Prof. Dr. Sinsi
|
Asya'da Demokrasiye Tepki
sanayi ve demokrasi devrimleri - asya halklarının batılılara karşı savunma önlemleri - asya imparatorluklarının güçten düşmelerinin nedeniSanayi ve demokrasi devrimleri kök salıp Avrupa uluslarının yapısını değiştirmeye başlayınca, Batı diplomatlarının, askerlerinin, tacirlerinin ve misyonerlerinin ellerindeki askeri, ekonomik ve düşünsel (entelektüel) güçlerde büyük artışlar görüldü Bu yolda ileriki gelişmeler açısından kritik döneme, Asya’nın büyük uygarlıklarından hiçbirinin Batılıların ülkelerine girmelerini geleneksel yöntemlerle engelleyemediklerinin anlaşıldığı 1850-1860 arasında ulaşıldı
Asya halklarının Batılılara karşı savunma önlemlerinin çöküşünün belirtisi olan olaylar hızla birbirini izledi Önce Çin’de, 1850′de Taiping ayaklanması patlak verdi Bu olay, düşünceleri bir dereceye kadar Hıristiyan misyonerlerle ilişkileri sonucunda biçimlenmiş kişilerin önderlik ettiği geniş bir köylü ayaklanmasıydı Bilindiği gibi, Taiping akımı içindeki Hıristiyan öğe zamanla, özellikle de Batılı güçlerin Çin imparatorluk hükümetine karşı ayaklananları destekleyemeyecekleri anlaşılınca azalıp silikleşti Fakat imparatorluk yetkilileri, on dört yıl süren ve Çin’in yarısından fazlasını etkileyen bu ayaklanmayı bastırma çabalarında, Batı türü silahlara ve yaşamsal önem taşıyan bu yeni araçlarla ilişkili olan diplomatlara, tacirlere ve misyonerlere eskisinden daha geniş bir etkinlik alanı vermek zorunda kaldılar
Bu koşullarda Çin’in, yabancıları haraca bağlanan barbarlar olarak gören geleneksel tutumu anlamını yitirdi Batılı serüvenciler, 1839-1841 Afyon Savaşı’ndan sonra yapılan antlaşmayla Batılılara açılan limanlara doldular Durup dinlenmeksizin Çinlilere makine yapımı mallar satarak servet edinmeye başladılar ve Konfüçyüsçü geleneğin yabancı tacirler için öngördüğü alçakgönüllülük rolünü oynamaya kesinlikle yanaşmadılar Çinli gözüyle bakacak olursak, hepsinden kötüsü bu türedi tacirlerin Çinli memurlarla hemen her tartışmalarında, sırtlarını Çin memurlarım geriletebilecek olan Batı silahlarına ve diplomatlarına dayayabildiklerini görürüz
Bu tutumları, Çin aydınlarına son derece ahlaksız ve haksız göründü Ne var ki, onlar da uzunca bir süredir Konfüçyüsçü düşünce ve davranış yollarını bırakarak dengeyi yeniden düzeltmeye bir türlü yanaşmıyorlardı Dolayısıyla Çin, Batı ile ilişkilerinde, yirminci yüzyılın ortalarına kadar zayıf ve etkisiz kaldı Bu durumun sorumlusu, Çin halkının gücünün ve erkinin sınırlılığından çok, Çin toplumunun önderlerinin ve yöneticilerinin, atalarını uzun süre başarıdan başarıya götürmüş olan yolları bırakmaya razı olmamalarıydı
Çin’in Batı baskılarına karşı koyamaması, Japonlar için ders alınacak bir örnek oldu Japon kıyı savunmaları iyi silahlanmış savaş gemileri karşısında yetersiz duruma düştüğü için, Japonya’nın 1638′den beri ısrarla uygulanan kabuğuna çekilme politikasını Batı’nın denizci devletlerine kabul ettirebilme olanakları ortadan kalkmıştı Bazı Japonlar bu gerçeği, Çin’in onurunun Afyon Savaşı’nda kırıldığı tarihlerden beri kavrayabilecek kadar sağlam düşünceliydi Bununla birlikte Japonların çoğu, bu duruma yalnızca yabancı düşmanı tutumlarını pekiştirerek tepki gösterdi
