Dili Korumak (G Ü Z E L S Ö Z) |
07-27-2012 | #1 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Dili Korumak (G Ü Z E L S Ö Z)Dili korumak (G Ü Z E L S Ö Z) Dili korumak (G Ü Z E L S Ö Z) G Ü Z E L S Ö Z أَخَذْنَا مِيثَاقَ بَنِي إِسْرَائِيلَ لاَ تَعْبُدُونَ إِلاَّ اللّهَ وَبِالْوَالِدَيْنِإِحْسَاناً وَذِي الْقُرْبَى وَالْيَتَامَى وَالْمَسَاكِينِ وَقُولُواْلِلنَّاسِ حُسْناً وَأَقِيمُواْ الصَّلاَةَ وَآتُواْ الزَّكَاةَ ثُمَّتَوَلَّيْتُمْ إِلاَّ قَلِيلاً مِّنكُمْ وَأَنتُم مِّعْرِضُونَ(2/Bakara, 83) “Vaktiyle Biz, İsrâil oğullarından; ‘yalnızca Allah’a kulluk/ibâdet edeceksiniz, ana-babaya, yakın akrabaya, yetimlere, yoksullara ihsân/iyilik edeceksiniz’ diye mîsak/söz almış ve ‘insanlara güzel söz söyleyin, namazı kılın, zekâtı verin’ diye de emretmiştik Sonunda azınız müstesnâ, yüz çevirerek dönüp gittiniz” (2/Bakara, 83) Güzel Söz; Anlam ve Mâhiyeti Kur’an’da güzel söz konusunda; “Kuulû li’n-nâsi husnâ: İnsanlara güzel söz söyleyin” (2/Bakara, 83) ve “Ve kul li ıbâdî yekuulu’l-letî hiye ahsen: Kullarıma söyle: ‘Sözün en güzelini konuşsunlar” (17/İsrâ, 53) ifadeleri geçerÂyetlerde geçen “güzel söz” terkibi, “kavl” ve “husn” kelimeleriyle belirtilir Kavl: Söz anl----- gelir Ağızdan çıkan anlamlı seslere ve konuşmaya denir Husn: Güzellik, hoşluk, iyilik ve mükemmellik anlamlarına gelir Râgıb-ı İsfahanî’nin belirttiği gibi; değerli, seçkin ve rağbet gören şeylere “husn” denir Güzel söz; gönül alan, onur kırmayan, hak ve doğruyu gösteren sözlerdir Fertler arasında sevginin, hak ve doğrunun üstün tutulması; nefret ve düşmanlığın giderilmesi, hakka uygun sözlerle mümkün olmaktadır Allah, bir toplumun, diğerini ayıplamamasını, kusurlarını araştırmamasını, aleyhinde iftira ve gıybette bulunmamasını emretmektedir (49/Hucurât, 11-12) Konuşma kabiliyeti, Allah tarafından insanlar için verilmiş değerlerin en önemlilerinden biridir Bu yetenek ile insan, hemcinsleriyle anlaşma imkânına sahip olur Toplum halinde yaşamak mecburiyetinde olan insan, her gün defalarca bu yeteneğini kullanarak etrafında dost veya düşman halkaları meydana getirir Güzel söz söylemek denilince, insanların çoğu bunu iltifat etmek, sevgisini dile getirmek ya da umut veren konuşmalar yapmak olarak algılar Oysa, Kur’an’ın bize öğrettiği güzel söz, her ne kadar bu sayılanları içine alsa da, çok daha farklı ve geniş bir anlam içerir Allah, güzel sözü bize şöyle tarif eder: “(İnsanları) Allah'a dâvet eden, sâlih amel/iyi iş yapan ve ‘ben müslümanlardanım’ diyenden daha güzel sözlü kim vardır?” (41/Fussılet, 33) Asıl güzel söz, insanları Allah'a çağıran, Kur’an’a uymaya dâvet eden sözdür Güzel sözü söyleyen, yani Allah'a çağıranlar ise yalnızca iman edenlerdir Allah’ın dinini anlatmak, Kur’an ile öğüt vermek, iyiliği emredip kötülükten men etmek, Allah’ın âyetlerini hatırlatmak; bunların hepsi birer çağrıdır ve bir insana söylenebilecek en hayırlı, en güzel sözlerdir Mü’minlerin insanları Kur’an ahlâkına yönelten bu sözleri, doğrudan karşılarındaki kişiyi hoşnut etmeye yönelik olmadığı gibi, herhangi bir menfaate yönelik de değildir Tüm bu sözlerin tek bir hedefi vardır; Allah’ı râzı etmek ve muhatabın da Allah’ın râzı olacağı ahlâkta bir insan olmasına vesile olmak Hedef bu olunca Allah’ı zikretmek, tevhidi, ibâdeti, güzel ahlâkı anlatmak ve âhireti kazanmaya çağırmak gibi, kimi zaman kişiye eksik olduğu yönlerde öğüt vermek, Kur’an âyetleri doğrultusunda hatalarını eleştirmek, korkup sakınmasını hatırlatmak da aynı şekilde güzel sözdür (1) Dünyada yaşamakta olan milyarlarca insan için cehenneme gitme ve sonsuza kadar azaptan azaba sürüklenme tehlikesi vardır Kişinin kendisini Allah'a çağıran en güzel söze uyması, azaptan kurtuluşu için hayatî bir önem taşımaktadır İnsan, ancak güzel söze uyduğu takdirde dünyada ve âhirette güzel bir hayatla yaşayabilir “ Dinleyip de sözün en güzeline uyan kullarımı müjdele” (39/Zümer, 17-18) Sözlerin En Güzeli Olan Kur’ân-ı Kerim’de Güzel Sözün Önemi Kur’ân-ı Kerim, söze çok önem verir Bu ehemmiyeti, söz ve konuşma anl----- gelen “kavl” kelimesinin her dört âyette bir kullanılmasından da anlayabiliriz “Kavl” ve türevleri, Kur’an’da tam 1721 yerde geçer Güzellik de Kur’an’ın üzerinde ısrarla durduğu, hemen her konuda yapılanların güzel olmasını istediği özelliklerdendir Güzellik anl----- gelen “husn” kelimesi ve türevleri Kur’an’da 194 yerde kullanılır Çok sayıda âyet; “Kul: De ki, onlara şöyle söyle” şeklinde başlar Sözlerin en güzeli, insanları hakka, doğruya, olgunluğa, insanca yaşamaya sevkeden Allah’ın kelâmıdır: “Allah, sözün en güzelini, birbirine benzer, ikişerli âhenkli bir kitap halinde indirdi” (39/Zümer, 23) Dolayısıyla insan, güzel sözlü olmak istiyorsa, hem muhtevâ hem de usûl ve üslûp olarak referansını Kur’an’dan almalıdır Güzel sözün O’nun katına çıktığı; güzel sözü Allah’a çıkaranın da sâlih amel olduğu Kur’an’da belirtilirken (35/Fâtır, 10), eylemle desteklenmeyen sözün güzel olmayacağı vurgulanmış olmaktadır Sözün Allah indinde makbul olması için söze uygun eylem yapılması gerekir Kur’an, ister mü’min olsun ister kâfir, insanlarla konuşurken güzel konuşmayı emreder (2/Bakara, 83; 17/İsrâ, 53; 20/Tâhâ, 44) Sözlerin en güzeliyle konuşmayı emreden Kur’an, insanın açık düşmanı olan şeytanın insanların arasını bozmak için kötü ve çirkin sözlerden yararlandığını belirtir ve güzel olmayan sözleri yasaklar (17/İsrâ, 53) Çirkin ve kötü söz; şirk ve küfür lâfızları başta olmak üzere, arkadan çekiştirme (gıybet), söz taşıma, jurnal etme, yalan, iftira vb sözlerdir Bunlar, insanın içinden geçebilirse de başkasına açıklamak ve söylemek câiz değildir Bir kimse başkasına bir kötülük, bir haksızlık yaptığında, bunu başkasına söylemek de kötü söze girer; ancak, kötülük ve haksızlık gören kimse, ya ıslah etmek yahut da suçlunun ceza görmesini sağlamak maksadıyla bunu açıklamak mecburiyetindedir; buna izin verilmiştir (4/Nisâ, 148) Kur’an’da Allah, güzel sözü, güzel ağaca benzetmiştir 14/İbrâhim, 24) Çünkü güzel sözün meyvesi güzel amel; güzel ağacın ürünü de faydalı meyvedir Bu âyetteki güzel sözden maksadın “lâ ilâhe illâllah”, güzel ağacın da “mü’min” olduğuna dair İbn Abbas’a dayanan bir tefsir rivâyet edilir Bu tevhid kelimesi, dışta ve içte daima güzel amellerin meydana gelmesine sebep olur Allah’ın râzı olacağı her güzel iş, bu kelimenin meyvesidir Kötü söz, pis bir ağaca benzetilir (14/İbrâhim, 26) Çirkin söz, rüzgârın şuraya buraya savurduğu köksüz, hafif, yararsız, hatta zararlı ota benzer Kötü kelime, İbn Abbas ve müfessirlerin çoğuna göre, başta Allah’ı inkâr olmak üzere dinin kötü ve haram saydığı sözlerdir Çirkin söz, ruha zararlı olan köksüz, dikenli ağaç/bitkidir Çünkü hem söyleyenin kendisine zarar verir, hem de başkalarını incitir, yaralar Kötü kelime, her türlü fitnenin, fesadın, felâket ve musibetin kaynağıdır Kötü söz, hem dünyada hem de âhirette insanın felâketlere sürüklenmesine sebep olur Güzel Söz, Allah'a Çağırmaktır İnsanları Allah'a dâvet, işin şuurunda olan mü’minlere yüklenen önemli bir sorumluluktur “Sizden, hayra çağıran, iyiliği emredip kötülükten men eden bir topluluk bulunsun İşte onlar kurtuluşa erenlerdir” (3/Âli İmrân, 104) İnsanların büyük bir bölümü, diğer insanları Allah'a gereği gibi iman edip sadece O’na ibâdet/kulluk etmeye dâvet etmenin kendilerine verilmiş bir mes’ûliyet olduğunu, çevrelerindeki kişileri güzel söze dâvet etmenin bir ibâdet olduğunu düşünmezler Yani bu sorumluluğun bilincinde değildirler “Mü’min erkeklerle mü’min hanımlar birbirlerinin velîleridir (dostları ve yardımcılarıdır) İyiliği emreder, kötülükten alıkorlar, namazı dosdoğru kılarlar, zekât verirler, Allah ve Rasûlüne itaat ederler İşte Allah’ın kendilerine rahmet edeceği kimseler bunlardır Şüphesiz Allah azizdir, üstün ve güçlüdür, hakîmdir, hüküm ve hikmet sahibidir” (9/Tevbe, 71) Bu âyetten de anlaşıldığı gibi iman eden her insan, dünya hayatı boyunca sürekli güzellikleri, yani tevhid ve Allah'a itaatı, güzel ahlâkı anlatmakla, bizzat kendisi yaşamakla ve insanlara da güzellikleri tavsiye edip onları kötülüklerden sakındırmakla yükümlüdür Güzel bir hayat isteyen insanın güzellikleri teşvik etmesi, iyilik isteyenin iyiliği yaymak için çaba harcaması, zulme râzı olmayanın zâlimleri