Prof. Dr. Sinsi
|
Riyau's-Salihin - İhlas Ve Niyet, Gizli Ve Açık Bütün İşlerde, Sözlerde Ve Hallerde İyi Niyet Ve İhlas
Riyau's-Salihin - İhlas ve Niyet, Gizli ve Açık Bütün İşlerde, Sözlerde ve Hallerde İyi Niyet ve İhlas
Riyau's-Salihin - İhlas ve Niyet, Gizli ve Açık Bütün İşlerde, Sözlerde ve Hallerde İyi Niyet ve İhlas
İHLÂS VE NİYET GİZLİ VE AÇIK BÜTÜN İŞLERDE, SÖZLERDE VE HALLERDE İYİ NİYET VE İHLÂS
Âyetler
قَالَ اللَّه تعالى : { وَمَا أُمِرُوا إِلاَّ لِيَعْبُدُوا اللَّهَ مُخْلِصِينَ لَهُ الدِّينَ حُنَفَاءَ وَيُقِيمُوا الصَّلاةَ وَيُؤْتُوا الزَّكَاةَ وَذَلِكَ دِينُ الْقَيِّمَةِ }
1 “Onlara sadece şu emredilmişti: Bâtıl dinleri bırakarak yalnız ’a yönelip ona itaat etsinler, namazı kılsınlar, zekâtı versinler İşte doğru din budur ” Beyyine sûresi (98), 5
Yahudi ve hıristiyanlara tıpkı İbrâhim aleyhisselâm gibi olmaları, a hiçbir şeyi ortak koşmamaları, ona kayıtsız şartsız boyun eğmeleri, mütevâzi ve saygılı davranmaları emrolunmuştu Kendilerinden sapık fikirleri bırakmaları, yalnızca ’a ibadet edip namaz kılmaları, zekât vermeleri istenmişti Zaten tarafından gönderilen bütün kitaplarda yazılan budur Diğer bir ifadeyle söylemek gerekirse ilâhî dinlerde değişmeyen üç esas vardır: ’a imân etmek, namaz kılmak ve zekât vermek Fakat onlar bu emirlere uymadılar İşte bu sebeple müslümanların ihlâs, samimiyet ve dürüst bir niyetle ’ın buyruklarını yerine getirmeye çalışmaları şarttır Cenâb-ı Hakk’ın emirlerine uymayan yahudi ve hıristiyanlara hiçbir şekilde benzememeleri gerekmektedir
وقَالَ تعالى : { لَنْ يَنَالَ اللَّهَ لُحُومُهَا وَلا دِمَاؤُهَا وَلَكِنْ يَنَالُهُ التَّقْوَى مِنْكُمْ }
2 “Kurbanların ne etleri, ne de kanları ’a ulaşır ’a sadece sizin ihlâs ve samimiye-tiniz ulaşır ” Hac sûresi (22), 37
Kurbanın akıtılan kandan ve dağıtılan etten ibaret olduğu zannedilir İnsanlar için durum böyle olabilir Teâlâ kurbanın ne etine, ne de kanına bakar Onun için önemli olan, hayvanın sırf rızâsı için kesilmesidir Kurban edilen hayvan rızâsı için kesilmiyorsa, o kurbanın hiçbir değeri yoktur Cenâb-ı Hakk’ın değer verdiği, karşılığında mükâfat yazdığı şey insanın ihlâsı, iyi niyeti ve samimiyetidir
وقَالَ تعالى : { قُلْ إِنْ تُخْفُوا مَا فِي صُدُورِكُمْ أَوْ تُبْدُوهُ يَعْلَمْهُ اللَّهُ } 
3 “De ki, gönlünüzdeki duyguları saklasanız da, açıklasanız da hepsini bilir ” Âl-i İmrân sûresi (3), 29
Gizlilik veya açıklık insanlar için söz konusudur Teâlâ insanların gözlerden uzakta gizlice yaptığı şeyleri bildiği gibi, kalblerinden geçen duygu ve düşünceleri de bilir ’a inanan, onun gönderdiği dini benimseyen bir kimse bütün davranışlarını, hatta gönlünden geçen duyguları bile kontrol etmelidir
Hadisler
1-وعَنْ أَميرِ الْمُؤْمِنِينَ أبي حفْصٍ عُمرَ بنِ الْخَطَّابِ بْن نُفَيْل بْنِ عَبْد الْعُزَّى بن رياح بْن عبدِ اللَّهِ بْن قُرْطِ بْنِ رزاح بْنِ عَدِيِّ بْن كَعْبِ بْن لُؤَيِّ بن غالبٍ القُرَشِيِّ العدويِّ رضي الله عنه ، قال : سمعْتُ رسُولَ الله صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم يقُولُ
