Prof. Dr. Sinsi
|
Kehf Sûresi 17. Ayette; “Allah Kime Hidâyet Verirse Doğru Yolda Olan Odur; Kimi De Hidâyetten Mahrum Eder Şaşırtırsa, Artık İmkânı Yok, Ona Yol Gösterecek Bir Dost Bulamazsın.
Kehf Sûresi 17 ayette; “Allah kime hidâyet verirse doğru yolda olan odur; kimi de hidâyetten mahrum eder şaşırtırsa, artık imkânı yok, ona yol gösterecek bir dost bulamazsın Mumine Sitesi
Kehf Sûresi 17 ayette; “Allah kime hidâyet verirse doğru yolda olan odur; kimi de hidâyetten mahrum eder şaşırtırsa, artık imkânı yok, ona yol gösterecek bir dost bulamazsın ” deniliyor Burada Allah' ın insanı zorlaması sözkonusu mu ?
Yazar: M Fethullah Gülen 2006-02-04
Bu içerikle ilgili dosyalar:
Kehf Sûresi 17 ayette; “Allah kime hidâyet verirse doğru yolda olan odur; kimi de hidâyetten mahrum eder şaşırtırsa, artık imkânı yok, ona yol gösterecek bir dost bulamazsın ” deniliyor Burada Allah' ın insanı zorlaması sözkonusu mu ?
Bu soruda iki şık var: Birincisi Cenâb-ı Hak külli irâdesiyle nasıl diliyorsa, öyle mi oluyor; yoksa insan kendi iradesiyle mi yapıyor? Bu sorudaki âyet şöyledir: "Men yehdillâhu felâ mudille leh Ve men yudlil felâ hâdiye leh: AIlah (C C) bir kimseyi hidayete erdirirse kimse onu saptıramaz O kimi de, dalâlete iterse, kimse onu hidayete getiremez " Mânâ olarak, hidayet: Doğru yol, rüşd, Peygamberlerin gittiği istikâmetli olandır Dalâlet ise, sapıkların yolu; doğru yolu kaybetme ve istikametten ayrılma demektir
Dikkat edilirse, bunların her ikisi de birer iş, birer fiildir Ve insana ait yönü ile birer ufûle, birer fonksiyondur Bu îtibarla, bunların her ikisini de Allaha vermek gereklidir Arzettiğimiz gibi, her fiil Allah tarafından yaratılmaktadır Allah' ın tasarrufu dışında olan hiçbir fiil gösterilemez Dalâleti (yoldan çıkmayı), "Mudil" isminin gerekçesiyle yaratan, hidâyeti (doğru yola ulaşmayı), "Hâdi" isminin tecellisine bağlayan ancak Allah (C C)dir Evet, ikisini veren de Haktır
Ama, bu demek değildir ki; kulun hiçbir müdahalesi, alakası olmadan, Allah tarafından zorla yoldan çıkarılıyor veya hidâyete yani doğru yola sevk ediliyor da, o da ya dâll (sapık) veya râşid (dürüst) bir insan oluyor
Bu meseleyi kısaca şöyle anlamak da mümkündür Hidâyete ermede veya dalâlete düşmede, işlenen bir fiil ne kadarsa; meselâ: Bu iş on ton ağırlığında bir iş ise, bunun onda birini dahi insana vermek hatadır Hakiki mülk sahibi Allahtır ve o iş mutlaka mülk sahibine verilmelidir
Bunu bir örnekle izah edecek olursak: Allah hidayet eder ve hidayetinin vesileleri vardır Camiye gelmek, nasihat dinlemek, fikirlerini nurlandırmak, hidayetin birer yoludur Kurân-ı Kerimi dinlemek, mânâsını araştırıp derinliklerine nüfuz etmek de hidâyet yollarındandır Resûl-i Ekremin (S A V) huzuruna gitmek, ders verirken önünde oturmak, onu can kulağı ile dinlemek; veyahut, bir islam aliminin dersini dinlemek, onun cenneti andıran iklimine girmek, onun gönülden ifâde edilen sözlerine kulak vermek ve ondan gelen tecellîlere gönlünü ayna yapmak, hidâyet yollarından birer yoldur İnsan bu yollarla, hidâyete yakınlamış olur Evet, câmiye geliş küçük bir yakınlaşma olsa da, Allah (C C) camiye gelişi hidâyete vesile kılabilir Hidâyet eden Allahtır; fakat, bu hidâyete ermede Allahın kapısını, "kesb" ile yani istemek fiiliyle döven kuldur
İnsan, meyhâneye, puthâneye gider; böylece "Mudill" isminin kapısının tokmağına dokunmuş ve "Beni saptır" demiş olur Allah da isterse onu saptırır Ama dilerse engel çıkarır, saptırmaz Dikkat buyurulursa, insanın elinde o kadar cüzi bir şey vardır ki, bu ne o hidâyete ne de dalâlete hakiki sebep olacak mahiyette değildir
Şöyle bir misâl arz edeyim: Siz, Kurân-ı Kerimi ve vâz u nasihatı dinlediğiniz keza, ilmî bir eser okuduğunuz zaman, içiniz nûra gark olur Halbuki bir başkası minarenin gölgesinde ezân-ı Muhammediyi duyarken, vâz u nasihati işitirken, hatta en içten dualara kulak verirken rahatsız ve tedirgin olur da; "Bu çatlak sesler de ne?" diye ezanlar hakkında şikayette bulunur
Demek oluyor ki; hidâyet eden de, dalâleti veren de Allahtır (C C) Ama bir kimse delâletin yoluna girdiyse, Allah (C C) da, binde 999,9 ötesi kendisine ait işi yaratır; -tıpkı düğmeye dokunma gibi- sonra da insanı, dalâlete meyil ve arzusundan ötürü ya cezalandırır, veya afveder
|