşturmanın henüz tam anlamıyla yerleşememiş olmasının ardında, hiç kuşkusuz, Orta Çağ kalıntısı olan toprak ağalığının ve köle köylülüğün kültürel değerlerdeki etkilerinin sürmesi, buna karşılık, çağdaş sınıflar olan sermaye sınıfının ve işçi sınıfının yeterince güçlü olmamaları, yani laik-demokratik bir kentli-endüstriyel toplum değerlerinin bilincine tam anlamıyla varamamış olmaları belirleyici ögelerdir ![]() Sonuç olarak, Batı'da demokrasiyi geliştiren çağdaş sınıfsal değişme, Türkiye'de henüz tamamlanmamıştır ![]() Laikliğe ve demokrasiye sahip çıkan bir sermaye sınıfı ile, laikliği ve demokratikliği içine sindirmiş ve böyle bir düzen için mücadele etmiş bir işçi sınıfı henüz Türkiye'nin toplumsal ve kültürel yapısında tam anlamıyla egemen olamamışlardır ![]() Bunun sonucunda da hem bu sınıflar henüz yeterince gelişmedikleri için, hem de Türkiye'yi bir "Bağımsızlık Savaşı" ile kurdukları ve kurdukları düzeni koruyarak sürdürmek istedikleri için, askeri bürokrasi, toplumndaki ağırlığını sürdürmektedir ![]() Ayrıca kentsel kültürün eksikliği ve buna dayalı olarak günlük yaşamda görülen aksaklıklar da hep, Türkiye'nin bu endüstrileşme sürecini yeterince özümleyerek yaşayamamış olmasından kaynaklanır ![]() Böylece Türkiye'nin kültürel açıdan yapısal olarak AB'den farklı olan iki ayrı eksendeki özelliklerine değinmiş bulunuyorum ![]() Şimdi Türkiye'deki kamuoyunun bu konudaki yargılarına geçebiliriz ![]() Türkiye'deki Kamuoyu, Ülkeyi "Avrupalı" Görüyor ![]() Türkiye'de yapılan bütün kamuoyu araştırmaları, halkın Türkiye'yi yüzde 60'lar-70'lerde dolaşan büyük bir çoğunlukla "Avrupalı" olarak gördüğünü gösteriyor ![]() Türkiye'yi bir Orta Doğu ülkesi olarak görenlerin oranı yüzde 10'lar dolayında ![]() Buna karşılık, doğrudan doğruya AB üyeliği söz konusu olduğunda "Avrupalı" olma konusundaki kimlik eğiliminin daha düştüğü, yüzde 50 dolaylarına indiği gözlenmekte ![]() Kamuoyunun eğilimleri böyle olmakla birlikte, Türkiye'deki "kamuoyu liderlerinin" yani siyasal partilerin ve yazarların genel tutumunu üç ana gruba ayırmak olanaklıdır ![]() Birinci grup, AB üyeliğini "her derde deva" olarak görenlerdir ![]() Bunlara göre Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne girmesi, bütün siyasal, toplumsal ve ekonomik sorunlarının çözümünü getirecektir ![]() Dolayısyla bu gruba göre Türkiye kayıtsız koşulsuz, Avrupa Birliği'ne girmelidir ![]() Kamuoyunda yaygın görüş budur ![]() İkinci grup, Avrupa Birliği'nin Türkiye'ye düşman olduğuna, hiç bir zaman Türkiye'yi üye olarak almayacağına inanmakta, ayrıca AB'nin yeni emperyalizmin bir örgütü olduğunu düşünmektedir ![]() Özellikle Yunanistan'ın, Gümrük Birliği'ne katılan Türkiye'ye karşı, AB'nin anlaşmadan doğan yasal yardım zorunluluklarını bile yerine getirmesini veto ettiğine dikkat çeken bu grubun en büyük gerekçesi Yunanistan'ın, Türkiye ile arasındaki sorunların çözümü için AB'yi bir baskı aracı olarak kullanmakta oluşudur ![]() Küçük bir azınlık gibi görünmekte olan bu kamuoyu liderleri grubunun desteği zaman içinde giderek artmaktadır ![]() Üçüncü grup, başta Gümrük Birliği olmak kaydı ile, Türkiye Avrupa Birliği ilişkilerinin yeniden sakin bir kafayla masaya yatırılmasını her şeyin yeniden konuşulmasını isteyenlerdir ![]() Bu grup öteki gruplara göre sesini en az duyurabilen ve en a taraftar bulan gruptur ![]() Şimdi çok kısaca Türkiye'nin katılımı AB'ye kültürel olarak ne getirecektir, ona bakalım: Türkiye'nin Katılımı AB İçin Gerçek bir Kültür Zenginliği Getirecektir ![]() Başta da belirttiğim gibi, Türkiye, yıllarca İslam dünyasının yönetimini elinde tutmuş bir imparatorluğun en azından kültürel mirasçısı olarak, öteki AB ülkelerinden çok farklı bir kültür birikimine sahiptir ![]() Üstelik bu kültür birikimi, üzerine çağdaş uygarlığın aşılandığı, yani çağdaş dünya ile etkileşime geçmiş bir toplumdaki kültür birikimidir ![]() Bu açıdan bazı simgeleri kullanarak şöyle diyebiliriz: Türkiye'nin AB'ye üyeliği, müzikte, Mozart ile Itri'nin, resimde minyatür ile pentürün, edebiyat'ta Batı ile Doğunun senzelerini kazandıracaktır AB'ye ![]() Bu çerçevede, Türkiye'nin AB'ye katılımının, bu birliğe, Hırıstiyan-Katolik kültürü ile yoğrulmuş olan Polonya'dan daha büyük ve değişik bir katkı yapacağı söylenebilir ![]() Sonuç: Türkiye Zaten Avrupalı Bir Ülke Olma Yolundadır ![]() Sözlerime son verirken iki gerçeğe işaret etmek istiyorum ![]() Birincisi şu anda yaklaşık üç milyon "Türk kökenli Avrupalı" insanın Avrupa'da yaşadığıdır ![]() Yaklaşık iki buçuk milyonu Almanya'da yaşayan bu Türklerin profili 1970'li yıllarda yüzde 70'lerdeki bir çoğunlukla "işçi" idi ![]() 2000'li yıllarda ise bu profil yüzde 70'lerde esnaf, girişimci, öğrenci gibi grupların egemenliğine geçmiş görünüyor ![]() Dolayısıyla, şu anda üç milyon "Avrupalı Türk" ya da "Türk Avrupalı" zaten AB sınırları içinde yaşamakta ![]() İkinci olarak söylemek sitediğim husus, Türklerin yüzyıllardır (daha Orta Asya'dan çıktıkları günden beri) Batı'ya doğru bir yürüyüş içinde olduğudur ![]() Bu yürüyüş Mustafa Kemal Atatürk'ün gerçekleştirdiği devrimlerle, "Çağdaşlaşma" olarak geriye dönülemez bir biçimde damgalanmıştır ![]() Türkiye gelecekte AB içinde yer alabilir ya da almayabilir, ama mutlaka "Avrupalı" bir İslam ülkesi olacaktır ![]() Tam bu bildirinin sunulduğu günlerde TBMM'nin yaptığı Anayasa değişiklikleri de, aslında "Avrupa'ya doğru" olan bu yürüyüşun küçük ve çekingen de olsa, atılmış yeni adımlarıdır ![]() Hepinizi saygı ile selamlarım ![]() BARIŞ KÜLTÜRÜ VE DEMOKRASİ (Bildiri Özeti) EMRE KONGAR Barış Kültürü Sempozyumu 16 Ekim 2000 İzmir Tarihe baktığımızda dünya üzerindeki barışın çeşitli yöntemlerle sağlandığını görüyoruz ![]() Birinci yöntem, Roma ve Osmanlı İmparatorlukları gibi imparatorluklarda gördüğümüz "bir yönetimin egemenliğine dayalı barıştır" ![]() "Roma Barışı" ya da "Osmanlı Barışı" gibi isimlerle anılan bu barış, bir yönetimin kendi anlayışını, savaşarak zaptettiği tüm alanlarda egemen kılması yöntemine dayanır ![]() Tabii bu barış, sadece imparatorluğun kendi sınırları içinde ve geçici bir dönem için söz konusudur ![]() Gerek imparatorluğun sınırları dışındaki "düşmanlarla" çatışmalar, gerekse imparatorluğun sınırları içindeki isyanlar bu barışı sık sık kesintiye uğratır ![]() Egemen imparatorluğun yıkılmasıyla bu barış sona erer ![]() İkinci yöntem, "kuvvet dengesi" dolayısıyla düşman ülkelerin birbirlerine saldırmadan birlikte yaşamalarıdır ![]() Bu barış da, düşmanlardan biri güçleninceye, ya da kendini güçlü hissedinceye kadar sürer ![]() Taraflardan biri yeterince güç kazandığını düşününce, barış derhal bozulur ![]() Eskiden tarafların karşılıklı doğrudan savaşlarıyla belirlenen bu güç dengesi, yirminci yüzyılın ikinci yarısında, soğuk savaş döneminde, "dehşet dengesine" dönüşmüştür ![]() Böylece Doğu ve Batı Blokları arasındaki nükleer güç dengesine dayalı bir dünyada sadece yerel savaşlara izin verilmiş ve Birinci ve İkinci Dünya Savaşı felaketleri bir kez daha yaşanmamıştır ![]() Bugün, Sovyetler Birliği'nin çökmesiyle birlikte, dünya yeniden eski çağları andıran bir "Amerikan Barışı" dönemine girmiş görünmektedir ![]() Gerçek barışın asıl yöntemi ise hiç kuşkusuz, "barış içinde birlikte yaşama" ideolojisine göre, farklı dillerin, dinlerin, kültürlerin ve rejimlerin oluşturduğu değişik ülkelerin birbirlerinin egemenlik haklarına saygı göstererek birlikte üretim yapmalarında yatar ![]() Ne yazık ki, ülkeler arası eşitsizliklerin egemen olduğu ve küreselleşme aracılığı ile bu eşitsizliklerin büyüdüğü günümüz dünyasında, pek çok ülke, kendi rejimini dışarı ihraç etmek istemekte, devletler arasındaki toprak ve sınır kavgaları hala etkin bir biçimde gündemi işgal etmekte, etnik ve dinsel kökenli saldırılar insanlar arası ilişkilerin savaşa dönüşmesine yol açmaktadır ![]() Bütün bu "savaş nedenleri" gözden geçirildiğinde, ister toprak anlaşmazlığı, ister rejim ve yönetim kavgası olsun, hepsinin tek bir ana eksene, "kimlik eksenine" indirgenebileceği görülür ![]() Din, mezhep ya da milliyet ve ırk farklılıklarına dayalı siyasal birlikler yani devletler, farklı kimlikte olan insan grupları ya da siyasal birlikler ile anlaşmazlığa düşmektedirler ![]() İşte tam bu noktada "uluslararası arenadaki" kimlik kavgaları ile "ulusal düzeydeki" kimlik sorunları arasındaki benzerliklere ve çözüm seçeneklerine bakarak, bazı ilginç sonuçlara ulaşabileceğimizi düşünüyorum ![]() Ulusal düzeydeki sorunların çözüm seçenekleri arasında en insancıl ve kalıcı olanı, hiç kuşkusuz "demokratik çözümdür" ![]() Bilindiği gibi demokrasi, "bireylerin temel hak ve özgürlüklerinin güvencede olduğu bir çoğunluk yönetimidir" ![]() Bir başka deyişle "demokratik rejimlerde" bütün vatandaşlar, din, mezhep, ırk, dil farkı olmaksızın devlet karşısında eşit kabul edilirler ![]() İşte bu kültür yani bütün insanların her türlü kimlik farkına karşın, eşit olduğu anlayışı ve çoğunluğun bile, temel hak ve özgürlüklere dayanan bu eşitliği bozamayacağı inancı, uluslararası platforma taşınabilirse, insanlık için de kalıcı bir barış söz konusu olabilir diye düşünüyorum ![]() Bu tabii hiç de kolay bir hedef değil ![]() Önce bireyler bu anlayışla yetiştirilecek ![]() Sonra onların oluşturduğu farklı kimlikteki siyasal birimler yani devletler demokratik yapıya sahip kılanacak ![]() Daha sonra da, bu demokratik devletler, kendi aralarında gerçek bir demokratik barışa dayalı uluslararası bir sistem oluşturacak ![]() Tabii sorun bu zincirin birinci halkasında: Gerçek demokrasiye ve barışa inanan bireyler nasıl yetiştirilecek? Birbirini gırtlaklayan devletler, kendi vatandaşlarına demokrasi ve barış kültürünü nasıl aşılayacak? Çocuklarını hala döverek yetiştiren ailelerde gerçek demokratik değerler nasıl öğretilecek? Bu ve benzeri sorunlar, dünyamızın gerçek bir demokratik barış ortamından henüz çok uzak olduğunun göstergesi olarak düşünülebilir ![]() Fakat ben yine de dünyamızdaki kalıcı bir barışın, sadece ve sadece demokrasiye inanan bireylerin yetiştirilmesinden ve bu bireylerin oluşturacağı demokratik devletlerin barışcı ilişkilerinden geçeceğine inanıyorum ![]() Bu nedenle de kalıcı bir barışın arka planınında, gerçek bir demokrasi kültürünün yattığını düşünüyorum ![]() EKONOMİK BÜYÜME VE KÜLTÜREL KALKINMA Emre Kongar Ekonomik büyüme ile ekonomik kalkınma genellikle birbirine karıştırılan kavramlardır ![]() Ekonomik büyüme, ulusal gelir düzeyindeki ve birey başına düşen ulusal gelirdeki artışı işaret eder ![]() Ekonomik kalkınma ise, çok daha yapısal bir sonuç yatırımların artması, üretim verimliliğinin yükselmesi anlamına gelir ![]() Ekonomik kalkınmanın ardında, insan ögesine yapılan yatırımlar ve genel olarak yaşam standartlarının gelişmesi vardır ![]() Bu nedenle de genellikle ekonomik kalkınma ve gelişme biçiminde kullanılır gelişmekte olan ülkelerin kalkınması ![]() Matematiksel ifadelerle, bir yılda üretilen tüm mal ve hizmetlerin toplamı anlamına gelen ulusal gelirin artması, bunun nüfus başına bölündüğünde bulunan birey başına gelir ve bunun yükselmesi, genellikle ve yanlış olarak kalkınma olarak kullanılır ![]() Oysa bu rakamların ifade ettiği gerçeklik, kalkınma değil büyümedir ![]() Büyüme ile kalkınma arasındaki ilişkiler çok ilginçtir ![]() Aslında salt ulusal gelir artışı ya da birey başına düşen gelirin yükselmesi kimi zaman ciddi bir kalkınma göstergesi bile olamaz ![]() Eğer, gelir dağılımı adaleti bozuluyorsa, ülkenin eğitim ve sağlık hizmetlerinin yaygınlaşmıyorsa, konut ve sosyal güvenlik hizmetleri geriliyorsa, ulusal gelir topyekun artsa bile, bir kalkınmadan söz etme olanağı yoktur ![]() Tabii gerçek bir kalkınmadan söz etmek için, okur-yazarlığın yükselmesi, eğitilmiş ve uzmanlaşmış işgücünün artması, tüm nüfusun sosyal güvenlik şemsiyesi altına alınabilmiş olması ve bu arada işsizliğin yüzde 1-2 gibi sayılarda dolaşması gerekir ![]() Örneğin Dünya Bankası'nın kalkınma ölçütleri arasında, birey başına düşen hastahane yatağı sayısından tutun da, ülkedeki eğitim düzeyine kadar pek çok istatistik yer almaktadır ![]() Tanımlar açısından, ekonomik büyümenin zorunlu olarak ekonomik kalkınma ve gelişmeyi içermediğini, ekonomik kalkınma ve gelişmenin ise zorunlu olarak kültürel kalkınma ve gelişmeye bağımlı olduğunu söyleyebiliriz ![]() Ekonomik Büyüme, Ekonomik Kalkınma ve Kültürel Gelişme Arasındaki ilişkiler ![]() Sadece ulusal gelir artışını belirten ekonomik büyüme, örneğin, bizimki gibi yağma ekonomilerinde kültürel kalkınma açısından hiç bir olumlu göstergeye işaret etmeyebilir ![]() Kültürel kalkınma teriminden çok genel olarak eğitim düzeyinin yükselmesini, kültürel etkinliklerin ve bunlara katılan bireylerin artmasını, kültür ve tabiat varlıklarının korunmasını anlıyoruz ![]() Bu tanımdan da anlaşılabileceeği gibi, ekonomik büyüme, hiç bir biçimde zorunlu olarak kültürel kalkınmayı içermez ![]() Nitekim, 1980 askeri darbesini izleyen Özal döneminden beri, ekonomik bakımdan büyüyen Türkiye'nin kültürel bakımdan sürekli gerilediğine tanık oluyoruz ![]() Oysa gerçek ekonomik kalkınma, biraz yukarıda da belirttiğim gibi, aslında temelde insan ögesine, insanın verimliliğinin artmasına bağlı olduğundan, doğrudan doğruya kültürel kalkınmanın bir türevidir ![]() Türkiye ne yazık ki, 21 ![]() ![]() Hiç kuşku yok ki bu noktaya gelinmesinde, yağmacı politikacıların kendi ceplerini doldurmak adına ürettikleri, ne bahasına olursa olsun, sermaye birikimi sağlanmalıdır sloganı, bir yandan Sosyal Refah Devleti ilkesinin bir yana bırakılması, öte yandan, vahşi sömürüye dayalı ikel kapitalist birikimin desteklenmesi sonucunu doğurmuş ve Türkiye ekonomik olarak büyürken, kültürsüzleşen bir toplum halini almıştır ![]() Oysa, böyle bir kültürsüzleştirme politikası ile, ekonomik kalkınma ve gelişmenin sağlanamayacağı açıktır ![]() Çok kısa bir süre sonra, insan ögesinin yetersizliğinden dolayı ekonomik büyüme konusunda bile dar boğazlar yaşanmaya başlayacak, ve insanımızın niteliksizliğinden dolayı, ekonomik büyüme bile duracaktır ![]() Ayrıca, ekonomik büyüme adına kültür ve tabiat varlıklarımızın yağmalanması sonucunda, özellikle sahil bölgelerimizde ve büyük kentlerimizde yaşama alanları daralacak, insanlar hareket edemez ve nefes alamaz hale geleceklerdir ![]() Demokrasi, Kamu Zenginliğinin Yağması Demek Değildir ![]() Hiç kuşkusuz, ekonomik kalkınmanın ve kültürel gelişmenin