Prof. Dr. Sinsi
|
Kim Değer ,Her Dem Anmaya
Kim Değer ,her Dem Anmaya
KİM DEĞER HER DEM ANMAYA?
ve sen! O’na sığın, O’nu an, bütün isimleriyle…
Anmak aramaktır
Zikir, anmak demektir Peki, insan, niçin anar? Anmak ne katar insana, ne kazandırır?
İnsan anar, çünkü kendine yetemez, başkasına muhtaçtır İnsan, zayıflığına, faniliğine, çaresizliğine deva arar Bu sonlu ve sınırlı dünyada, tek başına kalmaya dayanamaz Çünkü bir başına kalmak, yapayalnız olmak bunaltır, sıkar ve adeta nefes alamaz hale getirir Bu sebeple insan, hudutlarını genişletmek ister ve rahatlamak ister
Tıpkı Bediüzzaman Hazretleri gibi feryat eder: “Faniyim, fani olanı istemem! Acizim, aciz olanı istemem! İsterim, fakat bir Yâr-ı Bâkî isterim ”
Anmak, aynı zamanda aramak demektir İnsan, andığını arar ve bulmak ister Bulanlar da, arayanlardır
Gerçi, her arayan bulamaz ama bulmak için mutlaka aramak gerekir Aradığını ananlar, bulduklarını da anmadan edemezler Yani hem hasret, hem de vuslat, anmaya vesiledir
Anmak, aynı zamanda vefadır Bulunana, bilinene, sevilene sadakat ve vefa, anmayı gerektirir
Anmak, şifadır Mecazi sevgililerin anılması, deniz suyu gibi içtikçe aşk acısını çoğaltır Hakiki ve İlahi aşk ise ilaçtır; sakinleştirir, dengeye getirir, teselli eder
Bu sebepten olsa gerek, sabır kahramanı olan Eyyub Aleyhisselam, derde, ağrıya, ızdıraba hep dayanmış da hastalık diline, kalbine gelince, halini Rabbi’ne arzetmiş: “Ya Rab! Lisanen zikrime ve kalben ubudiyetime dokundu ” (Dilim zikredemez, kalben kulluk yapamaz oldum )
Dilin zikri ve kalbin kulluğu tehlikeye girinceye kadar, sabretmiş Zira dil, asıl vazifesi olan zikirden, kalp de kulluğundan geri kalırsa, insan neye yarar?  
Bu gerçeğin farkında olanlar, sadece Yüce Yaratıcı’yı zikreden bir dil, yalnız O’nu gören bir göz ve ancak O’na yer veren bir kalp olmayı istemişlerdir Böylece zikri, dile münhasır olmaktan çıkarmışlar, insanın bütün hücreleriyle, her an yaptığı bir ibadet olarak anlamışlardır
Kâinatın maliki, sahibi, hâkimi olan Allah (celle celaluhu), sadece dil ile anılabilir mi? Varlığın ve varlığımızın Sahibi, sahip olduğumuzun bütünüyle birlikte anılmalı…

O zaman, yaratılmışların hepsiyle zikir arkadaşı oluruz Böylece, zikrimiz, cılız bir solodan çıkar, muhteşem bir koroya dönüşür
Bu anlayışın bir coşkun gönüllüsü olan Süleyman Çelebi,
Bir kez Allah dese, aşk ile lisan,
Dökülür bunca günah, misl-i hazan
müjdesini verir
Sahte tesellileri vardır zikirsizlerin
Peki, zikirsizler ne yaparlar? Onların yalancı ve sahte tesellileri vardır Mesela, etraflarına aynalar koyarak, dar mekânlarını genişlettiklerini sanırlar Geniş gördüğü mekânda oynayıp zıplamaya başlayınca da aslında dar olan mekânın camdan duvarlarına çarparlar Kırılıp dökülürler, yaralı bereli kalırlar Kırılan aynaların şangırtısıyla kendilerine gelseler bile, durumu düzeltmek için artık ne zaman, ne de imkân kalmıştır