« إنَّما الأَعمالُ بالنِّيَّات ، وإِنَّمَا لِكُلِّ امرئٍ مَا نَوَى ، فمنْ كانَتْ هجْرَتُهُ إِلَى الله ورَسُولِهِ فهجرتُه إلى الله ورسُولِهِ ، ومنْ كاَنْت هجْرَتُه لدُنْيَا يُصيبُها ، أَو امرَأَةٍ يَنْكحُها فهْجْرَتُهُ إلى ما هَاجَر إليْهِ » متَّفَقٌ على صحَّتِه رواهُ إِماما المُحَدِّثِين: أَبُو عَبْدِ الله مُحَمَّدُ بنُ إِسْمَاعيل بْن إِبْراهيمَ بْن الْمُغيرة بْن برْدزْبَهْ الْجُعْفِيُّ الْبُخَارِيُّ، وَأَبُو الحُسَيْنِى مُسْلمُ بْن الْحَجَّاجِ بن مُسلمٍ القُشَيْريُّ النَّيْسَابُوريُّ رَضَيَ الله عَنْهُمَا في صَحيحيهِما اللَّذَيْنِ هما أَصَحُّ الْكُتُبِ الْمُصَنَّفَة 
1 Mü’minlerin emîri Ebû Hafs Ömer ibni Hattâb radıyallahu anh, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’i şöyle buyururken dinledim, dedi:
“Yapılan işler niyetlere göre değerlenir Herkes yaptığı işin karşılığını niyetine göre alır Kimin niyeti ’a ve Resûlü’ne varmak, onlara hicret etmekse, eline geçecek sevap da ’a ve Resûlü’ne hicret sevabıdır Kim de elde edeceği bir dünyalığa veya evleneceği bir kadına kavuşmak için yola çıkmışsa, onun hicreti de hicret ettiği şeye göre değerlenir ”
Buhârî, Bed’ü’l-vahy 1, Îmân 41, Nikâh 5, Menâkıbu’l-ensâr 45, İtk 6, Eymân 23, Hiyel 1; Müslim, İmâret 155 Ayrıca bk Ebû Dâvûd, Talâk 11; Tirmizî, Fezâilü’l-cihâd 16; Nesâî, Tahâret 60; Talâk 24, Eymân 19; İbni Mâce, Zühd 26
Hz Ömer
Hz Ömer Kureyş kabilesinin Benû Adî kolundan olup soyu Peygamber Efendimiz’in soyu ile birleşir Hadisimizin başında Nevevî’nin zikrettiği bu nesep zinciri şöyledir:
Ömer - Hattâb - Nüfeyl- Abdüluzzâ - Riyâh - Abdullah - Kurt - Rezâh - Adî - Ka`b - Lüey - Gâlib
Hz Ömer Resûl-i Ekrem’den 10 yaş kadar küçüktü İslâmiyet ile şereflenmeden önce müslümanlara pek eziyet ederdi Nüfuzuyla, güç ve kuvvetiyle tanınmış bir yiğit olduğu için, onun müslüman olması diğer müslümanları güçlendirdi İslâm ile şereflendiği gün Kâbe’ye giderek namaz kıldı Diğer müslümanlar da ilk defa o gün Kâbe’de namaz kıldılar
Medine’ye hicret edince, şehir merkezine bugün 3 km uzaklıkta bulunan Kuba’ya yerleşti Gün aşırı Resûl-i Ekrem’i ziyaret ederek, bütün gün onun yanında kalırdı Medine’de Hz Ebû Bekir’le birlikte Resûlullah’ın en büyük yardımcısı oldu Onun katıldığı bütün savaşlarda bulundu Kızı Hafsa’yı onunla evlendirerek Hz Peygamber’in kayın pederi olma şerefini elde etti Resûlullah Efendimiz’i o kadar derin bir muhabbetle severdi ki, onun vefat ettiğini duyunca büyük bir şoka girdi Kılıcını çekerek, Peygamber öldü diyenleri ikiye biçeceğini söyledi
Son derece doğru ve isabetli düşünürdü Henüz hakkında vahiy gelmeyen 15-20 önemli konuda Hz Peygamber’e başvurarak o hususlarda âyet indirmesi için Teâlâ’ya dua etmesini istedi Bazan da o konulardaki kanaatini Hz Peygamber’e arzetti Hz Ömer’in açıklık getirilmesini istediği hususlarda âyetler nâzil oldu Hakkında âyet nâzil olan bu konulara, Ömer’in âyete uygun görüşleri anlamında “Muvâfakât-i Ömer” denmiştir (Bu konuda geniş bilgi için bk Tecrîd Tercemesi, II, 349-353)
Hz Ebû Bekir’in vefâtından sonra İslâm’ın ikinci halifesi oldu İran, Irak, Suriye, Mısır topraklarını İslâm ülkesine kattı Kudüs, Azerbaycan, Ermenistan, Horasan, İskenderiye onun zamanında fethedildi Basra, Kûfe, Musul gibi büyük şehirleri kurdu Eşsiz adalet anlayışıyla, dünya tarihinde benzeri görülmeyen adalet örnekleri verdi Yardıma muhtaç olan herkese maaş bağladı Devlet idâresinde önemli yenilikler yaptı İdârî, adlî, mâlî ve askerî teşkilât kurdu İslâm’ın, Kur’ân-ı Kerîm’in ve İslâmî ilimlerin daha geniş muhitlere yayılması için faaliyet gösterdi İslâmiyet’i uzun yıllar boyu bizzat Resûlullah Efendimiz’den öğrenmesi sebebiyle İslâm Hukuku’nun birçok meselesinde şahsî görüşleri vardı