temelinde, planlama kavramı yatar ![]() Ne yazık ki, Türkiye'de planlı dönemin başladığı 1962 yılında derhal ortaya atılan Plan değil pilav istiyoruz demogojisi, kamu yararının ve kamu çıkarlarının, çoğunluğun yağmasına kurban edilmesine yol açmıştır ![]() Kentsel yaşama alanları gecekondu yağmaları ile daraltılmış, yine kentlerin ve sahil bölgelerinin en seçkin yerleri, siyasetçiler tarafından yapılan tahsislerle talan edilmiştir ![]() Böylece, demokratik rejim, çoğunluğun diktatörlüğüne ve yağmasına yönelik olarak yozlaştırılmış ve tüm ülke kültür ve tabiat varlıkları açısından yoksullaştırılmıştır ![]() Dünyanın hiç bir yerinde demokratik rejim, kamu yararının yokeldilmesi için kullanılmamıştır, kullanılamaz ![]() Tam tersine batı demokrasileri, kamu yararını sürekli olarak bireysel çıkarlara karşı korumuş, böylece, toplumlar demokratik rejim sayesinde sahip oldukları tarih ve tabiat hazinelerini korumuş ve daha da zenginleşmişlerdir ![]() Sadece Türkiye'de politikacılar, halk istiyor diye tarih ve tabiat varlıklarını talan etmektedirler ![]() Cumhuriyet Yönetiminin Verdiği Örnek ![]() Osmanlı İmparatorluğu'nun endüstrileşmeyi ıskalamış yapısı üzerine çağdaş bir devlet kurmanın savaşını veren Mustafa Kemal Atatürk ve arkadaşları, çok ilginç bir biçimde, ekonomik yatırımlarla, kültürel atılımları hemen hemen aynı önemde görmüş, hatta kimi zaman kültürel atılımları, bütün ekonomik yetersizliklere karşın, ekonomik yatırımlardan daha etkin bir biçimde, büyük bir başarıyla gerçekleştirmişlerdir ![]() Ülke bir yandan örneğin, ulaşım konusunda demir ağlarla örülürken öte yandan bütün olanaksızlıklara karşın Ankara'da bir konservatuvar kurulmuş ve yurt dışından uzmanlar getirtilmiştir ![]() Çankaya yokuşu bile ancak at sırtında tırmanılırken, Ulus'ta bugün opera binası olarak kullanılan sergi sarayı yapılabilmiştir ![]() Cumhuriyet'in dine dayalı feodal bir tarım imparatorluğundan çağdaş bir ulus-devlet oluşturma projesi Atatürk ve arkadaşlarının, kültürel kalkınmaya da ekonomik büyüme kadar önem vermesi ile hayata geçirilebilmiştir ![]() Günümüzdeki Sorun Tüm toplumsal ve siyasal yaşamımıza egemen olan yağma ekonomisi ne yazık ki, başta kamuoyuna önderlik etme göreviyle yükümlü olan politikacılar olmak üzere, bütün kesimleri pençesine almış ve insana yatırım anlamına gelen kültürel gelişmenin ve kültürel gelişmeyi sağlayacak olan kültürel yatırımların topyekun ihmal edildiği bir noktaya gelinmiştir ![]() Varılan bu noktada, kültür ve tabiat varlıklarımızın, çirkin ve günlük yaşamı olanaksızlaştıran yapılaşmalar adına yağmalanmasına devam edilmiş, başlatılan kültür yatırımlarının içinde önemli yer tutan bir takım projeler durdurulmuş ve bazı başarılı kültür insanlarımız görevlerinden alınarak adeta cezalandırılmışlardır ![]() 21 ![]() ![]() Bir an önce, ekonomik kalkınmanın temelinde kültürel yatırımların vazgeçilmez bir rolü olduğu gerçeğinin yeniden hatırlanmasıyla, bu yanlıştan dönülmesi gerekmektedir ![]() Yoksa çok kısa bir süre sonra, ekonomik büyüme bile sürdürülemez bir noktaya gelecek ve kültürsüzleşen insanlarımız, kendi yarattıkları kentsel cehennemler içinde kavrulup gideceklerdir ![]() KAMUDA RÜŞVETİN TOPLUMSAL NEDENLERİ Prof ![]() ![]() Yolsuzluk ile Savaşım Stratejileri Uluslararası Sempozyumu ![]() 29 Eylül Pazartesi İstanbul Tüm kamu alanını, yani tüm vatandaşları ilgilendirdiği için, "Kamuda rüşvet" olayı "Türkiye'deki rüşvet sorunu" anlamına gelir ![]() Rüşvet ve yolsuzlukların toplumsal yaygınlığı hiç kuşkusuz, dünyada da birçok örnekte görüldüğü gibi, siyasal ve bürokratik yozlaşma sonunda ortaya çıkar ![]() Bu olayın toplumsal nedenlerini çok kaba hatlarıyla "Tarihten gelen nedenler", "Kültürel yapıdan gelen nedenler" "Siyasal yapıdan gelen nedenler" "Ekonomik yapıdan gelen nedenler", "Hukuksal yapıdan gelen nedenler" "Bürokratik yapıdan gelen nedenler" "Toplumsal yapıdan gelen nedenler", olarak yedi grup altında irdelemek olanaklıdır ![]() Bu kısa bildiride, yukarda belirttiğim yedi grup neden üzerinde durduktan sonra, yine çok kısa olarak "çözüm yolları" hakkında da bazı önerilerde bulunacağım ![]() I ![]() ![]() 1 ![]() ![]() Türkiye Cumhuriyeti'nin, tarihsel mirasını devir aldığı Osmanlı İmparatorluğunda, "Mültezimlik" gibi akçeli devlet görevlerinin, özel kişilere "ihale edilmesi" tarihsel olarak kamudaki rüşevetin temel nedenleri arasındadır ![]() Özellikle "kamu denetimi" olmayan ve tüm "mülk" olarak Padişahın özel malı sayılan Osmanlı İmparatorluğu'nda, her türlü devlet işi, "özel servetin arttırılmasının meşru bir aracı" olarak görülmüştür ![]() 2 ![]() ![]() Kültürel yapımız, rüşveti iki biçimde desteklemektedir ![]() Birinci olarak, yukarda açıklanan tarihsel oluşum sonunda, ne yazık ki kültürümüzde, "bal tutan parmağını yalar", "devletin malı deniz, onu yemeyen domuz" gibi "özdeyişler" yer almıştır ![]() İşin daha da acıklısı, bu "özdeyişlere" daha bir kaç yıl önce, "benim memurum işini bilir" biçiminde çok daha "çağdaş" ve hatta güncel sözlerin de Türkiye Cumhuriyeti'nin en üst makamlarına gelmiş kişiler tarafından katılmış olmasıdır ![]() Böylece, "toplumsal değerlerimiz" adeta rüşveti özendirir bir hale gelmiştir ![]() İkinci olarak, kültürel yapının bir eksikliğinin bir başka toplumsal yansımasının, rüşvet olayının engellenmesinde işlevsel olamadığını görüyoruz ![]() Bu yansıma, "kamu yararı" kavramının bir "vatandaşlık bilinci" biçiminde gelişmemiş olmasıdır ![]() Osmanlı döneminde "kul" anlayışı ile, "kamu yararı" kavramını "büyüklerine" bırakmış olan insanlar, Cumhuriyet döneminde de, "kulluktan vatandaşlığa" terfi ederken, sadece "bireysel çıkarlarının" bilincine varabilmişler, ama bireysel çıkarların da bir anlam ifade edebilmesi için gerekli alt yapının kaynağı olan "kamu yararı" kavramını ne yazık ki geliştirememişlerdir ![]() Bu çerçevede, biraz aşağıda yine üzerinde durulacak olan "demokrasi kültürü" de yeterince gelişmemiş, "demokrasi", "kamu yararının sağlanmasının aracı" değil, adeta "bireysel yağmacılığın aracı" olarak algılanmaya başlamıştır ![]() Böylece, "tarih ve tabiat varlıkları" gibi "kamu mülkiyetinde" bulunan yerlerin yağmalanarak, özel mülkiyete geçirilmesi sırasında, kimse kendi yararını da kapsayan kamu yararının yanını tutmamaktadır ![]() Kentin en işlek yerine, yoğunluğu müthiş arttıran ve trafik dahil tüm yaşam etkinliklerini felç eden bir gökdelen dikilmesinde, kimse, "toplum yararı"nı düşünmemektedir ![]() Yeşil alanların yağmalanmasında, kimse, kendisi de dahil, kent halkının gereksinmesinin savunuculuğunu yüklenmemektedir ![]() Sonuç olarak sürekli yağmalanan ve bir süre sonra yaşanmaz hale gelen, içinde yağmacıların da yaşaması olanaksızlaşan kentler üretmekteyiz ![]() Aynı biçimde "vergi mükellefi" ve "vatandaşlık" bilicimiz gelişmediği için, bizim vergilerimizden gelen fonların, ya da bizim mevduatımızdan kaynaklanan paraların ötekine berikine, kişisel çıkar uğruna kredi ya da teşvik olarak verilmesinin peşinde koşmamaktayız ![]() 3 ![]() Siyasal yapıdan gelen nedenleri dört grupta toplamak olanaklıdır ![]() Siyasal yapıdan gelen nedenlerin birinci grubu "demokrasi kültürümüzün" eksikliğinden kaynaklanmaktadır ![]() Türkiye'de "demokrasi kültürü" yeterince gelişmemiştir ![]() İnsanlarımız ne "vatandaş" ne de "seçmen" kimliklerinin gereklerini yerine getirmektedir ![]() Bireyler, "demokrasinin" kendi yararlarını da kapsayan "kamu yararının" ve kendi çıkarlarını da kapsayan "kamu çıkarının" korunmasına yaradığını görememektedir ![]() Tam tersine, mevcut siyasal sistem, özellikle de parti yapıları aracılığı ile "demokrasinin", bireysel çıkar, adam kayırma, kendi yandaşına çıkar sağlama gibi yolsuzlukların aracı gibi işlediği hakkında yaygın bir kanı oluşturmuştur ![]() Siyasal yapıdan gelen nedenlerin ikinci grubu, başta siyasal liderler olmak kaydıyla doğrudan siyasetçilerimizin çıkarcılığından ve kalitesizliğinden kaynaklanmaktadır ![]() Ne yazık ki, Türkiye'de özellikle, siyasal partilerin sık sık kapatılmasının da etkisiyle, siyasetçiler, yeterince eğitilmeden ve süzülmeden Parlamentoya girmektedir ![]() Siyasal partilerin yapısı ise gerek milletvekillerinin, gerekse belediye başkanlarının kişisel çıkarlara alet edilmesine yatkın bir yaklaşımı yansıtmaktadır ![]() Siyaset, Türkiye'de, "kamuya hizmet etmenin" değil, "bireysel olarak yükselmenin ve zengin olmanın bir aracı" olarak görülmeye başlamıştır ![]() Özellikle kalitesiz ve niteliksiz siyasal liderlerin iktidarlarını sürdürebilmeleri için, çevrelerine bireysel çıkarları ön plana alan kişileri toplamaları, bu yozlaşmayı daha da arttırmakta ve bir kısır döngüye çevirmektedir: Kalitesiz liderler, çıkarcı çevreyi üretmekte, bu çevre de ancak kendi sayesinde başta kalan kalitesiz liderleri desteklemektedir ![]() Böylece, lider ve çevresi arasında bir "çıkar bağı", bir "kara ilişki" ortaya çıkmakta ve bu ilişki, parti farkı gözetmeksizin, tüm politikaya ve bu yolla tüm ülkeye egemen olmaktadır ![]() Ayrıca, politikacıların bu özelliği, önce bürokrasiye, sonra da tüm kamuoyuna, "örnek" olarak da kötü bir etki yapmakta, adeta eğitim yoluyla, sürekli bir ahlak yozlaşması, bir rüşvet ve yolsuzluk yaygınlaşması tüm ülkeyi pençesine almaktadır ![]() Siyasal yapıdan gelen nedenlerin üçüncü grubu, bütün politikacıların şu ya da bu nedenle, bu rüşvet ve yolsuzluk mekanizmasına bulaşmasından dolayı, rüşvetin ve yolsuzlukların hesabının siyasal olarak sorulamamasından doğmaktadır ![]() Dördüncü olarak, rüşvet yolsuzlukların önlenmesinde alınacak tedbirlerin yasalara ilişkin olmasından dolayı, bu yasaları çıkartmayan ve daha da kötüsü bizzet rüşvet ve yolsuzluklara bulaşarak topluma örnek olan politikacılar, bu toplumsal yaranın hem ortaya çıkmasında hem de tedavi edilmemesinde birinci derecede sorumludurlar ![]() Aslında bu durum son derce vahim bir soruna işaret etmektedir: Rüşvet ve yolsuzluğun önlenmesi, yasal düzenlemelere bağlıdır ![]() ![]() 4 ![]() ![]() Ekonomik yapıdan gelen nedenleri, çok genel olarak üç büyük grup içinde ele almak olanaklıdır ![]() Birinci olarak, genel ekonomik politikanın nitelikleri, rüşveti bir ölçüde özendirici etkiler yapmaktadır ![]() Türkiye Cumhuriyeti, batı modeli kalkınmayı kendisine hedef almıştır ![]() ![]() Bu çerçevede, Devlet, bir yandan doğrudan yatırım yaparken, öte yandan özellikle yabancı tüccara karşı, yerli iş adamları desteklenmiştir ![]() Bu uygulama, bir yandan doğrudan ekonomik faaliyette bulunan Devletin memurlarında bu faaliyetlerin "ürünlerinden yararlanmak", ve öte yandan da, Devletin desteği ile zenginleştirilen bireylerin servetlerinden "pay almak" konularında önce arzuların, sonra da adeta "hak" haline gelen, "komisyon" adı altındaki rüşvet olaylarının ortaya çıkmasına yol açmıştır ![]() Bu çerçeve içinde, Türkiye'deki tüm devlet bankaları bugün rüşvetin ve yolsuzlukların baş nedenlerinden biri haline gelmiştir ![]() ![]() İşin daha da kötüsü, doğrudan Hükümet, yani Kabine ve bazı yatırımcı bakanlıklar, verdikleri teşvikler, gösterdikleri kolaylıklar yoluyla da bu "sermaye birikimine" yardımcı olurken, pay almaya başlamışlardır ![]() Özelleştirme uygulamaları ise, işte bu yollarla üretilmiş bulunan kamu mallarının satışı sırasında, ek bir yolsuzluk ve rüşvet alanı olarak ortaya çıkmış görünmektedir ![]() Ekonomik yapıdan gelen nedenlerin ikinci grubu, "kayıt dışı ekonominin" yaygınlaşmasından kaynaklanmaktadır ![]() Özellikle 1980 sonrasında devletin de göz yumması ve hatta teşviki ile bir yandan "kayıt dışı" adıyla anılan, "faturasız işlemlere" dayalı ekonomi yurt dışı işlemler bağlamında büyük bir yaygınlık kazanırken, öte yandan kara para aklanması da bu alandaki önemli bir etkinlik halini almıştır ![]() ![]() Ekonomik nedenlerin üçüncü grubu gelir farklılaşmasından doğmaktadır ![]() Pek çok tarihsel ve yapısal nedenin yanında, artık yapısal ve sürekli bir ekonomik özellik halini almış olan enflasyon, kara paranın ve kayıt dışı işlemlerin yaygınlaşması, ülkedeki gelir farklılaşmasını uçurum haline getirmiş, bu ise politikacıların ve bürokratların bu yağma sırasında ortaya çıkan "uçurum farklılıklarını" telafi ederek, ceplerini doldurma, kendilerini ve ailelelerini güvenceye alma arzularını arttırmıştır ![]() Bir başka deyişle, normal ve namuslu yollardan "memurluk" yaparak yaşamak gittikçe zorlaşırken, eğitim, sağlık gibi hizmetlerin de serbest piyasa mekanizmasının belirlediği fiyatlara bırakılmakta oluşu, insanların en temel gereksinmeleri bakımından yetersiz koşullarla karşı karşıya kalmalarına yol açmakta, bu da rüşvet ve yolsuzluk uygulamalarını teşvik etmektedir ![]() 5 ![]() ![]() Hukusal yapı dört açıdan Türkiye'de rüşvetin yaygınlaşmasına yol açmaktadır: Birinci olarak bu yapı eskimiştir ![]() ![]() Ayrıca tüm sistem, Devletin vatandaşa "güvensizliği" üzerine kurulduğu için, engelleyici ve yasakçı bir nitelik taşımaktadır ![]() ![]() İkinci olarak bu yapı, bizzat Yargıtay Başkanının da belirttiği gibi, siyasal yapıdan bağımsız değildir ![]() Bu nedenle, bir yandan siyasal etkilere açık olarak, rüşvet ve öteki yolsuzluklardan etkilenmekte, öte yandan, siyasal yapı üzerindeki denetim gücünü kullanamamaktadır ![]() Üçüncü olarak hukuksal yapımız, rüşvet ve yosuzluklarla mücadelede, etkin ve verimli bir düzene sahip değildir ![]() ![]() Dördüncü olarak, bu felsefe eksikliğinden de kaynaklanan bir biçimde, hukusal yapımız, "organize suç" kavramı çerçevesinde etkin önlemlere sahip değildir ![]() ![]() 6 ![]() ![]() Bürokratik yapı da dört ayrı biçimde rüşvetin ve yolsuzlukların yaygınlaşmasına neden olmaktadır ![]() Birinci olarak bu yapı, kamu denetiminin yani vatandaş girişiminin eksikliğinden dolayı doğrudan doğruya "memurların insafına" terkedilmiş durumdadır ![]() ![]() İkinci olarak, hukuksal yapı bölümünde belirtildiği gibi tüm sistem devletin vatandaşa güvensizliği üzerine kurulu olduğundan, yasakçıdır ![]() ![]() Üçüncü olarak, memurların yaşam standartları çok düşüktür ![]() ![]() ![]() Memurların sendika kuramamaları, hem ücret açısından, hem de meslek değerlerinin uygulanabilmesi ve belki rüşvetin bir ölçüde denetlenebilmesi açısından önemli bir eksiklik gibi görünmektedir ![]() Dördüncü olarak hem kültürel hem de siyasal yapı, memurları rüşvet almaya ve yolsuzluk yapmaya teşvik etmekte bu durum, bürokrasinin tümünü, rüşveti besler hale getirmektedir ![]() 7 ![]() ![]() Türkiye'de esas olarak