Sorun, Birleşik Devletler’in 1853′te Commodore Perry komutasındaki dört savaş gemisini Japonya’ya göndererek, Japon limanlarının ticaret ve San Francisco ile Şangay arasında işletilen gemilerin kömür alacakları uğrak limanları olarak kullanılma hakkının tanınmasını rica etmesiyle kritik bir noktaya vardı Tokugava şogan’ı, önce kararsız kaldı, sonra (1854′te) Birleşik Amerika’nın koşullarını kabul etti Bu kararıyla, arı kovanına çomak sokarak, Japon hükümetinin yabancıların isteklerine boyun eğip bağışlanmaz bir zayıflık gösterdiğini düşünen ve kurulu düzene karşı olan yurtsever önderler arasında büyük bir tepki yarattı Düzenden hoşnut olmayanların birçoğu, umutlarını İmparator’a bağlamıştı
Yabancıların donanmaları karşısında uğranılan yeni yenilgiler, Tokugava hükümetinin saygınlığını daha da azaltınca (1868′de) bir hükümet darbesiyle, imparator eski yetkesine ve saygınlığına kavuşturuldu Ne var ki olaylar, düzenleyicileriyle alay edercesine gelişti İmparator adına şogan hükümetini yıkanlar iktidara geçince, Batılılardan kurtulabilmenin tek yolunun, onların teknik ve siyasal sırlarının öğrenilmesi olduğu sonucuna vardılar
Bazı Japonlar, daha Commodore Perry’nin 1854′te Japonya’yı dünyaya “açmasından” önceki tarihlerde kendilerini bu göreve adamışlardı 1854′ten sonra ise, gittikçe artan sayıda yurtsever Japon, Batı uluslarını böylesine güçlü kılan becerileri ve bilgileri sistemli ve sağlam bir biçimde öğrenmeye başladı Böylece, ülkelerini savunmak için onu, bilinçli olarak devrimci değişikliklerinden geçirdiler
Japonların Batı üstünlüğüne karşı başlattıkları son derece güçlü ya da son derece başarılı olduğunu söyleyebileceğimiz tepki hareketini başka hiç bir ulus gösteremedi Özellikle üç büyük İslam devleti Osmanlı, İran ve Hindistan Mugal imparatorlukları, bu konuda etkili bir davranış ortaya koyamadılar Osmanlı Türklerinin Fransız ve İngiliz birlikleriyle omuz omuza savaşarak Ruslara karşı kazandıkları Kırım Savaşı (1854-1856) acı bir terslikle, Türklere Ruslar karşısında aldıkları yenilgilerden daha pahalıya patladı
Daha önceki yenilgilerde Sultan, bazı topraklarını yitirmiş, fakat elinde kalan topraklar üzerinde egemenliğini yitirmemişti Ama Kırım Savaşı sırasında ve sonrasında Türk hükümeti, Batılı diplomatların, geleneksel Osmanlı kurumlarında kendilerine umut verici görünen yönlerde “reform” yapmaları öğütlerine uymak zorunda kaldı İmparatorluğun sıradan İslam uyruklarının yanı sıra, Sultan ve vezirleri de, bazen hoşlanılmayan reformları baltalayabildiler; ama yalnızca İmparatorluğun Hıristiyan uyruklarına yarayacak gibi görünen ve her zaman İslam ilkelerini çiğneyen değişikliklere karşı, çoğu zaman surat asıp yakınmakla yetinmek zorunda kaldılar