Bu yüzden olsa gerek, “Gençler bilebilse, yaşlılar yapabilse” denilmiştir
Zikirsizler, aslında fikirsizlerdir Fikretselerdi, yani gerçek bir tefekkürün sahibi olarak derin düşünselerdi, kâinatın tek Yaratıcısı’nı bilecekler ve tabii ki O’nu zikredeceklerdi
Zikirsizler de aslında zikirsiz kalamazlar Ancak onlarda, zikrin öznesi değişir, başkalaşır Zira kim neyin kulu ise, onu zikreder
Ancak, Yüce Yaratıcı’dan başkası anmaya değmediğinden, zikirden beklenen güzel neticelere ulaşamazlar Bu yüzden de çoğu zaman kendilerini oyuna, eğlenceye, kumara, içkiye, uyuşturucuya vururlar Buna mecburdurlar Çünkü iç dünyalarını ancak böylece susturabilirler
Bütün kâinat zikreder Yaratılışları gereği, kendiliğinden zikreden bu kâinatın zikirlerini, insanoğlu bilinçli zikriyle, hepsi adına sözcülük görevini yaparak, Âlemlerin Rabbi’ne takdim eder
Zikir yoksunları, SER ZAKİR’i Efendimiz olan, bu kâinat çapındaki görevin, şuursuz kaçkınlarıdır Zira onlar, zikreden her şeye rağmen, zikretmezler Böylece, bütün kâinatı tekzip etmeye, yalanlamaya yeltenirler Bu durum da bütün varlığa hakaret demektir Dolayısıyla, zikirsizlik, serkeşliktir, haddini bilmezliktir, küstahlıktır
Anlayan anar!
Anmak ve anlamak birliktedir
Anlayan, anar
Anan, anlamaya başlamış demektir
İnsan, anladıkça anar; andıkça anlar
Andıkça yanar; yandıkça daha çok anar
Çünkü DOST, O’dur
O’ndan başka, hakiki ve ebedi dost yoktur
Dostu anmak, güçtür, kuvvettir
Dost zikri, maneviyat kazandırır, ümit aşılar, şevk verir
Bu yüzden Şair, hep “Dost, dost” diye çağırır
Hele de Yunus Dede, yetinmez kendi zikriyle; muhteşem bir koro kurar kâinatla birlikte Daim feryattadır:
Dağlar ile taşlar ile
Çağırayım Mevlam Seni
Seherlerde kuşlar ile
Çağırayım Mevlam Seni
Anlamayan hakkıyla anabilir mi?
Hele de anlamayanın ciğeri yanıp kül olabilir mi?
Kişi, sevdiğini zikreder Sevgi gönüldedir Gönülden taşar, dökülür zikir olarak… Zikre doymaz âşıklar
“Seven, sevdiğine sayı ile mi götürür” demiş, âşık kişi Gerçekten seven de zikre doymaz; çoğunu az bulur; sevgisi az olanın zikri de az olur
Her şey O’nu hatırlatır Hep hatırındadır SEVDİĞİ, her vesileyle, sözü, sohbeti oraya getirir; yani bir şekilde zikrin yolunu bulur “Bana her şey seni hatırlatıyor” der Ama bu hatırlamaktan utanan makam sahipleri de vardır Ne mutlu onlara ki, demişler: “Ben Rabbimi hatırlamaktan utanırım Çünkü her hatırlamak, bir unutmaktan sonradır ”
Kişi, sevdiğini anmaya doyamaz Kişinin değerini zikri belirler Her daim andığı belirler, insanın ne olduğunu ve kıymetini… Hiç aklından çıkmayan, mihenktir, gösterir kalitesini…
“İnsan yediklerinden ibarettir” denir Ama insanı asıl, gönlündekiler oluşturmaz mı?