yozlaşma, iç göç olgusunun ivme kazandığı, hukuk devleti kurallarının, yanlış bir popülizme kurban edildiği 1950'li yılllardan başlayan bir gecekondulaşma olayı ile çok yakından bağlantılıdır ![]() Sanayileşmeye dayalı olmak yerine, tarımdaki makinalaşmanın ortaya çıkardığı bir iç göç olgusu, 1950'li yıllardan beri, Türkiye'yi etkilemektedir ![]() Siyasal iktidarların bu iç göç karşısında, arsa üretmek yerine, kaba kuvvetle yapılan gaspın meşrulaştırılmasına yönelik "gecekondu affı" politikaları, Türkiye'deki hukuk devletini sarsan en önemli olaylardan biridir ![]() Çünkü kırsal alanlardan gelerek, mafya ve benzeri örgütler aracılığı ile hazinenin, belediyelerin ve kimi zaman da özel şahısların mülkiyetinde bulunan arsaları gasp eden ve böylece zenginleşen aileler, bir süre sonra, bu yöntemi yaşamın tüm alanlarında kullanmaya başlamış ve sonuç da almışlardır ![]() Bu yolla başarıya ulaşan aileler, bir süre sonra önce yerel örgütlere, sonra da ulusal parti politikalarına egemen olmuş ve hem yerel meclisler hem de ulusal delegelik aracılığı ile, tüm sistemi egemenlikleri denetlemeye başlamışlardır ![]() Bu oluşum, hukuk devletnin temellerini önemli ölçüde sarsmış, politikacılar, kurallara göre değil, kendilerine destek veren bu "delegelerin" özel çıkarlarına göre davranmaya başlamışlardır ![]() İşte bu oluşum, hukuk devletinden önemli sapmaları getirmiş, bu sapmalar, demokrasinin yozlaşmasına yol açmış, sonunda, hukuk kuralları ve kamu yararı yerine, rüşvet ve yozlaşma tüm topluma egemen olmuştur ![]() "Herkesin" rüşvet aldığı" bir yapı içinde, birey ile sistem arasında bir kısır döngü oluşmakta, bireyler sistemi, sistem de bireyleri besler hale gelmektedir ![]() Sonuç olarak, bugün Türkiye, başta politikacılar olmak üzere, herkesin rüşvet aldığı, rüşvetin günlük yaşamda "normal" bir uygulama olduğu, insanların politikaya "köşeyi dönmek" için girdiği ve rüvet alarak"köşeyi döndüğü" ve rüşvet alanların, aldıkları rüşvetlerin yanlarına k>â r kaldığı bir ülke halini almıştır ![]() Kamudaki rüşvetin nedenleri üzerinde çok genel olarak durduktan sonra, şimdi yine çok kısaca, bu nedenlerin nasıl ortadan kaldırılabileceğine, yani rüşvetle mücadelenin nasıl yapılabileceğine bakabiliriz ![]() II ![]() Rüşvetin önlenmesi için üç genel ilkenin bilincine çok iyi varmamız gerekmektedir ![]() Rüşveti önlemenin, birinci yolu demokrasi bilincinin, kamu yararı anlayışının, vatandaşlık kavramının ve dolayısıyla, kamu denetiminin, geliştirilmesidir ![]() Bunun için de hiç kuşkusuz, herşeyden önce, Milli Eğitim Bakanlığının denetiminde olan okullalrdan işe başlamak gerekmektedir ![]() Aile ve kitle ileştişim araçları, etkinlik ve yaygınlık açısından okuldan sonra gelir ![]() Rüşveti önlemenin ikinci yolu şeffaf devletin geliştirilmesidir ![]() İdarenin tüm işlem ve eylemleri yalnız yargı denetimine açık olmakla kalmamalı, tüm vatandaşların ve sivil toplum örgütlerinin her an bilglisine ve eleştirisine açık tutulmalıdır ![]() Rüşveti önlemenin üçüncü yolu, yasakları azaltmak, olanaklı ise kaldırmak, devletin ekonomik faaliyetlerini ve doğrudan kaynak aktarma işlerini azaltmak ya da yoketmektir ![]() Bu çerçevede, başta Ziraat Bankası olmak kaydıyla, devlet bankalarının tümü, zaman yitirilmeden özelleştirilmelidir ![]() Böylelikle, hem ekonominin kendi mantığına göre işlemesine olanak tanınmış olacak, hem de devlet eliyle, bireylerin zengin edilmesine, rüşvet ve yolsuzluk olaylarına son verilmiş olacaktır ![]() Bu üç genel ilkenin, yani demokrasinin geliştirilmesiyle, devletin şeffaflaştırılması ve küçültülmesi ilkelerinin uygulanması sırasında, hukuk düzeni ve bürokrasi, etkinlik ve dürüstlük açısından yeniden gözden geçirilmelidir ![]() 1950'li yıllarda başlayan bir "gecekondulaşma" olayının getirdiği gasp ve yağma kültürünün siyasal partilere ve devlete egemenliğine son verilmelidir ![]() Siyasal partiler yasası, delege egemenliğini önleyecek biçimde yeniden ele alınmalıdır ![]() Bu çerçevede, bir yandan iç göç çerçevesinde arsa üretimi ve kent hukuku dışı alanların denetimine önem verilmeli öte yandan hukuk devletinin güçlendirilmesi için özel projeler hazırlanmalıdır ![]() Hem yargı, hem de bürokrasi, olanaklı olduğu ölçüde, siyasetten bağımsızlaştırılmalıdır ![]() Yargı, rüşvet ve yolsuzlukların insanların yanına k>â r kalmayacağına ilişkin örnekeleri mutlaka üretmelidir ![]() Ayrıca birinci ilkeye uygun olarak, rüşvetin ve yolsuzluğun bedeli mutlaka ama mutlaka siyaseten de ödettirilmeli, topluma örnekler gösterilmelidir ![]() Bu genel ilkelere ek olarak şu hızlı önlemler alınabilir: Cumhurbaşkanına bağlı Devlet Denetleme Kurulu daha yaygın ve etkin bir yapıya kavuşturulmalı ve bu alanda da kullanılmalıdır ![]() Başbakanlık Denetleme Kurulu daha yaygın ve etkin olarak kullanılmalıdır ![]() Devlet Bankaları derhal özelleştirilmelidir ![]() İhaleler, Dünya Bankası'nın ihale sistemine göre yapılmalıdır ![]() İhaleler ve müteahhitlerin istihkak ödemeleri, kamuya açık ilanlarla duyurulmalıdır ![]() Vatandaşın resmi işlemleri sırasında, tüm istekleri için, sadece ve sadece beyanı ile yetinilmeli, kendisinden hiçbir ek evrak istenmemeli, ilerde yalan beyanı sabit olursa, aldığı hak iptal edilerek ve ek müeyyideler uygulanarak cezalandırılmalıdır ![]() Resmi muameleler sırasında, vatandaştan her ne ad altında olursa olsun, makbuz karşılığı bağış alınması da yasaklanmalıdır ![]() Sanıyorum, bu önlemler alınırsa, rüşvetin "kökü kazınmaz" ama, bir toplumsal "norm" olmaktan da çıkar ![]() FELSEFE VE DEMOKRASİ ÜZERİNE ANILAR: BABAM, ECEVİT, İNÖNÜ VE YİNE ECEVİT Emre Kongar Ben artık çok yaşlandım ![]() Daha doğrusu, artık kendimi "gereğinden fazla" yaşlı hissediyorum ![]() Ne demek kendini "gereğinden fazla yaşlı hissetmek"? Galiba en önce, "huysuzlaşmak" ve bunun "bilincinde olmak" ![]() Yani ortak karar gerektiren belli konularda, karşısındakinin beklentilerine pek uymasa da, onun arzu ve beklentileriyle tam uzlaşmasa da, kendi istediğini yapmak ![]() Yurt dışındaki bir konferans dizisini tamamlayıp Türkiye'ye yorgun argın döndüğümde, Zeynep Oral, Milliyet Sanat için "Felsefe ve Demokrasi" konulu bir yazı isteyince, ben de birdenbire "çok yaşlandığımı" hissettim ![]() Sözün kısası "huysuzlandım" birdenbire ![]() Süre sınırlı ![]() ![]() ![]() Üstelik en son örneği olan Tanilli'nin kitabında gördüğümüz gibi, çok güzel de işlenmiş yıllar boyunca ![]() Bütün bunlara ek olarak, "Türkiye'nin Toplumsal Yapısı" adlı kitabımı "Yirmibirinci Yüzyılda Türkiye" adıyla yeniden yazmakla çok meşgulüm ![]() İki yıldan beri bu işle uğraşıyorum ![]() ![]() ![]() Bu durumda, Milliyet Sanat Dergisi ekibinin beklentilerine pek uymasa da, "Felsefe ve Sanat" konusundaki "düşüncelerimi" değil, "anılarımı" yazmaya karar verdim ![]() Düşünce üretilmesi gereken soyut bir konuda "anılar" olur mu diyeceksiniz! Eğer, anneniz ve babanız felsefe hocası ise, eğer siz yıllarca politikanın içinde, lider düzeyinde felsefe ve demokrasi konularını tartışmış iseniz, olur elbette ![]() Hem burası Türkiye ![]() Devleti korumak adına çetelerin kayrıldığı, enflasyonu düşürmek adına geniş kitleleri daha çok ezici önlemlerin alındığı, vatanı kurtarmak sloganları arkasına sığınılarak bireysel ve örgütlü cinayetlerin işlendiği, demokrasiyi geliştirmek uğruna özgürlüklerin kısıtlandığı bir ülke burası ![]() Yani sadece çelişkilerle dolu bir dünyada değil, çelişkilerin yapısal özellik kazandığı bir toplumda yaşıyoruz ![]() Ben de neden "düşünce kırıntıları yerine anı parçacıklarından oluşan ile bir yazı yazmayayım" dedim ve aşağıdaki yazı ortaya çıktı ![]() * * * "Felsefe ile Demokrasi" ilişkileri konusundaki ilk anılarım 1956 yıllarına dek geri gidiyor ![]() Çengelköy'de, iskelenin yanındaki iki gazinodan, Beylerbeyi tarafında olanında bir yemek sofrası ![]() Babam, Yahya Kemal ve arkadaşları ![]() Ben de sofranın bir kenarına ilişmişim ![]() ![]() O sıralarda dağcılığa merak sarmış olan ağabeyim sofrada yok ![]() Yaklaşık iki hafta önce, Demirkazık tepesine tırmanmak üzere, bir arkadaşı ile birlikte Niğde'ye gitmiş ![]() Bir ara söz ağabeyime geliyor ![]() ![]() Önce fiziksel gücünü vurguluyor: "Her gün jimnastik yapıyor, halter kaldırıyor ![]() ![]() Daha sonra, bu yazının konusu olduğunu aradan uzun zaman geçince anladığım bir başka cümle söylüyor: "Üstelik mükemmel felsefe bilir ![]() ![]() ![]() Gerçekten de o yaz ağabeyim, liseyi bitirmiş ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Yemek sohbeti çerçevesinde, "felsefe bilen bir insanın", "gerçeklere uygun olmayan en güçlü ve en sistematik eğitimlere dahi direnç kazandığı" konuşuluyor ![]() Daha da ötesi, "felsefe bilen insanın" hangi sert ideoloji uğruna olursa olsun, "robotlaşmayacağı", "militanlaşmaya direneceği" konusunda düşünce birliğine varılıyor ![]() Gerçek bir "insansever" olan babam, tarihteki tüm kitlesel cinayetlerin, insanları kurtarmak adına işlendiğini, felsefe bilen bir kişinin artık bu safsataları yutmayacağını, demokrasinin insan haysiyetine en uygun rejim olduğunu söylüyor ve bu konu o gece için, "hümanist" yaklaşımların vurgulanmasıyla kapanıyor ![]() Böylece ben, felsefe ile demokrasi ilişkisini, babamın ağzından ve o zamanlar "idolüm" olan ağabeyime atıf yaparak bir daha unutamayacağım bir biçimde belleğime kazımış oluyorum ![]() Bu anımın, trajik de bir sonu var: Bu yemeğin ertesi günü gelen bir telgraftan ağabeyimin, bir hafta önce önce dağdan düşerek ölmüş olduğunu öğreniyoruz ![]() Yani babam ağabeyimi överken, o artık çoktan ölmüş ve gömülmüş ![]() * * * Felsefe ile demokrasi konusundaki ikinci anı demetimin odağı 1976 yılı ![]() Ankara'da Göreme sokakta bir evde, Bülent Ecevit, Gündüz Ökçün, Bilsay Kuruç, Uğur Korum, Sevil Korum, Cahit Kayra, Vural Güçsavaş, CHP'nin 1977'de kabul edilen "Yeni Programını" yazıyoruz ![]() Rahşan Ecevit, başkanı olduğu "Köy Derneği" çalışmalarını yürüttüğü için, bize pek katılamıyor ![]() Işın Çelebi ve Mehmet Kabasakal, sekreterya hizmetlerini yürüten genç arkadaşlar ![]() ![]() ![]() Grubun genel eşgüdümünü Cahit Kayra sağlıyor ![]() Ekonomik konularla daha çok Bilsay Kuruç, dış ilişkilerle de daha çok Gündüz Ökçün ilgileniyor ![]() ![]() Bu toplantılara zaman zaman Turan Güneş de katılıyor ![]() Esas olarak, Parti'nin programını satır satır yeniden yazıyoruz ![]() İşte bu çalışmalar sırasında Ecevit, her zaman felsefe eğitiminin önemini vurguluyor ![]() Esas tezi şu: Lise sıralarında iyi bir felsefe eğitimi verilse, Türkiye'nin pek çok siyasal sorunu çok daha rahat çözülebilir ![]() Dönem, solda ve sağda şiddet hareketlerinin "öğrenci eylemleri" ya da "gençlik eylemleri" adı altında yaygınlaştığı sıralar ![]() Ecevit, şiddet olayları konusu açıldığı zaman sözü derhal, temel çarenin "felsefe eğitiminde" olduğu noktasına getiriyor ![]() Ben kendisine hemen hemen her defasında "sosyolojinin" de önemini hatırlatıyorum ama O, konuyu hiç saptırmıyor, felsefe üzerindeki odaklaşmasını sürdürüyor ![]() Zaman zaman varlıkbilim (ontoloji) ve bilgi kuramı (epistemoloji) konularında derinleşiyoruz ![]() Ecevit'in Hint felsefesine egemenliğinden de kaynaklanan lezzetli sohbetler çıkıyor ortaya ![]() Ama her seferinde dönüp dolaşıp aynı yere geliyoruz: Gençlere iyi felsefe eğitimi verilebilseydi birbirlerini öldürmezlerdi ![]() ![]() Böylece gençler, uğrunda cinayet işledikleri "dogmaların", değimez ve mutlak gerçekler değil, zamana ve toplumlara göre değişen göreli kavramlar olduğunu öğrenir, asıl değişmez doğrunun yani "dogmanın" "insan sevgisi" olduğunu anlarlardı diye düşünüyoruz ![]() Ecevit, bu sıralarda Türk Felsefe Kurumu'nun konuğu olarak Hacettepe Ünviersitesi'nde bir konferansa geliyor ![]() Konu esas olarak, inancın ve bilginin felsefedeki ve siyasetteki yerinin tartışılması ![]() Gerek sunuş, gerekse benim de katıldığım sonraki tartışmalar ile konu enine boyuna iyice irdeleniyor ![]() Herkes, lider düzeyindeki bir politikacının bu konudaki derinliğinden etkileniyor ![]() * * * Felsefe ve demokrasi ile ilgili anılarımın üçüncü bölümü 1990'lı yıllara ilişkin ![]() Erdal İnönü, Sevinç İnönü, Duygu Büke Uğur Büke, Tosun Terzioğlu, Nuran Terzioğlu, Yiğit Gülöksüz, Güven Gülöksüz, Korel Göymen, Güldal Göymen, Süha Umar, Tülin Umar, Ünlü ailesi, Bilgi Kongar ve ben, pek çok yılbaşını birlikte geçiriyoruz ![]() Yeni yıl konuşmalarını, geceyarısına çeyrek kala, ben yapıyorum ve her seferinde bir punduna getirip, zamanın ve uzayın sonsuzluğundaki insanın hiçliğine değinerek sözü, siyasetin ilkelerine ve demokrasinin erdemlerine, insanoğlunun mutluluğuna getiriyorum ![]() Her defasında da, geceyarısı kutlamaları yapıldıktan sonra, Erdal İnönü genellikle Voltaire'den alıntılar yaparak bana bir yanıt veriyor ve felsefe'nin yaşamındaki somut katkılarını anlatıyor ![]() Kimi zaman Zenon'un paradoksunun Yunan Dışişleri Bakanı ile olan müzekerelerde nasıl işine yaradığını, kimi zaman, babasının yaptıklarını felsefe yoluyla nasıl daha iyi nasıl algıladığını kimi zaman da siyasette karşılaştığı güçlüklerle başederken, onları aşmakta felsefeden nasıl yararlandığını belirtiyor ![]() * * * Felsefe ve demokrasi konusundaki son grup anılarım, çok yakın geçmişe ilişkin ![]() Ecevit'in Başbakan yardımcısı olduğu bugünkü hükümet kurulmuş ![]() Dürsüt bürokrat, iyi insan Hikmet Uluğbay, Milli Eğitim Bakanı ![]() Ben Cumhuriyet Gazetesi'nde her pazartesi köşe yazıları yazıyorum ![]() Bir yazımı, felsefe eğitiminin demokratikleşmemize yapacağı katkılar üzerine kaleme alıyorum ![]() ![]() Derken geçenlerde gazetelerde bir haber: Felsefe dersleri yeniden zorunlu dersler arasına konuluyor ![]() Böylece gençlerimiz, "felsefe bilen" insanlar olarak hayata atılacak ![]() Kendi kendime, "Bu hükümet başka hiçbir başarı göstermese bile, salt bu uygulaması için hakkımı helal ederim" diyorum ![]() AVRUPA ÜLKELERİNDE ÇEŞİTLİ SOSYAL DEMOKRAT DENEYİMLER VE TÜRKİYE İÇİN ÇIKARILACAK DERSLER 1996 İncelenmiş olan altı ülkenin sosyal demokrat deneyimlerini, Türkiye'nin de bugüne kadar yaşadıkları açısından gözden geçirdiğimizde, şu noktaların, bir sosyal demokrat iktidar açısından önem kazandığını görüyoruz: 1) Uluslararası konjonktür çok önemlidir ![]() 2) İktidar yorgunluğu, ya da yıpranmışlık önemli bir ögedir ![]() 3) Emekçi örgütleriyle ve sosyal demokrasinin geleneksel müttefikleriyle organik bağ önemlidir ![]() 4) Çağımızda, salt emekçi kesim ağırlıklı politikalar kimi