Yozgat |
07-31-2012 | #1 |
Prof. Dr. Sinsi
|
YozgatYOZGAT TARİHÇE Yozgat; Anadolu’nun en eski yerleşim merkezlerinden biridir Sorgun ilçesi sınırları içerisinde bulunan “Alişar Höyüğü” nde yapılan kazılar neticesinde 5000 sene öncesine ait eserler bulunmuşturAyrıca, Anadolu’da ilk siyasi birliği gerçekleştiren Eti’lerin yerleşim merkezlerinden biridir Merkeze bağlı Büyüknefes, Dambasan ve Gündoğdu köyleri ile Sorgun ilçesi sınırları içerisindeki Kerkenes Kalesi, Boğazlıyan’a bağlı Çalapverdi ve diğer bazı bölgelerimizde yapılan kazılar neticesinde Etiler’in izine rastlanılmıştırAnadolu’da tarih devrinin başlangıcını sağlayan Hitit’lerin sınırları içerisinde en kalabalık yerleşim merkezlerinden birisini teşkil ettiği de ortaya çıkarılmıştır MÖ 2000 -1500 yılları arasında kurulan ve merkezi Yozgat sınırları içerisindeki Hattuşaş olan Hitit’lerin hakimiyetinden sonra yöre, MÖ 1200’lerde Deniz Hakları istilasının ardından Frig’lerin hakimiyetine girmiştir MÖ 7 yüzyıl başlarında Kimmer’lerin saldırısına uğramıştır MÖ 6 yüzyılda Lidya Krallığına bağlanarak, müteakiben Pers’ler, MÖ 4 yüzyılda da Makedonya’lılar tarafından ele geçirilmiştir MÖ 3 yüzyılın başlarında güney kesimi kısa bir süre Kapadokya Krallığının hakimiyetinde kalmıştır Daha sonra, Anadolu’yu istila eden göçebe Kelt kabilelerinden Galat’ların yerleştiği Galatya’nın bir parçası olmuştur Bu nedenle “ galatların Ata yurdu” olarak da bilinmektedir MÖ 2 yüzyıl başlarında kurulan Galatya Krallığı bir süre Pergamon (Bergama) ve Pontus Krallıklarına bağlı kaldıktan sonra, MÖ 85’te Roma’nın korumasına girmiştir MS 395’te Roma İmparatorluğu ikiye bölününce Anadolu, Doğu Roma (Bizans)’ın payına düşmüştür İslam orduları ve Sasani’ler zaman zaman Bizans elindeki bu bölgeye akınlar yapmış oldukları, ancak a bölgeyi devamlı olarak elerinde tutamamışlardır Timur’un Anadolu’dan ayrılmasından sonra, Osmanlı şehzadeleri arasında çıkan saltanat kavgalarında Yozgat ve çevresi büyük sıkıntı çekmiştir Yeniden Osmanlı Devleti’ne bağlanması ancak 1408’de Çelebi Mehmet döneminde olmuştur 1413’de kesin olarak Anadolu’da Osmanlı hakimiyetini sağlayan Çelebi Mehmet, Yozgat ve yöresindeki devlet hakimiyetini pekiştirmiştirYavuz Sultan Selim döneminde Yozgat ve çevresinde “Celal” adında bir Türkmen önderinin çıkarmış olduğu isyan kontrol altına alınmışsa da, Yozgat ve yöresi bu isyandan büyük zarar görmüştür Kanunî Sultan Süleyman döneminde arazi tahririnin yenilenmesi sırasında, bölgede yine karışıklılar çıkmış, ancak kısa sürede denetim sağlanmıştır (1526) 17 yüzyılın sonlarında devlet tarafından BOZOK’a yerleştirilen Mamalu Türkmen oymaklarından, Çapanoğulları büyük güç kazanmışlardır 1728’de Çapanoğullarından Ahmet Ağa, Yeniil Has Mütesellimliği’ne getirilmiştir Bu görevde üstün başarı gösterdiğinden dolayı da, 1732’de de Mamalu Türkmenlerin mütesellimliği görevine yükseltilmiştir 1741 yılında ise, BOZOK Mütessellimliği görevine atanmıştırÇapanoğlu Ahmet Ağa, bundan sonraki yıllarda etkinliğini komşu sancaklarda da duyurmuştur Osmanlı Devleti’nce 1745’de “Kapıcıbaşılı” payesiyle ödüllendirilen Ahmet Ağa, Yozgat ve yöresinde bazı bayındırlık hareketlerine girişerek, halkın desteğini kazanmaya özen göstermiştir Çapanoğulları, merkezi yönetimle uyum içinde olmayı sürdürmüşler; 1755’de İstanbul’da ortaya çıkan et sıkıntısını gidermek üzere koyun göndermeleri karşılığında BOZOK Sancağı malikâne olarak Çapanoğlu Ahmet Ağa’ya verilmiştir Böylece, Çapanoğulları Yozgat ve yöresinin tartışılmaz hakimi durumuna gelmişlerdir Bu tarihten sonra İstanbul’a sık sık Çapanoğulları hakkında yakınma mektupları gitmeye başlamıştır 1757’de devlet, Çapanoğlu Ahmet Ağa’yı zulümlerine son vermemesi durumunda malikanesinin elinde alınacağını bildirmiştirAhmet Ağa 1761’de Sivas Valiliğinin, İstanbul Hükümetince verilmesini sağlamıştır Bu başarısının verdiği cesaretle Maraş Valiliği’ne de göz dikince hakkında idam fermanı yayınlanmıştır Ahmet Ağa’nın 1765’de idamından sonra Çapanoğlu Mustafa Bey’in BOZOK Sancağı Mütesellimi oluncaya kadar Çapanoğulları Yozgat ve yöresindeki etkinliklerini yitirmişlerdir 1768’de mütesellim olan Mustafa Bey, merkezle iyi geçinmeye çalışarak, yapılan savaşlar sırasında devlete asker ve malzeme yardımında bulunmuştur Çapanoğulları 1772’den sonra Yozgat ve yöresinde yeniden söz sahibi olmaya başlamış, çevredeki diğer ayanlarla mücadeleye başlamışlardır, 1782’de hizmetçileri tarafından öldürülünce, BOZOK Sancağı Mütesellimliği kardeşi Süleyman Bey’e verildi Osmanlı Padişahları 1 Abdulhamit ve 3 Selim ile iyi ilişkiler kuran Süleyman Bey, 1783’de Çankırı Sancağı Mutasarrıflığı’nı da almıştır Nizam-ı Cedid Ordusu’nun kurulmasını destekleyen Süleyman Bey, Caniklioğulları ile üstünlük mücadelesini sürdürmüş, 3 Selim’in tahttan indirilmesiyle durumu sarsılmış ise de, Alemdar Mustafa Paşa’nın, 3 Selim’in yerine geçen 4 Mustafa’yı tahttan indirmesiyle eski konumunu yeniden kazanmıştır Süleyman Bey, 1808’de İstanbul’da toplanan ayan arasında yer alarak, Sened-i