“Dervişin fikri ne ise…”
Hz Mevlana, der ki: “Hele bir oynasın tencerenin kapağı? Görürsün içinde ne varsa Dil de senin kapağındır; oynamaya başladı mı, görünür için olduğu gibi düşer maskelerin…”
“Dervişin fikri ne ise, zikri de odur” demiş atalarımız İçimizdeki taşar dışarı, derunumuz görünür, çırılçıplak çıkarız ortaya İçinde aşkullah olan, dışarı (dilinde) zikrullah taşır, taşırır Dildeki zikrullah, kalpteki aşkullahın habercisidir Görünen dil, görünmeyen dilin (gönlün) kalitesini gösterir
“Zikrin en faziletlisi, La ilahe illallah’tır” buyurmuştur Güzeller Güzeli (sav) Ve yine buyurmuş ki, “İman da giydiğiniz elbise gibidir, eskir Onu, ‘La ilahe illallah’ ile yenileyiniz ”
Evet, bizi asıl varlığımızla, maneviyatımızla iman yeniler İmanın en aşklı sonucu da zikirdir Zikrin özü, candan “Allah! (cc)” demektir Yüce Yaratıcı’nın has ismi, Allah (celle celaluhu)…
“Allah yar!”
Bu gerçeği, sanatçı gönlüyle görmüştü rahmetli Cem Karaca Bu sebeple haykırmıştı, “Allah yar!” diye Yine bu yüzden, “Ben, Tanrı’ya değil, Allah’a döndüm” demişti
Gerekçesi de ilginçti: “Yüceler Yücesi’ne verilen adların hepsi, dudaktan çıkar Bir tek ‘Allah’ yürekten çıkar Hadi bir deneyin; önce ‘Tanrı’ deyin, sonra da ‘Allah’… Önce ve sonra, hiç fark etmez, bakınız ‘Allah’ daima yürekten çıkar ”
“Allah” (celle celaluhu) güç verir, ümitlendirir, maneviyat aşılar Bu sebeple, korkan “Allah” der Hayret eden, yalvaran, yakaran, ölümle karşı karşıya kalan, daima “Allah” der
Aslında, her şey zikreder Cansız sandıklarımızın hareketleri de hep bir anıştır Küçüklüğünden dolayı göremediğimiz elektronlar, nötronlar, hücre faaliyetleri, Allah aşkıyla oluşan cezbeli zikirlerdir Uzaklığından dolayı hareketlerini göremediğimiz, gök cisimleri, gezegenler, ayrı âlemler, kendilerine mahsus bir şevkle zikir üzeredirler
İnsan, anmakla görevliyken ve akıllıyken nasıl zikretmez Oysaki bilen anar; anılan anılır Kul olabilmek, Yüce Yaratıcı ile sevgi iletişimini kurabilmek için zikir ne güzel bir vesiledir Bu sırra vakıf olanlardan biri, ne güzel der: “Biz bu âleme, bir aşk için ah etmeye geldik ”

Ne var ki, sevilen için “Ah etme”nin de, için için yanmanın da edebi vardır
Kalabalık içinde kendini tutamayıp saç baş yolarak “Allah, Allah!” diye kendinden geçmek üzere olanı, arif bir zat şöyle uyarmış: “Yaş odun gibi çatırdama! Yanacaksan, sessizce yan ”
Ve sen…
Ve sen yine bir imtihana tabi tutulduğunda…
Yahut kalbin kasavet bağladığında…
Önünde açık bir kapı kalmadığında…
Öylece şaşkın, kala kaldığında…
O’na kaç… O’na sığın, O’nu an, bütün isimeriyle…
Biri sana anahtar olacak ve Rahman’ın kapısını açacaktır
O ki, “Allah, kuluna kâfi değil mi?” buyurdu
O’nu bulan, neyi kaybeder, O’nu kaybeden ne bulur?
Her şeyin Sahibine teslim ol, kurtul Dünya seni esir etmeden, sen onun hakiki Sahibine kul ol, kurban ol, kurtul…
O, zorluklardan sonra gelecek olan kolaylıkların da malikidir O’nunla arayı düzelten, yaratılmışların bütünüyle dost olur
O’nun bizi çağırdığı dostluk da DOST’u unutmamakla, hep anmakla, daima O’ndan razı olmakla bulunur
İşte zikir, bütün bu güzelliklerin yolunu açan kutsal anışın adıdır
VEHBİ VAKKASOĞLU
GÜLİSTAN DERGİSİ
|