zaman iktidara gelmek için yeterli olmamaktadır ![]() 5) Gelecek seçimlerde, seçmene verilebilen umut, seçim şansını arttırmak açısından çok önemli bir ögedir ![]() 6) İktidarda yapılan yanlışlar ve yönetim beceriksizlikleri çok etkin ve çok hızlı bir siyasal cezalandırmayı gündeme getirmektedir ![]() 7) Muhalefet dönemindeki hazırlık ve seçmenle kurulan diyalog, iktidar şansını da, iktidara gelindiğinde, başarı olasılığını da çok arttırmaktadır ![]() 8) Seçmen açısından, bütün yukardaki ögelerin toplam etkisi, "güvenilirlik ve umut" kavramlarında somutlaşmaktadır ![]() Şimdi bu ögeleri, ülkemiz açısından, daha yakından irdeleyebiliriz ![]() ULUSLARARASI KONJONKTÜR Bütün ülkelerdeki sosyal demokratlar zaman zaman, Türkiye'nin yaşadığı, trajik uluslararası konjonktürel baskılardan etkilenmiş görünmektedir ![]() Örneğin, 1970'li yılların sonundaki petrol krizinin, Sosyal Demokrat iktidarların (İngiltere'de yaşandığı gibi) başarısızlığına büyük katkıları olmuş ![]() ![]() Türkiye'de de bir "umut" olarak iktidara gelen Ecevit'in, çok kısa bir sürede yıpranmasının altında, yönetim beceriksizliği olduğu kadar, uluslararası konjonktürün büyük etkisinin bulunduğu da açıktır ![]() Uluslararası konjonktür, sadece, petrol krizi biçiminde net olarak değil, kimi zaman, IMF kılığında çok daha örtülü ama aynı derecede etkili bir rol oynar ülkelerin kaderlerinde ![]() Bu rolü öngöremeyen, ya da ciddiye almayan sosyal demokratların ise başarıya ulaşmaları çok zordur ![]() Hiç kuşkusuz, bir başka konjonktürel öge, öteki ülkelerdeki sosyal demokrat iktidarların varlığıdır ![]() Türkiye, tarihi boyunca bütün bu "konjonktürel" sorunları sosyal demokratlar açısından bütün ağırlığıyla yaşamıştır ![]() Bu çerçevede hatırlanması gereken bir başka nokta, uluslararası konjonktür çerçevesinde Amerika Birleşik Devletlerinin askerlerle olan ilişkileri ve geneldeki demokrat ya da demokrat olmayan rejimlere karşı tavrıdır ![]() Yine aynı biçimde, Kıbrıs bunalımı gibi olaylar, Ermeni saldırıları gibi süreçler, hep, "uluslararası konjonktürün" kaçınılmaz sonuçları olarak iktidarda ya da muhalafette, Sosyal Demokratların, siyasal kaderini önemli ölçüde etkilemiş ve hatta kimi zaman belirlemiştir ![]() İKTİDAR YORGUNLUĞU YA DA YIPRANMIŞLIK Bu öge uluslararası konjonktürde olduğu gibi, Türkiyye'de de çok etkin çalışır ![]() Sosyal Demokratların tek başına ya da ortak olarak iktidarda bulunduğu süreler bir dönemi aştığı zaman, yıpranma ortaya çıkmakta ve bunu telafi etmek olanaklı gözükmemektedir ![]() Çünkü iktidardaki yıpranmanın en önemli nedeni, yönetimde etkin olamamak ve muhalefette iken savunulmuş olan ilkelerin yaşama geçirilememesi olarak göze çarpmaktadır ![]() Buna karşılık, sosyal demokratlar uzun süre muhalefette kaldıklarında, hiç bir şey yapmasalar dahi, bir süre sonra iktidar alternatifi durumuna gelebiliyorlar ![]() Tabii, bu günlerde, Türkiye'deki "bölünmüş" sosyal demokrat partiler açısından da aynı durumu görüyoruz: İktidar ortağı olan CHP, (başka önemli nedenlerle birlikte) iktidarda yıprandığı için oy kaybetmiş, muhalefette duran DSP ise oylarını arttırmıştır ![]() Fakat her iki partinin de "Khiçbier şey yapmadan" artık, oy artırmaları pek söz konusu gözükmemektedir ![]() Ecevit'i, 1977 seçimlerinde birinci parti yapan "umut" bugünlerde her iki sosyal demokrat parti açısından da pek söz konusu gözükmemektedir ![]() Bu nedenle her iki partinin de toplam yüzde 25 dolayındaki bir potansiyeli, (ki bu rakam ülke potansiyelinin en az 5 puan altındadır) paylaşmaları gelecek seçimler açısından normal bir sonuç olarak düşünülebilir ![]() EMEKÇİ ÖRGÜTLERİ VE GELENEKSEL MÜTTEFİKLERLE ORGANİK BAĞLAR İngiltere ve İsveç modelleri bize sosyal demokrat partilerle emekçi örgütlerin organik ilişkilerinin ne denli hayat>î olduğunu öğreten deneyimlerdir ![]() İtalyan ve Fransız modelleri de aynı dersin tekrarı niteliğindedir ![]() Türkiye'de ise, özellikle 1982 Anayasası'nın sendikalara ve sivil toplum kuruluşlarına siyaseti yasaklaması bu konuda, sosyal demokrat partilerle, emekçi örgütleri ve geleneksel müttefikleri arasında önemli bir boşluk yaratmıştır ![]() Sonuç olarak Anayasa değişiklyikleri yapıldıktan sonra da, sosyal demokrat partilerle, emekçi örgütleri arasındaki boşluk doldurulamamış, ve bugünkü, "işçi örgütlerinden kopuk" sosyal demokrat partiler dönemine gelinmiştir ![]() Gerek CHP, gerekse DSP, yalnız işçi örgütleriyle değil, mimarlar odası, tabibler odası, barolar gibi, önemli meslek kuruluşları ve sivil toplum örgütlenmeleri ile de bağ kurmamışlardır ![]() İşin ilginç tarafı, her iki partide de bu yönde bir eğilim ya da istek görülmemektedir ![]() BAŞKA İTTİFAKLARIN ARANMASI Avrupa'daki sosyal demokrat deneyimler, bize büyük ölçüde, çağımızda, yalnız emekçilere dayalı bir siyasal örgütlenmenin, iktidara gelmek için yeterli olmadığı konusunda önemli ipuçları vermektedir ![]() Özellikle faşist yönetimler sonrası ortaya çıkan sosyal demokrat iktidarlar, demokrasi adına, çok daha geniş ittifaklar oluşturmak yolunu seçmişler ve geniş kitleleri ikna edebildikleri oranda, başarıya ulaşmışlardır ![]() Oysa Türkiye'de, sosyal demokrat partiler, bırakınız, geniş kitlelerle ittifak edebilmeyi, diyelim ki, "esnaf örgütleri ile bile ("bile" diyoruz, çünkü bu örgütler sosyal demokratlara en yakın olan kesimlerden oluşmaktadır) ittifak gerçekleştirememişlerdir ![]() Bu arada gerek CHP'nin gerekse DSP'nin, parti içi "hizipçi" görüntüsü, zaten geniş halk kitlelerinde oldukça derin kuşkular yaratmıştır ![]() Geniş kitlelerdeki kuşkulların giderilmesi, bir yandan emekçi kitlelerle, bir yandan toplumun öteki güçleri ve katmanları ile ittifaklar kurulması, hiç kuşkusuz, herşeyden önce, Türkiye'deki sosyal demokrat partiler ile seçmen arasındaki "güven bunalımının" aşılmasına bağlıdır ![]() Türkiye gittikçe, "örgütlü toplum" olmaya doğru bir gelişme gösteriyor ![]() Bu çerçevede,pek çok sivil toplum örgütü, pek çok meslek kuruluşu, toplumsal ve siyasal olarak etkinliklerini arttırıyor ![]() Sosyal demokrasi, bütün bu farklı istem ve kesimleri dikkate alarak programını yapmak zorunda görünmektedir ![]() SONUÇ Avrupa örneğine baktığımızda Türkiye'de sosyal demorasinin sorununun "bölünmüşlükten" daha derin temellere dayandığı derhal göze çarpmaktadır ![]() Birinci planda "güvenilirlik" konusu vardır ![]() Sosyal demokrat partilerin bu sorunu aşmaları, önce kendi partileri içindeki "hizipçi" görüntüden kurtulmalarına, sonra da birbirleri ile olan ilişkilerini düzeltmelerine bağlı görünmektedir ![]() Bundan sonraki aşama, emekçilerin örgütleri ve daha sonra da geniş halk kesimlerini temsil eden meslek kuruluşları ve sivil toplum örgütleri ile diyalog ve organik bağ kurmalarına bağlıdır ![]() Bütün bu aşamalar hiç kuşkusuz, ciddi bir plan-program ve proje çalışması gerektirmektedir ![]() Türkiye'nin bugün eriştiği aşama, sosyal demokrasinin gelişmesine ve yeniden bir umut haline gelmesine çok uygun bir ortamı üretmiştir ![]() Bütün sorun, parti düzeyinde, belki, daha doğru bir teşhisle, lider düzeyinde bu gerekliliklerin bilincine varılması gibi görünmektedir ![]() KÜLTÜR VE BİLİMİNSANININ SORUMLULUĞU Prof ![]() ![]() YILDIZ TEKNİK ÜNİVESİTESİ AÇILIŞ DERSİ 30 EYLÜL 1996 Kültür, en kısa tanımıyla, insanın doğaya eklediği tüm maddi ve manevi varlıkların toplamıdır ![]() Bu anlamda, insanoğlunun yarattığı, ürettiği, her mal, her ahlak kuralı bir "kültür öğesi"dir ![]() Bir başka deyişle, üzerimizdeki elbise de bir kültür öğesidir, kafamızın içindeki "insan öldürmek kötüdür" ilkesi de ![]() Genellikle, fiziksel nitelik taşıyan öğelere, "maddi kültür", zihinsel ve ruhsal nitelik taşıyanlara da "manevi kültür" denir ![]() "Kültür" terimi, bir de, sanat ve edebiyat dünyaları anlamına gelir ![]() ![]() İşte bugün bu derste "biliminsanlarının", maddi ve manevi kültür alanlarındaki ve sanat-edebiyat dünyalarındaki sorumluluklarına çok kısaca bir göz gezdireceğiz ![]() Kültür'ün iki Öğesi: Teknoloji ve İdeoloji İnsanoğlu dünya üzerinde varolduğundan beri, iki savaşın, iki temel çelişkinin içinde bulur kendini: İnsanın doğa ile savaşı ve insanın insan ile savaşı ![]() İnsanın doğa ile olan çelişkisi, sonuçta, araç, gereç ve bilgi olarak, teknolojiyi üretmiştir ![]() İnsanın insanla olan çelişkisi ise, sonuçta, inançlar ilkeler kurallar bütünü olarak ideolojileri yaratmıştır ![]() Gerek teknolojik gelişmeler, gerekse, ideolojik değişmeler, insanın hem doğayı daha iyi denetlemesine, hem de kendi cinsi ile daha düzenli ve uyumlu ilişki kurmasına yardımcı olmuştur ![]() Tekerleğin, pusulanın, matbaanın icadı, insanoğlunun yazgısında üç farklı dönüm noktasını simgeler ![]() Buhar makinasının, endüstri çağını simgelediğini hepimiz biliyoruz ![]() Atomun parçalanması ise, insanoğlunun önünde yepyeni ufuklar açmıştır ![]() Günümüzdeki karmaşık elektronik teknoloji, ve enerji devrimi, uzayın sonsuz kaynaklarını insanlığın emrine verecek gibi gözükmektedir ![]() İdeoloji konusunda ise, insanlık, gerek doğayla gerekse öteki insanlarla mücadele etmek için "devlet"i üretmiştir ![]() totemlerden çok tanrılı dinlere, çok tanrılı dinlerden, semavi inançlara yükselmiştir ![]() Devlet, insanın yarattığı en önemli "kültürel" olgudur ![]() Devletin ortaya çıkışından sonra, ırk, millet, vatan gibi kavramlar gelişmiştir ![]() İnsanlık, en sonunda da, bütün "mukaddes" inanç ve ilkelerin "aynı saygınlık" düzeyinde bulunduğu kabul edilen ve her bireyin "temel hak ve özgürlüğünü" esas sayan bir demokratik ve laik aşamaya, düşünce düzeyinde bile olsa, erişmiştir ![]() Bu düzeyde artık, bireyin, temel hak ve özgürlüklere "doğuştan" sahip olduğu kabul edildiği gibi yine kendisinin ürettiği "devlet" karşısındaki mutlak eşitliği de "vatandaşlık" çerçevesinde onaylanır ![]() Böylece, ideolojik olarak, insanlık, kendi kurduğu devleti, "demokrasi" adı altında, kendi emrinde, "eşitlik" ve "adalet" ilkeleri çerçevesinde herkesin mutluluğu için kullanmaya başlar ![]() Teknoloji-İdeoloji Etkileşimi ve Sorunlar Yukarıda sanki biribirinden bağımsız gibi aktarılan bu teknolojik ve ideolojik değişme ve gelişmeler, aslında çok sarsıntılı ve ancak uzun dönemde uyumun sağlanabildiği bir etkileşim çerçevesinde gelişmiştir ![]() Sadece son dönemden bir örnek vermek gerekirse, pusulanın icadı ve barutun yaygın kullanımı, ticareti geliştirerek ve merkezileştirerek endüstri devriminin temellerini atmış, buhar makinasının simgelediği bu devrimin tohumlarını filizlendiren öğeler arasında önemli bir rol oynamıştır ![]() ![]() Yine endüstri devriminin doğurduğu, "kentleşme" ve "sınıflaşma" süreçleri, "ulus-devlet" ideolojisinde "demokratik ve laik hukuk devleti" aşamasına ulaşılmasına yol açmıştır ![]() Ayrı bir inceleme ve irdeleme konusu olan, günümüzdeki "küreselleşme" olgusu da, son yıllardaki teknolojik ve ideolojik gelişmelerin etkileşimi sonunda ortaya çıkan bir gerçektir ![]() Çok kısa olarak özetlediğim bu süreç, aslında insanlığa pek çok kan ve gözyaşına mal olan sancılı bir tarihtir ve henüz burada belirttiğim "ideal sonuçlara" varmaktan da çok uzaktır ![]() Yani, her bir bireyin öteki kadar saygın olduğu, temel hak ve özgürlüklerin bütünüyle güvence altında bulunduğu, herkesin üretime katılma fırsatının eşit olduğu, üretimden alacağı payın ise adil ölçülerde belirlendiği bir "demokratik ve laik hukuk düzeni" dünya üzerinde egemen olmaktan çok uzaktır ![]() Teknoloji, içinde yaşadığımız ve kendisine egemen olmaya çalıştığımız doğayı tahrip eden bir niteliğe bürünmektedir ![]() İdeoloji, insanın mutluğu için üretilmiş olan devleti, insanların birbirlerini öldürmelerinde kullandıkları bir silah ve bir gerekçe haline dönüştürmüştür ![]() Teknoloji konusundaki klasik örnek, atomun parçalanmasıyla ortaya çıkan büyük enerjinin, insanlığa ışık ve aydınlık olarak yarar getirmesinin yanında, atom bombası ve nükleer artıklar olarak zarar vermesidir ![]() İdeoloji konusundaki klasik örnek, insanları daha mutlu ve birbirleriyle daha uyumlu yapmak için ortaya çıkmış olan inançların, mezheplerin, ve birlikte yaşamak için geliştirilmiş olan millet, devlet kavramlarının, tam tersine kitlesel katliamların gerekçesi haline dönüşmüş olmalarıdır ![]() Biliminsanının Sorumluluğu Biliminsanının kültürel sorumluluğu, genel olarak, insanın öteki insanlarla ve doğa ile olan çelişkilerini azaltmaktır ![]() Bu çabaları sırasında ona yolunu gösterecek olan ışık, bilimin karşı konulmaz aydınlığıdır ![]() Bilim, bize doğal ve toplumsal çevremizin işleyiş kurallarını öğretir ![]() Biliminsanı önce bu kuralları öğrenmek, sonra da o yasaları, insanlığın yararına kullanmak zorundadır ![]() Teknoloji, ideoloji ve sanat-edebiyat konuları olmak üzere, biliminsanının somut sorumlulukları, üç farklı alanda şöyle özetlenebilir: 1) Biliminsanı, teknolojik değişmenin hızlandırılmasına çalışmalı, ama, bu teknolojinin, içinde yaşadığımız doğayı ve öteki insanları tahrip edecek biçimde kullanılmasına karşı çıkmalıdır ![]() 2) Biliminsanı, her ideolojinin somut amacının insanın mutluluğu olduğunu her an akılda tutarak, soyut amaçlar uğruna, insanların birbirlerine baskı yapmasına ve birbirlerini yoketmesine karşı çıkmalıdır ![]() 3) Biliminsanı, insanın ve doğanın güzelliklerini yansıtan bütün sanat ve edebiyat etkinliklerinin geliştirilmesine ve yaygınlaştırılmasına doğrudan destek vermelidir ![]() Sonuç olarak, "toplumun korunma reflekslerini, barışçılıkla, teknolojik gelişmeleri, çevrecilikle, günlük yaşamın ve insanlığın evrensel çirkinliklerini, sanat ve edebiyat ile dengelemeye çalışmak" biliminsanının kültürel sorumluluğudur diyebilirim ![]() GOP NEYİ AMAÇLIYOR, NEYİ GERÇEKLEŞTİREBİLİR EMRE KONGAR Kültür Girişimi GENİŞLETİLMİŞ ORTADOĞU VE KUZEY AFRİKA PROJESİ GOP SEMPOZYUMU 8 Kasım 2004 İSTANBUL TÜRKİYE I ![]() 1990'ların başında Soğuk Savaş'ın bitiminden sonra dünya yeni bir döneme girdi ![]() Buna pek çok kişi "küreselleşme" diyor ![]() Küreselleşme döneminde, Sovyetler Birliği'nin dağılmasından sonra, Amerika Birleşik Devletleri'nin egemenliğindeki dünyanın yeniden biçimlendirilmesi için de "Yeni Dünya Düzeni" adı altında bir yapılanma modeli gündeme getirildi ![]() Bu modelin oluşması biri uzun erimli bir değişimin öteki ise çok daha kısa dönemdeki bir olgunun sonucuydu ![]() Uzun erimli oluşum, dünyanın Tarım ve Endüstri Devrimlerinden sonra "İletişim-Bilişim Devrimi" veya "Bilgi Toplumu" ya da "Uzay