Prof. Dr. Sinsi
|
Bizans İmparatorluğunda Kırsal Yaşam
Bizans imparatorluğunda kent hayatı kadar kısal hayatta çok önemliydi Nitekim ülke ekonomisinde gelirlerin büyük bir kısmı tarım ve buna bağlı olarak gelişen sanayi kollarından alınan vergilerden oluşmaktaydı Fakat son yüzyıllarda yapılan savaşlar ve kaybedilen topraklarla birlikte Bizans köylüsüne karşı kendi aristokrat tabakasından ve yönetiminden yapılan baskılar kırsal hayatının çekilmez bir hale gelmesine sebep olmuştu
Nitekim köylü halk ya şehirlere doğru göç etmiş ya da Osmanlı devletine sığınmıştı İmparatorluk bu son dönemlerde köylülerin durumunu her ne kadar düzeltmek istemişse de aristokrat tabaka buna izin vermemişti Bu nedenle köylü tabaka son dönemlerde sürekli olarak güç kaybetmişti Bu koşullar altında Bizans imparatorluğunda kırsal yaşantıya bir bakarsak karşımıza çıkan ilk olgu köylülerin yaşamlarının daha çok aileleri ve kilisenin etrafında cereyan etmesidir Kilise rahipleri hem köylülerin dini inançlarını sağlam tutmaya çalışırken hem de çocuklara hesap, okuma ve yazma gibi dersler veriyorlardı Köylünün yaşamında mevsimlik zevklerde vardı Kilise kutlamaları, aile içi eğlenceler, düğünler ve bayramlar önemli eğlence zamanları idi Köy yakınlarında kurulan yıllık panayırlar ya da pazarlar önemli rağbet yerlerindendi Kırsal alanlarda sağlıklı kimselere tasasız birçok eğlence sunuluyordu Örneğin bağbozumu bayramlarında hemen hemen herkes sarhoş olurdu ve bugün bu şekilde geçirilirdi Son hasat kaldırıldıktan sonra bu olay içkiyle, gösterilerle, mim sanatçılarıyla, gezgin akrobatlarla kutlanılırdı 
Kırsal alanlarda giyim ve kuşam oldukça sadeydi İnsanlar bazen kolsuz olan, uzun tünikler giyerlerdi Evleri çoğunlukla dört köşe küçük odalardan biraz daha iyiydi Bazı çiftçiler daha iyi bir çalışma ile iki katlı evler de yapıyorlardı Bu evlerin birinci katı ahır, kümes ve kiler gibi işleri karşılamak için kullanılırken ikinci katı ise ailenin oturması için tasarlanmıştı İkinci kata dışarıdan yapılan bir merdivenle çıkılırdı Dağlık alanlarda bu evler taştan diğer yerlerde ise tuğladan yapılırdı Köyde çanak-çömlekçi ile tuğlacı aynı kişi iken, biraz daha büyük yerleşim yerlerinde bu iki işleri yapanlar ayrı kişilerdi Bu iki zanaatla beraber demircilik ve marangozculuk da köylülerin zanaatları arasında sayılırdı 
Selçuklu ve daha sonra Osmanlı hanedanı dönemlerinde Bizans’ın Anadolu’da fazla bir toprağı kalmamıştı Bu dönemde dahi hem Anadolu hem de Balkanlarda toprağı bulunan Bizans imparatorluğunda kırsal alanlarda yaşayan insanlar genelde büyük ve küçükbaş hayvancılıkla ve tarım ile uğraşmaktaydılar Yazları yüksek ve verimli ovalarda yaşarlarken kışları ise daha çok köylerinde geçirirlerdi Bu yaşam tarzları hemen hemen Türkler gibi olmakla beraber asla Türkler gibi tam ya da yarı göçebe olmamışlardır Bu sayede kırsal yaşam sahibi Bizans insanları çok sayıda at, eşek, katır, büyükbaş ve küçükbaş hayvanla birlikte domuz yetiştirirlerdi Bizans kontrolünde varlığını sürdüren az sayıdaki kentlerin ekonomisi artık tamamen toprağa