Geri Git   ForumSinsi - 2006 Yılından Beri > Eğitim - Öğretim - Dersler - Genel Bilgiler > Eğitim & Öğretim > Tarih / Coğrafya

Yeni Konu Gönder Yanıtla
 
Konu Araçları
hediyenin, tarihcesi

Hediyenin Tarihçesi

Eski 07-26-2012   #1
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Hediyenin Tarihçesi



Yılbaşı kutlamalarına giden günler, ‘armağan’ ve ‘hediye’ sözcüklerinin en çok duyulduğu, hediye vermenin kitleselleştiği günlerdir Hediye verme kavramının Batı dünyasındaki, özellikle de Avrupa’daki gelişimine ve bu kavrama ilişkin yaklaşımın tarihine bir göz attığımızda, 1650’de kaleme alınmış bir metindeki şu satırlar hemen göze batar:


“Armağan vermek, aslında tam yeri gelmişken veriliyor gibi görünen, ama sunulmasında hiçbir yarar olmayan şeyler için kullanılır


Diğer bir deyişle, 17 Yüzyıl Avrupa’sında ‘armağan’, aslında ‘hoş’ ama ‘içi boş’ bir sunum olarak algılanır



Antik Çağ meraklısı Lyon’lu gezgin Jacob Spon (1647-1685), ‘Hediyelerin Kökenine Dair’ adlı kitabında, hediye verme geleneğinin Roma’nın ilk krallık dönemlerine rastladığını anlatır


Bu bilgiye Spon, Roma’nın çoktanrılı ‘resmî’ dininin Batı dünyasındaki son savunucularından Simmakus’un mektuplarında rastladığını belirtir

Simmakus’a göre, krallığın önde gelen yöneticilerine, bayram ve yılbaşı hediyesi niyetine, bir saygı nişanesi olarak, Sağlık Tanrıçası Strenia’nın ormanlarından toplanmış mine çiçeği dalları gönderilirdi Bu dallardan, bir bitki çayı yapılırdı

Latin dillerinde, bayram ya da yılbaşı hediyesi anlamına gelen ‘strenna’ ya da ‘étrenne’ sözcüğü de işte buradan gelir…

Sonra zamanla, dostlara tatlı ve hoş bir yıl dilemek adına, bu mine dallarının yanına incir, hurma ve bal da eklendi İmparatorluk dönemi Roma’sında, işler değişti; soylu tabaka ve seçkinler, atalarının bal çömleği yerine, içinden altın şıkırtıları gelen çömlekleri yeğlediler!

Ancak Roma Kilisesi’nin Batı’ya ve Doğu’ya hâkimiyeti, çoktanrılı dönemi anımsatan her şeyin yasaklanmasına ve bu arada, hediye verme geleneğinin de dışlanmasına yol açtı Fakat Hıristiyanlık da kendi geleneklerini yerleştirirken, hediyeler ve armağanlar da işin içine ‘sızdılar’…

18 Yüzyıl’ın Batı dünyasında, yani din baskısının azaldığı ve ‘Aydınlanma’ döneminin yaşandığı zamanlarda, armağan vermenin aynı zamanda bir ziyafet veya parti vermekle eş anlamlı olarak kullanıldığını görüyoruz Burada da yine bir keyif ve zevk kavramı söz konusudur


Tabii bu arada, doğum günleri, yıldönümleri, Noel ya da yılbaşı hediyeleri, artık neredeyse sosyal bir zorunluluk olarak kabul edilmektedir Ayrıca doğru zamanda verilmesi, alan kişide bir sevinç ve şükran duygusu uyandırması gibi, hediyenin gerçek anlamına uygun düşecek bazı kurallara uyulması da önemsenir artık…

Bir diğer kural da, verilmeden önce, hediyenin ne olduğunun söylenmemesi ve sürpriz olarak kalmasıdır Bu arada, hediyeyi verenle alanın konumlarının da birbirine uygun düşmesi önemsenir

Hediyenin parasal değerinin ne çok az ne de çok fazla olmaması da kişiler arasındaki ilişki dengesini bozmaması açısından, önem verilen bir konu haline gelir


Son olarak armağanın, verilen kişinin zevkine uygun olması, aynı zamanda veren kişinin buna olan ilgisini ifade etmesi makbuldü

Hediye verme, bir armağan sunma konularının belli kurallara, toplum tarafından gelen kabul gören alışkanlıklara bağlanması da 18 Yüzyıl’da yaygınlaşır