Çağı" gibi ifadelerle tanımlanan yeni bir devrime girmiş olmasıydı ![]() Kısa dönemdeki olgu ise, 11 Eylül 2001'de Amerika'yı da vuran "Küresel Terörün" ortaya çıkışıydı ![]() GOP'un nesnel bir değerlendirilmesi ancak hem uzun erimli hem de yakın zamanda meydana gelen bu iki nedenin dikkate alınmasıyla olanaklı olacaktır ![]() Birinci olarak, "İletişim-Bilişim Devrimine" baktığımızda, dünyanın Tarım Devrimi ve Endüstri Devriminden sonra üçüncü büyük dönüşümün içine girdiğini görüyoruz ![]() Tarım Devrimi, dünyaya ideoloji olarak tek tanrılı dinleri, devlet biçimi olarak mutlakıyetçi din-tarım imparatorluklarını ve din adamları ile toprak ağalarının yönetiminde, köle köylülerden oluşan bir sınıfsal yapıyı getiriyor ![]() Mısır uygarlığı ile başlayan bu dönem, Roma ve Osmanlı gibi imparatorluklarla devam ediyor ![]() Dönemin ekonomik değeri toprak; savaşlar ise dini ideoloji altında, toprak almaya ve alınan toprağı korumaya yönelik savaşlardır ![]() Endüstri devrimi, insanlığa ideoloji olarak ulusçuluğu, devlet biçimi olarak laik ve demokratik ulus devletleri, üretim olarak fabrikalardaki imalatı, ekonomik değer olarak ham madde ve mamul madde pazarlarını, sınıfsal yapı olarak da sermaye ve işçi sınıflarını getiriyor ![]() Savaşlar artık ulusçuluk ideolojisi altında ham madde ve mamul madde pazarı elde etme savaşları, dönemin egemeni ise sanayi devrimine öncülük ederek bir sömürge imparatorluğu kurmuş olan İngiltere'dir ![]() Birinci Dünya Savaşı, din tarım imparatorluklarını tümüyle tasfiye ederek ulus devletlerin egemenliğini ortaya çıkarmış, İkinci Dünya Savaşı ise, bu çerçevede bir üst aşamaya geçme iddiasında olan Sovyetler Birliği ile Amerika Birleşik Devletleri arasında bölünmüş bir dünya ve bir Soğuk Savaş üreterek, İngiltere'nin egemenliğine son vermiştir ![]() Şimdi insanlık, Endüstri Devrimi'nden, adı ne olursa olsun yeni bir devrim aşamasına geçerken, Amerika Birleşik Devletleri, Soğuk Savaş'ın bitiminden sonra tek egemen olarak kaldığı dünyadaki liderliğini sürdürmek için, bu yeni biçimlenme döneminde, yeni bir düzen oluşturmak istemektedir ![]() Endüstri devriminin ana kaynaklarından biri olan petrolün yirmibirinci yüzyılın ilk çeyreğinde tükenme sinyalleri vermesi, Çin'in gittikçe gücü artan yapısı, küresel terörün yaygınlaşması, Amerika Birleşik Devletlerini, bu yeni yapılanmanın kaçınılmazlığı konusunda ivedi kararlar almaya yönelten "yakın nedenler" arasındadır ![]() Tam noktada, ikinci olarak Küresel Terör olgusuna bakmamız gerekmektedir ![]() Gerek yaklaşan petrol krizi, gerekse Çin'in yakın gelecekte bir küresel güç olarak ortaya çıkmasının yaratacağı sorunlar Amerika Birleşik Devletleri'ni ivedi önlemler almaya iterken, Soğuk Savaş sırasında bizzat kendisinin Sovyetlerle mücadele için yarattığı Radikal Siyasal İslami örgütlerin, Soğuk Savaş sonrasında, hedefsiz kalarak Ortadoğu Savaşı'nı bahane edip New York'a ve Washington'a saldırması, küresel terörün, bu Yeni Dünya Düzeni'nin oluşturulmasında işlevsel bir neden olarak kullanılması olanağını sağlamıştır ![]() Bir başka deyişle, insanlığın içine girdiği üçüncü büyük devrim çerçevesinde dünyadaki egemenliğini sürdürmek için yeni bir yapılanma arayan Amerika Birleşik Devletleri, Radikal Siyasal İslami örgütlerin bütün dünyaya ve kendisine yönelttiği tehdidi, bu yapılanmanın gerekçesi olarak kullanma olanağına kavuşmuştur ![]() İslam coğrafyasının petrol kaynakları ile çakışan niteliği ve Orta Asya'nın Çin ile olan komşuluğu, küresel teröre karşı girişilen savaşta, Amerika Birleşik Devletleri'nin Yeni Dünya Düzeni açısından yakın sorunlar olarak gördüğü tehlikelere karşı ivedi önlemler almasını kolaylaştırmıştır ![]() Değişen dünya düzeni bağlamında, ortaya çıkacak olan petrol krizi ve Çin'in küresel gücü ile başa çıkabilecek önlemler, küresel teröre karşı alınacak önlemlerle uyum içinde görünmektedir ![]() İşte GOP'un tam adına baktığımızda, bu stratejinin uygulanacağı coğrafyanın ve eylemin açıkça tanımlandığını görmekteyiz: Projenin tam adı şöyle: "Geniş Orta Doğu ve Kuzey Afrika Bölgesi ile Ortak bir Gelecek ve İlerleme için Ortaklık" ![]() "Geniş Orta Doğu"dan kastedilen coğrafya, Orta Asya'dır ![]() ![]() "Ortak bir Gelecek ve İlerleme için Ortaklık" ifadesi ise, bu bölgedeki uzun erimli amacı yeterince açıklamaktadır: Amerika Birleşik Devletleri, bizzat Başkan Bush'un ağzından açıklandığı biçimde bu yörelere, aynen İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra Almanya ve Japonya'ya götürdüğü gibi demokrasi götürmek istemektedir ![]() Oysa unutmamak gerekir ki, Almanya ve Japonya yeterince endüstrileşmiş ülkeler olarak demokrasiyi kurmaya ve geliştirmeye elverişli bir ortama sahiptiler ![]() Oysa Genişletilmiş Orta Doğu coğrafyası, özellikle Ortadoğu bölgesi, henüz Tarım Dönemi aşamasında, aşiret ve mezhep esasına göre örgütlenmiş bir toplumsal yapıya sahiptir ![]() Yani bu bölgeye dışardan demokrasi ithal etmek, mevcut toplumsal ve ekonomik yapı açısından pek olanaklı görünmemektedir ![]() Bu durumda, ilan edilen amaç ne denli yüce ve demokratik görünürse görünsün, fiilen meydana gelecek durum, Amerika Birleşik Devletleri'nin bu bölgedeki askeri ve siyasal egemenliği olacaktır ![]() II ![]() İkinci Dünya Savaşı'nın bitiminden sonra başlayan Soğuk Savaş da sona erince, Amerikalı Siyaset Bilim Profesörü Samuel P ![]() ![]() Bugün, Amerika Birleşik Devletleri'nin gerek Afganistan gerekse Irak savaşlarının ardında da, GOP'un arka planında da, Huntington'un kuramsal açıdan dile getirdiği bu düşmanlığın izlerini görmek olanaklıdır ![]() Bu nedenle Huntington'un kuramına bu çerçevede yeniden çok kısaca bir göz atmak gereklidir: Huntington'un genel yaklaşımı aşırı seçkinci yani faşist bir nitelik taşır: Huntington'a göre "Batı" tek ve biricik nitelikli bir uygarlıktır ![]() Batı'ya ulaşılamaz ve Batı Uygarlığı taklit edilemez ![]() Huntington önyargılıdır ve kötü kötü niyetlidir: Huntington'un Toynbee'den ödünç aldığı teze göre, her uygarlık ancak bir meydan okuma ile karşılaştığı ve bununla başa çıktığı zaman gelişir ve devam eder, yoksa gevşer ve yok olur gider ![]() Soğuk Savaş bitmeden önce, Sovyetler Birliği'nin liderliğindeki Doğu Bloku, Batı için böyle bir tehdit oluşturuyor ve Batı'yı uyanık, dinamik ve gelişme çizgisinde tutuyordu ![]() Sovyetler Birliği çöktükten sonra, Batı Uygarlığı'nın önündeki tehdit kalktığı için, bu uygarlık rehavete kapılma ve dinamizmini yitirme tehlikesiyle karşı karşıya kalmıştır ![]() Batı uygarlığını uyanık ve dinamik tutabilmek, gelişmeyi sürdürmesini sağlamak için karşısına yeni düşmanlar bulmak gerekir, bunlar da sırasıyla İslam ve Sind (Çin) uygarlıklarıdır ![]() Türkiye'nin ve Atatürk'ün Anti-Emperyalist Tutumu, Huntington'u Korkutmakta, Batı Modelinin Batı Emperyalizmine Karşı Kullanılmasını Önlemek için Ilımlı İslam İleri Sürülmektedir ![]() Geri kalmış bir İslam toplumunda bir ulus devlet modelini kuran Atatürk, bu modelini, Batı emperyalizmine karşı verdiği savaşla gerçekleştirdiği için, Batılıları korkutmaktadır ![]() Türkiye, Huntington'un "olamaz" dediği Batılılaşmayı Atatürk'ün önderliğinde ve üstelik de Müslüman bir toplumda gerçekleştirmiştir ![]() Bu niteliği ile Atatürk Türkiye'si , Huntington'un tezlerinin tümüyle yanlış olduğunun yaşayan bir kanıtıdır ![]() ![]() Nitekim, Huntington, Atatürk'ün çok büyük bir devrimci olduğunu zorunlu olarak kabul ettiğinden bu "geri döndürme" işlemi için, ancak onun kalibresinde (terim aynen onundur) bir devlet adamına gereksinme duyulduğunu belirtir ![]() Huntington, son derece ilginç bir biçimde ve "Sureta Haktan görünerek", "insan hakları kadın hakları gibi değerler Batı'nın değerleridir ![]() ![]() ![]() Böylece Batı'nın, sömürgeleştirdiği yerlerde, Mustafa Kemal Atatürk'ün yaptığını önlemeye, Batı değerlerinin bu sömürgeciliğe karşı kullanılmasını engellemeye çalışmaktadır ![]() İşte Amerika'nın "ılımlı "İslam" projesinin altında yatan gerekçe budur: Amerikan nüfuzu altına alınacak bölgelerdeki halkların Batı değerlerini benimseyerek, Batı'nın sömürgeciliğine karşı çıkmalarını engellemek ve İslam'ın Tarım Dönemi değerlerini geçerli kılarak, bu değerler aracılığı yoluyla Amerika ile işbirliğine gitmelerini, yani ikinci sınıf müttefikler olmalarını sağlamak ![]() III ![]() GOP'un ardındaki ardındaki beyinlerden birinin de Tarihin Sonu adlı kitabıyla ünlenen Francis Fukuyama olduğu anlaşılıyor ![]() Fukuyama'nın son kitabı State Building adını taşıyor ![]() Alt ismi ise, "Governance and World Order in the Twenty-First Century" ![]() Türkçe'ye "Devlet Kurma", "Yirmibirinci Yüzyılda Yönetişim ve Dünya Düzeni" diye çevrilebilir ![]() Fukuyama bu kitabında Yirmibirinci Yüzyıl dünyasını çözümlüyor ve bu dünyanın nasıl biçimlenmesi gerektiği konusunda önerilerini sıralıyor ![]() Kitap, Amerika Birleşik Devletleri'nin başını çektiği GOP projesinin de anahatlarını oluşturuyor ![]() Çeşitli yazar ve düşünürlerin "Ulus devlet bitmiştir; Yeni dünya düzeninde Ulus Devlet modelinin yeri yoktur" görüşüne karşılık, Fukuyama, Yirmibirinci Yüzyıl Dünyası'nın temel siyasal biriminin Ulus Devlet olmasını öngörüyor ![]() Fukuyama'ya göre, hiçbir uluslar arası federal örgütlenme ya da bir uluslar arası örgüt, dünya üzerindeki yoksulluk, terör, uyuşturucu gibi sorunlarla, Ulus Devletler kadar etkili bir biçimde mücadele edemez ![]() Yaklaşık bir kuşak boyunca, dünya politikasının, devletin küçültülmesi yönünde olduğuna işaret eden Fukuyama: "11 Eylül'den sonraki dönemde, dünya politikasının temel sorunu devleti geri çekmek değil, tam tersine onu güçlendirmektir ![]() diyor (s ![]() ![]() Tabii Fukuyama'nın sözünü ettiği devlet, "küçük fakat etkin" bir devlet ![]() Dünyadaki ülkeleri, "Devlet fonksiyonlarının yaygınlığı" ve "Devletin gücü" ölçütlerine göre sınıflayan Fukuyama, Türkiye ve Brezilya gibi ülkeleri, "fonksiyonları yaygın ama güçsüz" devletler arasında sayarken, Amerika'yı, "fonksiyonları az ama güçlü devlet" sınıflamasına sokuyor ![]() ![]() ![]() Tabii Fukuyama'nın tüm dünya için, "fonksiyonları dar ama güçlü devlet" modelinden yana olduğunu; bu modeli herkes için önerdiğini eklemeye gerek yok ![]() GOP ile Fukuyama'nın son kitabı arasındaki ilişkiler son derece doğrudan ve çok açık ![]() Amerika Birleşik Devletleri, terör, yoksulluk, uyuşturucu gibi dünya çapındaki sorunlarla savaşmak için, "Geniş Orta Doğu ve Kuzey Afrika Bölgesi ile, Ortak bir Gelecek ve İlerleme için Ortaklık" öneriyor ![]() Son G-8 toplantısının gündemini de bu proje oluşturuyor ![]() Tabii, bu projenin nasıl hayata geçirileceği çok önemli bir konu ![]() Amerika'nın Irak politikası bu açıdan büyük önem kazanıyor ![]() GOP'ta, Birleşmiş Milletlerin ve NATO'nun oynayacağı rol ve Türkiye'ye biçilen görev de bu çerçevede tartışılıyor ![]() Fransa, Chirac'ın ağzından kuşkularını dile getiriyor ![]() ABD, GOP'ta da, Irak'ta bugüne kadar izlediği politikaları uygularsa, dünyayı büyük bir felaketin beklediğine kuşku yok ![]() IV ![]() GOP'un, Amerika Birleşik Devletleri açısından hem genel çizgileri, hem de bir anlamda yasal dayanakları, Kongre ve Başkan tarafından oluşturulan 11 Eylül Komisyonu raporu ile dünya kamuoyuna açıklandı; bu rapor geçenlerde 567 sayfalık bir kitap olarak yayınlandı ![]() ![]() ![]() ![]() Komisyon "Amerika'ya yönelik terörist saldırıları" irdelediği raporu yazmak için 2,5 milyon sayfa belge incelemiş, on ülkeden, 1200'den fazla kişi ile konuşmuş ![]() Raporun bir bölümü "Sürekli Büyüyen İslamcı Terörün Önlenmesi" adını taşıyor ![]() Bu bölümde Komisyon dokuz öneri sıralamış ![]() ![]() ![]() Ayrıntılı biçimde ifade edilen öneriler uzun uzun açıklanmış ![]() Raporun bu bölümü, Amerika Birleşik Devletleri'nin İslam Dünyası'nda yoğun ilişkiler kurmuş olduğunu ve bu ilişkilerin gelecekte de süreceğini vurgulayarak başlıyor ![]() Amerika'nın, İslam Dünyası'na yaptığı büyük yardımlara karşın, bölgedeki ülkelerde yaşayanların gözünde hiç de olumlu bir yere sahip olmadığı saptamasına yer verilerek, Endonezya'dan Türkiye'ye kadar, araştırma yapılan bu ülkelerde yaşayanların üçte ikisinin Amerika'nın kendilerine saldırmasından korkmakta olduğu belirtiliyor ![]() İslami cihad anlayışının, Amerika'yı İslam karşıtı olarak tanımladığını da kaydeden komisyonun önerileri kısaltılmış haliyle şöyle: Amerika, dünyanın ahlaki liderliği konusunda iyi bir örnek oluşturduğu, halka insanca muamele edilmesine, hukukun üstünlüğüne inandığı ve komşularına açık elli ve koruyucu olarak davrandığı konusunda açık bir mesaj vermelidir ![]() ![]() ![]() Dost bile olsalar, Müslüman hükümetler bu ilkelere saygı göstermedikleri zaman Amerika daha iyi bir gelecek için buna karşı çıkmalıdır ![]() ![]() Amerika, ilkelerini ve değerlerini yurt dışında ısrarla savunmalı, Somali, Bosna, Kosova, Afganistan ve Irak'taki Müslümanları diktatörlere ve suçlulara karşı korumalıdır ![]() ![]() Arap ve İslam halklarının büyük ölçüde uydu televizyonu ve radyo izledikleri düşünülürse, televizyon ve radyo yayınları Arap Dünyası'na, İran'a ve Afganistan'a yönelik olarak bu amaçla kullanılmalı, bu alana daha büyük fonlar ayrılmalıdır ![]() Amerika, burslar, değişim programları ve kütüphaneler konusunda gençlere yönelik yeni programlar oluşturmalı, onlara bilgi ve umut aşılamalıdır ![]() ![]() Amerikan Hükümeti öteki ülkeleri de, kurulacak olan yeni bir "Uluslararası Gençlik Olanakları Fonu"a katkıda bulunmaya çağırmalı, fonlar, kendi ilk ve ortaöğretim eğitimlerine yatırım yapan Müslüman ülkelerde doğrudan kullanılmalıdır ![]() Terörizmle savaş için oluşturulacak kapsamlı bir Amerikan stratejisi, ekonomik kalkınmayı, açık toplumu ve insanların aileleri ve çocukları için daha iyi yaşam koşullarını sağlayacak ekonomik politikaları içermelidir ![]() Amerika, İslamcı teröre karşı öteki ülkeleri de içine alacak kapsamlı bir koalisyon stratejisi oluşturmalıdır ![]() ![]() ![]() Amerika, dostlarını da, yakalanan teröristlerin göz altında tutulması ve bunlara insanca muamele edilmesi konusunda ortak bir stratejide birleştirmelidir ![]() ![]() Raporumuz en az on yıldan beri El Kaide'nin kitle imha silahları üretmeye veya elde etmeye çalıştığını göstermektedir ![]() ![]() ![]() Teröristlerin finansman kaynaklarının izlenmesi ve saptanması terörizme karşı olan mücadelenin en önemli ögesidir ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Raporun bu bölümü, bazı terörist etkinliklerin artık