dayalıydı Bu ekonomik faaliyetler ise Kostron denen çiftliklerde oturan beylerin elinde dönmekteydi Bizi bu bilgilere ulaştıran en önemli kaynakların başında praktikalar gelmektedir Nitekim praktikalar Bizans imparatorluğunda sosyal ve ekonomik hayatla ilgili en önemli kaynaklar konumundadır Çünkü praktikalar sayesinde önce hane veya hane reisi -ki bazı hallerde dul kadın da olabilirdi- yazılmaktadır Daha sonra hane reislerinin eşleri, erkek ve kız çocukları ile varsa ailedeki diğer akrabalar ayrı ayrı isimleri ile yazılmaktadır İkinci aşamada arazi, arazinin gelirleri, kalitesi ve kullanım sekli ile her koylunun elindeki arazi miktarı Zeugaria olarak (=cift) kayıtlıdır Diğer mal varlıkları ile toprak sahibine ödemekle yükümlü oldukları vergi ve harçlar da bu defterlerin altında kayıtlıdır Üçüncü olarak, bazı istisnalar dışında hemen bütün praktikalarda arazi ile beraber, köylünün sahip olduğu hayvanlar koyun, sığır, domuz vs cinsinden yazılmakta, varsa bağlar, bahçeler, meyve ağaçları, arı kovanları bazen de ev, tekne ve değirmen gelirleri de belirtilmektedir Her köyün veya manastırın arazisinin sonunda vergi ve harçların toplamı solidus üzerinden belirtilmektedir Burada hemen altını çizmeliyiz ki bütün bu detayları her praktikada bulmak imkânsızdır Özellikle XI yüzyılın sonları ve XII yüzyıla ait praktikada ve hatta geç dönemde XV yüzyılda yapılan birçok praktikada nüfus bu kadar ayrıntılı kaydedilmemiş; sadece hane reisleri ile yetinilmiştir 1300'lerde yapılan praktikonlarda nüfusla ilgili bu ayrıntı için tarihçi Thomadakis-Laiou bu dönemde Manastırlara yapılan geniş çaplı bağışları sebep göstermektedir Ona göre, arazi üzerindeki kadın, çocuk bütün nüfusu yaşları ile bilmek hem devlet hem de yeni toprak sahibi için önemli bir avantaj idi 
Köylüler için bir başka geçim kaynağı balıkçılıktı Balık tutmak hem eğlenceli hem de karlı bir işti Geceleri denizde balık tutanlar yapay ışık sayesinde bu işi yaparken, gündüzleri ağır ağlarla bu işi yaparlardı Köy halkı bu işi daha çok akarsularda ve göllerde yapardı Bu işinde tehlikeli yanları vardı Kırsal kesimlerde ise daha çok av ve tuzak kurmak üzere ustalaşmış köylüler; tavşan, kuş, tilki, vb gibi hayvanları avlarlardı Bunun için bir köpek ya da tahtadan yapılmış hayvan kullanıyorlardı Avcılığı her sınıftan insan severdi Büyük toprak beyleri iz sürücüler ve köpeklerle kırsal alanlarda düzenlenen av partilerine katılıyorlardı Genelde bir avda büyükbaş hayvan (ayı, domuz, aslan vb gibi), küçükbaş hayvan (tilki, samur, porsu, tavşan vb gibi) ve kanatlı hayvanlar (bıldırcın ve atmaca gibi) avlanırdı Büyük hayvan avlarında özellikle Hint köpekleri tercih edilirdi Küçükbaş hayvan avında ise koklama organları daha çok gelişmiş olduğu için Girit köpekleri kullanılırdı Profesyonel bir avcı sivri bir şapka ve kısa bir tünik giyerdi Bu avcı kırbaç, balta ve bir ağ ile birlikte ok ve yay taşırdı Kemerinde de bir bıçak olurdu Köylüler bu kadar iyi donanımlı değillerdi Ama birçoğu her zaman satışı mevcut olan ötücü kuşları yakalarlardı 