Buna karşın Sultan, pek hoşlanmadığı Batı vesayetinden büsbütün ayrılamadı; çünkü İmparatorluğun varlığını sürdürebilmesinin büyük Avrupa devletlerinden birine bağlı olduğu ortadaydı Türklerin baş koruyucusu rolünü 1870′lere kadar Büyük Britanya oynadı; daha sonra (1890′larda) Almanlar, Sultan’ın desteğini beklediği koruyucu baş patron durumuna geldiler
Hindistan’daki Mugal İmparatorluğu’nun yazgısı, bir yabancı desteği olmadığında büyük bir İslam devletinin başına neler gelebileceğini gösterdi Türklerin Ruslar karşısında kazandıkları zaferin haberleri, 1857′de Hindistan’da İngilizlere hizmet eden Hintli askerlerin kulağına ulaştı Bu haberler, sepoy denen İngiliz ordusundaki Hintli askerler arasında, yabancı efendilerine karşı yaygın bir ayaklanma hareketinin başlamasına yardımcı oldu
Bazıları İslam, bazıları Hindu olan bu askerler, kısa bir süre için İngilizleri denize dökecek gibi göründüler; ne var ki, açık bir siyasal amaçları yoktu ve Hindistan halkını hiçbir zaman arkalarına alıp harekete geçiremediler Bunun üzerine İngiliz hükümeti, ayaklananları bastırmak için İngiltere’den destek güçler gönderebildi Daha sonra Parlamento, İngiltere’nin Hindistan’daki yasal aracı olan Doğu Hindistan Kumpanyası’nı aradan kaldırmaya karar verdi ve onun yerine, İngiltere’nin, Londra’daki kabine tarafından atanan bir Genel Vali eliyle yürütülen dolaysız yönetimini getirdi Hindistan Mugal İmparatorluğu’na gelince, onun da resmen sona erdiği ilan edildi Bununla, Hindistan üzerinde İslam yönetimi savlarının dayandığı temeller ortadan kaldırılmış oldu ve Hindu çoğunluğu İngiliz yönetici grubuyla karşı karşıya kaldı
İslamlar için İran’da durum bundan daha rahat değildi İngiltere’nin ve Rusya’nın adamları, bazen biri, bazen öteki bölgeyi istila etmek için silahlar ya da birlikler göndererek İran ve Afgan saraylarında birbiriyle yarıştı Yerel yöneticilerin ellerindeki hiçbir güç, onların bir yabancı patronun elinde çaresiz bir kukla rolü oynamaktan kurtulmalarına yetmedi
Kuşkusuz bütün bu Asya imparatorluklarının güçten düşmelerinin nedeni, yalnızca Batı’nın üstün gücüyle ve ekonomik baskısıyla açıklanamaz Hem Osmanlı hem Hindistan’ın Mugal hem Çin’in Mançu imparatorlukları, Batı baskısı her biri için yaşamsal bir önem taşıyan noktaya vardığı tarihlerde, geleneksel iç hastalıklarına yakalanmış durumdaydı Japonya’daki şogan’lık ise, ilk Tokugava yöneticilerinin keskinliğini yitirmiş, körelmeye başlamıştı Bu ülkelerde, hatta Hindistan’da bile hiçbir zaman pek fazla Batılı bulunmamıştı 1850′den sonra, toplarla donatılmış birkaç savaş gemisinin ya da Kazak bölüklerinin, ta uzaklardaki Avrupa hükümetlerinin istemlerini kolaylıkla dayatıp kabul ettirebilmeleri, yalnızca Batılıların güçlülüklerinin değil, aynı zamanda Asya devletlerinin iç zayıflıklarının da ürünüydü
Çin’in Mançularının, Hindistan’ın Mugal yöneticilerinin ve Osmanlı Türklerinin, uyruklarının çoğunun gözüne yabancılar olarak göründüklerini anımsamakta yarar var Bu konumları, ulusal ve kültürel grup duygularına seslenme yolunda herhangi bir girişimi, kurulu yetkeler için tehlikeli bir iş durumuna sokmuştu Böyle bir girişimde bulunmaları, kendileri de bir yabancı yönetim olduğundan, kendilerini tehlikeye atmalarından başka sonuç doğurmayacaktı Ne var ki, bir halk bütün olarak ancak bu yollarla Batılıların ülkelerine girmelerine karşı harekete geçirilebiliyordu