uyarması ve onlara tepki göstermesi, kısacası doğruluk isteyen insanın diğer insanları da doğruya dâvet etmesi şarttır Bu dâveti yaparken aklından çıkarmaması gereken en önemli noktalardan biri, bu çağrıyı güzel bir üslûp ve metotla yapmasının gerektiği, diğeri ise, hidâyeti verecek ve güzel sözü karşı tarafta etkili kılacak olanın ancak Allah olduğudur Mü’minlerin birbirlerine ve farklı inanç ve yaşayıştaki insanlara faydalı olmaları sağlayan en büyük etkenlerden birisi, birbirlerinin hevâlarını ve hoşnutluklarını değil; öncelikle Allah’ın rızâsını gözetmeleri ve hakkı açıkça söylemekten çekinmemeleridir Bu, karşılarındaki kişinin nefsine ters düşecek bir konu da olsa, böyledir Önemli olan, söyleyeceği şeyin o kişiye fayda vermesi, hatasını düzeltmesine, Allah'a yakınlaşmasına vesile olmasıdır Bir mü’min, muhâtabına âhireti açısından ne hayırlı ise onu çekinmeden açık sözlülükle dile getirmelidir Fakat bununla birlikte bu açık sözlülüğün ardında son derece ince düşünceli, karşısındakine saygılı, sevgi ve şefkat dolu bir anlayış da olmalıdır Örneğin bir kişinin Kur’an’a göre eksik ya da hatalı bir yönünü uyarmadan önce, nasıl söylerse daha etkili ve yapıcı olabileceğini, yani konuşmanın usûl ve üslûp yönüyle de güzel olmasını düşünmelidir Kişinin şevkini arttırıcı bir konuşma yapmayı, ama bunun yanında konunun önemini de vurgulamayı unutmaz Kısaca, karşısındaki kişiyi hem içerik hem de şekil yönünden “sözün en güzeli” ile uyarabilmek için, önceden düşünüp tasarlar ve ona faydalı olmaya çok büyük bir titizlik gösterir Kuşkusuz böyle bir hassâsiyeti ve içten çabayı Allah’ın rızâsını arayan mü’minlerden başka hiç kimse gösteremez Örneğin câhiliye insanları, şahsî çıkarları söz konusu olmadığı sürece karşılarındaki kişinin bir kusurunu, eksiğini düzeltmeye çalışmazlar Diğer insanların eksikleri, kusurları, âhirette bunlardan dolayı duyacakları utanç ve pişmanlık onları hiç ilgilendirmez Çünkü onlar, yalnızca kendi dünyevî çıkarlarının peşindedirler Eğer herhangi bir sebeple birine öğüt vermeleri gerekirse, genellikle yapıcı olma, güzel söz söyleme konusunda, ağzından çıkan her kelimenin hesabının sorulacağını düşünen mü’min kadar bir çaba sarf etmez; ağızlarına geldiği gibi konuşarak karşı tarafa sıkıntı verirler Çoğunlukla da kimseye karışmamayı tercih ederler Çünkü, özgürlük anlayışını hevâları istikametinde yorumlayıp herkesin yaptığının kendine göre doğru olduğunu düşünür veya her koyunun kendi bacağından asılacağına, başkasının yaptığından diğer insanların sorumlu olmadığına inanırlar Onlar bilirler ki, bir insana eleştiri yapmak, ona öğüt vermek, yaptığı yanlışı bırakıp en doğru ve en güzel olana uymasını söylemek, aslında çok zor bir iştir ve bedel istemektedir Karşıdaki kişinin gösterebileceği muhtemel olumsuz tepkileri göze almak için kişinin, Allah rızâsı gibi bir beklentisi olmalıdır (2) Dünya ve Âhiret Kapılarını Açan Anahtar; Güzel Söz Allah, Kur’an’da insanların birbirlerine güzel sözler söylemelerini, güzel bir şekilde hitap etmelerini emretmiş, kötü lakap takmayı, alay etmeyi, gıybeti, iftirayı, yalanı yasaklamıştır Mü’minlerin birbirlerini onore edici, ıslah özelliği belirgin, içerik yönüyle olduğu kadar üslûp yönüyle de güzel şekilde konuşmalarını emretmiştir Hayatımızı ilâhî ölçülere göre sürdürmemizi emreden Yüce Allah, çevremizde dost kazanmamızın sırrını açıklarken şöyle buyurur: “Allah'a dâvet eden, sâlih amel/iyi iş yapan ve ‘ben müslümanlardanım’ diyenden daha güzel sözlü kim olabilir? İyilikle kötülük bir olmaz (Sen kötülüğü) en güzel şeyle sav; o zaman (bakarsın ki) seninle arasında düşmanlık olan kimse, sanki sıcak bir dost oluvermiştir” 41/Fussılet 33-34) İnsanlara karşı iyi muâmele ve güzel söz söyleme, İslâm’ın prensiplerindendir Firavun’u hak dine dâvet için giden Hz Mûsâ ve Hz Hârun’a Allah; “Ona yumuşak konuşun” (20/Tâhâ, 44) emrini vererek, İslâm’a karşı (henüz) savaşçı konumunda olmayan kâfirlere bile tebliğin yumuşak ve güzel söz ile yapılmasını istemiştir Mü’minlerin, İslâm’a karşı savaşçı durumda olmayan tüm insanlara karşı güzel sözlerle konuşması gerektiğine bir örnek de, Müslümanların anne babalarına karşı kullanacakları üslûbu öğreten âyetlerde görebiliriz “Rabbin sadece kendisine ibâdet/kulluk etmenizi, ana babanıza da ihsân etmenizi/iyi davranmanızı kesin bir şekilde emretti Onlardan biri veya her ikisi senin yanında yaşlanırsa, kendilerine ‘of!’ bile deme; onları azarlama İkisine de güzel söz söyle” (17/İsrâ, 23) Yine, müşrik bir babaya karşı nasıl hitab edileceğini Hz İbrâhim’in putperest babasına karşı, çok saygılı şekilde ve sık sık ‘babacığım’ diye hitap eden konuşma ve tebliğ örneğinde görebiliriz (Bkz 19/Meryem, 41-48) İnsanların çoğunu güzel söz söylemekten ve güzel söze icâbet etmekten alıkoyan şeytandır Kur’an, bize şeytanın insanları güzel söz söylemekten uzaklaştırmaya çalışacağını; çirkin ve kötü sözlerle aralarına düşmanlık sokmak isteyeceğini haber verir: “Kullarıma söyle: Sözün en güzelini konuşsunlar Sonra şeytan aralarını bozar Çünkü şeytan, insanın apaçık düşmanıdır” (17/İsrâ, 53) Nefsine uyup da şeytanın adımlarını takip edenler için dünyevî zevkler, her türlü güzel gayelerin üstündedir Meselâ vicdanları onlara hata yapan birine karşı affedici olmayı, kötü söz söyleyene karşı güzel sözle mukabele etmeyi bildirse bile, onlar nefislerine uyup affetmemeyi veya kötü söze daha kötüsüyle karşılık vermeyi tercih ederler Fikirlerin değil nefislerin konuştuğu, kibir ve hakaret dolu sözler, alaycı ve itici ifadeler, bir üstünlük gibi görülebilmektedir İşte bu gibi insanlar, bencillikleri, kendi akıllarını beğenmeleri, büyüklenmeleri ve şeytanın fısıltılarına kulak vermeleri nedeniyle vicdanlarının sesini dinlemez, kendilerine hatırlatılan güzel söze uymazlar “Vicdanları da bunların doğruluğuna tam bir kanaat getirdiği halde, zulüm ve kibirlerinden ötürü onları bile bile inkâr ettiler Bozguncuların sonunun nasıl olduğuna bir bak!” (27/Neml, 14) Bazen dâvetçiler tarafından bile daha çok da münakaşa ortamında, güzel olmayan söz ve tavırlar, muhatabın da kışkırtmasıyla ortaya dökülebilmektedir Bu gibi kaba söz ve davranışlar, muhâtaplarımızın bizden uzaklaşmasına, yakınımızdakilerin de etrafımızdan dağılmasına sebep olacaktır: “Allah’tan bir rahmet ile onlara yumuşak davrandın Şayet kaba, katı yürekli olsaydın, hiç şüphesiz, etrafından dağılıp giderlerdi Şu halde onları affet; bağışlanmaları için duâ et” (3/Âl-i İmrân, 159) İnsan, yaratılışı gereği güzellikten, sevgi ve saygıdan, güzel hitaplardan zevk alır Bozulmamış fıtrata zor gelen, insanın kendi hevâsının, kötü arzularının izinden gitmesi, güzel yolu bırakıp kötü davranmasıdır Çünkü, bunlar vicdanı rahatsız eder, huzursuzluk ve stres kaynağı olur Güzel sözler, karşıdaki insan için olduğu kadar, konuşan insan için de huzur ve mutluluk vesilesidir; her ibadette olduğu gibi, esas karşılığı âhirette alınacak olması yanında dünyada da avansın, peşin ödüllerin alındığı hayırlardır Sözün en güzeline uyanlara müjdeler vardır (39/Zümer, 17-18) Sadece âhirette değil, dünyada da huzur içinde, izzetli ve onurlu bir şekilde, güzel bir hayat yaşayacaklardır: “Erkek veya kadın, kim mü’min olarak sâlih amel işlerse, onu mutlaka güzel bir hayatla yaşatırız ve onların mükâfatlarını yapmakta olduklarının en güzeliyle veririz” (16/Nahl, 97) Eski şeriatlarda “söz orucu” şeklinde bir ibâdet vardı Bu, Muhammed (sas) ümmetinde denge üzere konuşmak şartıyla kaldırıldı Yani, bizim şeriatımızda susarak oruç olmamakla birlikte, konuşmada şer’î ölçülere riâyet etmek kaydıyla dengeli olmak, az ve öz konuşmak, yani sözü güzelleştirmek, ısrarla tavsiye edilmiştir Zira konuşulan her sözün hesabı verilecektir Çok konuşmak, konuşma israfı ve söz kirliliğidir Gıybet, iftira, hakaret, yalan vb şöyle dursun, boş konuşmak, yerli yersiz laf ebeliği, karşımızdakinin kulaklarını rahatsız etmek demektir ki o da, kul hakkıyla ilgili veballerin kapısını aralamaktır Müslüman’ın, her türlü kötü söz ve hareketlerden kaçınması gerektiği gibi, o, dilini Allah’ı zikir ile ve insanları Allah'a dâvetle meşgul etmelidir Güzel sözlerle insanları Hakka çağıran ve kötülüklerden alıkoymaya gayret edeni öven Yüce Allah, “İçinizden hayra dâvet eden, iyiliği emredip kötülükten men eden bir topluluk bulunsun; işte onlar, kurtuluşa erenlerdir” (3/Âl-i İmrân, 104) buyurmuştur |