Usta bir polis gücü köylülerin mülkünü korumakla görevliydi Bu zor bir işti Bir yerden bir yere yolculuk etmek için yolculuk belgesi taşımak şarttı Bunun yanında aristokrat zengin tabaka (taşra sınıfı) XI yüzyıldan itibaren kendi yönetimine bağlı buluna yarı hür köylüleri yargılama hakkında sahip olmuştu Daha da ileri giderek haklarında ceza bile verebiliyorlardı Bu nedenle kırsal alanlarda bu polis gücünün pek bir değeri kalmamıştı
Kırsal alanlarda su kaynaklarına büyük önem verilirdi Uygun noktalarda açılan su kuyuları köylü kadınların toplandığı önemli yerlerden birisiydi Su, üstü açık kanallarla köylere akıtılırdı Çoğunlukla bir manastıra veya kiliseye bağlı olan rüzgâr veya su gücüyle ya da öküz ile eşek gücünden yaralanılarak çalıştırılan değirmenler genellikle kolay ulaşılabilecek noktalara inşa edilirdi Bu noktalarda kırsal alanlarda yaşayan insanların önemli buluşma merkezlerindendi
İmparatorluk ailesi ile birlikte birçok zengin kent insanı da kırsal alanda malikâne sahip oluyordu XIII yüzyıllarda Konstantinopolis’te yaşayan ve ileri bir devlet memuru olan Kekaumenos kırsal alanda yaşamayı çok sevdiğini ve bunu da “toprakta çalışmak, mısır yetiştirmek, hayvan ve üzüm yetiştirmek hayattır!” sözüyle açıklıyordu Dinlenmek için en uygun yerler olan kırsal kesimlerde ki bu zengin tabaka kendi işlerinin tamamını kontrolleri altında ki köylülere yaptırırlardı Yukarıda yazdığımız cümleye oldukça iyi teşkil edebilecek en iyi örnek yine bir Bizans tarihçisi olan Zacharios Van Linoenthall’in şu sözleridir: “Bizans şu son dönemlerinde neredeyse yok olmuştur Bu olay bir bakıma çöküşünü hazırlamıştır Büyük sıkıntılara düşen köylü nüfuzu son dönemlerde efendi değiştirmekten başka birşey beklememektedir Sefalete düşen ve varlarını yoklarını kaybeden köylüler efendilerinden korkacakları halde, efendilerine adeta ümit bağlar hele gelmişlerdir 
Son yüzyıllarda normal halkın yaşadığı kırsal alanlarda insanlar haklarını arayamayacak duruma düşmüşlerdi Halk normal yöntemlerle saraya şikâyetlerini bildiremedikleri için, haklarını aramak maksadıyla sürekli olarak isyan ediyorlardı Bu isyanlarda çoğunlukla imparatorun baştan inmesiyle sonuçlanıyordu Yönetim ve halk arasında ki bu uçuruma birde rahiplerin ve kilise mensuplarının karışması, kiliseye ola bağılılığın fazla olması, kilise ve yönetimin halkı sömürmesi ve Türklerle sürekli olarak savaş yapılması, aristokrat tabakanın köylü topraklarını sömürmesi halk ile yönetim arasında ki uçurumu artırmakla beraber kırsal alanlarda yaşmanın artık imkânsız hale gelmesine sebep olmuştur 
Kaynakça:
Tamara Talbot Rice; a g e , s 150
Tamara Talbot Rice; a g e , s 183
Tamara Talbot Rice; a g e , s 181–182
Tamara Talbot Rice; a g e , s 180
Donald M Nicol; Bizans’ın Son Yüzyılları 1261–1453, a g e , s 364
Kemal Çiçek; Osmanlılar'dan Önce Akdeniz Dünyası'nda Yapılan Tahrirler Tamara Talbot Rice; a g e , s 185–186
George Ostrogorsky; a g e , s 305
Tamara Talbot Rice; a g e , s 182
Tamara Talbot Rice; a g e , s 184
Yannis Kondatos; a g e , s 19
Tamara Talbot Rice; a g e , s 49
alıntı
|