Hz Ömer sert tabiatına rağmen pek mütevâzi bir insandı Yamalı gömlek giyer, dul kadınların evine sırtında su taşır, çıplak döşemede yatıp uyur, develeri kendi eliyle kaşağılayıp temizlerdi Halifeliği süresince geceleri sokak sokak dolaşır, herkesin şikâyetini dinler, halkın dertlerine çözüm getirirdi Çok güzel konuşur, hikmetli sözler söylerdi Mert ve doğru sözlü olanları sever, kendini tenkid etseler bile onlara gücenmezdi Halka hitap ettiği birgün, yanlış işler yaparsa, kendisine nasıl davranacaklarını sormuştu
Cemaatten biri hemen ayağa kalkarak:
- Seni kılıcımızla doğrulturuz, demişti
Hz Ömer adamın cesaretini denemek için:
- Benim hakkımda böyle konuşmaya nasıl cüret ediyorsun? diye sormuş, o adamın gözünü kırpmadan:
- Evet, bu sözleri senin hakkında söylüyorum, demesine pek sevinmiş ve:
- ’a şükürler olsun ki, yanlış yola sapacak olursam, halkımın içinde beni kılıcıyla doğrultacak kimseler var, demişti
Hz Ömer hicretin 24 yılında Zerdüşt bir köle tarafından şehid edildi ve Hz Peygamber’in ayakları dibine gömüldü
ondan razı olsun
Açıklamalar
“Yapılan işler niyetlere göre değerlenir” hadisi, insanın kazanacağı sevap ve günahlar ile yakından ilgili ve son derece önemlidir Ahmed İbni Hanbel, Ebû Dâvûd, Tirmizî, Dârekutnî gibi büyük âlimler, bu hadisle, İslâmiyet’in üçte birini anlamanın mümkün olduğunu söylemişlerdir İmâm Şâfiî, bu hadisin yetmiş ayrı konuyla ilgisi bulunduğunu, bu sebeple de onu din ilminin yarısı saymak gerektiğini belirtmiştir İmâm Buhârî ise, kitap yazanlara bir nasihatte bulunarak, eserlerine bu hadisle başlamalarını tavsiye etmiştir
Şimdi niyetin ne olduğunu görelim:
Niyet, bir işi rızâsı için yapmayı kalbden geçirmektir
İş ya kalble, ya dille veya diğer organlarla yapılır
Kalbimizle yaptığımız işler, niyet ve düşüncelerimizdir
Dilimizle yaptıklarımız konuşmalarımızdır
Organlarımızla yaptığımız işler de fiil ve davranışlarımızdır Sözler ve davranışlar çoğu zaman niyete bağlı olduğu için, iyi niyet bazan başlı başına bir ibadet olur
Ameller yâni yapılan işler niyete göre değer kazanır sözü, çoğu zaman organlarımızla yaptığımız işleri kapsar Yoldaki bir taşı, insanlara zarar vermesin düşüncesiyle ve sevap kazanmak ümidiyle kaldırıp atmak bir ibadet sayılır Birinin malını meşrû olmayan yollardan elde etmeye karar vermişken, korkusuyla bu düşünceden vazgeçmek de aynı şekilde sevap kazanmaya vesile olur
Kalbden geçen düşünceler, iyi niyete dayandığı zaman katında değer kazanır Bu esnada kalbin uyanık ve şuurlu olması gerekir
Dil bir şeye niyet ederken kalb bu düşünceye katılmazsa, niyet makbul olmaz 7 hadîs-i şerîfte görüleceği üzere Teâlâ bizim şeklimize, kalıbımıza değil, kalblerimize bakar, niyetlerimize değer verir
Abdullah İbni Ömer’in âlim ve zâhid oğlu Medine’nin yedi fakihinden biri olan Sâlim, halife Ömer İbni Abdülazîz’e yazdığı mektupta şöyle demişti:
“Şunu iyi bil ki, Teâlâ’nın kuluna yardımı, kulun niyeti kadardır Kimin niyeti tam olursa, ’ın ona yardımı da tam olur Niyeti ne kadar azalırsa, ’ın yardımı da o kadar azalır ”