Dili Korumak (G Ü Z E L S Ö Z) |
07-27-2012 | #2 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Dili Korumak (G Ü Z E L S Ö Z)Levhv el-Hadis; Faydasız, Boş Söz Eşyanın, yaratılış gayesinin dışında kullanılması, onun değerini düşürür Konuşma yeteneğinin yaratılış amacı, hakkı söylemek ve muhâtaba merâmı ifade edebilmektir Sözü yerinde kullanmak, onu tesirli kılarken, yerli-yersiz sarf edilen söz de, etkiyi azaltır; anlatılmak istenen manayı daha da karmaşık duruma getirdiği gibi, o nisbette muhâtabı da sıkar Cevâmiu’l-kelîm, yani az kelime ile çok mana ifade etme, sözün vecîz olması, Kur’an ve hadislerin edebî üslûbundan birini teşkil etmektedir Mü’min, dini ve dünyası için lüzumsuz olan her türlü şeyden uzaklaşmaya çalışır “Gerçekten mü’minler kurtuluşa ermiştir; Onlar ki, namazlarında huşû içindedir; Onlar ki, boş ve yararsız şeylerden yüz çevirirler” (23/Mü’minûn, 1-3) Dili, gereksiz ve boş sözlerle meşgul etmek, insan hakkına tecâvüz sayılan gıybet, iftira, dedikodu, yalan sözler, söyleyenin kalbini kararttığı, günaha sevkettiği gibi; dinleyeni de yanlış kararlara, hatalara ve felâketlere sürükleyebilir Konuşulmaması gereken yerde konuşmak, sırrı ifşâ etmek, birçok tehlikeli olayların meydana gelmesine sebep olabilir (60/Mümtehine, 1) Allah, râzı olduğu kullarının vasıflarını sayarken şöyle buyurur: “Rahmân’ın kulları ki, yeryüzünde mütevâzi olarak yürürler, câhiller kendilerine lâf atarsa ‘selâm’ derler” (25/Furkan, 63) Lüzumsuz söz ve sataşmalardan sakınan mü’minler, böylece övülürken, bunun aksine boş ve lüzumsuz sözlerle meşgul olanlar için de şu ikaz yapılmaktadır: “İnsanlardan kimi vardır ki, bilgisizce (insanları) Allah’ın yolundan saptırmak ve onunla alay etmek için eğlence (türünden boş) sözleri (lehv el-hadisi) satın alırlar (bâtıl ve boş söze müşteri çıkar, kıymet verirler) İşte onlara, küçük düşürücü bir azap vardır Ona âyetlerimiz okunduğu zaman, sanki onları hiç işitmemiş, sanki kulaklarında ağırlık varmış gibi büyüklük taslayarak (arkasını) döner Onu, acı bir azap ile müjdele” (31/Lokman, 6-7) Bazı masal kitaplarını getirip Mekkelilere okuyarak onları eğlendiren, dolayısıyla Kur’an’ı dinlemelerine engel olan Nadr bin Hâris ve benzerleri hakkında nâzil olan bu âyet, boş lafların, hakkı dinlemeye engel olduğunu veciz bir şekilde ifade etmekte, bu tür meşguliyetleri yasaklamaktadır (3) Lokman sûresi, 6 âyette geçen “lehv el-hadis”, boş söz, eğlence sözü anlamına gelir “İnsanı, gerekli olan ibâdetleri yapmaktan alıkoyan asılsız haber, yalan söz ve insanları sadece güldüren, haktan uzaklaştıran, Allah’ı unutturan her türlü oyun, eğlence, lehv el-hadis olarak değerlendirilmiştir İnsanı oyalayan, ciddî işlerden alıkoyan sözler, asılsız hikâyeler, gevezelikler, efsâneler, sırf güldürmek için edilen lakırdılar, teğanniler (şarkı-türküler) gibi eğlendirici ses ve sözlerdir” (İbn Arabî, Ahkâmu’l Kuir’an, 3/1493; Elmalılı, 7/3883) İbn Abbas (ra), lehv el-hadisi; şarkı, türkü ve benzeri şeylerle tefsir etmiştir (Buhâri, Edebu’l Müfred Terc 2/143; Mecmuâtün Mine’t-Tefâsir, 5/56) Mevdûdî, bu âyetin tefsiri olarak lehv el-hadis kavramını şöyle açıklıyor: “Lehv el-hadis” deyimi, metinde, dinleyeni meftun eden, tamamıyla kendi atmosferine çeken ve etrafındaki başka şeylerden habersiz hale getiren bir şeyi tazammun eder Lügat anlamı itibarıyla bu tamlamanın herhangi bir kötü çağrışımı yoktur; fakat günlük kullanım içinde bu tamlama; dedikodu, saçma sapan konuşma, sulu şaka ve hareket, romanlar, hikâyeler, masallar, şarkı söyleme, cümbüş vs kötü ve faydasız şeyler için kullanılır İlgi çekip oyalayıcı masalları “satın almak”, söz konusu şahısların hakikat yerine bâtılı seçtiği, hidâyetten yüz çevirip kendisine ne dünyada ne de âhirette bir faydası dokunmayan böyle şeylerle uğraşması anlamına da gelebilir Ne ki bu, mecâzî anlamıdır Asıl anlamı ise, “kimse sarfettiği mal karşılığında boş ve faydasız bir şey almamalıdır” şeklindedir İbn Hişam, İbn İshak’a dayanarak rivâyet eder ki, Mekke müşrikleri ellerinden geleni yapmalarına rağmen Hz Peygamber’in mesajının yayılmasını engelleyemeyince Nadr bin Hâris, Kureyşliler’e şunları söyledi: “Bu adama karşı çıkma yolunuz sizi bir yere götürmez O sizin aranızda yaşamakta Şimdiye dek ahlâken en iyi olanınızdı; aranızda yaşayan en doğru, en dürüst ve emin kişi oldu daima Siz tutmuş, onun bir kâhin, sihirbaz, şâir ve mecnun olduğunu söylüyorsunuz Kim inanır buna? Ahali, bir kâhin nasıl konuşur bilmiyor mu? Bir şâirin, bir mecnunun halini tefrik edemez mi halk? Bu ithamların hangisini Muhammed (sas)’e yamayabilirsiniz ki halkın dikkatini ondan kaçırabilesiniz Bakın! Ben size onunla nasıl başedeceğinizi göstereyim” Sonra Mekke’den ayrılıp Irak’a gitti ve oradan İran kisraları, Rüstem ve İsfendiyar’la ilgili masalları, hikâyeleri ve ustûreleri (efsaneleri) derlemeyi başarıp halkın dikkatini Kur’an’dan ayırmak ve onları masallar içinde uyutmak için, masal anlatma partileri düzenlemeye başladı (İbn Hişam, c 1, s 320-321) Aynı rivâyet Esbâb-ı Nüzûl adlı kitapta Kelbî ve Mukatil’e dayanarak Vâkıdî tarafından nakledilmiştir Ve İbn Abbas’a göre Nadr bu amaçla şarkıcı kızlar da getirmişti Bir kimsenin Hz Rasûl (sas)’ün etkisi altına girdiğini işittiğinde, şarkıcı bir kızı şöyle bir tâlimatla ona musallat ederdi: “Onu yedir, içir, şarkınla öyle ağırla da diğer taraftan kopup seninle hemhal olsun” Bu, kötülük odaklarının her devirde başvurmakta olduğu aynı araçtı Kötülüğün bu elebaşıları, sıradan insanları kültür adı altında eğlence, spor ve müzikle öylesine oyalar ki, hayatın ciddî problemlerine eğilmek için, hiç zaman ve istekleri kalmaz Ve bu boş vermişlik duygusu içinde sürüklenmekte oldukları felâketi hissetmezler bile Mevdûdi, açıklamasına devam eder: “Lehv el-hadis”in bu şekilde tefsiri, ashab ve tâbiînin birçoğundan nakledilmiştir Abdullah bin Mes’ud’a soruldu: “Bu âyetteki lehv el-hadisin manası ne?” İbn Mes’ud, üç kere tekrarla şöyle cevap verdi: “Vallahi o şarkı söylemektir” (İbn Cerir, İbn Ebî Şeybe, Hakim, Beyhakî) Benzer rivâyetler Abdullah, Mücahid, İkrime, Said bin Cübeyr, Hasan Basrî ve Makhül gibi âlimlerden de nakledilmiştir İbn Cerir, İbn Ebî Hatim ve Tirmizî, Hz Ebu Umâme’ye dayanarak Hz Rasûl’ün şöyle dediğini rivâyet etmektedir: “Şarkıcı kızları satmak, satın almak, onların ticaretini yapmak ve onun üstünden para kazanmak haramdır” Bir başka rivâyette bu son cümle: “Ve onun üstünden kazanılan parayı yemek haramdır” şeklindedir Ebû Umâme’den gelen bir diğer rivâyet ise şöyledir: “Câriyelere müzik öğretmek ve onların ticaretini yapmak haramdır ve onun üstünden para kazanmak da haramdır” Bu üç hadisin hepsi de lehv el-hadisin geçtiği âyetin böyle bir bağlam içinde indirildiğini göstermektedir Kadı Ebu Bekir İbnu’l Arabî, Ahkâmu’l Kur’an’ında, Abdullah bin Mübarek ve İmam Mâlik’in Hz Enes’ten rivâyet ettiği bir hadisi nakleder: Rasûlullah şöyle dedi: “Her kim, bir mûsikî meclisinde bir şarkıcı kızın söylediği şarkıyı dinlerse âhiret günü onun kulaklarına erimiş kurşun dökülecektir” Bu şahıs (Nadr bin Hâris); masallarla, şarkılarla, asılsız hikâyelerle halkı cezbedip oyalayarak ilâhî vahiyleri alaya almak istemektedir Niyeti Kur’an dâvetini alaya almak, maskara etmek ve gülünç duruma düşürmektir Kafasında Allah’ın diniyle savaşmak üzere bir taktik geliştirmiştir: Hz Muhammed (sas) Allah’ın vahiylerini halka tebliğ etmeye başlar başlamaz, büyüleyici, tatlı sesli bir genç kız, bir müzik konseriyle marifetini gösterecek, öte yanda tatlı dilli bir hikâyeci İran hikâyeleri ve masalları anlatacak ki halk Allah, ahlâk ve âhiret hakkında bir şey dinleyecek halde olmayacak” (4) Peygamberimiz şöyle buyurur: “Selâmı yayınız, selâmet bulursunuz Boş şey/eğlence, kötüdür” (Buhâri, Edebu’l Müfred Terc 2/144) Her iş ve sözü imanı ile uygunluk gösteren müslüman, âhirette lüzumsuz söz söyleme ve dinlemeden uzaktır: “Orada boş söz değil; yalnız selâm (huzur veren sözler) işitirler” (19/Meryem, 62) Lüzumsuz söze kulak asmayan müslümanlar, daima hakkı dinler, hakkı söyler ve yalandan sakınırlar (25/Furkan, 72; 33/Ahzâb, 70) Dünyada lüzumsuz söz