İttifak’ı imzaladı ve Sekban-ı Cedid askerini kendi hakimiyet bölgesinde örgütlenmeye başlamıştır Süleyman Bey, 1813’te öldüğünde güçleri doruğa ulaşmış olan Çapanoğulları, kendilerine mukataa olarak verilen; BOZOK, Amasya, Şarki Karahisar, Sivas, Kayseri, Maraş, Antep, Halep, Rakka, Adana, Tarsus, Konya Ereğlisi, Niğde, Nevşehir, Kırşehir ve Ankara’da büyük bir nüfuza sahip olmuşlardır Çapanoğulları’ndan Mehmet Celaleddin Paşa, 1842-1846’da kısa sürelerle BOZOK ve Kayseri Kaymakamlığına atanmıştır1849’dan sonra yönetim kademelerinden iyice uzaklaştırılan Çapanoğulları, büyük servetleri sayesinde,özellikle ekonomik alandaki güçlerini XX yüzyılın başlarına kadar sürdürmüşlerdir Yozgat, ülkemizin, mütareke ve milli mücadele yıllarında adını önemle duyuran iller arasında yer almaktadır Yozgat (Bozok) bu dönemde, yabancı güçlerin işgaline uğramamasına rağmen tanık olduğu ve Kuva-yı Milliye’yi hayli zor durumda bırakan bir isyan nedeni ile ön plana çıkmıştır Yozgat, Kurtuluş Savaşı’nda merkezi Ankara’da bulunan 20 Kolordu’nun denetimi altında bulunmaktaydı Gerek Yozgat’ın yeni Mutasarrıfı Necip Bey, gerekse Ankara Valisi Muhittin Paşa’nın Kuva-yı Milliye hareketi karşısındaki olumsuz tutumları ve engellemeleri nedeniyle, Sivas Kongresi günlerine kadar Yozgat’ta direnişle ilgili önlemli bir gelişme olmamıştır Ancak, Muhittin Paşa’nın 19 Eylül 1919’da Kuva-yi Milliye’ce tutuklanması Necip Bey’in de 20 Ekim 1919’da Heyet-i Temsiliye’nin isteği üzerine görevden alınmasıyla bu durum değişmiştir Anadolu’nun her yanında olduğu gibi, Yozgat’ta da Milli Mücadele’ye yönelik örgütlenmeye gidilmiştir Kurulan Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Yozgat Şubesi’nin başına Başçavuşzade Ahmet Efendi getirilmiştir Şubenin diğer Yönetim Kurulu üyeleri arasında Müftü Hulusi Efendi, Çapanoğlu Edip ve Celal Bey’ler de yer almışlardır Ancak, yönetim kurulunun kendi içerisinde bir beraberlik oluşturamadığından dolayı, yönetim kurulu üyeleri özellikle de Mehmet Hulusi Efendi’yle Celal ve Edip Bey’ler arasındaki sürtüşme Milli Mücadele’nin yazgısını etkileyecek ölçüde sonuçlar doğuran “Çapanoğlu İsyanı”nın da nedenlerinden birisini oluşturmuştur YOZGAT İSMİ Yozgat isminin kaynağına ilişkin değişik söylentiler vardırYozgat sürü veya otlak kent anlamına gelirBozok Yaylası eskiden beri hayvancılığın gelişmesinde önemli yer tutmuştur Yozkent sürüleri bol olan şehir anlamına gelmektedirDaha sonra bu ismin yozgat olarak değişikliğe uğradığı ileri sürülmektedir Yozgat adı yabancı tarih kitaplarında "Uskat,Juskat,Yougat,Yüz-kat,Yozhourt"şeklinde geçer Bir söylentiye göre;Yozgat sözcüğünün aslı"Yüzü Yoz"(koyun sürüsü memleketi)olduğundan "Yozkent" veya rakımının yüksek oluşundan dolayı da "Yüz-kat"tır Cumhuriyet döneminde TBMM birinci dönem milletvekillerinden Süleyman Sırrı İçöz'ün 4 Kasım 1922 tarihli teklifi üzerine bozok ismi kaldırılarak 1923 senesinden itibaren ilin adı YOZGAT olmuştur Tarihin ilk çağlarından beri devamlı yerleşme merkezi olan Yozgat'ın kuruluş efsanesi şöyledir; Aşiret reisi Ömer Cabbar Ağa'nın yüzü çopurduBu yüzden kendisine Çopur veya Çopar Koca derlerdiSöylentilere göre Ömer Cabbar Ağa,bir yaz mevsiminde sürülerini yaylakta otlatırken karşısına Hızır Aleyhisselam çıkıyor ve davar sahibi olan Ömer Cabbar Ağa'dan içmek için süt istiyorHızır(AS)sütü içtikten sonra Ömer Ağa'dan çok memnun kalıyor ve ona:"Çobanoğlu,yozuna yoz katılsınMemleketin adı Yoz-Kat olsun"diyorBu sözü söylemesiyle kaybolmasıda bir oluyorTemeli böyle atılan Yoz-Kat halk dilinde söylenene söylenene Yozgat oluyor Yozgat'ın İlçeleri AKDAĞMADENİ AYDINCIK BOĞAZLIYAN ÇANDIR ÇAYIRALAN ÇEKEREK KADIŞEHRİ SARIKAYA SARAYKENT SORGUN ŞEFAATLİ YENİFAKILI YERKÖY EKONOMIK SOSYAL YAPI TARIM VE HAYVANCILIK Yüzölçümü bakımından Türkiye'nin 15 İli, olan Yozgat'ın ekonomisi tarım ve hayvancılığa dayanmaktadır Halkın % 70'i tarım, % 20'si ticaret ve % 10'u imalat sektöründe istihdam etmektedir Ortalama yüksekliği 1200-1400 m'ye arasında ve karasal bir iklim özelliğine sahiptir Ülke topraklarının % 1,82 sini oluşturan ilimizin izdüşüm alanı 31597 Km2, gerçek alanı 14123 Km2'dir Yeryüzü şekillerine göre % 51,4' ü Platolar, % 37,7'si Dağlar, % 10,9'u Ovalardan oluşmakta ve "Bozok Platosu" üzerinde yer almaktadır Hayvancılıkla İlgili Çalışmalar Ilimiz yaklaşık 240 bin büyük baş ve 300 bin küçük baş hayvan varlığına sahiptir Hayvan hastalıklarıyla mücadele çalışmaları kapsamında üretimde ciddi ekonomik kayıplara sebep olan bulaşıcı hastalıklardan şap, anthrax, çiçek gibi hastalıkların mücadelesinde toplam 254463 büyükbaş, 150746 küçükbaş ve 15300 kanatlı hayvan aşılaması yapılmıştır Aşılama çalışmalarının bir sonucu olarak ilimiz hayvancılığını büyük zarara uğratan şap salgını 2004 yılında ilimizde görülmemiştir Hayvan ırklarının ıslahı için yaklaşık 10000 hayvana sun’i tohumlama yapılmıştır Bitkisel Üretimle İlgili Çalışmalar 2005 yılında sürvey çalışmalarına başlanmış olup aralıksız olarak devam ettirilmektedirÇiftçilerimizin ellerindeki verimsiz hububat tohumluğunun yenilenmesi için bakanlığımızın başlattığı kampanya ile 3500 ton sertifikalı hububat tohumluğunun çiftçilerimizce ekiminin yapılması sağlanmıştır Alternatif ürün projeleri kapsamında 3500 dekar alanda 3220 kg yemeklik yağ bitkisi kanola ekimi yaptırılmıştır Ayrıca sulanabilen alanlarda da 2004 yılında 10000 adet bodur elma fidanı dikimi yaptırılarak kapama bahçeler tesis edilmiştir 2005 yılında ise Özel İdare kaynaklı 21580 adet bodur elma fidanı dikimi yaptırılmıştır Bunun parasal tutarı ise 398340 YTL dir |