dış kaynaklara gereksine duymadan ya meşru istihdam ya da düşük düzeydeki yasa dışı etkinliklerle kendi kendini finansa eder konuma geldiğini kaydederek son buluyor ![]() ![]() Yukarda çok kısa olarak alıntıladığım önlemler, Amerika'nın İslam Dünyası'na karşı, ekonomik kalkınmayı, eğitimi ve iletişim olanaklarını da içeren "topyekun" bir yaklaşım sahibi olduğunu gösteriyor ![]() İşte Genişletilmiş Ortadoğu Projesi'nin belkemiğini bu yaklaşım oluşturmaktadır ![]() V ![]() 1) Genel Değerlendirme Öyle anlaşılıyor ki, Amerika Birleşik Devletleri, dünyanın içine girdiği yeni değişim döneminde de liderliğini sürdürmek için yeni bir yapılanma öngörmekte ve bu yapılanmanın alanı olarak da "Genişletilmiş Ortadoğu" dediği Kuzey Afrika'dan Orta Asya'ya kadar uzanan bir bölgeyi seçmiş bulunmaktadır ![]() Her ne kadar bu yaklaşımın arkasında petrol kaynaklarının tükenmesi ve Çin'in gelişmesi yatıyorsa da, İslami Terör olgusu GOP'un ivedi biçimde yaşama geçirilmesinde önemli bir işleve sahiptir ![]() Amerika, 11 Eylül 2001'deki İslam terörüne karşılık olarak yaptığı Afganistan harekatından sonra, "önleyici vuruş" veya "önleyici üstünlük" diye çevirebileceğimiz "preemptive preeminence" askeri stratejisi ile, yine İslam terörizmini gerekçe olarak kullanmış ve kitle imha silahlarıyla El Kaide ilişkilerini bahane ederek Irak'ı işgal etmiş ve böylece Ortadoğu'ya yerleşmiş görünmektedir ![]() Amerika'nın Irak'a girmek için kullandığı bahanelerin gerçek olmadığı anlaşılmış ama kendisine hedef olarak belirlediği "Irak'a demokrasi götürmek" işlevi gündemden kalkmamıştır ![]() Oysa toplumsal alt yapısı henüz Tarım Dönemi özellikleri taşıyan yani büyük ölçüde Endüstri Devrimi öncesi aşiret ve mezhep çizgilerinde örgütlenmiş bir topluma kısa zamanda, örneğin İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra Japonya ve Almanya'ya yapıldığı gibi, dışardan demokrasi götürmek hiç de olanaklı değildir ![]() Nitekim bu gerçeği yaşayarak öğrenen Amerikalılar, bir süre sonra Irak için, gerçek demokrasiden vaz geçerek "İslami Demokrasi" öngördükleri gibi, demokrasinin ruhuyla ve özüyle bağdaşmayan bir modeli gündeme getirmişlerdir ![]() Hiç kuşkusuz, Irak deneyimi, GOP'ta neler yapılabileceğini ve neler yapılamayacağını belirleyen bir ön uygulama niteliği taşımaktadır ![]() Amerika'nın ekonomik kalkınma ve gelişme üzerine oturttuğu, özellikle gençlere, ama esas olarak tüm halklara yönelik olarak planladığı, eğitim ve medya alanlarını da kapsayan büyük "teröre karşı demokrasi atılımı", zaten Endüstri öncesi toplum nitelikleri taşıyan yerlerde, "İslami bir çizgiye" dayandığı ölçüde başarısız kalmaya mahkumdur ![]() Bugüne kadar, özellikle teröristleri üreten ideolojik yapının Amerika'yı "İslam düşmanı" olarak tanımlamasının, bu ülkede yol açtığı rahatsızlık anlaşılabilir bir duyarlılıktır ![]() Ayrıca böyle bir "İslam düşmanlığı" etiketi, Amerika'nın öne sürdüğü her reform programını da daha baştan sakat hale getirebilir ![]() Bu açıdan, ürettiği reform planını İslam Alemi'nde uygulamak isteyen Amerika'nın bütün projeyi bir "Ilımlı İslam" eksenine oturtmak istemesi oldukça anlaşılabilir bir yaklaşımdır ![]() Ama "Ilımlı İslam" yaklaşımının zayıf tarafı, zaten toplumsal yapıları demokrasiye uygun olmayan ülkelerde uygulanması halinde, demokrasi yerine, kullandığı ideolojik çerçeveden dolayı teröre hizmet etme olasılığının çok daha yüksek olmasıdır: Çünkü toplumun genel siyasal-ideolojik yapısı laik ve demokratik ilkelere göre biçimlenmediği sürece, gerçekleştirilen her atılım, ulaşılan her teknolojik ve eğitimsel aşama mevcut yapının "İslam" anlayışı çerçevesinde değerlendirilecek, böylece "İslam terörizmini" üreten ve besleyen ortam daha da güç kazanacaktır ![]() Nitekim İslamcı teröristler üzerinde yapılan araştırmalar, bunların umutsuz ve yoksul insanlar kadar, eğitimli ve bilinçli orta sınıf bireylerinden de oluştuğunu göstermiştir ![]() Dolayısıyla, GOP'un başarı şansı, ancak laik temeller üzerinde yükselen gerçek bir demokrasi modeline dayanması ile olanaklıdır ![]() Yoksa, "Ilımlı İslam Demokrasisi" diye çarpıtılmış ve saptırılmış bir demokrasi modeli çerçevesinde yapılacak atılımlar, ters tepecek ve ilerde terörün de yaygınlaşması açısından hiç de istenmeyen sorunlar ortaya çıkacaktır ![]() Tabii, gerçek bir demokratik modelin kullanılması, ağırlıklı olarak İslami ideolojiye dayalı siyasal yapıların egemen olduğu bölgede çok zor bir iştir ![]() Mevcut siyasal iktidarlar böyle bir modeli kendi egemenliklerine bir meydan okuma biçiminde algılayabilecekleri için, bölge ülkelerinin hükümetlerinin desteğini almak çok zor olacaktır ![]() Ama unutmamak gerekir ki, terörizmle mücadelenin en etkili aracı gerçek bir demokratik yapılanmadır ![]() Türkiye'nin bölgede gerçek bir demokratik modele doğru örgütlenmiş olan tek İslam toplumu niteliği taşıması, bir yandan böyle bir modelin gerçekleşme şansına işaret ederken, öte yandan yalnızlığı ve biricikliği, böyle bir modelin uygulama zorluklarını gündeme getirmektedir ![]() 2) Türkiye'nin Durumu Türkiye, gerek bölgedeki tek ve biricik demokratik Müslüman toplum kimliğiyle, gerek GOP'un hemen hemen tam ortasında yer alan coğrafi konumu dolayısıyla, gerekse Amerika Birleşik Devletleri'nin "stratejik ortağı" olarak doğrudan doğruya GOP'tan etkilenecek hatta projenin uygulanmasında kendisinden öncü katkı beklenecek ülkelerin başında gelmektedir ![]() Amerika Birleşik Devletleri, hem Soğuk Savaş döneminden kalma alışkanlıklarla, hem de Türkiye'deki iç politika dinamikleriyle uyumlu götürmek istediği dış siyaseti açısından "Ilımlı İslam" modelini bugünkü Türkiye için de desteklediğini belirten sinyaller vermektedir ![]() Irak'ın işgalinden sonra Türkiye ile komşu olan Amerika açısından Türkiye'nin "stratejik ortak" olarak önemi kuşkusuz daha da artmıştır ![]() GOP, bu önemi bir kez daha vurgulayacak bir proje olarak görünmektedir ![]() Bu durum, dış politikadaki stratejik tercihler açısından Türkiye üzerindeki Amerikan beklentilerini ve etkisini arttıracak niteliktedir ![]() Oysa özellikle Kuzey Irak bölgesi ve Türkiye'deki bölücü etnik terör açısından Türkiye ile Amerika arasında görüş ve uygulama farklılıkları vardır ![]() Öte yandan Türkiye Avrupa Birliği ile üyelik müzakerelerinde yeni sorunlarla karşılaşacak, yeni ilişkilerin temellerini atacaktır ![]() Burada aklıda tutulması gereken bir başka konu da Türkiye'nin bizzat GOP ülkeleriyle ikili ilişkilerinin varlığıdır ![]() Bu ilişkiler de Türkiye'nin bölgedeki stratejik konumu açısından büyük önem taşıyan niteliktedir ![]() Bütün bu hususlar dikkate alındığında, GOP'un Türkiye açısından hem iç hem de dış sorunlar doğurması kaçınılmaz görünmektedir ![]() Amerika'nın "Ilımlı İslam" yaklaşımı her şeyden önce Türkiye'nin toplumsal ve siyasal yapısı ve iç politikası açısından sakıncalar taşımaktadır ![]() Bir İslami diktatörlükte, demokratik açılım sayılabilecek olan "Ilımlı İslam" yaklaşımı, laik ve demokratik bir rejime sahip Türkiye için hiç kuşkusuz, bir geriye gidiş, demokrasiden ödün veriş anlamını taşımaktadır ![]() Öteki İslam diktatörlüklerine "Ilımlı bir İslam devleti modeli" olması için, Türkiye'nin rejiminden fedakarlık etmesi, tarihin, aklın, toplumun ve siyasetin kabul edebileceği bir husus değildir ![]() Ayrıca böyle bir geriye gidişin Avrupa Birliği açısından da (aynen türban olayında olduğu gibi) çok ciddi sakıncalar taşıyacağı açıktır ![]() GOP'un uygulama aşamasında ise ortaya çıkacak sorunlar daha da önemli görünmektedir ![]() Türkiye'nin, Amerika'nın bölgedeki operasyonları için bir üs halini alması, bölgedeki konumunu önemli ölçüde sarsabilir ![]() Ayrıca buradaki bir başka tehlike, GOP'un uygulanması sırasında barışçı yolların çabuk sonuç vermemesi ve bugünden öngörülmeyen başka gelişmeler üzerine üzerine, işlerin Irak-Amerikan ilişkilerine benzer bir yola dökülmesidir ![]() Böyle bir durumda Türkiye tam bir çıkmazla karşı karşıya kalacaktır ![]() Öte yandan Türkiye'nin GOP için yapabileceği pek çok şey vardır: Ekonomik kalkınma, eğitim, medyanın gelişmesi, açık ve demokratik bir toplum için örgütlenme gibi alanlarda, Türkiye bölge ülkelerine pek çok katkıda bulunabilir ![]() Ayrıca konumu itibarıyla Türkiye'nin böyle bir projenin dışında kalması da ne olanaklıdır, ne de arzu edilir ![]() Bu nedenle, hiç zaman yitirmeden Türkiye'nin "laik ve demokratik bir bölgesel güç olarak" derhal GOP'un asli ögelerinden biri sıfatıyla masaya oturması ve planlama faaliyetlerine etkin bir "stratejik ortak" kimliğiyle katılması gerekmektedir ![]() KÜRESELLEŞME BAĞLAMINDA TÜRKİYE Emre KONGAR EGE ÜNİVERSİTESİ İZMİR 26 NİSAN 2001 Değerli meslektaşlarım, sevgili öğrenciler, değerli dinleyenlerim ![]() Hepinizi saygı ve sevgi ile selamlıyorum ![]() Burada bu konuşmada güç bir görevi yerine getirmeye çalışacağım: Üniversitede hoca olarak 96 saatte anlattığım konuları burada sizlere 45 dakikada özetlemek gibi güç bir görevle karşı karşıyayım ![]() Üstelik de değineceğim kavramların her biri küreselleşme ve uluslararası yapı veya Türkiye gibi, tarihten günümüze kadar bir takım karmaşık süreçlerin oluşturduğu konular ![]() Ayrıca ben bu konuları size aktarırken, günümüzde özellikle televizyonlarda politikacılar tarafından toplum ve Türkiye hakkında bilinçli olarak oluşturulan bazı yanlışları da düzeltmek niyetindeyim ![]() Tarihsel ve toplumsal konularda politikacılar tarafından çarpıtılmış gerçekleri anlatırken bir hayli sarsılacaksınız ![]() Sarsıldığınız zaman, bugüne kadarki bilgilerinizle benim söylediklerim arasında, kafanızda oluşan çelişkileri mutlaka okuyarak aşmanız lazım ![]() ![]() ![]() Birkaç örnek verirsem ne demek istediğim daha iyi anlaşılacak ![]() Günümüzde hem bir takım kavramların hem de tarihi olayların içleri boşaltılıyor ve bunlar halka ve özellikle de gençlerimize yanlış aktarılıyor ![]() Demokrasi kavramından başlayayım: Türkiye'de demokrasi sadece çoğunluğun yönetimi olarak anlatılıyor sürekli ![]() ![]() ![]() ![]() Demokrasinin mukaddes kavramı bireysel temel hak ve özgürlüklerdir ![]() ![]() Dolayısıyla siz demokrasiyi sadece çoğunluk yönetimi olarak ele aldığınızda çoğunluğun verdiği her kararı mukaddes saydığınız zaman her türlü baskıya, faşizme, dini kurallarla yönetilen bir topluma yani şeriata açık hale geliyorsunuz ![]() Bir başka deyişle demokrasiyi "çoğunluğun diktatörlüğü" haline çeviriyorsunuz ![]() Bu mümkün tabii ![]() ![]() ![]() ![]() Örneğin; Almanya'da Hitler seçim ile iktidara geldi ve Alman faşizmini seçim ile kurdu ![]() ![]() Sovyetler Birliği'nde Stalin döneminde bir sürü seçim yapılıyordu, yüzde 96 ile kazandığı söyleniyordu ![]() ![]() ![]() Orta Çağda engizisyon döneminde de, hiç şüpheniz olmasın engizisyon mahkemeleri çoğunluğun gücüne sahipti ama engizisyon baskısı altında inleyen toplumların hiçbiri demokrasi değildi ![]() Saptırma şöyle yapılıyor: "Demokrasi eşittir milli egemenlik eşittir çoğunluk" ![]() Hayır, bu tanım, bu eşitlik yanlış ![]() ![]() Bu tanımın demokrasi ile hiçbir ilgisi yok ![]() Demokrasi, temel hak ve özgürlüklerin güvencede olduğu bir çoğunluk yönetimidir ![]() Bunu hiç unutmayın ![]() Demokrasiyi sadece çoğunluk yönetimi olarak tanımlamak ve savunmak çok ciddi bir saptırma ![]() ![]() "Türkiye'nin % 99'u Müslüman olduğuna göre hukuk kuralları da şeriata göre düzenlensin" biçimindeki bir mantık demokrasi değildir ![]() Şimdi de çarpıtılan bir başka kavram üzerinde, laiklik kavramı üzerinde biraz durayım: Eksik olarak, eksik olduğu için de yanlış olarak deniyor ki; "Laiklik dinin devlete, devletin de dine karışmamasıdır" ![]() ![]() Bu tanım da doğru gibi görünüyor ama aynı demokrasi kavramında olduğu gibi eksik ![]() ![]() Laik devletin aktif bir görevi var: "Laik devlet, herhangi bir inanç grubunun başka inanç gruplarına baskı yapmasını önleyen devlettir" ![]() Bu görevi yapmayan bir devlette laiklik olamaz çünkü çoğunluktaki inanç grubu azınlıktaki inanç gruplarına baskı yapar, kafasını kırar, kendisine dönüştürür ![]() Laiklik din devlete karışmasın, devlet dine karışmasın ile başlayacak ama laik devlet herhangi bir inanç grubunun, özellikle de çoğunlukta olan inanç grubunun azınlıkta bulunan inanç gruplarına veya inançsızlara baskı yapmasını da önleyecek ![]() Laik devlet bu demek ![]() ![]() Dolayısı ile senin inancını ya da inançsızlığını o devlet koruyacak, laik devlet bu demek ![]() Demokrasi ve laiklik gibi iki kavram hakkında nasıl yanlış şeyler anlatılıyorsa, ne yazık ki ülkemizde tarih de o ölçüde saptırılıyor ![]() Bir örnek vereyim ![]() ![]() ![]() ![]() Tarih kitaplarında, Kırım Savaşı, Osmanlı İmparatorluğunun katıldığı ve kazandığı son savaş olarak ele alınıyor ve savaşın sonunda da Osmanlı İmparatorluğu'nun büyük bir başarıyla yeniden Avrupa'nın büyük devletleri arasına katıldığı söyleniyor ![]() O dönemde "Avrupa Konseri" (Konseyi değil, Konseri) diye bir örgütlenme var Arupa'nın büyük devletleri arasında ![]() ![]() Bu tamamen yanlıştır, tam tersine 1856 Kırım Savaşı, Osmanlının yıkılış sürecinde son darbeyi vuran savaştır ![]() Çünkü Osmanlı bu savaş dolayısıyla ilk kez Avrupa'dan borç alıyor ve sonunda da bu borcunu ödeyemediği için çöküyor ![]() Osmanlı tarihi de yanlış anlatıldığı için bu gerçek, gençler ve tabii bütün halk tarafından bir türlü anlaşılmıyor ![]() Osmanlı İmparatorluğu'nun asıl çöküş tarihi 1881'dir ![]() Osmanlı 1881 yılında çöktü ![]() ![]() ![]() Düyun-u Umumiye, genel borçlar demek ![]() ![]() ![]() Alacaklı Avrupa devletleri de alacaklarını tahsil etmek için, imparatorluk içinde kendilerine bağlı bir vergi toplama örgütü kuruyorlar ve en önemli vergileri, tekel gibi, tuz gibi vergileri doğrudan doğruya halktan zorla, zulümle alıp, kendi ülkelerine yolluyorlar ![]() Bu yönetimin adı "Düyun-u Umumiye İdaresi" ![]() Çöküş 1881 yılındadır ![]() ![]() Bir devlet düşünün ki, kendi maliyesine, kendi vergilerine egemen değil ![]() Böyle bir devletin bağımsızlığından söz edilebilir mi? Zaten biliyorsunuz, İslam devletlerinde egemenliğin iki simgesi vardır: Bir lider başa geçtiği zaman, adına hutbe okutur ve sikke bastırır ![]() Yani siyasal egemenliğini ve mali iktidarını böylece ilan eder ![]() İşte Osmanlı İmparatorluğu, Düyun-u Umumiye'nin kurulmasıyla, artık bağımsızığını yitiriyor ![]() Peki sonra, Birinci Dünya Savaşı'nın sonunda kendisini gerçekten siyasal olarak da ortadan kaldıran Sevr andlaşmasına kadar nasıl yaşıyor? Çok basit, Avrupa'nın büyük güçleri, İngiltere, Fransa ![]() ![]() 1881'e nasıl geldik? 