ve boş dâvâlarla meşgul olanlar, yalan, iftira, dedikodu ile kalplerini karartanlar, âhirette hesaba çekildikleri zaman, dünyada olduğu gibi lüzumsuz ve yalan lakırdılar etmeye başlayınca, onların ağızlarına mühür vurulur ve diğer organları, aleyhlerinde şâhitlik etmeye başlar (36/Yâsin, 65; 41/Fussılet, 20-22) Lüzumsuz ve faydasız sözlerden kaçınmak, daima hak ve doğruyu konuşmak, mü’minin prensibidir Önemsenmeden söylenen öyle lüzumsuz söz vardır ki, insanı cehennemin en derin yerine sevk eder (Müslim, hadis no: 2988) Tirmizî’nin rivâyetine göre, Hz Peygamber (sas): “Bir mecliste lüzumsuz sözler konuşan kimse, kalkarken ‘Sübhâneke’llahümme ve bi hamdike, eşhedü en lâ ilâhe illâ ente, estağfiruke ve etûbü ileyk’ derse, oradaki hataları bağışlanır” buyurmuştur Söz Var İş Bitirir, Söz Var Baş Yitirir Söz; kişinin inanç, görüş, düşünce ve davranışlarının dilidir Kişinin aynasıdır, portresidir, için dışa yansımasıdır Hz Ali (kv): “Kişi, dilinin altında gizlidir” buyurarak bu gerçeği dile getirmiştir Yine o şöyle buyurur: “Bana soru soranın zekâ seviyesini, sorduğu sorudan anlarım” İnsan, inandığından, düşündüğünden ve yaptığından başkasını söylememelidir Yalan olur bu; hakikatin gizlenmesi olur Aldatma, ikiyüzlülük, riyâkârlık, münâfıklık olur Bu tür yalan ve yanlış sözler, ne denli süslü ve yaldızlı kelime ve cümlelerle ifade edilse (şiirleşse, hikâyeleşse, edebiyat ve sanat kostümüyle makyajlansa da merduttur (6/En’âm, 112; 2/Bakara, 204; 63/Münâfikun, 4) Kişi, bilerek söylediğinden sorumludur (2/Bakara, 225; 50/Kaf, 17-18); Dinlediklerinden de (17/İsrâ, 36) Yapmadığı/yapamayacağı şeyi söylememelidir (2/Bakara, 44; 61/Saff, 2-3) Küfür, gıybet, lâf taşıma, iftira, yanlış, yalan, çirkin söz söylemek, zaten güzel insanların işi değil Ancak bunun da ötesinde, boş (lâğv) söz söylemekten de nehyedilmişiz Rabbımız, kurtulan/kurtulacak olan mü’minlerin vasıflarını sayarken: “Onlar ki lâğvden (boş söz ve faydasız işten) yüz çevirirler” (23/Mü’minûn, 3) buyuruyor Yine, mü’minlerin vasfını şöyle açıklıyor: “Faydasız bir söz işittiklerinde oradan vakarla uzaklaşırlar” (25/Furkan, 72) Bu gerçeği, Kutlu Önderimiz (sas) de şöyle dile getiriyor: “Allah'a ve âhiret gününe iman eden kimse, mutlaka hayır (iyi, güzel, hak, doğru, meşrû söz) söylesin; ya da sussun, konuşmasın” (Buhârî, Tecrid-i Sarih Terc 12/131, hadis no: 1981; et-Tâc, 5/183; Riyâzu’s Sâlihîn, 3/103) Gereksiz tartışmaları da hoş görmüyor Rabbımız (18/Kehf, 54) Konuşmanın kısa, öz ve anlaşılır olmasına da özen gösterilmelidir Bu konuda Hz Ali (kv): “Çok konuşanın hatası çok olur” diyor Hz Ali’nin şu sözleri de önemlidir: “Konuşmadığın sürece söz sana tâbidir Söyledikten sonra sen, onun mahkûmu olursun” Çok, gereksiz ve dikkatsiz konuşmamak demek, haksızlık karşısında susmak anlamına gelmez elbet Yerinde olursa söz altındır Rabbımızın ikazı hepimizin mâlumudur: “Hakka bâtılı karıştırmayın Bile bile hakkı gizlemeyin” (2/Bakara, 42) Konuşmak gerektiğinde susmak, susmak gerektiğinde konuşmak, kişinin akıl ve inanç zâfiyetine delâlet eder Hele zulme ve haksızlıklara uğrayanların, onu ortadan kaldırmak için var güçleriyle mücadele etmeleri gerekir (27/Neml, 221-227) Kur’an, güzel sözün, bazı sadakalardan daha hayırlı olduğunu belirtiyor: “İyi bir söz ve bir ayıp örtme, ardından eziyet gelen bir sadakadan hayırlıdır” (2/Bakara, 263) Güzel söz, güzel insanlara, kötü söz de kötü insanlara yaraşır Rivâyete göre, Hz İsa, bir gün insanlara güzel, yumuşak ve etkileyici bir dille İslâm’ı tebliğ ediyor Toplumun içerisinden biri, devamlı çirkin sözlerle hakaret ediyor İsa Peygambere Havârilerinden biri dayanamayıp: “Ey İsa! Sen de ona söyledikleriyle mukabele et” diyor Hz İsa’nın cevabı çok mânidar: “Herkes torbasında olanı satar Benim yanımda bu var; onun yanında o” Kuşkusuz sorulacağız her yaptığımızdan ve söylediklerimizden; ya da yapmamız gerektiği halde yapmadıklarımızdan, söylememiz gerektiği halde söylemediklerimizden Kur’an şöyle buyurur: “Sağında ve solunda birer melek, onu gözetlemekte ve söylediği her sözü yazmaktadır” (50/Kaf, 17-18) Söz, bir fâsığa, yani büyük günah işleyen veya küçük günahlarda ısrar eden kimseye aitse, kuşkuyla bakılır; hemen kabul edilmez “Ey iman edenler! Eğer bir fâsık, size bir haber getirirse onun doğruluğunu araştırın” (49/Hucurât, 6) Yalancı kâfirlerin konuşmalarına da itibar edilmez Müslümanın ölçüsü kesin: Savaş hilesi hariç, her söylenenin doğru olması şarttır Ama, her doğruyu her yerde söylemenin doğru olmadığı söylenir Konuşmacı; yer, zaman ve muhâtaplarını göz önünde tutacaktır konuşurken Savaşacak olan mücâhidlere hitap eden komutanın sözleriyle, iki dargını barıştırmak isteyen kişinin sözleri farklı olacaktır elbet Düğünde yapılan konuşma farklı, tâziyede yapılan konuşma farklı olacaktır Sözün sahibi, söylediklerini yaşamıyorsa, söz etkili olmaz Hiçbir dâvetçi ve tebliğcinin, sözünün eri olmadığı için; “hocanın dediğini yap; yaptığını yapma!” dedirtmeye hakkı yoktur Hem söyleyene, hem de söylenene bakılmalıdır “Söylenene bak; söyleyene değil!” diye bir müslüman için niye ve nasıl denilsin? Gerçek mü’minin sözü de özü de bir olmalıdır Bir yahûdi, müslüman olan Evs ve Hazrec kabilelerini neredeyse yeniden savaştıracaktı Eski kavgalarını onlara hatırlatarak tahrik etti Tam o sırada, Allah Elçisi yetişiyor Tesirli sözlerle kavgayı önlüyor Sözün etkili olmasında, söz sahibinin rolü büyük olduğu gibi, dinleyenlerin de rolünü yadsımamak gerekir Konuşmalar; yalın, doğal, sade olmalı Bağırıp çağırmanın gereği yok Rabbımız, Lokman’ın oğluna tavsiyesini şöyle anlatıyor: “Yürüyüşünde mûtedil ve mütevâzi ol Sesini alçalt Unutma ki, seslerin en çirkini (avaz avaz bağıran) eşeklerin sesidir” (31/Lokman, 19) Bu dünya için boş söz ve gevezeliklerin hoş olmadığını ifade buyuran Rabbımız, Cennette de boş sözün olmayacağını haber veriyor (56/Vâkıa, 25) Atasözündeki ölçü de yabana atılır cinsten değil: “Biliyorsan söyle; ibret alsınlar Bilmiyorsan, sus da adam sansınlar” Sözümüzün iyi anlaşılması, etkili olması için -her işte olduğu gibi- duâ etmemizi ihtar ediyor hayat anayasamız: “(Mûsâ) dedi ki: Rabbım genişlet göğsümü Kolaylaştır işimi Çöz düğümü dilimden; Ki anlasınlar sözümü” (20/Tâhâ, 25-28) Hiç şüphesiz sözün en güzelini, bütün güzel vasıflara sahip Güzelller Güzeli Allah söylemiştir O’nun kutlu kitabından daha güzel söz söylenmiş değildir (39/Zümer, 23) “Bu Kur’an, uydurulacak bir söz değildir” (12/Yûsuf, 111) “Allah’tan daha doğru sözlü kim vardır?” (4/Nisâ, 87, 122) “Allah’tan ve âyetlerinden sonra, hangi söze inanacaklar?” (45/Câsiye, 6) Herkes kendini bir hesaba çeksin: En doğru, en güzel söz olan Allah’ın Kitabını mı daha çok okuyup anlamaya çalışıyor ve üzerinde düşünüyor; yoksa, gazeteler, televizyonlar, radyolar ve başka sözler mi vaktini daha çok alıp kendisini yönlendiriyor? Kuşkusuz; sözün en güzelini dinlemek, anlamak, yaşamak ve konuşmak, dilimizi ve hayatımızı O’nunla süslemek güzelleştirecektir bizi Olgunlaştıracaktır, çirkinlikten, kötülük ve hamlıktan koruyacaktır bizi Fertlerin, ailelerin ve toplumların rahatsızlıklarının şifâ bulması, en doğru söz olan reçeteye (Allah sözüne) yönelmekle mümkündür Karanlıktan hoşlanan “yarasalar”, iletişim araçlarıyla, saçma sapan sözleriyle, yalan ve iftiralarıyla, İslâm’ı söndürmeye muvaffak olamayacaklardır “Allah’ın nurunu ağızlarıyla söndürmek istiyorlar Kâfirler hoşlanmasa da Allah, nurunu tamamlayacaktır” (61/Saff, 8) Her müslüman; Kur’an’dan enerji alan bir nur/ışık olmaya gayret etsin Göreceksiniz; İslâm’ı karartmak için saldıranlar, bir gün İslâm ile aydınlanacaklar veya kendi zindanlarında cehennemi dünyadayken yaşamaya başlayacaklardır (5) Firavun, onca küfrüne ve isyanına rağmen saltanatını sürdürüp giderken, dünyevî helâkine bir söz sebep olmuştur: “(Firavun) adamlarını topladı ve bağırdı; ‘ben sizin en yüce rabbinizim’ dedi Bunun üzerine Allah da onu, ibret-i âlem olacak âhiret ve dünya azabıyla yakaladı” (79/Nâziât, 23-25) Elfâz/sözler önemlidir Âyette görüldüğü gibi kimi zaman Allah’ın gazabını küfür ameller ve duygular harekete geçirmezken, tek bir cümle harekete geçirmektedir İslâm kelâmcıları, bu yüzden olsa gerek “ef’âl-i küfür” (küfür eylemleri) ve “efkâr-ı