Yozgat |
07-31-2012 | #2 |
Prof. Dr. Sinsi
|
YozgatEFSANELER CAMİ TEMELİNİN SAĞLAM OLMASI: Büyük Caminin temeli kazıldığında temelden su çıkar Temele ardıç ağaçları çaprazlama atılarak temel duvarı örülür Temel duvarının örülmesinden sonra caminin ustabaşı ortalıktan kaybolur, ve cami inşaatı devam etmez Yedi yıl sonra ustabaşı gelir caminin inşaatına devam ederek camiyi tamamlar Niçin kaybolduğu sorulunca: "Cami temelinin yerleşip yerleşmediğini ölçtük Böylece camiyi sağlama aldık Bu cami duvarı kolay kolay çatlamaz" der CUMADA HIZIR BULUNMASI: Bir gün Büyük Cami inşaatına harç karan amelelerden birinin yanına ak sakallı ihtiyar bir adam gelir Camiye emeğinin geçmesi için çalışan işçiden küreği alır, bir müddet harç kardıktan sonra küreği tekrar işçiye vermek ister İşçi küreği geri almaz ve ihtiyara: "Ben senin kim olduğunu biliyorum Her sabah namazında bu camide olacağına söz verirsen küreği alırım Yoksa almıyorum" der "Her sabah namazı için söz veremem ama, her kandil ve cuma namazlarında bu camide olacağıma söz veriyorum" diyen ihtiyarın elinden işçi küreği alır Ak sakallı, fani görünüşlü Hızır oracıkta kaybolur Halk Hızır Aleyhisselâm'ın her cuma ve kandil namazlarında Büyük Cami'de olduğuna inanmaktadır ÇAMLIK SÖYLENCESİ: Yozgat'ın en ünlü dinlenme yeri Çamlıkla ilgili söylenceye göre; Çamlığa ilk fidanı Aslı'nın ardından diyar diyar dolaşan Kerem dikmiştir Yolu Yozgat yöresine düşen Kerem Aslısını sormuş, bulamayınca Çamlığın bulunduğu kıraç yamaca bir fidan dikmiş; "Bu çamdan nice çamlar filizlenir, koruk olur, bizi söyler bizi fısıldar" deyip yollara düşmüştür O gün bu gündür çamlık, hafif bir yelde sevda türküleri söyler, içli sevgi ezgileri fısıldar Sevdalıların buluştuğu Çamlık için böyle bir efsane söylenir halk arasında GELİN KAYASI: Yozgat Nohutlu Tepesinin arkasında bulunan cehrilik yakınlarında deveye binmiş geline benzeyen kayalar bulunmaktadır Bu kayalara "Gelin Kayası" denir Köyün birinden gelin alayı gelmektedir Eşkıyalar gelin alayını çevirirler Niyetleri kervandaki gelini alıp esir pazarında satmaktır Gelin alayının erkekleri eşkıyalarla vuruşurlar ve hayatlarını kaybederler Eşkıyalar gelini ve damadı yakalamak üzeredirler Yakalanacaklarını anlayan gelin ve damat Allah'a dua ederler "Allah'ım bizi bu eşkıyaların eline düşürme, bizi ya taş et, ya kuş et" Duaları kabul olunur Güzel gelinle birlikte eşkıyalar, develer ve atlar oracıkta taş olurlar Damat ise kuş olup gökyüzüne uçuverir Güzel gelinin ağlarken gözünden döktüğü yaşlar sel olur ve orada kırmızı lalecikler bitmeye başlar Zamanla bu laleler tüm tepeyi kaplar Eğrice'de (Mayıs'ın ikinci haftasında) cehrilik laleleri kırmızı kırmızı açar ve beyaz güvercinler gökyüzünde süzülürler Yozgatlı avcılar buradaki güvercinlere kesinlikle ateş etmezler KIZLAR KAYASI (Çekerek/Yozgat): Çekerek'ten Zile'ye giderken Çekerek ırmağının yanında Cenevizler döneminde yapılmış yüksek ve sivri bir kayanın üzerinden ırmak yönüne doğru ve toprak altında yaklaşık iki yüz merdivenle inilen bir kaya vardırSöylentiye göre; kayanın doğusundaki yüksek tepeye yerleşenler Irmaktan su almak için bu merdivenleri yapmışlardır Bir Rum Beyinin hasta kızı için bu merdivenleri yaptırdığı da rivayet edilmektedir Bir başka rivayete göre ise keşişin birinin güzel bir kızı varmış, iki genç, bu kızı isterlermiş Keşişin işe kızını her iki gence de vermek gibi bir niyeti yokmuş Gençlerden birine bu yüksek kayadan girilerek merdivenlerle Irmağın karşı tarafına geçilecek bir yol yapmasını; öteki gençten ise ırmağın üzerinden geçecek bir köprü inşaa etmesini ister Kim önce bitirirse kızı ona verecektir (Kızlar Kayasından 500 mt aşağıda bu köprünün ayakları mevcuttur) iki gençten biri köprüyü, diğeri merdivenli geçit tünelini yapar Ancak birbirlerinden haberdar değildirler Keşiş köprüyü yapan gence ötekinin daha önce bitirdiğini kızı ona vereceğini söyler Bunu duyan genç kafasına külüngü vurarak kendini öldürür Keşiş daha sonra kayayı oyan gence, kızı köprüyü önce bitirdiği için öteki gence verdiğini söyler Bunun üzerine bu genç de kendisini yüksek kayalardan aşağı atarak öldürür YOZGAT'TA KIŞ: Kışa sormuşlar; - Nerede bulunursun ? - Erzurum'da - Orda yok isen - Sivas'a bakın - Orada da yoksan ? - Mutlaka Yozgat'ta olurum! demiş Şair Fenni de bir beytinde: "Haşa lamyezelsin karışılmaz işine Yozgat'ın bir ay yazı var, onu da kat kışına" der SARIKAYA KAPLICALARININ EFSANESİ (KRAL KIZI HAMAMI): Roma Kral Kızı Hamamı diye bilinen Sarıkaya