Herkesin yaptığı işin karşılığını niyetine göre alması şu gerçeği vurguluyor: Yapılan bir ibadet ve herkesin takdirini kazanan bir hizmet görünüş bakımından kusursuz olabilir; ancak o ibadet ve güzel hizmetin samimi bir niyetle ve sadece ’ın rızasını kazanmak maksadıyla yapılması şarttır İnsanların takdir ve teveccühünü kazanmak veya hem rızasını hem de insanların takdirini kazanmak düşüncesiyle yapılan ibadet ve hizmetlerin katında hiçbir kıymeti yoktur Yapılan işleri katında değerli kılan bizim ihlâs ve samimiyetimiz, yani o işleri sadece rızası için yapmış olmamızdır Meselâ insanlar beni görsün ve takdir etsin diye namaz kılmak, zekât vermek şirk derecesinde büyük bir günahtır Fakat gösterişi aklından geçirmeyen bir mü’minin, başkalarını o ibadeti yapmaya teşvik etmek niyetiyle herkesin göreceği bir yerde namaz kılıp zekât vermesi faziletli bir davranıştır Böyle bir mü’min hem görevini yapmış hem de iyi niyetinden dolayı ayrıca sevap kazanmış olur
İyi niyete dayanmayan, sadece gösteriş için yapılan ibadetlerin ve güzel davranışların katında hiçbir değeri bulunmadığını Peygamber Efendimiz ibretli bir misâlle ortaya koymuştur Bu hadîs-i şerîfe göre kıyamet gününde ilk defa bir şehid hakkında hüküm verilecek Teâlâ ona ne yaptığını sorduğunda:
— Senin uğrunda çarpıştım, şehid edildim, diyecek Fakat Cenâb-ı Hak ona:
— Yalan söyledin Sana cesur adam desinler diye çarpıştın, buyuracak ve o adam yüz üstü sürüklenerek cehenneme atılacak
Daha sonra ilim öğrenip öğreten ve Kur’an okuyan bir kimse getirilecek Ona da ne yaptığı sorulacak
— İlmi öğrendim ve öğrettim Senin rızânı kazanmak için Kur’an okudum, diyecek Teâlâ ona:
— Yalan söyledin İlmi, sana âlim desinler diye öğrendin Kur’an’ı ise, güzel okuyor desinler diye okudun Nitekim öyle de denildi, buyuracak O adam da yüz üstü sürüklenerek cehenneme atılacak
Hadîs-i şerîfin devamında zengin bir kimsenin huzura getirileceği, onun da malını rızası için harcadığını söyleyeceği, ona, “cömert adam” desinler diye malını sarfettiği söyleneceği ve diğerleri gibi onun da cehenneme atılacağı belirtilmektedir(Müslim, İmâre 152)
Bu niyet hadisinden şöyle bir sonuç da çıkmaktadır:
Aslında ibadet olmayan bazı işler, iyi niyetle yapıldığı takdirde ibadete dönüşebilir Meselâ yemek yiyen kimse, bu gıdalardan elde edeceği kuvvetle ibadet edeceğini düşünürse, yemek yerken bile sevap kazanmış olur Normal ticaretini yapan kimse, işini en iyi şekilde yaparak insanlara hizmet etmeyi, onları aldatmamayı düşünürse, hem para hem de sevap kazanabilir
Hadîs-i şerîfimizde “Kimin niyeti ’a ve Resûlü’ne varmak, onlara hicret etmekse, eline geçecek sevap da ’a ve Resûlü’ne hicret sevabıdır” buyuruluyor Hicret, bir şeyi terketmek demektir Teâlâ’nın yasak ettiği şeyleri terkedip yapmamak da genel mânâda hicret sayılmaktadır Bu sebeple Peygamber Efendimiz:
“Muhâcir, ’ın yasakladığı şeyleri bırakan kimsedir” buyurur (bk 1569 nolu hadis)
Hadiste sözü edilen hicretten maksat, kâfirlerin elinde bulunan vatanı bırakıp İslâm yurduna göçmek demektir Hz Peygamber ile ashâbı, Mekke’den Medine’ye bu maksatla göçmüşlerdir Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem’in söylemek istediği şudur:
Bir adam hicret ederken dünyevî bir çıkar düşünmemiş, sadece ’ın rızasını kazanmayı ve Resûlullah’ı hoşnut etmeyi hedef almışsa, hicreti makbûl olmuştur; ve Resûlü’ne hicret etme sevabını elde etmiştir Kim de hicret ediyor görünse bile, aslında bir dünyalık elde etme veya bir kadınla evlenme arzusuyla yola çıkmışsa, onun hicreti makbul sayılmaz ve hiçbir sevap kazanamaz Bu gerçeği Teâlâ şöyle belirtmiştir:
“Kim âhiret kazancını istiyorsa, onun kazancını çoğaltırız Dünya kazancını isteyene de dünyalık veririz; ama onun âhirette bir nasibi olmaz” [Şûrâ sûresi (42), 20]
Bu hadîs-i şerîfin söylenmesine şöyle bir olayın sebep olduğu anlatılır:
Sahâbîlerden biri, Ümmü Kays adlı bir hanımla evlenmek ister Fakat o günlerde Ümmü Kays Medine’ye hicret etmeyi düşünmektedir Kendisiyle evlenmek isteyen sahâbîye, niyeti ciddî ise Medine’ye hicret etmeyi ve orada evlenmeyi teklif eder Mekke’deki kurulu düzenini terketmeyi henüz düşünmeyen o sahâbî Ümmü Kays’la evlenmek arzusuyla Medine’ye hicret etmek zorunda kalır Bu durumu bilen sahâbîler, Ümmü Kays’ın muhâciri anlamında “Muhâciru Ümmü Kays” diye takıldıkları o zâtın, hicret sevabı kazanıp kazanmadığını tartışmaya başlarlar İşte o zaman Peygamber Efendimiz, bu hadîs-i şerîfle meseleye açıklık getirerek herkesin niyetine göre sevap kazanacağını belirtir
Hadisten Öğrendiklerimiz:
1 Yapılan işlerden sevap kazanabilmek için o işlere iyi niyetle başlamak gerekir
2 Niyetin kalben yapılması önemli olduğu için, bunu ayrıca dille söylemek şart değildir
3 rızası gözetilmeden yapılan işlerden sevap kazanılamaz
4 İnsan göründüğü gibi olmalı, dünyevî bir çıkar için dini kullanmamalıdır
5 İhlâs, niyet sağlamlığı demektir
2-وَعَنْ أُمِّ الْمُؤْمِنِينَ أُمِّ عَبْدِ اللَّهِ عَائشَةَ رَضيَ الله عنها قالت: قال رسول الله صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم:«يَغْزُو جَيْشٌ الْكَعْبَةَ فَإِذَا كَانُوا ببيْداءَ مِنَ الأَرْضِ يُخْسَفُ بأَوَّلِهِم وَآخِرِهِمْ » قَالَتْ : قُلْتُ يَا رَسُولَ اللَّهِ ، كَيْفَ يُخْسَفُ بَأَوَّلِهِم وَآخِرِهِمْ وَفِيهِمْ أَسْوَاقُهُمْ وَمَنْ لَيْسَ مِنهُمْ ،؟ قَالَ : «يُخْسَفُ بِأَوَّلِهِم وَآخِرِهِمْ ، ثُمَّ يُبْعَثُون عَلَى نِيَّاتِهِمْ »مُتَّفَقٌ عَلَيْهِ : هذا لَفْظُ الْبُخَارِيِّ 
2 Mü’minlerin annesi Ümmü Abdullah Âişe radıyallahu anhâ’dan rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
—Bir ordu Kâbe’ye saldırmak üzere yola çıkacak; bir çöle geldiklerinde baştan sona bütün ordu yere batacaktır ”
Hz Âişe der ki, bunun üzerine ben, Yâ Resûlallah, onların arasında ticaret için yola çıkanlar ve kötü niyetli olmayanlar varken niçin hepsi birden yere batacaktır? diye sordum
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:
—Hepsi birden yere batacak, âhirette yeniden diriltilip niyetlerine göre hesaba çekileceklerdir” buyurdu
Buhârî, Büyû` 49; Hac 49, Müslim, Fiten 4-8 Ayrıca bk Tirmizî, Fiten 21; Nesâî, Menâsik 112; İbni Mâce, Fiten 30
Hz Âişe
Hz Âişe, Peygamber Efendimiz’in eşi ve onun en yakın arkadaşı Hz Ebû Bekir’in kızıydı Âişe-i sıddîka diye tanındı Annesi Ümmü Rûmân, Peygamber Efendimiz’in çok değer verdiği bir hanımdı
Hz Âişe, Efendimiz’e peygamberlik geldikten 4 yıl sonra Mekke’de doğdu Peygamber Efendimiz’e rüyasında bir meleğin 2-3 defa “Bu senin hanımındır” diye Hz Âişe’yi göstermesi üzerine, Efendimiz onunla Medine’de, hicretin ikinci yılında evlendi