Bu nedenle Çin’in, Hindistan’ın ve Ortadoğu’nun imparatorluk rejimleri, Batılılara karşı etkili bir kitle direnişi yaratabilecek durumda değildi Japonya ve Afganistan gibi yöneticilerle halkın aynı ulustan oldukları ülkelerde, hatta Afganistan’daki gibi ulusal bağımsızlığın korunmasının maddi dayanaklarının pek güçlü olmadığı yerlerde bile, Batı baskısına karşı çok daha güçlü bir direnme hareketi görüldü
Çin’in çoğunu, Hindistan’ın ve Osmanlı İmparatorluğu’nun bazı bölgelerini sarsan ikinci bir sorun aşırı nüfus artışından doğdu 1650 dolaylarında, uygar dünyanın her yerinde köylülerin sayısı artmaya başladı ve bu artış, yıldan yıla hızlandı Birbirini izleyen kuşaklar boyunca tekrar tekrar bölünmek durumunda kalan tarlalar, eninde sonunda bir aileyi besleyemeyecek kadar küçük parçalara ayrılmış oldu Bu durumun yaratacağı normal sonuç, süreğen borçluluk ve yarı açlık idi Böyle koşullar, büyük bir İmparatorluğu bile çökertebilecek siyasal şiddet hareketlerine yol açabilirdi ve çoğu kez açtı da
Taiping ayaklanmasıyla Çin’in başına gelen buydu Bu geniş hareket, ancak milyonlarca insanın ölümüne varan bir yıkım getirerek gelişmesini tamamladıktan sonra, ayaklanmaya neden olan umutsuz koşullar ortadan kalkmaya başladı Çünkü yeterince sayıda kişi öldürüldükten ya da hastalıktan ve açlıktan öldükten sonradır ki, kalanlar geçimlerini sağlayacak genişlikte topraklar bulmayı umabildiler
Çin’in yıkıma uğrayan bölgelerinde, birbiri ardına böyle bir durumun doğduğu açıkça görülünce, ayaklanma şiddetini büyük ölçüde yitirdi ve imparatorluk rejiminin (1864′teki) zaferi çok kolaylaştı Benzen bir acımasız girişimi, Osmanlıların Avrupa topraklarının bazı bölgelerinde (özellikle Peloponnesos’da) görüldüğü söylenebilir Buralarda artan nüfusun baskısı ayaklanmalara yol açmış, ayaklanmaların acımasızca bastırılmasıyla nüfus, bu sürecin kendini bir kez daha yinelemesine kadar, bir kuşaklık bir süre için azalmıştır
Batı halklarının nüfusları da hızla arttı; ama çoğu Batı ülkesinde, sanayi devrimi tarafından yaratılan yeni iş olanakları ve Batı uluslarının elindeki yeni yerleşme bölgelerine yapılan göçler, nüfusta görülen bu sürekli artışı, bir zayıflık nedeni olmaktan çok, bir güçlülük kaynağı durumuna soktu Japonya dışındaki Asya toplulukları, nüfus artışını böyle bir tepkiyle karşılayamadılar Geleneksel zanaatlarla üretilen mallar, özellikle çeşitli dokumalar, Batının makine yapımı ürünleriyle rekabet edemediği için Asya kentleri de ekonomik bir bunalım içindeydi