Kaplıcalarının efsanesi halk arasında şöyle anlatılır: Kayseri'de oturan Roma Krallarından birinin kızı amansız bir hastalığa yakalanır Kral kızını birçok hekimlere götürür, tedavisi için her şeyi yapar Ama güzelliği dillere destan bu kızın derdine çare bulunamaz Kızın hastalığı gün geçtikçe ilerlemekte kız artık yürüyemez bir haldedir Ayakları tutmamaktadır, dizleri küt olmuştur Bugünkü adıyla kızın hastalığı romatizmadır O günlerde Sarıkaya sazlık ve bataklıktır Sıcak suyun olduğu yerde küçük bir gölet oluşmuştur, balçık halinde çamurlu bir hamamdır burası Kral küçük kızını son çare olarak bu sıcak suyun bulunduğu yere gezsin diye gönderir Artık ömrünün sayılı günlerini yaşayan zavallı kız avunmak için bu çamurlu gölet kenarında dolaşmakta, zaman zaman da arkadaşlarıyla çamurlara girmektedir İşte gezmek ve avunmak için girdiği çamurlar ve sıcak su kıza iyi gelir Bir müddet burada kalır, gün geç tikçe kızın hastalığı iyi olmaya başlar Küt dizleri açılır yavaş yavaş adım atmaya, yürümeye başlar Sonunda tamamen iyileşen güzel kızın buradaki sıcak sudan iyi olduğu anlaşılır Bunun üzerine kızın babası kral, buraya mermerden bir havuz yaptırır, etrafını kesme büyük taşlarla çevirttirir, önceleri kimsenin olmadığı bu havuz çevresinde bir şehir oluşur Kralın kızının adı bu yeni şehre verilir Yetmiş bin nüfuslu bu şehrin adı "Öper" veya "Hoperi"dir Şehrin ulaşımı ise Sarıkaya'nın Beştepeler mevkiinden geçen Yozgat ve Kayseri şoselerinden sağlanmaktadır Bu büyük şehir bir deprem sonucu yok olmuştur, sadece hamamların olduğu yer kalmıştır KERKENES DAĞI EFSANESİ: Melik Acem, Keykubat'ın oğlu Keykavus Acem toplumundandır O zaman Türk islam Efrasyab yidinde bulunuyordu Nahiyeyi sebah Yemen ve hatta Mö 4000 yıllarında yaşamış olan Süleyman (AS) yidinde bulunan şehirlerdir Keykavus Süleyman Peygamberden çalışkan, yiğit insanlar istedik! "Benim yidimde bulunsunlar onlara şehir yaptıracağım" dedi Süleyman (AS) da istediği insanlardan Keykavus'un emrine verdi Rüstem Destan Subaşılık görevi yürütüyordu Keykavus'un Siyaveş isminde bir oğlu oldu Oğlunu Rüstem Destan'ın emrine verdi, iyi yetişmesi ve askerlik bilgisinin artırılması için onun yanında bulunmasını istedi Keykavus şehir inşasına uzun ve yorucu çalışmalar sonucunda 7 fersah (Fersah=5 KM) o şehrin etrafına da 4 kat metin boru yaptılar, şehrin inşasını tamamladıktan sonra, insanlar gelip şehre yerleştiler, o şehrin ismini de Kerkenes koydular, insanlardan bu şehrin güvenliğini sağlamak için belli bir grup nöbetçi koydu Ama deprem neticesinde Kerkenes viran oldu, insanlar şehrin yerle bir olmasını engelleyemediler Bunun üzerine Keykavus güvenliği sağlamakta görevli bulunan nöbetçileri ve diğer ilgilileri öldürttü, şehir neticede viran oldu Keykavus hayatta bulunan birlikleri ile Yemen'e vardı Padişah ile birlikte savaşarak Keykavus ve taraftarları yenildi YOZGAT KÜLTÜRÜ YOZGAT BİLMECELERİ # Başı yeşil, emir değil, Sırtı kara, demir değilİçi beyaz, peynir değil (TURP) # Hey havayı havayı, Yüksek yapar yuvayı, Demirciler yapamaz, KuyumculaR dökemez (Örümcek yuvası) # Beyaz gömlek giymiş, İyi bilinmez, Arapça söyler, dili bilinmez (Leylek) # Nazeninim naz gösterir, Ne zaman yanına varsam, Tığlı hançer gösterir (Gül) # Yeşil ile başladım, Sarı ile işledim, Kırmızı ile bitirdim, Dünya aleme yedirdim (Kiraz) # Bir küçücük arpacık, Başındadır tablacık (Çivi) # İki kaşık, Duvara yapışık (Kulak) # Beş kardeş geldi, sildi, süpürdü (El) # İçinde var beyler aşı, Pişirirsen aş olur, Pişirmezsen kuş olur (Yumurta) # Bir küçücük fıçıcık, İçi dolu turşucuk (Limon) # AI duvar üstünde beyaz güvercin (Diş) # Ali beyin kavağı, Ne dalı var,ne budağı, Başına kuş konmuş, Ne dili var, ne damağı (Lamba) # Eştim eştim, kum çıktı, Kumdan minare çıktı, Bıldırki yetim oğlan, Yine meydana çıktı (Çiğdem) # Fır fır uçar, Ak pak saçar (Değirmen) # Ak üstünde karalar, Birbirini kovalar (Yazı) # Şu dağlar, ulu dağlar, Kürk üstüne kürk bağlar Ne satan ağlar, ne alan ağlar, Başını kesen ağlar (Soğan) # Kavakta karga, Vurdum indirdim arga, İçi dolu kavurga (incir) # Üstünü çorap yaptım, Altını kebap yaptım, Kestim senede bir gün, Büyük bir sevap yaptım (Kurban) # Cambul cumbul çaydan geçtim Cumbultusu bana değmez AI kumaştan biçindim, Kırpıntısı bana değmez (Rüya-Düş) YOZGAT ATASÖZLERİ VE DEYİMLER » At alırsan yazın,deve alırsan güzün, avrat alırsan gezin ha gezin » Tarla alırsan bozdan, avrat alırsan kızdan » Martta yağmur yağmasa, nisanda yağsa dinmese, mayısta sıçan siğmese, Ekinim sulanır yaz olur, koyunum yayılır, yoz olur » EI sana daşınan (taş ile) sen ona aşınan var » Erine göre bağla başın, horantana göre vur aşın Şubatın arpası, martın körpesi » Erken kalkan yol alır, er evlenen döl alır »Boşboğazın sigarası yanmaz » Kızı gönlüne bırakırsan ya davulcuya varır, ya zurnacıya » Su içene yılan bile değmez » Kara kazanın yanına varma, karası bulaşır » Even it, gözsüz enikler » Uzaktan davulun sesi, goygun gelir » Abdalın eşeği kaçmış da keşkem de keşkem demiş » Eşeğin canı yanarsa