Hz Âişe Mescid-i Nebevî’ye bitişik 6 arşın genişliğindeki küçücük bir eve gelin geldi Evinin kapısı Mescid’e açıldığı için Peygamber Efendimiz’in bütün sohbetlerini, vaaz ve hutbelerini dinlerdi Mükemmel zekâsı, kuvvetli hâfızası ve güzel konuşmasıyla Peygamber Efendimiz’in takdirini kazanmıştı Bu sebeple Efendimiz onunla konuşmaktan, bitip tükenmeyen sorularına cevap vermekten zevk duyardı
Peygamber Efendimiz’in evlendiği hanımlardan bâkire olan sadece Hz Âişe’ydi Hanımları içinde Hz Hatice’den sonra en fazla onu severdi
Resûl-i Ekrem ile 8 yıl evli kalan Hz Âişe’nin hiç çocuğu olmadı Hadisimizde geçen Abdullah’ın annesi anlamındaki Ümmü Abdullah künyesini ona Peygamber Efendimiz verdi Zira Araplarda kadın, erkek herkes bir künye alırdı “Teyze anne sayılır” buyuran Nebiyy-i Muhterem Efendimiz, ona kız kardeşi Esmâ’nın oğlu Abdullah İbni Zübeyr’den dolayı bu künyeyi verdi Peygamber Efendimiz onun odasında vefat ettiğinde Hz Âişe daha 18 yaşındaydı
Geceleri namaz kılar, çoğu zaman oruç tutardı Öksüz ve yetimleri himâye edip yetiştirir, sonra da onları evlendirirdi
Tekrarlarıyla birlikte 2210 hadis rivayet etmiş olan Hz Âişe, sahâbe arasında en çok hadis bilen yedi kişiden biriydi Kur’ân-ı Kerîm’i bütün incelikleriyle anlar ve tefsir ederdi Arap şiirini ve soy bilgisi demek olan ensâp ilmini de çok iyi bilirdi Kur’ân-ı Kerîm’i, hadîs-i şerîfleri, kısaca İslâmiyet’i pek çok insana öğretti
Hz Peygamber’in vefatından sonra 47 yıl daha yaşadı Hicretin 58 yılında, tıpkı Peygamber Efendimiz gibi 63 yaşında iken Medine’de vefat etti
ondan razı olsun
Açıklamalar
Hadîs-i şerîfte, Kâbe’yi yıkma niyetiyle yola çıkan bir ordunun başına gelecek felâket haber verilmektedir Bu çirkin olay, hamd olsun henüz meydana gelmedi; fakat Beytullah dediğimiz bu Evi, bugüne kadar birçok defa saldırıya uğradı Bu olaylardan biri Emevîlerin ilk yıllarında cereyan etti:
Hz Âişe’nin yeğeni Abdullah İbni Zübeyr, hicretin 72 yılında Emevîlere karşı halifeliğini ilân ederek Harem-i şerîfe sığındı Emevîlerin vali ve kumandanlarından Haccâc-ı Zâlim Mekke’yi kuşattı ve Kâbe’yi mancınıkla taşa tuttu Abdullah İbni Zübeyr arkadaşlarıyla birlikte onlara karşı kahramanca savaşarak hicretin 73 yılında şehid düştü
Bir diğer Kâbe tahribi olayı, hicretin dördüncü asrında Karmatîler tarafından yapıldı Suûdî Arabistan’daki Ahsâ’da müstakil bir devlet kurmuş olan bu insafsız insanlar, 317 (929) yılında Kâbe’yi tavaf eden birçok müslümanı kılıçtan geçirerek Hacer-i esved’i yerinden söktüler ve alıp memleketlerine götürdüler Yirmi yıl sonra tekrar getirip yerine koydular
Teâlâ’nın Kâbe’ye fillerle saldıran Ebrehe ordusunu nasıl perişan ettiği Fil sûresinde anlatılmakta, ileride meydana geleceği anlaşılan bu olayda da Kâbe’yi koruyacağı görülmektedir Fakat kıyamet yaklaştığı zaman bu mübarek binanın artık korunmayacağı, “Habeşlilerden ince bacaklı bir adamın Kâbe’yi harap edeceği” güvenilir hadîs-i şerîflerde belirtilmektedir (Buhârî, Hac 47, 49; Müslim, Fiten 57-59)
Kâbe’yi yıkmaya gelen ordunun batacağı yer belli değildir
Hâtıra bir soru gelmektedir: Kâbe’ye bir kötülük düşünmeyen bazı suçsuz insanlar niçin yere batırılacaktır?