küfür” (küfür düşünceler) hakkında söz etmezken, yazdıkları Akaid kitaplarında “elfâz-ı küfür” (küfür sözler) üzerinde durmuşlar ve hatta bu tür lâfızları saymaya kalkışmışlardır Konuşmak, insanın ayırıcı vasıflarından biridir Allah, zâtına ait olan kelâm sıfatından bir cüz bahşetmiştir insana ve yalnızca insanla söz aracılığıyla konuşmuştur Kur’an, en genel anlamıyla bir sözdür ve adına Kelâmullah tâbir edilir Başta Kur’an olmak üzere tüm semâvî kitaplar, söz sanatının indirildikleri dildeki zirvesidirler Kur’an, zirvelerin zirvesidir Çünkü indirildiği toplum, şiirin büyü, şâirin şaman, sözün sultan olduğu bir toplumdu Ve Kur’an, kendisinin bir şiir olmadığını, kerim bir elçinin sözü (69/Haakka, 40; 81/Tekvîr, 19) olduğunu vurgularken zımnen kendisinin söz sanatlarının zirvesi olan şiiri çok çok aşan bir sanat gücüne sahip olduğunu da vurgulamış oluyordu İslâm’ı insana taşıma işine verilen “tebliğ” ismiyle söz söyleme sanatına verilen “belâğat” aynı kökten geliyordu; tıpkı imanın aksesuarı olan “edep”le, dilimizde söz sanatlarının tümünün ortak adı olan “edebiyat”ın aynı kökten geldiği gibi Allah, indirdiği vahiyle peygamberlerine söz söyleme sanatını da öğretiyordu Bu meyanda Peygamber’in şahsından tüm gönül fâtihlerine etkili söz söyleme sanatının ilkeleri diyebileceğimiz kimi ilâhî tavsiyeler yapılıyordu (6) Kur’an’a Göre Söz Söyleme Sanatı 1 “Ve kûlû kavlen sedîdâ: Hakkı ve doğruyu söyleyin” (33/Ahzâb, 70) Hakkın zıddı bâtıl, doğrunun zıddı yalandır Her hak söz, aynı zamanda doğru ve her doğru da haktır; tıpkı her bâtılın yalan ve her yalanın da bâtıl olduğu gibi İnsan, nerede olursa olsun hakkı haykırmak, doğruyu söylemek zorundadır Bu, mü’min olmanın şiarıdır Mü’min, emin/güvenilir olan kimse demektir Hakkı haykıran ve doğruyu dile getiren tüm peygamberler ve onların vârisleri bu bedeli horlanma, hakarete uğrama, alaya alınma, işkence görme, sürülme, hapse atılma ve öldürülme biçiminde ödemişler ve bugün de ödemeye devam etmektedirler Değil hakkı, bâtılı söylemenin dahi bir bedeli varken; hakkı haykırmanın bir bedeli olmasın mı? Söylediğiniz hakikat, ne kadar büyük ve önemliyse ödeyeceğiniz bedel de o oranda büyük olacaktır Tarih boyunca tüm zâlim yöneticilerin gazabını, kendilerine hakkı ve doğruyu söyleyenler celbetmiştir Bu gerçeği Hz Peygamber şöyle dile getirir: “Cihadın en erdemlisi, zâlim yöneticiye hakkı haykırmaktır” (Ebû Dâvud, Tirmizî, Nesâî, İbn Mâce) 2 “Ve kûlû kavlen ma’rûfâ: Münâsip bir biçimde konuşunuz” (4/Nisâ, 5, 8) Âyette geçen “ma’rûf” iyi, güzel ve münasip anlamlarına gelir Bu ifade, âyette karı-koca ilişkileri bağlamında yer almaktadır İster karı-koca ilişkileri, ister diğer tüm insanî ilişkilerde, konuşma stili, argümanlar ve sözcükler olaydan olaya, yerden yere ve zamandan zamana değişiklik arzedebilirler ve arzetmelidirler de Aslolan amaca ulaşmaktır Hakikat tek, lâkin bir hakikati anlatmanın yolu ve yordamı tek değildir Bazı insanların hadis diye naklettiği, fakat hadis olmayan “İnsanlara akıllarının alacağı şekilde konuşun” sözü, aslında bir gerçeğin ifadesidir Sadece söylediğinizin doğru olması yetmez Eğer sözünüzün hedefini bulmasını istiyorsanız doğruyu, doğru bir zaman ve zeminde, doğru bir üslûpla söylemek zorundasınız İşte, âyette “ma’rûf” olarak geçen ve “münasip” diye çevirdiğimiz şey de budur 3 “Ve kul lehum fî enfusihim kavlen belîğâ: Ve onlara kendi konumları hakkında detaylıca konuş; tesirli söz söyle” (4/Nisâ, 63) Âyetteki “fî enfusihim” ifadesi, söylenecek sözün özbenliklerine etki edebilecek söz olmasını da telmih etmektedir Dudaktan çıkan sözün varacağı yer, kulak kepçesidir; yürekten çıkan sözün varıp duracağı yerse muhâtabın gönlü olacaktır Âyetin esas vurguladığı şey, dâvete muhatap olan insanın ilgisini yine insana, yani kendi gerçeğine çekmektir Kendi gerçeğini görmeyen biri, kendisiyle değil; hep “başkaları”yla, hep “onlar”la ilgilenecektir Kendisini sürekli ilgi odağından uzak tutan kimseler, verilen hiçbir nasihati üzerlerine almazlar, hiçbir dâvetin muhatabı yerine kendilerini koymazlar Dolayısıyla onlar öğüt almaz, söz dinlemez ve hallerini düzeltmezler İşte onlar kör, sağır ve dilsiz biri gibidirler 4 “Fe kûlâ lehû kavlen leyyinâ: Ona yumuşak bir üslûpla söyleyin” (20/Tâhâ, 44) Bu ilâhî uyarı, Firavun’u uyarmakla görevlendirilen Hz Mûsâ ve Hârun’a yapılıyordu Aslolan İslâm’ı insana taşımaksa, bu uğurda meşrû olan her yöntem denenmeliydi Bunların başında da tatlı dil ve güler yüz geliyordu Hz Mûsâ ve Hârun’a bu ilâhî tâlimat verildiğinde Firavun henüz dâvete muhatap olmamış bir “câhil” idi İçinde bulunduğu küfür, bir “küfr-i inâdî” değil; bir “küfr-i cehlî” idi Onun dâvet karşısındaki tavrı netleşip küfründe direndikçe sözkonusu peygamberlerin ona karşı takındıkları üslûp da doğal olarak değişmişti Günümüzde müslüman kardeşine bir doğruyu ileten, hatada gördüğü bir kardeşini uyaran kimi müslümanların takındığı üslûp, Firavun’a dahi takınılmayacak kadar nefret ettirici ve gaddarca olabilmektedir Ünlüdür, Abbâsi halifesi Hârun Reşid’in, kendisini çok uygunsuz bir üslûpla uyaran bir nasihatçiye Tâhâ sûresinin yukarıda geçen âyetini kastederek şöyle dediği rivâyet edilir: “Yavaş ol! Allah senden daha hayırlısını (Hz Mûsâ ve Hârun) benden daha şerlisine (Firavun) gönderirken yumuşak konuşmasını emretti” 5 “Ve kûlû linnâsi husnâ: İnsanlara güzel söz söyleyin” (2/Bakara, 83) “Ve kul li ıbâdî yekûlu’lletî hiye ahsen: Kullarıma söyle; Sözün en güzelini konuşsunlar” (17/İsrâ, 53) |
Dili Korumak (G Ü Z E L S Ö Z) |
07-27-2012 | #3 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Dili Korumak (G Ü Z E L S Ö Z)Sözlerin En Güzeli Olan Kitap’ta “En Güzel Söz” Diye Tanımlanan “Dâvet”in Usûlü: Kur’an’ın üslûbu, bir dâvetçi/tebliğci, yani gönül fâtihi için bulunmaz bir hazinedir Kur’anî dâvet üslûbundan çıkaracağımız bir çok ilke vardır Biz burada bunlardan sadece birkaçına işaret etmekle yetineceğiz: a- Kur’anî dâvet üslûbunda muhatabın dikkatini dağıtacak yersiz ayrıntılara girilmez Söylenmek istenilen hakikat, doğrudan ve mümkün olan en az kelimeyle (îcaz) muhataba aktarılır b- Kur’an, muhatabının dikkatini dağıtmamak için genellikle somut isimler, tarihler ve mekânlar üzerinde durmaz Kur’an’da müşahhas/somut olarak indiği dönemin mü’minlerinden yalnızca Hz Zeyd bin Sâbit’in adı, kâfirlerden ise yalnızca Peygamber’in amcası Ebû Leheb’in adı geçer Bunun dışında Kur’an, hep isme değil; eyleme vurgu yapar Hatta tarihî kıssalarda kullanılan “nemrut”, “firavun” gibi isimler dahi özel isim değil; “sultan, kral, başkan, han, hakan” gibi cins isimlerdir Çünkü isimler ayırır, ihtilâfı çoğaltır ve dikkatleri dağıtır Tarihsel mekânlar, insanlar ve zamanları öne çıkarmak dikkatleri dağıtırdı ki, çağlarüstü bir mesaj olan Kur’an buna meydan vermemiştir Ender durumlar dışında Kur’an rakam da vermez Örneğin cehennem kapıcılarının sayısı konusunda “üzerinde on dokuz vardır” (74/Müddessir, 30) âyetiyle rakam verir ve ardından şöyle ilginç bir uyarıda bulunur: “Biz onların sayısını bir fitne kıldık” (74/Müddessir, 31) Bu fitnenin nasıl bir sınav olduğunu da 19’culuk akımıyla hepimiz bir kez daha öğrenmiş oluruz c- Kur’an nefy ve isbat yöntemini çok kullanır Nefy kötüyü, bâtılı ve yalanı boşa çıkarma; isbat ise iyiyi, hakkı ve doğruyu onun yerine getirme işlemidir Bunun en güzel örneği kelime-i tevhiddir Kur’an’da “lâ ilâhe illâ hû” formunda geçer (2/Bakara, 163, 255; 3/Âl-i İmran, 2, 618; 4/Nisâ, 87) “Lâ ilâhe:Hiçbir ilâh yoktur”nefydir ve enkazı temizler; “illâllah: Yalnızca Allah vardır” isbattır ve yanlışın enkazının yerine doğruyu bina eder Bu Kur’anî üslûp, bir fikri muhataba aktarmanın en güzel ve en tutarlı yöntemidir Önce yanlışın yanlışlığını tespit edip onu gasbettiği doğrunun makamından indirmek; sonra da oraya zaten oranın hakiki sahibi olan doğruyu çıkarmak d- Kur’an bir hakikati muhatabına aktarırken onu üç zamana birden götürür: Hal, mâzi ve istikbal Medenî hal ya da beşerî münasebetle ilgili bir âyetin birden bire halden istikbale geçip âhireti hatırlatması Kur’an’da çok sık rastlanılan bir özelliktir Bu şekilde insan, duygu ve düşünce dünyasında üç zamanı birden yaşar; zihni, düşüncenin ufuklarına kanat çırpar; yüreği, fırıl fırıl dönen bir