atı geçer » Yal yiyen it, yüzünden belli olur » Davar; kömünü itsiz, sahibini etsiz bırakmaz » Ağır otur, batman götür » Bağı gör, üzüm olsun, üzüm yemeye yüzün olsun » Dek duranın devesi ölmez » Devenin dişi, avradın yaşı sorulmaz » Ergen gözüyle kız alma, gece gözüyle bez alma » EI eli yur, el de yüzüİtin ürmiyenini kapıya koymazlar » Sel gider, kum kalır DEYİMLER » Leblebiden nem kapar » Çapanoğlunun abdest suyu » İşin içinden çapanoğlu çıkar » Var yurduyun kıymetini bil » Almıyacaktın da pekmezime neye suyu kattırdın Ardıç kadı çam müttü YOZGAT MANİLERİ 1- Geline bak geline Gına yakmış eline Gelin gurban olayım Seni bana verene 2- Pınar başı pıtırak Gelin gızlar oturak Ne oturak ne durak Satılakda gurtulak 3- Gapımızın önü arpa Gırat gelir gırpa gırpa Gurban olurum gelinim Yavruların bekde görpe 4- Çın çın hamam Gubbesi tamam Bi gelin aldım Babası imam 5- Ekin ekilen yere Dikme dikilen yere Can gıırban camm gurban Kekil dökülen yere 6- Bindirdiler atın iyisine Götürdüler köyün gıyısına Haber verin gızın dayısına Dayısız gız gelin mi gider 7- Gece geçtim dağlardan Üzüm aldım bağlardan Senin sevgin gelinim Beni böyle ağlatan 8- Guru yerde meyve biter mi Biterde dalını atar mı Annem gelin oluyom Bacım yerimi dutar mı ? 9- Ata biner çaptırır Atı yolda saptırır Nişan takacak oğlan Çiğdem köpü yaptırır 10- Gidiyom gidemiyom Az doldur içemiyom Gelinim pek gönüllü Gönlünü edemiyom 11- Pınar başı mil olur Güzel seven belli olur Güzel seven gelinim Gözlerinden belli olur 12- Yozgat'ın başındayım Onaltı yaşındayım Gınamıyın gomşular Bi gızın peşindeyim 13- Garanfil gatar oldu Hasretlik yeter oldu Şu Yozgatlı sevdiğim Burnumda tüter oldu 14- Elma attım garşıya Yuvarlandı çarşıya Şu Yozgat'ın gızıan Birer tabak turşuya |
Yozgat |
07-31-2012 | #3 |
Prof. Dr. Sinsi
|
YozgatYOZGAT DUALAR VE BEDDUALAR DUALAR Allah kolan kuskun bekliği versin Tuttuğun altın olsun Altın halkalardan tut Kızınan komşu, oğlununan oba ol Eline sağlık, babana rahmet Ömrün uzun olsun, düğünün güzün olsun Allah seni helal süt emmişlere eş etsin Hızır Aleyhisselam yoldaşın olsun Ne ediyim, nice ediyim deme, kül diye avuçladığın altın olsun Kurban olduğum Allah, ömrümden alsın ömrüne versin İtin olayım, kulun kölen, kurbanın olayım BEDDUALAR Babanın bekini, zıkkımın kökünü ye Baba ciğerine sarılsın Yaşın donun kara gelsin Sağlığına sap çekiyorum Allah canını alsın Sesin kara yerlerden gelsin Kaynar kazanlara gir Allah kınalı parmak tutturmasın Muradın koynunda kalsın Sakalın gözüne ekilsin Allahından bul, kör olasıca, adı batasıca Sürüm sürüm sürünsün inşallah Allah belanı versin FOLKLORİK DEĞERLER Yaşam Şekli Yönetim ve ticaret merkezlerinden uzaklığı yanında,ulaşım ağlarının da dışında kalması,İlde öteden beri içe dönük bir yaşama biçimi oluşturmuştur 1930 da Ankara kara ve demiryolunun yapımı kapalı yapının kırılmasında en büyük etkendir Ancak tarımın insan gücüne dayanması,yeni iş alanlarının açılamaması yöre yaşamını pek değiştirememiştir Bu geleneksel doku zaman içinde çeşitli göçmen topluluklarının yöreye yerleşmesiyle küçük değişimlere uğramıştır1951 de Bulgaristan’dan gelen göçmenler de İl merkezi ve çevresinde yerleşmiştir Aynı dönemde ülke genelinde beliren siyasal eğilimler,tarımda makinalaşma,kentleşmeye paralel olarak gelişen yapı işleri,İl yaşamında da Cumhuriyet sonrasının en büyük devrimini yaratmıştır Yine aynı dönemde II Dünya Savaşı yıllarından başlayarak,doğurganlığın artması sonucu,tarım alanları yöre nüfusu için yetersiz kalmıştır Ticaret alanındaki canlanma,kırsal kesimden kente doğru bir çekim yarattıysa da,kasaba ve kentlerde bu alan kısa zamanda doymuş ve 1960 sonrasında il dışına ve yurt dışına göç olgusu başlamıştır İl Merkezi dışında canlılık gösteren Akdağmadeni ve Sorgun çekim odakları olmuş ve ulaşımın yaygınlaşmasıyla kentlere yönelişi hızlandırmıştır Halk Giysileri Başkente yakınlığı,Yozgat giyim – kuşamı da büyük ölçüde etkilemiştir Dokuma ve evde dikilen giysilere dayanan geleneksel giyim-kuşamın yerini hazır giyim almıştır Geleneksel kadın giyiminde üçetek en yaygın entaridir,altına don yada büzmeli şalvar giyilir “Delme yelek” veya “Salta” ve bunun uzun kollusu “libade” özellikle genç kızlarda yaygındır Başa,pullu veya kudazı,fes,tepelik üstüne düz ve açık renkli yazma bağlanır Varlıklı kesim,özel günlerde bele gümüş kemer bağlar,ayağa yün çorap,lapçın kundura veya çarık giyilir Dışarlak olarak kullanılan çarşaf daha sonra mantoya dönüşmüştür Geleneksel erkek giyiminde; yakasız mintan,geniş kollu hırka veya kolsuz salta ve yelek üst giysileri arasındadır Çeketi andıran bol dikimli aba ve zıpka geleneksel erkek giyiminin özgün öğelerindendir Başa kudazı,fes veya eğri dolanmış kefiye giyilir Yün çorap lapçın,kundura,çarık giyimi bütünleyen öğelerdir YÖRESEL MİMARİ Yöre mimarisinin gelişmesi ve biçimlenmesinde; doğal yapı ve gereçler,iklim,kapalı yaşama biçimi vb öğelerin yanında,çeşitli toplulukların,Rum ve Ermenilerin etkisi olmuştur Yerleşmenin doğal konumuna bağlı olarak sokaklar girintili