1856 Kırım savaşı ile ![]() ![]() O savaşın başlaması da ilginç ![]() Osmanlı üstünde Rusların nüfuzu artınca, İngiltere ve Fransa, Rusya'nın nüfuzunu kırmak için Osmanlı'yı gaza getiriyorlar ![]() Savaşı böyle çıkarıyorlar ama Osmanlı diyor ki "Benim savaşacak param yok" ![]() Avurpalılar da "Dostluk ne gün için, sen yeter ki iste" diyorlar ![]() Osmanlı milyonlarca sterlin borçlanıyor, o savaşa girmek için ![]() Sonunda "Kazandık ![]() ![]() ![]() ![]() Osmanlı maliyesi çökmüş ödeyemiyor ![]() ![]() Faizi ile birlikte tekrar ödeme zamanı geliyor, Osmanlı yine ödeyemiyor bir kez daha erteleniyor ![]() Sonunda iflas, ve imparatorluk bitiyor ![]() ![]() Simgesel olarak da bitiyor, çünkü biliyorsunuz, yukarda söyledim, İslam Türk İmparatorluklarında egemenliğin simgesi ikidir ![]() ![]() ![]() Para bitiyor Osmanlıda 1856 Kırım savaşı ile ![]() Osmanlı niye çöktü diye şöyle bir düşünün ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() "Padişahlar çocuk yaşta veya deli olarak tahta çıkmaya başladı da ondan" denilir ![]() ![]() Osmanlı'nın çöküşü, Fatih Sultan Mehmet İstanbul'u zaptettikten sonra, diyalektik olarak, yani bu olayın tepkilerinin gelişmesi ile başlayan bir süreç sonunda ortaya çıktı: Fatih Sultan Mehmet'in İstanbul'u fethetmesinden sonra, Müslüman Türklerin Doğu ile Batı arasındaki ticaret yolları üzerindeki egemenliğinden bunalan Batılı ülkeler, yeni yollar bulmak üzere Atlantiğe açılarak Amerika'yı keşfettiler ve bilinen dünyanın sınırlarını genişlettiler ![]() ![]() İstanbul'un fethi, bilinen dünyanın kalbine ve beynine egemen olmuştur ![]() Doğu ile Batı arasındaki ticaret yollarını denetlemek ![]() ![]() ![]() ![]() Dünya değişiyor, yeni kıtalarla yepyeni bir dünya oluşuyor ![]() ![]() Yoksa Osmanlı 1453' te dünyanın en ileri teknoloji ve ideoloji ülkesi ![]() ![]() Bu ideolojik ve teknolojik olarak devrinin en güçlü devleti nasıl çöküyor? Endüstrileşmeyi kaçırıyor ![]() Neden endüstrileşmeyi kaçırıyor? Yeni dünya oluşumu içinde coğrafi yeri yeterli olmadığı için ![]() ![]() Osmanlı sonuç olarak coğrafi keşifler ve yeni bir dünyanın oluşması sonucu çöküyor ![]() Kapitülasyonlar bile bunla bağlantılıdır ![]() ![]() ![]() Osmanlı güçsüzleşmeye başlayınca ve özellikle de adli kapitülasyonlar verilince tümüyle yarı sömürge oluyor ve sonuda çöküyor ![]() Sonuç olarak tarihimiz yanlış okutuluyor ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Bu genel süreçleri anlamazsak, tarihimizi hiç bir biçimde doğru olarak göremeyiz ve algılayamayız ![]() Gençlerimize bir sürü yanlış şeyler öğretiliyor ideoloji adına ![]() Örneğin, duyduğumda kulaklarıma inanamadım ![]() ![]() Olabilir mi böyle bir şey ![]() ![]() ![]() Zaptettiği topraktaki insanların ya kellesini keser kendi adamını yerleştirir veya onları haraca bağlar ![]() Bu ayıp değil, günah değil; tüm Orta Çağ imparatorluklarında böyle ![]() ![]() ![]() ![]() Niçin saptırılıyor tarih? İki nedenle ![]() Emperyalizm, bugün kötü ya, güya o zaman da emperyalist olmak bu cahillere göre kötü bir şey ![]() İkinci olarak da dinci ya da milliyetçi ideolojiler: Türkler ya da müslümanlar kötü bir şey yapmazlar ![]() Böylece dinci görüş, milliyetçi görüş, ve cehalet birleşiyor, "biz Türkler en yüce ırkız ![]() ![]() Herkesin dini ve milliyeti kendisine göre iyidir ![]() ![]() ![]() Bir de, günlük siyasilerin ve medya egemenliği ile beyinlerimiz yıkanıyor ![]() ![]() Demokrasi diye çoğunluğun kafa kırmasına evet diyoruz ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Evet genel kavramların çarpıtılması ve tarih hakkındaki saptırmalardan verdiğimiz örneklerden sonra, bu çarpıtma ve saptırmaları akılda tutarak, küreselleşme konusuna başlayabiliriz: Küreselleşme de Türkiye'de körlerin fili tanımlamaları gibi tanımlanıyor ![]() ![]() Küreselleşme, aslında bütün sosyolojik ve siyasi kavramlar gibi son derece karmaşık, kompleks bir kavram ![]() ![]() Bir defa önce nereden geliyor küreselleşme onu görelim: Küreselleşmenin iki tane kaynağı var ![]() ![]() Bir teknoloji ihtilalinin sonucundan küreselleşme ortaya çıkıyor ![]() Aslında bu teknoloji ihtilali de, iki ayrı devrim ama ikisi birlikte oluşuyor: Birisi iletişim teknolojisi devrimi, yani şu telefon denilen nesne, öbürü de bilişim teknolojisi devrimi, yani bilgisayar ![]() Bu iki nesne, birlikte inanılmaz bir teknoloji devrimi yarattılar ![]() Dünyanın her yerinden telefonla her an her yere erişmek mümkün ![]() ![]() ![]() İnanılmaz bir şey bu ![]() ![]() Küreselleşme sürecinin bir ayağı bu ![]() Küreselleşmenin ikinci kaynağı bir siyasal olay ![]() ![]() SSCB'nin çökmesi bütün dünyayı değiştiriyor ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Küreselleşmenin arkasında yatan Soğuk Savaş 1945 yılından beri dünyada ve Türkiye'de olup biten her şeyi belirliyor ![]() Savaşın bitiminde Nagazaki'de ve Hiroşima'da atılan atom bombalarından tutun da, Rusların uzaya Sputnik adlı yapay uyduyu yollamalarına, Birleşik Amerika'nın aya adam yollamasından, benim sakalımdan dolayı YÖK'ü protesto etmek için üniversiteden istifa etmeme kadar herşey bu kadar makro ve bu kadar mikro her şey Soğuk Savaş'ın bir sonucu ![]() Bu Soğuk Savaş 1945 yılından itibaren bütün dünyayı belirledi: Birleşik Amerika devletlerinin liderliğinde bir batı dünyası ve Sovyetler Birliği'nin liderliğinde bir doğu dünyası arasındaki rekabet 1945 yılından 1989-1991 yılları arasındaki yıkılma sürecine kadar dünyadaki herşeyi belirledi ![]() Yani batı dünyasında yer alan ülkeler (ki biz onlardan biriyiz) bütün yapılarını, ülkelerinde olup biten her şeyi, Sovyetler ile savaş bağlamında, anti komünist bir anlayış içerisinde oluşturuyor ![]() Anti komünizm, yani dinciliği ve milliyetçiliği destekleyen, milliyetçiliği ve dinciliği ön plana çıkaran bir ideoloji ![]() ![]() Çünkü Sovyetler Birliği dini de milliyetçiliği de inkar ediyor ![]() İşte dünyaya bu yapı egemen oluyor Soğuk Savaşta 1945 yılından beri ![]() 1989'da Berlin Duvarı'nın yıkılmasıyla, 1991'de de Rusya Belarusya, Ukrayna ve Bağımsız Devletler Topluluğu arasında imzalanan bir anlaşma ile bu yapı çöküyor ![]() Dünyanın birden bire yapısı, dengesi, herşeyi bozuluyor ![]() ![]() Soğuk Savaşın bitmesi Sovyetler Birliği'nin çökmesidir ![]() Demek ki küreselleşmenin iki kaynağı var ![]() ![]() Çok kısaca ikisi arasındaki ilişkiye de işaret edeyim: Sovyetler Birliği iki nedenle çöktü ![]() ![]() ![]() ![]() Ama bu tek başına yıkamazdı Sovyetler Birliği'ni ![]() ![]() Yani aynı malı Batı ekonomisine göre daha büyük maliyetle, daha uzun sürede ve daha pahalıya üretiyor ![]() ![]() ![]() Şimdi elimizde iki kaynaklı, iletişim-bileşim devrimi ve Sovyetler Birliği'nin çöküşü ile birlikte ortaya çıkan küreselleşme diye bir olgumuz var ![]() ![]() ![]() ![]() Birinci ayak siyasi ayaktır ![]() ![]() ![]() Amerika zaten bunu kendi Başkanının ağzından bütün dünyaya ilan etti ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Ben şimdi size kendi değer yargılarımı aktarmıyorum ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Büyük itirazım, Türkiye'de objektif olaylar ve bilimsel tanımlar saptırılıyor ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Yani bu anlattığım küreselleşme bir vaka ![]() ![]() ![]() Amerika'nın liderliğini onaylayabilirsin, ya da onaylamayabilirsin ![]() ![]() Küreselleşmenin ikinci ayağı ekonomik ayaktır ![]() Ekonomik ayak siyasal ayaktan biraz daha değişik bir nitelik taşıyor: Ekonomik ayak küreselleşmede uluslararası sermayenin egemenliği anlamına geliyor ![]() Uluslararası sermaye ne demek? Her bir ülkenin bir başka ülkedeki yatırımları ve bunların ardındaki büyük şirketler demek ![]() ![]() ![]() Bu sermayenin miktarı inanılmaz bir rakam: 1 trilyon dolar ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Bunun 1 milyar doları günlük dolaşıyor, 100 milyar dolar aylık dolaşıyor ![]() ![]() ![]() ![]() Böyle etkileri de var ![]() ![]() ![]() Uluslararası sermaye ile Birleşik Amerika arasındaki ilişki de ilginç: Bunlar birebir aynı değil ama birbirinden tam bağımsız da değil ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Evet ikincisi de bu ![]() ![]() ![]() Üçüncü ayak çok daha ilginç bir ayak; kültür ayağı ![]() Küreselleşmenin kültür ayağının iki kolu var ve bu kültür ayağının iki kolu birbirini dengeliyor ![]() ![]() Kültür ayağının birinci kolu tek düze tüketim kültürünün bütün dünyadaki egemenliği ![]() Yani bütün dünyada insanlar aynı gazozu içiyor, aynı köfteyi yiyor, aynı ayakkabıyı ve pantolonu giyiyor ![]() ![]() ![]() Bu tüketim kültürü her biçimde empoze ediliyor ![]() ![]() ![]() ![]() Tek düze bir tüketim kültürü, firma ve marka bazında bütün dünyaya empoze ediliyor ![]() ![]() Bu, kültür ayağının kollarından bir tanesi ![]() Kültür ayağının ikinci kolu bunun tamamen zıddı; kaba ve sınırlı deyimiyle mikro milliyetçilik ![]() Mikro milliyetçilik şu; kendisinin farklı kültürel öğeler taşıdığını iddia eden her gruba ayrı siyasi özerklik verilmesi eğilimi ![]() Yani "ben çoğunluğun diniyle aynı dindenim ama ayrı mezheptenim", diyene "tamam o zaman sen siyaseten de özerk olmalısın" gibi ![]() Milliyet, ırk, din, mezhep, dil, diyalekt, hatta coğrafya farklarına göre, içinde yaşadığı geniş toplumdan farklılık gösteren her gruba, siyasal olarak, çoğunluğun içinde bulunduğu siyasal birlikten özerk, ayrı, otonom bir yapı önerilmesi ![]() Her bir ayrı alt kültür grubunun, ait olduğu siyasal birlikten koparılması ve ayrı bir özerk siyasal yapıya kavuşturulması ![]() Biz buna çok kabaca "mikro milliyetçilik" diyoruz, ama gördüğünüz gibi, esas olarak milliyet bazında olması gerekmiyor farklılığa dayalı özerk siyasal yapılanmanın: Din, dil coğrafya, ve bütün bu ögelerin alt kültürleri, mezhep gibi, aşiret gibi, kabile gibi, diyalekt gibi her türlü farklı kültür ögesinin ayrı bir siyasal birim için gerekçe olarak kabul edilmesi, küresilleşmenin kültür ayağının ikinci kolunu oluşturuyor ![]() Çok genel olarak bakıldığında, küreselleşmenin kültür ayağının iki farklı kolunun birlikteki etkisi, insanlığın, tek düze bir tüketim kültüründe marka ve firma imajlarıyla birleştirilmesi ve bütünleştirilmesi, buna karşılık siyasal bazda, kültür temeline dayalı olarak mikro parçalara bölünerek siyaseten iyice parçalanması olarak görülüyor ![]() Küreselleşme çok kısa olarak bu ![]() ![]() ![]() Şimdi Türkiye'ye bakalım ![]() Küreselleşme bir süreç ![]() ![]() Bir de Türkiye'de olup biten süreçlerle ilgili olarak, biz neredeyiz ve ne ile karşı karşıyayız, onu anlatmaya çalışacağım ![]() Önce dünyadaki küreselleşme sürecini tanımladım, şimdi de Türkiye'yi anlatmaya çalışacağım ![]() Aslında Türkiye'de olup bitenleri anlatmak, küreselleşmeyi anlatmaktan daha zor ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Türkiye ve Osmanlı diyeceğim daha işin başında, oysa Osmanlı yanlış anlatılıyor ![]() ![]() Aptallık hiçbir ideolojinin tekelinde değil ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Bu anlatttıklarım hepsi gerçek ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Burada bir an durup, din ve mezhep ayrımlarının kökenlerine de çok kısaca bir bakalım, çünkü Orta Çağ'da bütün imparatorlukları din ve mezhep ayrımaları biçimlendiriyor ![]() ![]() İngilizler neden Protestan bilir misiniz? Kral 8 ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Hıristiyanlıktaki ilk ayrım, Ortodoks-Katolik ayrımıdır ![]() Roma İmaratorluğu ikiye bölünüce, imparatorluğun dini de ikiye bölünüyor ![]() ![]() Sonra Reform döneminde Protestanlık nasıl yayılıyor? Martin Luther adlı papaz kilisenin kapısına bir bildiri çiviledi diye değil ![]() ![]() Yani Hıristiyanlıktaki bütün mezhep oluşumlarının altında siyaset var ![]() Peki bizim mezhepler nasıl oluşmuş? Müslümanlıkta kaç mezhep var diye sorulunuca hep 4 Sünni mezhep sayılıyor ![]() ![]() Oysa Müslümanlıkta esas olarak 3 büyük ve temel mezhep var; Sünnilik, Şiilik, ve Haricilik ![]() Nereden çıkmış bunlar? 4 ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Bir başka grup da "Bunlar yanlış yapıyor, Allah'ın emirlerine karşı geliyorlar bunları öldürelim" diyor ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Sonuç: Ali'nin taraftarları Şii, Muaviye'nin taraftarları Sünni, öldürenler de Harici oluyorlar ![]() ![]() ![]() "Kim halife olacak" siyasal kavgası yüzyıllar sonra, Cumhuriyet Türkiyesi'nde 1978-79'da Sivas ve Kahramanmaraş'ta insanların birbirlerini öldürmelerine neden oluyor ![]() ![]() ![]() ![]() Dinin günümüzde, siyasette kullanılması bütünüyle çağ dışı bir olay ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() İnsanlığın geçirdiği belli dönemlere bakarsak, bu gelişmeyi daha iyi anlarız ![]() İnsanlık önce toplayıcılık dönemini yaşıyor ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() En büyük ihtilal toprağa yerleşme ![]() ![]() Herkes kılıcını kuşanıyor, bir parça toprak almaya çalışıyor ![]() ![]() ![]() Osmanlı-Türk tarihinde iki dahi var ![]() ![]() ![]() Bu iki insan çok başarılıdır ama daha önemlisi bu iki insan çağlarını etkilemiştir ![]() ![]() ![]() Toplayıcılık, avcılık, tarım, Orta Çağ ![]() ![]() ![]() ![]() "Osmanlı, dini nedenlerle adam yakmamıştır" diye yalan söylüyorlar ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Asla ayıp günah değil ![]() ![]() ![]() Bu uygulamaları bugünkü insan hakları anlayışı ile elştiremezsiniz ![]() ![]() Bugünkü siyasal islamcı anlayışla tarihi saptırarak Osmanlı'yı korumaya kalkışırsanız gülünç olursunuz ![]() Ne yazık ki tarihimiz, bugünkü ırkçı-Türkçü, dinci-islamcı görüşlerle saptırılıyor ![]() ![]() ![]() ![]() Bakın, Osmanlı'nın kuruluşunda çok önemli bir olay var dünyada ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Yani Hıristiyanlar birbirlerini yedikleri için, Katolikler Ortodoksları kestikleri için Anadolu'da Müslümanların gelişmesi o kadar hızlı oluyor ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Ama bunlar bizde hiç okutulmaz ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Alpaslan 1071'de Anadolu7nun kapısını Malazgirt savaşı ile açmış ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Yeniçerilerin hepsi devşirme ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Bunları "Tarihe nasıl bakılmalı" konusundaki bir takım ip uçları olarak söyleyip geçiyorum ![]() Sonuç