Bu dönemin Batı oünyasında, armağanlaşmak, artık beraber çalışan veya bir arada yaşayan çeşitli zümrelerden insanlar arasında, geleneksel bir ‘âdet’ halini alır Özellikle çocuklar, armağanların verildiği bayram ve yılbaşı gibi özel günleri, dört gözle beklemeye başlarlar…


19 Yüzyıl’ın ortalarına gelindiğinde, kuzeydeki bazı ülkelerde ve Fransa’nın doğusunda Noel armağanlarının, ‘Aziz Nikolas Günü’ armağanları ile aynı dönemde verilmeye başlandığı görülür

Patara doğumlu olan ve bugünkü adıyla ‘Derme’, antik ismiyle de ‘Myra’ kentinin piskoposluğunu yapan ‘Aziz Nikola’, aralarında, çocukların diriltilmesi de dahil olmak üzere, çeşitli mucizeler gerçekleştirmesiyle tanınmış kutsal bir Hıristiyan din adamı idi…

6 Aralık’ta kutlanan ‘Aziz Nikola Günü’, Kuzey ve Doğu Avrupa’da ‘çocukların günü’ olarak kabul edilir Tabii bu bölgelerin, Güney Batı Anadolu’nun koşullarından çok farklı olan kültürüne ve iklim şartlarına ‘uyum sağlayan’ Aziz Nikola böylece uzun, kırmızı paltosu ve Ren geyikleriyle, çocuklara hediyeler dağıtan ‘Noel Baba’ olmanın ilk adımlarını atar…

Kuzey Amerika’ya göç eden Hollandalı ve Alman göçmenler de, bu geleneği Kuzey Amerika’ya aktarırlar

Aslında, 1850’lerin Avrupa’sında sahneye giren ve 1930’larda yeni rolüne iyiden iyiye yerleşen Noel Baba’nın varlığı, çocuklara verilen Noel armağanlarının, yavaş yavaş eski dinî bağlantılardan kopmasına yol açar!

Bir çelişki gibi gözükse de, bu böyledir: Hz İsa’nın doğum gününün kutlandığı 24/25 Aralık günü ve Noel Haftası ile yılbaşının birleştirilmesi, ilginç bir sonuca yol açacaktır:


‘Noel Baba’ imajının Hıristiyanlık kisvesinden giderek sıyrılıp laik bir yılbaşı simgesi haline gelmesi süreci yaşanacaktır…

Hediye verme geleneğinin Batı dünyasındaki serüvenine göz atarken, Roma’nın ilk kralları döneminde bu anlayışın toplumda yayıldığını söylemiştik… Ama şu da bir gerçek ki, hediye ve armağan kavramının tarihçesi, sadece Roma ya da Ortaçağ ve sonrası Avrupa’sının kralları arasında değil, Doğu dünyasının şahları, padişahları ve sultanları arasında da kendine ilginç öyküler bulur

Bu öyküler arasında, dillere destan olmuş hediye serüvenleri vardır Örneğin bir Bizans imparatorunun Kurtuba kenti hâkimine gönderdiği kıymetli bir kitabın yanına, bir de çevirmen eklemesi ya da Harun Reşid’in Büyük Karl’a gönderdiği saat, bu tür hediye öykülerinin arasında, en çok öne çıkanlardır

Osmanlı tarihine bakarsak, imparatorluk döneminde, yakın ya uzak, ilişkide bulunulan ülkelere gönderilmekte olan hediyelerin değerinin, 17 Yüzyıl’da dikkat çekici bir artış gösterdiğini söylemek mümkündür

Ama elbette, bu armağanlara karşılık, ilişkide bulunulan ülkelerin hükümdarları da, İstanbul’a kendi hediyelerini gönderirlerdi…

Bu hediyeleşmelerde, armağanların cinsi, bize bugün, o dönemin kıymet ve zenginlik ölçüleri konusunda da fikirler verebilir…

1639’da, Hint hükümdarı Hurrem Şah’ın İstanbul’a gelen elçisi IV Murad’a, o dönemin kuruş hesabıyla, yüz elli bin kuruşluk bir mücevherli kemer ve fil kulağından yapılıp üzerine gergedan postu kaplanmış bir kalkan sunmuştu

1641’de Dersaadet’e gelen İran elçisi Sultan I İbrahim’e, birçok kıymetli hediyenin yanı sıra, mükemmel birkaç küheylân ve pek çok ipek halı getirmişti

1644’te gelip Saray’a kabul edilen Nemse elçisinin I İbrahim’e sunduğu hediyeler arasında ise, en çok dikkati çeken, gümüşten yapılmış ve özel bir mekanizmayla hareket ettirilen bir şadırvandı