çıkıntılıdır Sırtlarını yamaca dayamış,ayrık düzende,bahçeli evler güneye bakar Bunlar ev içindeki yaşamın gizliliği düşüncesiyle insan boyunda duvarlarla çevrilmiştir “Kanatlı” denilen çift kanatlı büyük bir kapıdan toprak döşeli avluya girilir Ahır,kümes,hela,tandır,kuyu buradadırYörede tek katlı,toprak damlı,yalın görünüşlü evler yanında 2-3 katlı,saçakaltı odalı,saray yavrusu denilebilecek büyüklükte konaklar da çoktur Bunların yer katı blok vermeden veya taştan,üst kat duvarları ise “istidoz” tekniğidir Sıvalı,iklimin sertliği nedeniyle kalın duvarlar genelde ak badanalıdır Tek katlı yapılarda birkaç basamakla sofaya çıkılır Odalar sofanın yanlarına mahzen (Kiler) arkaya yerleştirilir Çok katlı yapılarda yer katı mahzen,depo,mutfak ve hizmet bölümlerine ayrılmıştır Konuk odası,yatma ve oturma odaları gibi yaşama mekanları üst katlardadırİç mimaride ahşap çok kullanılır Tabanlar tahta döşemeli,katları bağlayan basamaklar ince oymalı ahşap korkulukludur Dolaplar,kapı kanatları,lambalıklar ahşap oymalıdır Tabanlar da göbekli,geometrik ve bitkisel motiflidir Günümüzde ise ahşap karkas,betonarme karkas yapılar giderek yaygınlaşmıştır YÖRESEL MUTFAK Yöre beslenmesi,büyük ölçüde buğday ürünlerine,unlu yiyeceklere dayanmaktadır Bulgur,yarma ve düğürcük hemen her tür yemekte ve çorbada kullanılmaktadır Yarma,bulgur ve diğer kışlık yiyecekler genellikle yazdan hazırlanır Bunların başında “Gırmızı Pevleri” denen domates salçası,”Go pahla” denen kurutulmuş taze fasulye,”Çalma, Pekmez, ekşi” turşular, meyve ve “madımak” denen madımak kurusu, ”Kıyma, sızgıt, pastırma” türü et hazırlıkları gelir Makarna,erişte de ev yiyeceklerindendir “Ağ kabak” (Su kabağı) tan çorba pişirilir ve kış için kurutulur “Şalak” denen kelek turşusu yörenin özgün turşu türlerindendir Özel günlerde “arabaşı” en çok rastlanan yemektir Ayrıca; İlimize özgü en ünlü yemeklerinden biriside Testi Kebabıdır YÖRESEL EL SANATLARI Yozgat’ta eski yaygınlığını yitirmiş olmakla birlikte dokumacılık,örücülük gibi el sanatları,günümüzde de sürdürülmektedir Kilim,halı,bez başlıca dokuma türleridir Ancak bunlarda özgün süslemelerden veya dokuma tekniklerinden söz edilemez Halılar Kayseri halılarını,kilimlerde Şarkışla kilimlerini andırır Geometrik motiflerle stilize bitki ve hayvan motifleri yaygın süslemelerdir Dokumacılıkta bordo,lacivert ve yeşil renkler egemendir YÖREYE HAS ÖZELLİKLER Nüfus bakımından kaynaklanan çeşitlilikler,toplumsal ilişkilerde kısıtlayıcı etkiler yaratmıştır 1950 sonlarındaki göçler,1960 larda yoğunlaşan kentleşme eğilimleri bu yapıyı da etkilemiştir İnançlardaki yaşam farklılıklarının ve geleneklerin,günlük maddi yaşam koşulları ve yaygınlaşan çağdaş değerlerle yeniden biçimlenmeye yöneldiği gözlenmektedir Bu değişim kırsal kesimde daha yavaş olmaktadır Kadınlarla erkeklerin aynı sofraya oturmaması,yolda yürürken kadının erkeğin önüne geçmesinin ayıplanması,aile içinde,büyükler varsa karı-kocanın birbirlerinin adlarını anmadan konuşmaları,sürdürülen gelenek ve töreler arasındadır Yozgat İlinde özel kutlama günü olarak Atatürk’ün Yozgat’a gelişi olan 15 Ekim, 1981 yılından bu yana her yıl kutlanmaktadır Yozgat Yöresinde Kadın ve Erkek Kıyafetleri : Kadın Kıyafetleri : Yozgat Yöresinde kadınlar eskiden şu parçalardan oluşan kıyafetleri giyerlerdi ; Fes : Düz keçe dövülerek üçgen şekline getirilip başa oturtulur Üzerine beyaz kumaş kare şeklinde kesilip, iğne ile işlenip yukarıya doğru daraltılır Fesin ön kısmı altın paralar, işlemeler ve boncuklarla süslenir Merkeze bağlı köylerde feslerin önünün ay yıldızla da süslendiği görülmektedir Üzerine de kıvrak bağlanır Çepken : Yuvarlak yakalı ve uzun kolludur Önü açıktır Her tarafı Gümüş, Altın veya düz simle işlenir Genelde Şalvarla aynı renkte olup, birlikte giyilir Şalvar : Şalvar üç etek altına giyilen ve cepken altına giyilen olmak üzere iki çeşittir Çepken altına giyilen şalvar, çepkenle aynı kumaştan olup çepkendeki işlemeler şalvarda da vardır Üç etek altına giyilen şalvar, tek renk olabileceği gibi işlemelide olabilir Şalvarın bel kısmında bir iple bağlanabilmesi için iki parmak kalınlığında uçkurluk vardır Entari : Üç eteğin içine giyilir Yaka ağızları ve kollar kanefiçe denilen işleme ile süslenir İşlemelerde kök boya ile boyanmış ipler ve canlı renkler kullanılır Bel Boncuğu : Bel kuşağının incesi olup, boncuklarla ve püsküllerle süslenerek yapılmış ve kuşağın ucuna takılan bir parçadır Çorap : Beyaz yün veya renkli yünlerden işlemeli çoraplardır Günümüzde bu parçalardan oluşan kıyafetler sadece özel günlerde giyilmekte olup, kadın kıyafetleri boydan elbise ve etek ceket olarak görülmektedir Erkek Kıyafetleri : Erkek Kıyafetleri de kadın kıyafetleri gibi eskiden şu parçalardan oluşurdu; Fes : Dövülmüş düz keçe külah şekline getirilerek elde edilir Üzerine “Poçu” veya “Kıvrak” bağlanır Cepken: Kilim tezgahlarında dokunan kabaca kumaşlardan dikilir Önü tamamen açıktır Kollar uzundur İlik ve düğme bulunmaz Kol ağızları yırtmaçlı ve işlemelidir Potur : Genel olarak