radar gibi hal, mâzi ve istikbal arasında döner durur Bu üslûp insanı ışık hızının dahi topuğuna ulaşamadığı bir hızla zaman-mekân yolculuğuna çıkarır Ve hatta öyle bir an gelir ki artık ne zaman kalır ne mekân İşte bu ruh hali Kur’an’ın insanda uyandırmaya çalıştığı ruh halinin en yüce basamağıdır O hal, O’nu kendine şah damarından daha yakın hissetme halidir; o hal, evrensel insan olma halidir; o hal, aynı anda hem hal hem bitimsiz bir mâzi ve hem de ebedî bir istikbal olma halidir e- Kur’an, şiire ve şaire meydan okuyan bir metin olarak tüm söz sanatlarını en usta bir biçimde kullanır O bir şiir değildir, bu kesin; o şiirin çok fevkinde bir şeydir Onda her türlü mecaz, teşbih, istiâreye rastlamak mümkündür Onda mecaz olmadığını iddia etmek onu yüceltmez Belki tersine bilmeden ona karşı yapılmış bir haksızlık demeye gelir Onda mecaz, teşbih ve istiâre gibi söz sanatlarının olması onun muhkemliğine bir zaaf getirmez ve kimse tarafından da böyle yorumlanamaz O söz sanatlarını mesajın gerçekliğini zayıflatmak amacıyla değil; mesajı aracı kıldığı dilin tüm imkânlarını kullanarak muhatabına daha kolay ulaştırmak amacıyla istihdam eder Rasûlullah ve Güzel Söz: Ahlâkı Kur’an olan Hz Peygamber dâvette de ideal üslûbun örneğiydi O, söyleyeceğini deve çobanından devlet başkanına, dâvete muhatap olan her insanın anlayabileceği bir dille ve sadelikte söylerdi “Onlar ki sözün tümünü dinlerler, en güzeline uyarlar” (39/Zümer, 18) âyeti onda ahlâk halini almıştı Sözü olan herkesi dinlediği için müşrikler ona “kulak” lakabını takmışlardı (9/Tevbe, 61) Bir insanın konuşma hakkından söz edebilmesi için dinleme sorumluluğunu yerine getirmesi şarttır Bu ahlâkî sorumluluk günümüz insanının en büyük eksikliğidir Yapılan bir bilimsel araştırmada karşılıklı konuşan insanların birbirlerinin söylediklerinin % 65’ini dinlemediği ortaya çıkmıştır Dinlemesini bilmeyenin dinlenmek istemeye hakkı yoktur Peygamber’in ahlâkı bunun en ideal örneğidir Hz Peygamber’in dâvet üslûbu, ilkelerden tâviz vermeyen fakat olguları da gören bir üslûptur Rasûlullah, etrafındaki insanları terbiye ederken oldukça sevecen ve şefkatli davranır, onların hatalarını kendilerini kırmadan düzeltirdi (7) Rasulullahın güzel sözlerine örnekler: “İyiliği emir ve kötülüğü yasaklamaktan ve Allah’ı zikirden başka insanoğlunun her sözü aleyhinedir” (İbn Mâce, Fiten 12) “Allah’ın zikri dışında kelâmı çok yapmayın (çok konuşmayın) Zira Allah’ın zikri dışında çok söz, kalbe kasvet (katılık) verir Şunu bilin ki, insanların Allah’a en uzak olanı kalbi katı olanlardır” (Tirmizî, Zühd 62; Kütüb-i Sitte Terc 16/394) “Kim Allah'a ve âhiret gününe iman ediyorsa, ya hayır (iyi, güzel, hak, doğru, meşrû söz) söylesin veya konuşmasın, sussun!” (Buhârî, Tecrid-i Sarih Terc 12/131, hadis no: 1981; et-Tâc, 5/183; Riyâzu’sSâlihîn, II/120) “Her ma’rûf/iyilik, güzel söz bir sadakadır” (Müslim, Zekât 16, Ebû Dâvud, Zekât 60; Buhâri, Edebu’l Müfred, I/245) “Yarım hurma ile (onu sadaka vererek) olsa dahi ateşten korunmaya çalışın Bunu da bulamazsanız tatlı sözlerle Güzel söz sadakadır” (Riyâzu’s-Sâlihîn, II/109) “Acı da olsa doğruyu söyle Yalandan da sakının Çünkü yalan imana aykırıdır” (Keşfu’l Hafâ, hadis no: 1890, 865) “Mü’min dil uzatıcı değildir, lânet okuyucu değildir, kötü iş yapan değildir, kötü, kaba ve çirkin söz söyleyen değildir” (Tirmizî, Birr 48, hadis no: 1978) “Ümmetimin kötüleri, gevezelerdir, enine boyuna sözü uzatanlardır, sözlerinde büyüklük taslayanlardır Ümmetimin hayırlıları da ahlâk bakımından en güzel olanlardır” (Tirmizî, Birr, hadis no: 2019) “Kim bana iki bacağı arasındaki tenâsül uzvunu (haramdan koruyacağına), iki çenesi arasındaki dilini de (yasaklanmış çirkinliklerden koruyup güzelliklerle süsleyeceğine) garanti verirse, ben de ona cenneti garanti ederim” (et-Tâc, 5/183) |
Dili Korumak (G Ü Z E L S Ö Z) |
07-27-2012 | #4 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Dili Korumak (G Ü Z E L S Ö Z)Güzel Sözün Özellikleri Konuşma ve yazma kabiliyetini bize Allah vermiştir (55/Rahmân, 4; 96/Alak, 4) Lisanların çeşit çeşit olması da yine, Allah’ın kudretini gösteren özelliklerdendir (30/Rûm, 22) Her peygamber kendi kavminin, içinden çıktığı toplumun konuştuğu dille tebliğ ve dâvetini yapmıştır (14/İbrâhim, 4) Dinin amaç, dilin araç olmasından dolayı her müslümanın kendi ana dilini çok iyi bilmesi ve onu çok güzel bir şekilde kullanması, dinini tanıyabilmesi ve kendi toplumuna tanıtabilmesi açısından da çok önemlidir İnsanlar, dilleriyle (kullandıkları kelimelerle) düşünürler, onunla yaşarlar, onunla inançlarını öğrenir ve ifade ederler, birbirleriyle dil sayesinde anlaşırlar Beraber yaşadığımız insanlarla iyi iletişim kurmak ve sosyal hayatta başarılı olmak için de konuştuğumuz dili iyi bilmek ve düzgün kullanmak şarttır “(İnsanları) Allah'a dâvet eden, sâlih amel/iyi iş yapan ve ‘ben müslümanlardanım’ diyenden daha güzel sözlü kim vardır? İyilikle kötülük bir olmaz Sen (kötülüğü) en güzel bir tavırla önle O zaman (görürsün ki) seninle arasında düşmanlık bulunan kimse, sanki yakın bir dost olur Bu (haslete) ancak sabredenler kavuşturulur Buna, ancak (hayırdan) büyük pay sahibi olan kimse kavuşturulur” (41/Fussılet, 33-35) “Sen, Rabbinin yoluna hikmet ve güzel öğütle dâvet et ve onlarla en güzel şekilde mücâdele et Çünkü Rabbin, kendi yolundan sapanları en iyi bilendir ve O, hidâyete erenleri de en iyi bilendir” (16/Nahl, 125)Bu âyetlerden yola çıkarak, güzel sözün muhtevâ/içerik yönüyle özelliklerini şöyle tespit edebiliriz: 1- Allah'a dâvet, insanları mutlak doğruya, tevhide, İslâm’ın ana esaslarına çağırmalıyız Kendi beşerî doğrularımıza, parti veya cemaatimize, dernek veya vakfımıza değil; insanları Allah'a ve O’nun dinine, O’nun tartışmasız doğrularına dâvet etmeliyiz 2- Sâlih amel, yani sadece sözle yaptığımız dâvetle yetinmeyip hal dili, beden dilini de kullanmak, anlattığımızı önce ihlâslı bir şekilde nefsimizde yaşamak ve örnek olmak gerekmektedir Unutmamalıyız ki, eteği tutuşan itfaiyeci, kendini kurtarmadan dışarıdaki yangını söndüremez 3- “Ben müslümanlardanım” demek, yani Allah'a teslimiyet, İslâm prensiplerini tâvizsiz yaşamaya çalışmak, İslâm kimliğinden başka kimlik ve âidiyetleri öne çıkarmamak, şahsiyet/kimlik sahibi olmak ve dünyevî çıkar gözetmemek gerekir Diğer âyet ve hadislerden yola çıkarak, güzel sözün diğer temel içerik özelliklerine şunları da ekleyebiliriz: 4- Hayırlı ve Faydalı Şeyler Konuşmak: “Kim Allah'a ve âhiret gününe iman ediyorsa, ya hayır (iyi, güzel, hak, doğru, meşrû söz) söylesin veya konuşmasın, sussun!” (Buhârî, Tecrid-i Sarih Terc 12/131, hadis no: 1981; et-Tâc, 5/183; Riyâzu’sSâlihîn, II/120) 5- Aksi Gerekmediği Müddetçe Sevindirici, Müjdeleyici Sözler: “Kolaylaştırın, zorlaştırmayın; Müjdeleyin, nefret ettirmeyin” (Mişkâtu’l Mesâbih, hadis no: 3722) “Tatlı bir çift söz (muhâtaba verilmiş) bir sadakadır” (Keşfu’l Hafâ, hadis no: 1947) 6- Muhâtabın Seviyesine ve Psikolojik Durumuna Uygun Sözler Güzel sözün üslûp yönüyle özelliklerini yine âyetlerden yola çıkarak şöyle tespit edebiliriz: 1- Kötülüğü en güzel bir tavırla önlemek: Kötülük, en güzel haslet ne ise onunla önlenmelidir Meselâ öfkeye sabır, bilgisizliğe hilm, kötülüğe af ve iyilik ile karşılık verilmelidir 2-Düşmanı yakın bir dosta dönüştürme çabası, 3- Sabırlı ve hayırlı olmak; Tahammülü engin, hayır yönüyle zengin olmak, 4- Hikmet sahibi olmak, hikmetli sözlerle Rabbin yoluna çağırmak, 5- Mev’ıza-i hasene (güzel öğüt) ile hitab etmek, (bu konudaki diğer âyet ve hadislerde emir ve tavsiye edilen güzel öğüt kurallarına uymak tatlı dille, yumuşak üslûpla insanlara, mesajı sevdirerek, varsa kolaylık yolunu göstererek konuşmak Müjdeleyici olmaya çalışmak, nefret ettirmemek, bıktırmamak, alternatif göstererek kötülüğü değiştirmek, yıkıcı değil yapıcı olmak, muhatabın özel durumunu dikkate alarak, onun seviye ve psikolojisine göre akla ve duygulara hitab etmek Uygun yer ve zamanı gözetmek, Öncelikleri tesbit ederek ana esaslara çağırmak ve tedricî olmak Aktüaliteden, eski bilgilerden yola çıkmak, bıktırmaksızın tekrar tekrar mesajı değişik vesilelerle iletmek, kıssa ve mesellerden, örnek ve temsillerden yararlanmak gerekir Gereksiz tartışmalardan, nefis meselesi yapılmasından veya kişinin onurunu rencide edecek tavırlardan, mahcub etmekten, alay ve hakaretlerden uzak bir ifade tarzı kullanmak şarttır 6- En güzel şekilde münakaşa ve mücâdele etmek Eğer başka çare yoksa ve mecburen münakaşa ve fikrî mücâdele etmek zorunda kaldıysak, yine olgun ve onurlu bir mü’mine yakışan tavırla, en güzel metodlarla münakaşa ve mücadele yapmak gerekecektir Karşımızdakinin seviyesine inmek yerine, onun bizim seviyemize çıkmasına gayret etmek, en güzel yoldur Bu münakaşa ve münazaralarımızda nasıl bir usûl ve üslûp takınmamız gerektiğini Kur’an bize öğretmektedir: “Onlar (münâfıklar), Allah’ın kalplerindekini bildiği kimselerdir Onlara aldırma, kendilerine öğüt ver ve onlara, kendileri hakkında belîğ/tesirli söz söyle” (4/Nisâ, 63) “Allah, kötü sözün açıkça söylenmesini sevmez; ancak, zulme/haksızlığa uğrayan başka Allah, her şeyi işitendir, bilendir” (4/Nisâ, 148) “Onların Allah’ı bir tarafa bırakarak taptıklarına (putlarına) sövmeyin; sonra, onlar da bilmeyerek Allah'a söverler” (6/En’âm, 108) |