Nemse elçisinin getirdiği hediyeler arasında, altın kakmalı 30 gümüş sahan, bir sini ve bir leğen-ibrik de göze çarpıyordu


1653’te IV Mehmet (Avcı) tarafından Hint hükümdarı Cihan Şah’a gönderilen hediyeler arasında, yirmi kadar cariye, zümrüt kabzalı bir hançer, pek mükemmel ve kıymetli bir at takımı yer alıyordu Bu arada, Cihan Şah’ın elçisine de, altı bin altın, bir kürk ve bir at verilmişti

Yine aynı yıl Cihan Şah, Osmanlı padişahının hediyelerine karşılık armağanlar göndermişti Bunlar arasında, bir elmaslı sorguç ve hançer ile, o zamanlar, toplam değeri üç yüz bin kuruş olarak tahmin edilen kıymetli hediyeler yer alıyordu

1656’da Hind hükümdarına elçi olarak gönderilen Muizade Efendi ile yollanmış hediyeler arasında, yekpare büyük zümrütlü bir sorgucun yanı sıra, altın ve mücevherlerle süslü koşumlarıyla beraber, dört küheylân vardı

1657’de İstanbul’a gelen İran elçisi ile gönderilen hediyeler arasında ise, altın ve mücevherle süslü olağanüstü koşumlara sahip iki küheylân da bulunuyordu

1657’de, yine IV Mehmed’e İran şahı tarafından, birçok armağanın yanı sıra, birkaç katar deve ile bir büyük fil gelmişti

1665’te Avusturya ile yapılan antlaşmadan sonra, Viyana’ya Kara Mehmet Ağa büyükelçi tayin edilince, Avusturya hükümdarına sunulmak üzere yanında götürdüğü hediyeler şunlar olmuştu:

Bir murassa sorguç, bir direkli çadır, yirmi seccade, beş acem halısı, yüz sarık, kırk hil’at, bir okka amber, on iki at, koşumları özel olarak yapılmış ve çok kıymetli iki at


1682’de yine IV Mehmed’e, Moskova elçisi vasıtasıyla, birçok hediyenin yanı sıra, tam 1198 samur kürkü sunulmuştu

II Mustafa padişah olduğunda (1695), İran şahı tarafından cülûs tebriki nedeniyle gelen elçinin yanındaki hediyeler, birkaç katar deve yükü idi

Bunlara karşılık olarak da, İstanbul’dan İran şahına, altın zincirli ve elmas, yakut, zümrüt ile bezeli koşumları olan birkaç safkan at; zümrüt ve elmaslarla işlenmiş özel bir topuz, altın ve mücevher bezeli bir hançer, elmaslı bir sorguç…

Gelelim Osmanlı’nın Tanzimat sonrası dönemlerine Kırım Savaşı’nın ardından, 1856’daki Paris Kongresi nedeniyle, Fransız devleti kongre delegelerine son derece kıymetli hediyeler verir

Osmanlı’nın kendini Avrupa’ya kabul edilmiş gören Bâbıâli yönetimi de, bu tür jestlerin gerisinde kalmak istemez: Kongrenin başkanı Valefski’nin eşine Bâbıâli yüz yirmi bin kuruş kıymetinde bir gerdanlık hediye eder

Fransa ikinci delegesi ile Fransız Dışişleri müsteşarının ve kongre başkâtibinin eşlerine de, yine Bâbıâli tarafından, beşer bin kuruş değerinde gerdanlıklar verilir


Avusturya Dışişleri Bakanı ile Fransa büyükelçisinin eşlerine, yine aynı vesileyle, yüzer bin kuruşluk gerdanlıklar hediye edilirken, İstanbul’daki Avusturya elçisinin eşine de, beş bin kuruşluk bir gerdanlık verilir…

Sultan Abdülaziz döneminin (1860-1876) ilginç bir hediye öyküsü de, padişahın Avrupa gezi sırasında yaşanır Abdülaziz Fransa’da, III Napolyon’un eşi İmparatoriçe Eugénie’ye, Saray’ın kuyumcubaşı Hoca Bogos’a yaptırılmış pırlantalı bir gerdanlık hediye eder Bu gerdanlığın o günkü değeri, yedi yüz elli bin kuruş olarak hesaplanır

II Abdülhamid döneminin dillere destan bir hediyesi de İngiliz büyükelçisi Lord Canning’in eşine padişahın ihsan ettiği murassa altın bilezik ile çiçek buketi biçimindeki iğnedir Bunların o günkü toplam değerinin yüz bin kuruş civarında olduğu rivayet edilir



alıntı

Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.