keçeli kalın kumaştan dikilir Bel kısmında iki parmak kalınlığında uçgurluk bulunur Uçgurluk iple bağlanır Poturun paça kısımları aşağı doğru daralır, kalça kısmı toplu bir şekilde genişçe dikilir Bel Kuşağı : El tezgahlarında renkli ve düz olmak üzere iki şekilde dokunmuş eni 20-30 cm arasında değişen uzun kuşaktır Çorap : Beş şişle örülen yünden çoraplardır Çarık : Tabaklanmış deriden yapılır Üst kısmı Deri veya iple büzülerek ayakta kalıplanarak giyilir Yağlık : Bel kuşağına tutturularak yana bağlanan mendil MAHALLİ HALK OYUNLARI HALK OYUNLARI: Yozgat mahalli halk oyunları açısından zengin bir potansiyele sahiptir Orta Anadolu’nun en zengin folklor merkezi olan İlimizde; 15 ayrı kadın oyunu, 50’ye yakın türkü, 10’a yakın erkek oyunu ve bir çok oyun havası vardır Milli oyunlarda kadın kıyafeti; 3 etek ve pullu festir Kadın oyunları davul-zurna, cümbüş, darbuka, keman ve saz eşliğinde oynanır En çok oynanan kadın oyunları; burçak tarlası, kunduralım, nalinim, feyli turnam, darine-dariney, vıy vıy ve madımaktır Erkek oyunlarında kıyafet; derme yelek, renkli gömlek, püsküllü fes ve şalvardır Erkek oyunlarından en çok oynananları; Yozgat ağırlaması, Bopbili, Tekayak, Üçayak, cemo, yerli gelin, çekirge, aynalı ve kamalı'dır Bunların yanı sıra, kaşık oyunları, çiftetelli, asmalarda Üzüm, loli, keçeci baba, vıy vıy, karanfilli, gelin, dünür gibi oyunlar da sergilenir Mahalli halk Oyunlarımızı: "İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü Evci Köyü Erkek Halk Oyunları Topluluğu" temsil etmektedir Kültür ve Turizm Bakanlığı'nca 25 Eylül 2004 tarihinde Ankara'da yapılan yarışmalarda birinciliğe layık görülen bu topluluk "Yozgat Ağırlaması, Bopbili, Tekayak, Üçayak" adlı oyunlarıyla tescillenmiştir Ayrıca, bazı yörelerde semahlar da yaygındır En yaygın olarak bilineni "Bozok Semahı" da denilen "Kırklar Semahı'’dır SEYİRLİK OYUNLAR SAYA OYUNU: Saya Oyununun geçmişini ve kısaca oynanış şeklini şu biçimde anlatabiliriz: Rivayete göre oyunun kökeni, Orta Asya Bozkırlarına kadar dayanmaktadır Derler ki ilkbaharla birlikte koyun ve keçilerin yavrulama zamanlarına 15-20 gün kala oyun oynanmaya başlanırmış Kendileri için her şey demek olan sürülerinin, o seneki yavrularının sağlıklı, verimli ve bereketli olması ümidiyle bu oyun oynanmaktadır Belki bir yaşam biçimi, belki de uğruna inanılan bir şey ama şurası muhakkak ki, sosyal yaşantıyı ve sosyal dayanışmayı vurgulayan bir tarafı var, Oyun, her sürü sahi binin kapısında tek tek oynanmaktadır Bu evlerden tuz ekmek, yağ vb gıda maddeleri toplanarak Baş arap lakaplı oyuncu nun evinde pişirilip köy halkıyla birlikte bir kısmı yenmektedir Diğer kısmı ise herkese azar azar dağıtılmaktadır Bu yiyeceklerden hayvanların yemIerinede katılmaktadır ki sağlıklı doğum, bolluk ve bere ket olsun diye Bir evin kapısına gelindiğinde aşağıdaki mani okunur: "Sayacı geldi duydun mu? Selam verdim aldın mı? Hey ne kaldı, ne kaldı? Şurda elli gün kaldı, Elli günden az kaldı, Otuz günden tez kaldı, Oğlağın yağı yetti, Kuzunun tüyü bitti Şu derede tütün tüter, Çocumanlar (çocuklar) kefen üter, Heey çocumanlar heeeey" denilerek evdeki küçük çocuklar, elleri ve yüzleri boyalı oyunculardan bağırılarak ev halkı uyarılır ve evin kapısı çalınarak oyuna başlanır Oyunun oynanışı şu şekildedir: Seksen-doksan yaşlarında bir ihtiyar, onbeş- onaltı yaşlarında genç bir kızla evlenir fakat kız bu durumdan memnun değildir Bir süre sonra kız ihyarı bırakıp kaçar Baş arap lakaplı oyuncu, yine oyunculardan tilkiye, halkı koklatarak kızı buldurur İhtiyar kıza neden kaçtığını sorduğunda ise, kız çeşitli bahaneler uydurur Bu arada tilki lakaplı oyuncu, ihtiyara: "Bu kız sana değil bana yakışır" gibi sözlerle kendisine pay çıkarmaya çalışır Bunun üzerine ihtiyar, kızın kendi eşi olduğunu halka anlatmaya başlar Bu amaçla kızın kendine ait olduğunu ispatlayacak ve onu kendisine getirecek bir ara bulucu seçer Bu ara bulucu sahneye çıkar fakat oyuncular bu arabulucuyu sopalarla döverek oyun dışına atarlar Oyuncular kostüm olarak koyun-keçi postu, sopa, çıngırak, çeşitli boncuklar, tahta kılıç,el aynası,siyah boya,deri giyecekler vb kullanmaktadır Arap baş arap, kınalı,ala,siyah,beyaz gibi lakaplar ise oyunculara takılmıştır Lakapların bu şekilde kullanılmasında ki amaç sa doğacak yavruların bu şekilde beklenmesi, istenmesinden dolayıdır Oyunun çeşitli yörelerde değişik versiyonları olabilir YASTIK GÜREŞİ: Yaşlı bir insanın hayatla mücadelesinin sembolize edildiği yastık güreşi oyunu, hem güldürün hem düşündüren mesajlarla dolu bir oyundur Malzeme olarak bir yastık, yere sermek için kimim ve yastığı tutmak için bir kişinin kullanıldığı oyunda, çeşitli güreş figürleriyle izleyiciye sunulur DEVECİ OYUNU: Deveci oyunu bir hırsızla bir çobanın kovalamacısını anlatır Bir hırsızın Deveci katarından bir şeyler çalmaya çalıştığı oyundaki tiplemeler,kostümler, sarf ettikleri sözler alıştığımız salon tiyatrosunun dışında geleneksel Türk tiyatrosunun doğaçlamasının hoş bir örneğidir ERKEKLERARASI DÜĞÜN