Dili Korumak (G Ü Z E L S Ö Z) |
07-27-2012 | #5 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Dili Korumak (G Ü Z E L S Ö Z)Güzel Söz; Aklı Kullanma Sanatı Konuştuğumuz dili düzgün ve güzel kullanmak, yani muhtevâ olarak meşrû, üslûp olarak güzel ve dengeli konuşmak, hem âhiret, hem de dünyamız açısından hayli önemlidir Kur’an, insanlara “en güzel söz” olarak takdim edilir (39/Zümer, 23) Onun için, Peygamberimizin en büyük mucizesi olan Kur’ân-ı Kerim’in en büyük özelliklerinden ve icaz yönlerinden biri, belâğat ve fesâhatta, yani tüm söz sanatlarında ve güzel ifadelerde en üstün bir eser olmasıdır Bu yönüyle de Kur’an, mu’cizdir; yani insanlar bir benzerini meydana getirmekten acizdir Bütün insanlar birleşse bile böylesine edebî ve güzel ifadeli Kitabın benzerini meydana getiremezler Kur’an’ımız bu hakikati, çeşitli yerlerde, tüm insanlığa meydan okuyarak ifade eder (Bkz 2/Bakara, 23-24; 8/Enfâl, 31; 10/Yûnus, 38, 40; 11/Hûd, 13) En güzel söz ve edebî kitap olan Kitabımız, insanların da dillerini güzel kullanmalarını emreder “Kullarıma söyle: Sözün en güzelini konuşsunlar (En güzel olan kelimeyi, yumuşak ve tatlı sözü güzel ifadeleri söylesinler” (17/İsrâ, 53) Benî İsrâilden alınan mîsaktan (ahid, söz) biri de insanlara güzel söylemektir (2/Bakara, 83) Dolayısıyla tüm müslümanlara da güzel konuşmaları emredilmektedir Uyulması emredilen söz de, sözlerin en güzelidir (39/Zümer, 18) En fasih konuşan ve muhâtaplarının her türlü söz ve davranışla yaptıkları eziyetlere sabreden, onlara karşı en güzel ifadelerle dâvet ve tebliğ vazifesini yapan Rasûl-i Ekrem’e bile güzel ve tesirli konuşma emredilmektedir: “Onlara va’z et/öğüt ver, onların içlerine işleyecek, ruhlarına nüfuz edecek güzellikte tesirli söz söyle” (4/Nisâ, 63) Kaba ve katı davranmak, sert ifadeler, dâvet ve tebliğ edilenleri, hatta cemaat haline gelmiş, hem de sahâbe kalitesindeki insanları bile dağıtabilir (3/Âl-i İmrân, 159) Ma’rûfu emir, münkerden nehiy, dâvet ve tebliğ görevleriyle mükellef olan mü’minler, bu vazifelerini diledikleri gibi, gelişigüzel ve kendi mantık ve karakter yapılarına göre değil; Kur’an’ın gösterdiği usûlle yapmak zorundadır Hakkında özel sûre ve âyetler olan Cuma namazının ehemmiyeti herkesçe mâlumdur Cuma namazının şartlarından birinin “hutbe” olduğu düşünüldüğünde, insanlara güzel bir şekilde hitap etmenin, yani hutbe okumanın dindeki yeri de kavranmış olur Dili güzel kullanmak, yani edebiyat bir sanattır; güzel sanatlardan biridir Peygamber lisanıyla güzellikler ve meşrû sanatlar şöyle taltif ve tavsiye edilir: “Allah güzeldir, güzellikleri sever” (Müslim, İman 147; İbn Mâce, Duâ 10) Hz Peygamberimiz, sözü güzel kullanmakta usta olan, önemli şairlerden Hassan bin Sâbit’i güzel sözlerinden, şiirlerinden dolayı yücelterek övmüş, teşvik etmiş, hatta bir kere de, memnuniyetini belirtmek için kendi hırkasını çıkarıp bu şaire hediye ederek iltifat etmiştir Söz, kullanmasını bilen insan için mükemmel bir silâhtır Onunla gönül almak da, gönül yıkmak da mümkündür Söz, dağınık bir yuvayı tekrar düzene koyar Düzenli bir yuvayı da bozabilir Müslüman, yeryüzünü ıslah etmekle, insanların arasını düzeltmek ve sulhu sağlamakla emrolunmuştur İnsanların arasını ıslah etmek, yeryüzünden fitne ve fesadı kaldırmak için, yani savaş veya iyi geçinmek gibi meselelerde güzel söze daha fazla iş düşmekte, hatta gerekirse, güzel olmak şartıyla, bu iki konuda doğrudan taviz vermeye bile müsaade edilmektedir İmanı muhafaza etme ve hayırlı ümmet olmanın şartı olan emr-i bi’l-ma’rûf ve nehy-i ani’l-münker; güzel konuşmanın, tatlı dilin ve söz becerisinin önemini devamlı canlı tutmaktadır Müslüman olmak, insanlar arasında müslüman tanınmak için şehâdet kelimesi getirerek dile büyük görev düştüğü gibi; dili koruyamamak da elfâz-ı küfür gibi insanın tüm âhiretini mahvedebilir Bunun için, en güzel konuşan, en büyük insan şöyle buyurmaktadır: “Siz iki et parçanızı (haramlara karşı muhâfaza etmek için) bana garanti verin; ben de sizin cennete gitmenize garanti vereyim O iki et parçanızın biri, iki dudağınız arasındaki, diğeri ise, iki bacağınız arasındakidir” Dinde nice sevaplar dille, dili güzel kullanmakla ancak mümkün olabilmektedir Namaz, oruç, zikir, Kur’an okumak, emr-i bi’l-ma’rûf, nehy-i ani’l-münker, hakkı ve sabrı tavsiye, Allah'a duâ gibi ibâdetlerin yanında; gıybet, iftira, yalan, kaba söz ve kalp kırmak, mü’minlerin arasını ifsat etmek, cemaatleri dağıtmak, fitne çıkarmak, kötülükleri teşvik edip iyiliklere engel olmak, lüzumsuz konuşmak gibi birçok günahın sebebi de dil/konuşma olmaktadır Sabırsızlık, sır saklayamamak, her duyduğunu söylemek, nerede ne söyleneceğini bilememek de dile hâkim olamamanın getirdiği günahlardandır Dünyayı cennet hayatına çevirir gibi Allah’ın halifesi olmak, dille mümkün olduğu gibi; dünyayı cehenneme çevirmek de dille çok kolay olabilmektedir Yine, cenneti kazanmak da, cehenneme lâyık olmak da dile sahip olup olamamaktan geçmektedir Kuru ekmekle soğanı, güzel sözle katık edebilirseniz nasıl tatlılaşır; tatlı bir yemek, kötü sözle yenilmez bir acılığa ulaşır Ezop, zengin bir köşkün hizmetçiliğini yapmaktadır Efendisi, ona bildiği en kötü yemeği pişirmesini ister; beğenmediği, nefret ettiği bir misafiri gelmiştir, ona ikram edecektir Ezop dil yemeği yapar, getirir Efendisi buna pek anlam veremese de sesini çıkarmaz Bir zaman sonra çok sevdiği bir arkadaşı misafir olduğundan, Ezop’tan bu sefer bildiği en güzel yemeği pişirmesini ister Köşkte her çeşit malzeme olduğu halde Ezop yine dil pişirir getirir Bu sefer, efendi dayanamaz, sorar: “En kötü yemek istedim, dil getirdin; en iyi yemek istedim, yine dil getirdin, bu ne biçim iştir?” Ezop: “Evet, dil, hem zehirden acı, hem dünyanın en tatlı gıdasıdır” diye cevap verir Hakikaten çok mükemmel bir sofraya çok acıkmış olarak dâvetli olsak, yemek esnasında birisi bizim onurumuzu kıracak, bizi yerin dibine geçirecek lâflar etse, o yemeğin tadı tuzu kalır mı hiç? Bir söz ustası olan Yunus, söz konusunda şöyle söyler: “Söz ola kese savaşı, söz ola kestire başı Söz ola ağılı aşı, bal ile yağ ede bir söz” İnsanlar söz konusunda üç gruba ayrılır: Suskun-sessiz insanlar; gevezeler; hoşsohbet insanlar Birinci grup insanlar, Aşırı derecede suskun ve sessiz, çoğunlukla kendilerine güveni olmayan, ezilmiş ve kişiliksiz insanlar olabilir Öyle değilse bile, bir insana faydalı olamayan, onu yeri geldiğinde teselli edemeyen, sevindiremeyen, bazen de dilsiz şeytan durumuna düşen kimselerdir Bunlar; fazla aranılıp sorulmaz, yoklukları önemsizdir İkinci grup insanlarsa yerli yersiz hep konuşmayı severler, başkalarına bu hakkı vermek istemezler, tek dilleri olduğu halde iki kulakları olduğunun hikmetini kavramazlar İnsanlar, bu tiplerden de çoğunlukla rahatsız olur Tabii, çok söz yalansız da olmadığından kendileri ve dinleyicileri günahkâr da olur Bu tipler, genellikle kendilerini çok beğenmiş insanlardır da Bazen susmanın altın olduğunu anlatamazsınız onlara Dedikoduya meraklı olan bu tipler, sır da saklayamazlar Bunların da zararı çok kişiye dokunacağından, konuşma kirliliğine sebep oldukları ve kul hakkına da tecavüz ettiklerinden bunlar