Bunun cevabı şudur: Öyle günâhlar vardır ki, onların cezası sadece yapanlara değil, o günâhın yapılmasına göz yuman kimselere de erişir Şu hâlde her koyun kendi bacağından asılır, diye düşünmemeli, hadîs-i şerîfte haber verilen cinsten bir belâ ile karşılaşmamak için kötülüklere aslâ göz yummamalı, meydan kötülere bırakılmamalıdır Şayet kötülere engel olunamıyorsa, onlardan süratle uzaklaşılmalıdır
Hadisimizin hatırlattığı önemli konulardan biri, kötülerin yanında bulunmanın sakıncalarıdır Bu sakıncaların en önemlisi, onların fenalıklarının tıpkı bir hastalık gibi etraftakilere bulaşmasıdır
Ayrıca iyi kimseleri kötülerle birlikte görenler, kötülerin yaptığı fenalığın önemsiz olduğunu zannederler Daha da beteri, fenaların başına gelecek ceza, hadiste belirtildiği gibi, onların yanında bulunanları da yakıp kavuracaktır Şu âyet-i kerîme zâlimlerden uzak durma gereğine işaret etmektedir:
“Aranızdan sadece zâlimlere erişmekle kalmayacak fitneden sakının!”[Enfâl sûresi (8), 25]
Ne var ki, kötüleri uyarmak da bir görevdir Ahlâkı güzel, dinî bilgisi mükemmel olan kimseler onların yanına gitmeli ve kendilerine iyiyi, doğruyu ve güzeli anlatmalıdır
Hâtıra gelen sorulardan biri de şudur:
İleride olacak hâdiseleri yâni gaybı yalnız bildiği hâlde, kıyamete yakın meydana gelecek bu olayı Hz Peygamber acaba nereden öğrendi?
Bu sorunun cevabı bir âyet-i kerîmede şöyle verilmektedir:
“Görünmeyeni (gaybı) bilen ’tır O sırlarını kimseye bildirmez Ancak bu sırları dilediği peygamberine haber verir” [Cin sûresi (72), 26-27]
Demekki bu hâdiseyi Peygamber Efendimiz’e Teâlâ bildirmiştir
Hadisimizin bize öğrettiği hususlardan biri de mâbed düşmanlarının hiç bir zaman eksik olmayacağı, her devirde değişik tahrip silahlarıyla ve değişik görünümlerde ortaya çıkacağıdır Biz bütün mescidlere, câmilere ’ın evi deriz Bütün mâbedlerin kıblegâhı olan Kâbe ise en büyük Beytullah’tır Onu yok etmeyi aklına koyanlar eksik olmadığına göre, diğer mâbedlerin düşmanları her devirde çıkacaktır
Hadîs-i şerîfte asıl anlatılmak istenen husus, niyetin önemidir Kâbe’yi yıkmaya gidenlerin arasında mâsum kimseler bulunabilir Bunların bir kısmı savaşa zorla götürülmüş olabilir Bir kısmı da başka bir yere giderken onlara rastlamış olabilir Kötülük yapmayı düşünmediği hâlde kötülerin arasında bulunan kimselerin dünyadaki cezası, onlarla birlikte yok olmaktır Âhirette ise niyetlerine göre hesaba çekileceklerdir Şayet niyetleri kötü ise cehenneme, iyi ise cennete gideceklerdir
Hadisten Öğrendiklerimiz:
1 Ameller, niyetlere göre değer kazanır Bir işi iyi niyetle yapanlar, onun mükâfatını görürler Kötü bir işi istemeden yapanlar ise, kötü niyetli olmadıkları için, cezaya çarptırılmazlar
2 Zâlimlerin ve günahkârların arasında bulunmak, onların sayısını çok gösterir; taraftarlarının artmasına yol açar
3 Zâlimlerden uzak durmayanlar, onların başına gelecek cezaya da ortak olurlar
3-وعَنْ عَائِشَة رَضِيَ الله عنْهَا قَالَت قالَ النَّبِيُّ صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم : «لا هِجْرَةَ بَعْدَ الْفَتْحِ، وَلكنْ جِهَادٌ وَنِيَّةٌ ، وَإِذَا اسْتُنْفرِتُمْ فانْفِرُوا» مُتَّفَقٌ عَلَيْهِ وَمَعْنَاهُ : لا هِجْرَةَ مِنْ مَكَّةَ لأَنَّهَا صَارَتْ دَارَ إِسْلامٍ 
3 Âişe radıyallahu anhâ’dan rivayet edildiğine göre Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Mekke fethinden sonra artık hicret yok; fakat cihad ve niyet vardır yolunda savaşa çağırıldığınız zaman hemen katılın ”
Buhârî, Menâkıbü’l-ensâr 45, Cihâd 1, 27, 184; Müslim, Hac 445, İmâret 85 Ayrıca bk Tirmizî, Siyer 32; Nesâî, Bey`at 15
Açıklamalar