OYUNLARI: Düğünlerimizin son gecesi, gelinin kına gecesidir Bu, aynı zamanda düğüncünün gelin almaya geleceği günün gecesi demektir Bu gelme işi bir köyden başka bir köye olduğu gibi, aynı köyde bir mahalleden bir mahalleye de olur Her iki türlüsünde de erkekler düğün odasında, kadınlar düğün evinde gece yarılarına kadar güler, oynar, eğlenir, halay çekerler Düğünün önemli gelenek ve törelerini işlerler Daha ilginci, temsil, öykünme (taklit), orta oyunu türünden diyebileceğimiz bir çok eğlence türüne yer verilir Oyun ya da seyir çıkarma denilen bu işler, çokça sı erkekler arasında görülür Daha çok da gelin almaya gelen düğüncüye yaptırılır Bu eğlenceler, yalnız düğün evinde değil, eğer düğün köyden köye ise düğüncünün misafir olduğu odalarda da sabahlara kadar devam eder Bu düğünler, köylünün mahsulünü kaldırıp eli para gördüğü sonbahar ve kış günleri yapılır Çünkü o mevsimde köylünün işi de yoktur KOCALARIN YÜZÜNÜ: Erkeklerden bir kaçı kız biri de ana kılığına girer Düğün evinden özel kadın giysileri getirtilir Hazırlık odasında kendilerine çeki düzen verip, düğün odasına girerler Kızlardan her biri odadaki erkeklerden birer koca seçip yanlarına otururlar, kollarını da kocalarının boynuna sararlar Bir elleriyle de kirmen çevirirler Avuçlarının içinde un vardır Oyunu yöneten ana, "Kızlarım, evinize bir misafir gelince, kocalarınızın yüzünü ağartın" der demez, avuçlarındaki unu kocalarının yüzüne sürerler ET SATMA OYUNU: Bir et satan kişi çıkar ortaya Kendine bir yazıcıyla, sözde gizliden üç tane de kırbaçları koyunlarında saklı yardımcı alır ki adları, Arap, Çerkez, Hıdır' dır Erkeklerden bir kısmına yalancıktan et satılır Bir yandan da herkesin aldığı et, borç olarak yazılır Sıra alacak toplamaya gelir (bu hemen de olabilir, kısa bir oturuştan sonra da olabilir) Önemli olan, alacak toplanırken borçlulardan bir kısmı borçlarını ödeyemez olmalarıdır işte o sırada et satıcı yardımcılarına sırasıyla ve gerektikçe kırbaçlarını birer birer çıkarttırır, tekerlemeyi söyler; "Arap Vermeyenin Hali Harap Çerkez Ne Halt Eder De Vermez Hıdır Vermeyenin Hali Budur" Her gelen ne kadar borç için çağrıldıysa ona o kadar kırbaç vurulur Oyun böylece biter TALEBE OKUTMA Birisi hoca olur, tespihi, asası, içine su dolu tas oturtulmuş sarığıyla, erkekler arasından şakaya uygun bir kaç kişiyi öğrenci olarak seçer ve diz çöktürür Bunları sırasıyla okutmaya başlar; "Elifcimlisin bori Başındadır zoru, Elinde asa, Dikkat et tasa" Bu sözleri hoca söyler, onlar da birer birer yineler Bunun üzerine hoca, iyi bulduklarına sırasıyla tesbihimin asasını armağan eder En iyi buldum dediği öğrenciye de kendi başından çıkarıp onun başına geçirmek yoluyla içi su dolu sarığını armağan eder ters çevrilerek verilen sarığın içindeki su dolu tas, öğrencinin başına geçer CİRİT, GÜREŞ VE AT YARIŞLARI: Yozgat köylerinin harman yerlerinde gençler güreş tutardı Düğünlerde koç konurdu hediye olarak, başı alan pehlivan koçun sahibi olurdu Yine düğünlerde köylerde cirit oynanırdı Meşhur ciritçiler köyden köye davet edilirdi Yozgat merkezde” Abdullanın Bostanı”nda ciritler oynanırdı mevsimin değişik zamanlarında At yarışları hemen her ilçede yapılırdı Yozgat’ta ise Kırıklı Mevkiinde ve Ofisüstü’nde at yarışları olurdu Meydan iple çevrilirdi, biletli olurdu bu yarışlar |
Yozgat |
07-31-2012 | #4 |
Prof. Dr. Sinsi
|
YozgatYozgat Yozgat İsminin Verilmesi İlin, asıl adı "BOZOK" olup, zamanla "Yozgat" olarak değiştirilmiştir Oğuz'ların; "BOZOK" koluna mensup Türkmenlerin bu bölgeye akınıyla birlikte, yöre "BOZOK" ismiyle anılmıştır 1800'lü yıllara doğru bu ismin yanı sıra "YOZGAT" adı da telaffuz edilmiştir "Yozgat" adının menşei konusunda ise, değişiki söylentiler ileri sürülmektedir: Bir rivayete göre, Yozgat Saray Köyü'nden (bugün itibariyle kasaba) itibaren aşağıdan yukarıya doğru kat kat yükselmektedir Bu kat kat yükselişindin ve rakımının yüksekliğinden dolayı önceleri "Yüz kat" denmiş, zamanla bu isim söylene söylene "Yozgat" halini almıştır Diğer bir rivayete göre; Aşiret Reisi Ömer Cabbar Ağa'nın yüzü çopurdu Bu yüzden kendisine Çopur veya Çapar Koca derlerdi Söylentiye göre Cabbar Ağa, sürülerini bir yaz günü yaylakta otlatırken karşısına Hızır (AS) çıkıyor ve davar sahibi Cabbar Ağa'dan içmek için süt istiyor Güler yüzlü Ömer Ağa hemen misafirine ikramda kusur etmeyerek, gönül hoşluğu ile sütü ikram eder Hızır (AS) sütü içtikten sonra çok memnun kalır ve Cabbar Ağa'ya "Çobanoğlu, yozuna yoz katılsın, memleketinin adı Yoz-Kat olsun" diyor Bu sözü söyleyerek kayboluyor Temeli böyle olan Yoz-Kat söylene söylene Yozgat halini alıyor İsmin kaynağı hakkında her ne kadar tatmin edici bir bilgi yoksa da uzun yıllar bu havalinin böyle anıldığı bilinmektedir Birinci Büyük Millet Meclisinde Kütahya Mebusu Cemil Bey tarafından verilen bir takrir ile Yozgat ismi Bozok olarak değiştirilmiş, bilahare 23 Haziran 1927tarihinde Bozok Mebusu Süleyman Sırrı (İÇÖZ) Bey ve arkadaşlarının verdiği bir takrirle Bozok ismi tekrar Yozgat olarak değiştirilmiştir |
|