olarak Osmanlı çöküyor ![]() Toplayıcılık, avcılık, tarım ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Bunu da okutmuyorlar tarih derslerinde ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() İşte Fatih İstanbul'u fethedince Doğuya gitmek için yeni yollar arayan Batılılar, yeni yolları keşfedip yeni bir kıtayı yani Amerika'yı da ortaya çıkardıktan sonra bu düzen değişmeye başlıyor ![]() Yukarıda din adamı, toprak ağası yöneticinin, aşağıda da köle köylünün olduğu düzen bozulmaya başlıyor ![]() ![]() ![]() Ondan sonra herşey değişiyor ![]() ![]() ![]() Bugünkü Başbakanım gibi benim ![]() ![]() Aslında hepsi aldatıyor bizi ![]() ![]() ![]() Ama olsun, işin temeli, aslı, teorik olarak, ben onu hizmetkarım olarak görüyorum ![]() ![]() Fark şurada: Erişilmez tanrının temsilcisi toprak ağası, benim hizmetkârım olmuş ![]() ![]() Başka neleri getirmiş? Din üzerine milliyet ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() İşte bu endüstrileşme sürecini Osmanlı kaçırıyor ![]() Bugünkü Türkiye'yi anlamak için Osmanlı'nın yarı-sömürge oluşunu bilmek lazım ![]() ![]() ![]() Fatih'in İstanbul'u fethetmesinden sonra dünyanın lojistiği değiştiği için Osmanlı çöküyor ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Yani Osmanlı değişen dünyaya ayak uyduramadığı için çöküyor ![]() ![]() ![]() ![]() Bir süre sonra Batının endüstrileşmesi öyle hale geliyor ki Osmanlı ekonomisini de sömürmeye balıyor ![]() ![]() ![]() İmparatorluğun çöktüğünü ilk kim fark eder? Padişah fark ediyor tabii ![]() ![]() ![]() Nereden fark ediyor? "Hadi sefere" diyor, "Çıkamayız" diyorlar ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() O zaman padişah şu soruyu soruyor? "Benim iman dolu göğsüm var ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Para da bulunsa, yine toplumun alt yapısı uygun değil, mevzuat müsait değil vs ![]() İşte imparatorluğun batmakta olduğu, askeri alanda algılanınca, bu batışı durdurmak için önce askeri alanda alınmaya başlanan önlemler, yeniçeriliğin kaldırılması, Harbiye'nin kurulması ve benzeri önlemler, Osmanlı'nın "Batılılaşma" serüvenini başlatıyor ![]() Yani "Batılılaşma", Osmanlı'daki bir iki aydının, yazarın, şairin romantik düşüncelerinden kaynaklanmıyor ![]() Batılılaşma, doğrudan doğruya Saray'dan, imparatorluğu kurtarmak isteyen Padişah'tan ve onun çevresinden kaynaklanıyor ![]() ![]() ![]() İşte Osmanlı-Türk çizgisindeki "Batılılaşma" böyle ele alınmak zorunda ![]() ![]() ![]() ![]() Mustafa Kemal'in Harbiye mezunu olması tesadüf değildir ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Her değişen toplumda, ister Hıristiyan, ister Budist olsun, değişmeye karşı olanlar din şemsiyesi altına toplanırlar ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Bu açıdan müslümanlığı "çöküşün nedeni" olarak tek başına suçlamak doğru değildir ![]() Çöküşün ardında daha temel, daha başka ögeler var ![]() Din, ancak gerileyiş algılandıktan ve değişim başladıktan sonra engelleyici oluyor ![]() Şimdi özetleyelim: Osmanlı endüstrileşemediği için yenildi ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() I ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() İşte Osmanlı, endüstrileşemediği için, endüstrileşmiş Batı tarafından işgal edilerek yıkılıyor, gidiyor ![]() Türkiye'de Bağımsızlık Savaşı ile Cumhuriyet birbirine bire bir bağımlı olarak öğretilir ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Bütün İstiklal Savaşı kahramanı komutanlar halifeci olduğu için, Mustafa Kemal savaşı kazandıktan sonra, bir de Cumuhuriyeti kurmak için kendi arkadaşlarıyla bir savaş veriyor ![]() ![]() Savaş kazanıldıktan sonra 1 ![]() ![]() Cumhuriyet'e karşı olanların iddiaları tamamen safsata: Diktatörmüş de zorla yapmış da, halka sorsaymış ne olurmuş? Cumhuriyet olmazdı tabii ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Bakın çoğunluk kararı her zaman neden demokrasi değil: Türkiye'de de, bu salonda da kahverengi gözlüler çoğunluktadır ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Çok saçma geldi değil mi? Böyle şey olmaz diyorsunuz değil mi? Bu demokrasi değildir diyorsunuz değil mi? Ama çok kısa süre önce bir Avrupa ülkesi bunu yaptı ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Görüyorsunuz ki, "demokrasi eşit çoğunluk iradesidir" anlayışı aslında bireysel planda temel insan haklarını ve özgürlükerini korumadığı zaman doğrudan doğruya faşizme ve şeriata gider ![]() Evet, Atatürk devrimlerinin hepsi tepeden inmedir ![]() ![]() Ama hepsinin amacı da demokratik laik hukuk devletini, bugünkü Anayasada yazan ve henüz gerçekleştiremediğimiz devleti kurmak ![]() Anayasada diyor ki Türkiye laik ve demokratik sosyal hukuk devletidir ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Ama ben bugün burada bu sözleri söyleyebiliyorsam, bu, Anayasamızda, Türkiye Cumuhriyeti'nin "Laik ve demokratik bir sosyal hukuk devleti" olduğunun yazılmış olması sayesindedir ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Osmanlı endüstrileşememiş, endüstrileşemediği için zayıflamış, zayıfladığı için çökmüş ![]() ![]() ![]() Aslında başka şeyler de söyleyebilirdi ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Bu arada Sovyetler çok başarılı bir devrim yapmışlar ve Rusya'da Sovyetler Birliği'ni kurmuşlardı ![]() ![]() ![]() ![]() Bu arada Almanya'da Hitler gelişiyor ve büyüyor ![]() ![]() ![]() ![]() "Bunun adı cumhuriyettir", dedi ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Yoksa şu anda burada Yunanlı Profesör barbar Türklerin elinden İzmir'i nasıl kurtardıklarını ve 1000 yıllık Bizans uygarlığını nasıl ihya edildiğini anlatıyor olacaktı ![]() ![]() Mustafa Kemal 1923 senesinde yeni devletin adına Cumhuriyet diyor ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Geldiğimiz yer olarak bugün geriye bakıldığında bu bir mucizedir ![]() ![]() Hemen belirtmeliyim ki, Türkiye Cumhuriyeti ile Batı Avrupa ülkeleri arasındaki temel fark, Batı Avrupa ülkelerinin endüstrileşme süreci sonunda bu günkü gelişmiş durumlarına gelmiş olmalarına karşılık Türkiye'nin endüstrileşmeyi kaçırmış olan bir Osmanlı İmparatorluğunun mirasçısı olarak, sadece bir Bağımsızlık Savaşı kazanmış ama endüstrileşmemiş bir toplum olarak hâlâ endüstrileşmeye çalışıyor olmasıdır ![]() Bugün gelinen yer gerçekten bir mucizedir ![]() ![]() Yirminci Yüzyılda, Batı değerleri ile Batıya karşı çıkan ve Batıyı dize getiren başka bir ülke olmamıştır ![]() ![]() ![]() ![]() Türk devriminin Atatürk'ün önemi burada: Emperyalist Batı'yı, bağımsızlık, insan hakları, özgürlük, demokrasi gibi kendi değerlerini kullanarak dize getirmiş ![]() Batıya batı değerleri ile karşı çıkan başka bir siyasal ve toplumsal deney yok ![]() ![]() ![]() Bir profesör var, Samuel Huntington ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Çünkü fark etmiş ki Batı emperyalizmi, misyoner okulları ve diğer araçlarla kendi değerlerini, yani "insan haklarını", "demokrasiyi" ihraç ederken sömürdüğü insanlarda da bu değerler yükseliyor ![]() ![]() Yani Batı'nın kendi silahı kendisine dönüyor ![]() ![]() ![]() Huntington'un "Siz bu insan haklarına, kadın haklarına bakmayın" deyip, Batıya boyun eğmeyi veya Batı'dan farklı olmayı haklı çıkaran yerel değerleri empoze etmesi işte Batı değerlerinin, azgelişmiş ülkelerde anti-emperyalizmi ateşlemesinden kaynaklanıyor ![]() Bunu kitabımda uzun uzun anlattım ![]() ![]() ![]() ![]() Sonuç olarak biz endüstrileşmemizi İstiklal Savaşı'ndan sonra, bağımsızlığımızı kazandıktan sonra geliştirmeye başlıyoruz ![]() ![]() ![]() Unutmayalım, "demokrasi" de sınıfsal bir olaydır: Sermaye sınıfının, güçlenerek, asilzadelerin yani toprak ağalarının ve onların ittifak içinde oldukları din adamlarının yanına çıkıp iktidarı paylaştıkları ve önce meşrutiyetlerin kurulması aşamasını yaşayan, sonra da sermaye sınıfının daha da gelişmesiyle birlikte, işçi sınıfının gittikçe büyümesine yol açan ve en sonunda bu işçi sınıfının baskısıyla kurulan bir rejim ![]() "Burjuva demokrasisi" lafı, demokratik rejimleri küçümsemek ve diktatörlükleri yüceltmek için kullanılan bir Soğuk Savaş yutturmacasıdır: Dünyanın hiç bir yerinde burjuva sınıfı demokrasiyi kurmamıştır ![]() ![]() ![]() İşte Türkiye'deki demokrasinin sorunları da buradan kaynaklanmaktadır: Endüstrileşmesini tamamlamadığı için, demokrasisine sahip çıkacak "çağdaş sınıfları" da yani bilinçli bir sermaye sınıfını ve bilinçli bir işçi sınıfını üretememiştir henüz ![]() Zaten Türkiye'de demokrasi de gelişmekte olan bir endüstrileşmenin sonunda değil, Bağımsızlık Savaşı'nın kazanılması sonunda, Mustafa Kemal Atatürk'ün önderliğindeki askerler tarafından kurulmuştur ![]() Bu nedenle gerek laiklik, gerekse demokrasi, henüz ülkemizde tam anlamıyla hazmedilememiştir ![]() Bu açıdan da Avrupa Birliği ile aramızda önemli bir mesafe vardır ![]() İşte henüz demokrasimizi bile tam geliştirememişken, Soğuk Savaş, bütün kurumlarımızı etkilemiş ![]() ![]() ![]() Ülkemizde nifak tohumları atılmış, milliyetçilik ve din-iman siyasete egemen kılınmış ![]() ![]() ![]() ![]() 1968'den sonra son aşamada, dinciler, şeriatçılar eğitime, ülkücü katiller devletin güvenliğine hakim olmuşlar ![]() Derken 1989'da Berlin duvarı çöküyor ![]() ![]() ![]() ![]() 1997'deki 28 Şubat'ın anlamını iyi bilmek lazım ![]() ![]() ![]() ![]() 28 Şubat Milli Güvenlik Kurulu bildirisini iyi okuyun: "Komünizm çökmüştür ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Peki o sırada ne tehlike var? Şimdi Devlet Güvenlik Mahkemesi savcılarının Uğur Mumcu ve Ahmet Taner Kışlalı cinayetleri davaları dolayısıyla açık açık söyleyip yazdıkları, dışardan, İran'dan gelen ve içerdeki şeiartçılarla desteklenen tehlike var ![]() Bütün bu çelişkiler 1968'de doruk noktasına ulaşan anti-komünist uygulamalarla başlıyor ![]() ![]() ![]() Necmettin Erbakan "Ben mi açtım imam hatip liselerini" diyor ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Sevgili gençler, değerli meslektaşlarım, biz türban olayını Osmanlıdan devir almadık ![]() ![]() ![]() 68 kuşağının bir tek fonksiyonu oldu ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Bu küreselleşen dünyada bu Türkiye ne yapacak? Küreselleşme acaba endüstri devriminden sonra ortaya çıkan ulus devlet modelinin bir türevi olan, (öteki türevler, faşizm, ve proleterya diktatörlüğü idi) "Laik ve demokratik sosyal hukuk devleti" kavramını da çağ dışı mı bırakıyor? Laik ve demokratik sosyal hukuk devleti, bağımsız bir ulus devlet olarak ömrünü bütün dünyada doldurdu mu? Ortadan yok mu olacak? İlk bakışta, küreselleşmenin yukardan, egemenlik haklarını uluslararası kuruluşlara, örneğin Avurpa Birliği'ne devrederek, aşağıdan ise, mikro-milliyetçilik aracılığıyla, yerel farklı kültürlerin bağımsızlaşması ve özerkleşmesi aracılığı ile ulus devlet modelini erezyona uğrattığını görüyoruz ![]() Bu eğilim evrensel ve sürekli olarak bu çizgide devam ederse, küreselleşme, gerçekten laik ve demokratik sosyal hukuk devletine dayalı ulus-devlet modelini zayıflatacak ve tabii sonunda ortadan kaldıracak gibi görünüyor ![]() Ama olaya biraz daha yakından bakarsak, ulus-devletin daha uzun süre varlığını, bazı gereksinmelerden dolayı sürdüreceği anlaşılıyor ![]() Küreselleşme, insanların hangi sorunlarını çözüyor, hangi sorunlarını çözemiyor diye bakmak gerekli soruna ![]() Küreselleşme hiç kuşkusuz, dünya üretimine el koymuş durumda ![]() ![]() Tabii bu işin sadece üretim ayağı ![]() ![]() ![]() Demek ki, küreselleşme, üretim sorununu çözmüş gibi görünüyor ama bu üretimin nasıl dağıtılacağı konusunda bir çözümü yok ![]() Peki insanların sosyal güvenliği ne olacak? Yani çocuklar, özürlüler, yaşlılar ve çalışamayanlar nasıl yaşayacak? Küreselleşme bu soruna yanıt veremiyor: Çünkü küresel ekonomide ancak üretim içinde varsan insansın ![]() ![]() Peki ülke halklarının sosyal güvenlikleri, refahları kimin sorumluluğunda? Bırakalım Türkiye'yi, duygusal tepkiler verebiliriz, Fransa'ya bakalım: Örneğin Fransızların, çalışmayan, üretimde yer almayan Fransızların sosyal güvenlikleri ve refahları kimin sorumluluğunda? Tabii ki Frasa devletinin, Fransa ulus-devletinin ![]() Yani birinci olarak küreselleşme sosyol güvenlik ve refah sorununu çözemediği için ulus-devlete ihtiyaç var ![]() İkinci olarak vatandaş yetiştirme kimin sorumluluğunda? Yine Fransa'ya bakalım, Fransız olarak doğan çocukları kim eğitecek? Onlara ülkelerinin dilini ve değerlerini, tarihini, kültürünü kim öğretecek? Küreselleşme böyle bir işlev de yüklenmiyor ![]() Küreselleşme dil olarak Amerikanca'yı ya da İngilizce'yi kullanıyor ![]() Peki farklı kültürlerde, farklı devletlerde bulunan insanların eğitimini kim yüklenecek? Yine bu farklı devletlerin kendileri tabii ![]() ![]() Bu açıdan da, yani eğitim açısından da ulus-devletin varlığını devam ettireceği anlaşılıyor ![]() Ayrıca siyaset, askerlik ve strateji gibi alanlara girmek istemiyorum ![]() ![]() Şimdi Türkiye'de neler olacak? Tabii bütün bu evrensel eğilimler Türkiye'yi de etkiliyor ![]() Türkiye henüz, yukarıda anlattığım biçimde endüstrileşmesini bile henüz tamalayamamışken, yani henüz "laik ve demokratik sosyal hukuk devleti" açısından sorunları varken, dünya üçüncü bir aşamaya geçiyor: Tarım ve endüstri aşamasından sonraki üçüncü aşamaya ![]() Buna isterseniz bilgi toplumu deyin, isterseniz uzay çağı, isterseniz atom çağı, yeni bir çağın başladığı açık ![]() Yani biz Batı'yı daha endüstrileşmede yakalamaya çalışırken, Batı almış başını ileriye doğru gidiyor ![]() Bu açıdan ülkenin önünde yakalanacak hedef gayet açık: Süratle laik ve demokratik sosyal hukuk devletinin temellerini oluşturan endüstrileşme hamlesi, yani kalkınma atılımı gerçekleştirilecek, bunun alt yapı ve üst yapı gerekleri, yani gerçek demokrasi ve fiziksel yatırımlar vs ![]() ![]() Hiç kuşkusuz bunların arasında Avrupa Birliği'ne girmek de olabilir, bilgisayar yatırımlarını ve eğitimlerini desteklemek, ve Milli Eğitim düzenini, müfredat programını yeni çağa uygun hale getirmek de ![]() Ama bunları yapmak için de, şimdilik elimizdeki ulus-devleti kullanmak, hem de etkin bir biçimde kullanmak zorunda olduğumuz açıktır ![]() Yolumuz bilimin ve insanlığın yolu olmalıdır ![]() Hepinizi saygı ile selamlıyorum ![]() |
![]() |
![]() |
![]() |
![]() |
![]() |
#5 |
Şengül Şirin
![]() |
![]() zevkle okudum anlatılanlara hem üzüldüm hem sevindim karışık bir ruh hali |
![]() |
![]() |
|