İslâmiyet’in ilk yıllarında, Mekke’de, müslümanlara hayat hakkı tanımak istemeyen müşrikler, onlara pek ağır işkenceler yapıyorlardı Bu işkencelere dayanamayan bazı müslümanlar ’ın emirlerini gönül huzuruyla yaşayabilmek için kendi yurtlarını, yuvalarını terkettiler Peygamber Efendimiz’in buyruğu üzerine Habeşistan’a hicret ettiler Daha sonraki yıllarda Medine, müslümanların huzurla yaşayabileceği bir barınak hâline gelince, Efendimiz oraya hicret edilmesini tavsiye etti Bir müddet sonra kendisi de oraya göçtü Medine huzurlu bir İslâm diyarı olmakla beraber, burada bir İslâm devletinin kurulması ve yaşatılması için oradaki müslümanların sayısı yeterli değildi Başka yerlerde bulunan müslümanların Medine’ye gelmesi bu bakımdan zorunlu idi
Hicretin 8 yılı Ramazan ayında (Aralık 630) Mekke fethedilip de İslâm güneşinin ilk doğduğu bu mübarek şehir İslâm diyarı olunca, artık oradan Medine’ye hicret etmenin bir mânası kalmadı Zira müslümanların yıllarca korkulu rüyası olan Mekkeliler Hak dini kucaklamak zorunda kaldılar Müslümanlara zararı dokunabilecek kimseler ortadan kalkınca Resûl-i Kibriyâ da Mekke’den hicret etme işini durdurdu Böylece bu mübarek diyarın, dünya durdukça İslâm ülkesi olarak kalacağına da işaret etmiş oldu
Mekke’nin fethi hem İslâm tarihi hem de İslâm’ın yaşanması bakımından önemli bir başlangıç oldu O tarihten itibaren müslümanlar güçlendiği için Medine’ye Hz Peygamber’in yanına gelerek ona destek olmaya gerek kalmadı Hadîs-i şerîfteki “Fakat cihad ve niyet vardır” ifadesi müslümanların hicret sonrası yeni görevlerini belirlemektedir Bu da İslâm’ı ve müslümanları kalkındırmak için bir taraftan düşmanlarına karşı mücâdele vermek, cihad arzu ve aşkını devamlı canlı tutmak, bir taraftan da İslâm’a hizmet etme ve rızasını kazanma niyetiyle, uzak diyarlara giderek ilim tahsil etmektir Cihad ruhuyla yetişen müslüman, “Haydin savaşa” dendiği zaman korkup kaçmayacaktır ’ın rızasını elde etmek için bir nevi geçici hicret olan savaşa koşarak gidecektir
Bütün çabalara rağmen İslâm yurdundaki kötülere ve kötülüklere karşı başarı elde edilemiyor, dinin buyrukları yaşanamıyorsa, o takdirde hicret yine gündeme gelir Zira Resûl-i Ekrem Efendimiz:
“Tövbe etme zamanı sona ermeden hicret etme zamanı da sona ermez Tövbe ise güneş battığı yerden doğuncaya kadar devam eder” buyurmuştur (Ebû Dâvûd, Cihâd 2; Ahmed İbni Hanbel, Müsned, IV, 99) Demek oluyor ki, hayat devam ettiği sürece ihlâs, samimiyet ve iyi niyet devam edecektir İnsan bu özellikleri hiçbir zaman bırakmayacaktır Gerektiğinde uğrunda canla başla hizmet edecektir
Hadisten Öğrendiklerimiz
1 Mekke fethedildikten sonra Medine’ye hicret etme mecburiyeti kalkmıştır
2 Bir ülke İslâm diyarı olunca, orayı bırakıp başka yere gitmemelidir Orada kalıp kötülerle ve kötülüklerle savaşılmalıdır Bu da bir fayda sağlamıyorsa, İslâmiyet’in rahatça yaşanacağı bir yere hicret edilebilir
3 Müslümanların, cihad aşkını hep canlı tutmaları, savaşa çağırılınca koşarak gitmeleri gerekir
4 Yaşadığı yerden ayrılarak ilim tahsil etmek için başka yerlere ve ülkelere giden müslüman, hicret etmiş gibi sevap kazanır
4-وعَنْ أبي عَبْدِ اللَّهِ جابِرِ بْنِ عَبْدِ اللَّهِ الأَنْصَارِيِّ رضِيَ الله عنْهُمَا قَالَ:كُنَّا مَع النَّبِيِّ صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّمفي غَزَاة فَقَالَ : «إِنَّ بِالْمَدِينَةِ لَرِجَالاً مَا سِرْتُمْ مَسِيراً ، وَلاَ قَطَعْتُمْ وَادِياً إِلاَّ كانُوا مَعكُم حَبَسَهُمُ الْمَرَضُ» وَفِي روايَةِ : «إِلاَّ شَركُوكُمْ في الأَجْرِ»رَواهُ مُسْلِمٌ 
4 Ebû Abdullah Câbir İbni Abdullah el-Ensârî radıyallahu anhümâ şöyle dedi:
— Bir defasında Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem ile birlikte bir gazvede bulunuyorduk Buyurdu ki:
—Hastalıkları yüzünden Medine’de kalan öyle kimseler var ki, siz bir yolda yürüdüğünüz veya bir vâdiyi geçtiğinizde, onlar da sizinle birlikte gibidir ”
Bir başka rivayete göre:
—Sevap kazanmada size ortak olurlar” buyurdu (Müslim, İmâre 159)
|