da sevilmezler Üçüncü gruptaki tatlı dilli insanlarsa, devamlı aranıp kıymeti herkesçe takdir edilen insanlardır Neyi, ne zaman, nerede ve nasıl konuşacağını bilen insanlardır Konuştuklarında ağızlarından sanki bal akıyordur Derdinizi, sıkıntınızı o konuşurken unutur, onu sever, arar, ondan faydalanmak istersiniz Karşısındaki topluluğu uzun uzun düşünmeğe mecbur eden, ağlatan, fikir ve inançlarını değiştiren veya geliştiren, onların gönüllerinde, vicdanlarında hâkimiyet kuran, onları fetheden konuşmacılar vardır Nice zaferler, güzel sözlerle kazanılmış, nice askerin morali güzel sözle zirveye çıkarılmış, heyecanları galeyana getirilerek seve seve canlarını feda edecek hale yükseltilmiştir Medeniyet, güzelliklerden meydana gelen bir terkiptir Güzel konuşma ve güzel yazma, başlı başına bir sanattır, güzel sanatlardandır Kimi vardır, güzel konuşur, fakat güzel yazamaz; kimi de güzel yazar, kalemi kuvvetlidir, fakat güzel konuşamaz Bu bir kabiliyet işidir Önemli olan, doğuştan potansiyel olarak Allah’ın bir lütfu ve nimeti olarak verilen bu beyan yeteneğimizi (55/Rahman, 4) kontrole ve disipline alıp geliştirmektir Herkesin güzel bir yazar veya meşhur bir hatip olması beklenemez, bu zaten mümkün de değildir Fakat, sözü dinlenen, güzel ve düzgün konuşan, anlattığı ve tebliğ ettiği anlaşılan, gerektiğinde merâmını yazıyla da doğru ve güzel bir şekilde anlatan bir seviyeye, çalışıp gayret etmek şartıyla hemen her insan gelebilir Bütün bunlara rağmen, güzel konuşmak veya yazmak, dili güzel kullanmak, hiçbir zaman gaye olmamalıdır Dil bir araçtır Bu vâsıtayı çok iyi kullanabilmek için esas gayeden uzaklaşarak hayatı bu uğurda harcamamak da gereklidir Din, amaç; dil araçtır Bu konuyla ilgili Kur’an’da vurgulanan, güzel olan gayeye, güzel vasıtalarla gidilme esasıdır Kur’an, gayemizi belirtirken, vasıtaları da belirtmiş; her türlü aracı değil; nassların belirlediği, ya da bizi özgür bırakarak mubah kıldığı araçlarla gayeye doğru yol almamızı istemiştir Dolayısıyla dil aracı, kötü bir gayeye hizmet de edebilir Cennetin, gölgesi altında olduğu kılıcın, aslında cihad vasıtası olarak, kişiye büyük bir makam bahşetmesi yanında; bu aracın kötüye kullanılarak haksız yere kan dökmeye âlet edilebilmesi gibi, dil de kötüye âlet edilebilir Hatta şekil ve üslûp yönüyle “güzel” yargısı verilen konuşma ve yazma (edebiyat, edebiyat yapma) da şerre âlet olabilir Sözün ve kalemin kuvvetli etkisi sebebiyle, bazı samimiyetsiz insanlar, açıkgöz çıkarcılar, insanları söz oltasıyla kolayca avlayabilmektedir Kur’an kültürüne sahip olmayan kalabalıklar, sözün sahte güzelliğine kanarak kolaylıkla sömürülebilmekte, nice politikacılar lâf cambazlığı yaparak tâğûtî anlayışları halka kolaylıkla dayatılabilir Burada, şöyle bir soru akla gelebilir: Söz, şerre âlet olabilir; ama güzel söz şerre âlet olabilir mi? Ya da, değişik ifadeyle, şerre âlet olan şey, güzel olabilir mi? “Güzel”i, güzel şekilde ve bir bütünlük içinde değerlendirirsek, elbette olmaz; âlet olursa güzellikten çıkarılmış olur “Güzel”i, “Güzel Yaratıcı’nın, kelâmların en güzeli olan Kitab’ına uygun olan şey” diye tanımlayınca, şer olan veya şerre hizmet edip ona âlet olan bir şey, “güzel” olamaz Halkın edebiyat yapmak, edebiyat parçalamak diye eleştiriyle yaklaştığı ve olumsuz tavır aldığı şekil ve kılıf makyajından ibaret yaldızlı sözler bu türdendir Kur’an, Şuarâ (şâirler) sûresinde bu çeşit nefse hoş gelen, aslında hiç de güzel ve gerçekçi olmayan, dışı süslü olduğu için, câhillerin güzel zannettiği sözlerden bahseder Gerçek anlamda mü’min olmayan şâirler, hatipler ve bunların sanal, yapay, sahte ve aldatıcı güzelliğe (daha doğrusu, maske ve makyaja) sahip olan yaldızlı sözleri tenkit edilerek, Müslümanların bu tür kişi ve sözlere karşı dikkatli olmaları tavsiye edilmiştir (Bkz 26/Şuarâ, 224-227) Yaldızlı sözlerle, süslü kelimelerle yalanı gerçek gibi, bâtılı hak giysisiyle göstermeye çalışan lâf cambazları, politikacı, şâir ve edebiyatçılar, her dönemde ve her yerde görülebilmektedir Sözlerini daha çok secîli kelimelerle veya kafiyeli şiirlerle, ya da kulağa ve nefse hoş gelebilecek özelliklerle süslemeye âzamî gayret gösteren bu insanların sözleri yapmacıktır, samimiyetsizdir Daha çok, duygulara hitap eden heyecan amaçlı sözlerdir Sözü sihir olarak kullanıp gerçeği dil maharetiyle farklı gösteren, batıl bir inancı veya haramları hoş gösteren, değersizi değerliye tercih ettirmeyi amaçlayan bu sözleri bir müslümanın iyi tanıması, değer vermemesi gerekir Müslümanın, güzel rolündeki büyülü maske takan cadıyı teşhis edebilmesi için, öncelikle gerçek güzeli iyi bilmesi, onunla irtibatı gerekecektir Çünkü bir şeyin sahtesini fark edebilmek için aslını tanımak şarttır Ancak gerçek güzeli tanımayan kimseler, sahte güzele âşık olabilir Bazen, dinî nasihatler yapan, vaaz, hutbe ve sohbetlerle insanlara hakkı göstermeye çalışan kimselerin, özellikle mevlit okuyan veya radyo ve televizyon programlarında duâ yapan bazı görevlilerin samimiyetsizliği sırıtmakta, bu yapay süsleri bolca kullanarak, makyajı suratından akan kimselerin görüntüsünü oluşturabilmektedir Allah Resûlü, bu konuda şöyle buyurur: “İneğin geviş getirmesi gibi, dilini sağa sola çevirerek belâğat göstermeye çıkan kimselere Allah buğz eder” (Ebû Dâvud, Edeb) Bütün bu hususlara dikkat edip sözdeki yapma güzellikten önce, esas güzellik olan muhtevadaki gerçek güzelliği, hakkın ifadesini, doğruluğu aramalıyız Mehmed Âkif Ersoy: “Sözüm odun gibi olsun, hakikat olsun tek!” diyerek buna işaret etmiştir Ama sözümüz odun gibi olacaksa, Yûnus’un, dergâha taşıdığı odunlar gibi olsun, yontulmamış olmasın Kur’an başta olmak üzere güzel kitapları okuyarak, dâvet çalışmalarıyla tecrübemizi artırarak sözlerimizin, dilimizin yontulmasını sağlayabiliriz Odun, yontulunca kalem haline de gelebilir Sözde önemli olan doğruluk ve samimiyettir, güzel bir gayeye hizmet etmesidir Yoksa içi boş, kof sözler, nefse hoş gelse de bunları edebî ve güzel kabul edemeyiz Sözün edebî olması için edepli olması gerekir, çünkü edebiyat kelimesi edep kelimesinden türemiştir Edepsiz edebiyat olmaz Dili ve kalemi terbiye etmeyi öğrenmeden edepli olmak da mümkün değildir Söz ve kalemin önemi buradan kaynaklanmaktadır Yontulmamış odun gibi kaba ve sert olan, güzellik ve yumuşaklıktan nasibini alamamış söz, iyi niyetle bile söylenmiş olsa, çok kere kaş yapayım derken göz çıkartabilir, fayda yerine zarar verebilir (Bkz 3/Âl-i İmran, 159) Uzun dilin başı dertli olur Eli taşlı insanı gören yılan, başının belâsı dilini çıkarıp yalvarır; aynı dil nice canlar yakmıştır Dilin kemiksiz olması, fesada, yalana yani harama uzanmasına sebep olmamalıdır Dâvâ arkadaşlarının yerini haber vermemek için, dilini dişleriyle koparıp zâlim güçlerin yüzüne tüküren adam, gevezeler için ne büyük bir ibrettir Konuşma sanatını bilmeyen bir kimse, ne kadar zeki ve değerli olursa olsun, halifelik görevini tam yapamaz Çevresindekileri kendisinden uzaklaştırır, zavallı insan durumuna düşer ve konuşmasıyla kendisine ve çevresine zarar verebilir, ifsada yol açabilir “Söz gümüşse, sükût altındır” sözü, konuşmasını bilmeyenler için geçerlidir Oysa konuşma sanatını bilenler için söz altındır Söyleyecek sözü olan, söylenecek uygun söz bulunmadıkça susmakla tanınan bir insan, her zaman kendini dinletir Söylenecek bir sözümüzün bulunması gerekir; halife olarak, mü’min sorumluluğunu duyarak KAYNAKLAR: 1- Hârun Yahya, Güzel Söze Uymanın Önemi, s 7-8 2- Age s10 3- Şâmil İslâm Ansiklopedisi, c 2, s 245-246 4- Mevdûdi, Tefhîmu’l Kur’an, c 4, s321-322 5- Âdil Akkoyunlu, Akit, 6-7Şubat 1999 6- M İslâmoğlu, Yürek Fethi, s 142-143 7- Age s 144 vd 8- Hüseyin K Ece, İslâm’ın Temel Kavramları, 631-634 |
Dili Korumak (G Ü Z E L S Ö Z) |
07-27-2012 | #6 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Dili Korumak (G Ü Z E L S Ö Z)Ø Söylediklerinize dikkat edin; düşüncelere dönüşür Ø Düşüncelerinize dikkat edin; duygularınıza dönüşür Ø Duygularınıza dikkat edin; davranışlarınıza dönüşür Ø Davranışlarınıza dikkat edin; alışkanlıklarınıza dönüşür Ø Alışkanlıklarınıza dikkat edin; değerlerinize dönüşür Ø Değerlerinize dikkat edin; karakterinize dönüşür Ø Karakterinize dikkat edin; kaderinize dönüşür
|
|