Mülklerinden olmuş zanaatçı gruplarıyla dolan kentler ve kasabalar, aşırı kalabalıklaşmış köylerden gelen çok sayıda göçmene ekonomik bakımdan üretici bir etkinlik vererek onları içlerinde eritemediler Gene de kırsal bölgelerden gelen göçmenleri çekmeye devam ettiler Yoksulluğa düşmüş milyonlarca eski köylü, memleketlerinde geçim olanakları bulunmadığı için kasabalarda ve kentlerde toplandı Bunlar ya ölüp gittiler ya da bazen iş bulup bazen bulamayarak, marjinal hizmetler sunarak veya çalıp çırparak, acılı bir yaşam içinde zar zor geçinmeye çalıştılar Düzenli iş bulanların ellerine geçen ücretler çok yetersizdi Böylece geniş bir kentli yoksullar sınıfının tümü, düzenden hoşnutsuz, düş kırıklığına uğramış ve siyasal bakımdan patlamaya hazır bir kitle durumuna gelmeye başladı
Asya toplumlarının siyasal, toplumsal ve ekonomik zayıflıkları, Batılıların ülkelerindeki varlıklarıyla, ancak uzaktan ve dolaylı olarak ilişkiliydi Geleneksel toplumsal ilişkilerde çok büyük sarsıntılara yol açan nüfus artışı, bir olasılıkla, birbirine uzak yerler arasında gittikçe yoğunlaşan ulaşım sonucunda hastalıkların dağılımında ve özelliklerinde ortaya çıkan değişmelerin ürünüydü Uzak yerler arasındaki ulaşım ise, Avrupa gemiciliğinin onaltıncı yüzyılda okyanusları deniz ulaştırmacılığına açmasının bir sonucuydu Ayrıca Çin’in, Hindistan’ın ve Ortadoğu’nun siyasal yapıları, ağır topların yardımıyla, imparatorluk biçimini almıştı
Ağır toplar, merkezi hükümete, artık pekiştirilmiş surları arkasında kuşatmalara uzun süre dayanamayan yerel rakipleri karşısında, tarihte ilk kez kolay kazanılan bir üstünlük sağladı Gene ağır topçuluğun yayılması ve ilk dönemlerinde geçirdiği gelişmeler, Batılı kaşiflerin ve tacirlerin, 1500′lerden başlayarak açtıkları deniz ulaştırmacılığına çok şey borçluydu Belki de Asya’nın talihsizliği Mançu, Hindistan Mugal ve Osmanlı imparatorluklarının en parlak çağlarına ulaşmalarından sonra geçen iki ya da üç yüzyılın, bir bürokratik imparatorluk rejiminin hastalıklarının (yiyiciliğin, acımasızca vergilendirmenin, yinelenen işlemlerin verimsizleşmesinin ve üst kademelerde gereğinden fazla aptalca davranışların) tam da Batılıların Asya üzerindeki baskısının, sanayi ve demokrasi devrimleriyle yeni bir yoğunluk kazandığı sırada ortaya çıkmaya başlamasına yol açacak kadar uzun bir süre olmasıydı
Aynı biçimde Batı etkisinin, aslında çok yeni ve çok yüzeyde olması da dikkate değer bir olgudur Büyük Asya uygarlıklarından her birinin geleneksel siyasal ve askeri düzenlerinin, Batı’nın meydan okuyuşlarına karşı koyacak durumda olmadığının görülmeye başlandığı ondokuzuncu yüzyılın ortasından bu yana dört ya da beş kuşak geçti Batı’nın üstün duruma yükselişi, önceleri yalnızca az sayıda Asyalıyı doğrudan doğruya etkilemişti
Büyük köylü çoğunluğu, oldukça yakın tarihlere -Hindistan’da 1930′lara, Çin ‘de 1950′lere- kadar çok küçük değişikliklerle eski yaşam biçimini sürdürdü Japonya’da ve İslam devletleri arasında kırsal yaşamın geleneksel biçimleri, daha önceki tarihlerde yıkılmaya başlamıştı; ama, Asya’nın bir ucundan öteki ucuna uzanan topraklarda yaşayan insanların çoğunluğu, Batı yöntemlerinin etkisini son iki kuşak sırasında duydu Bu süre, milyonlarca insanı kapsayan toplumların yaşamlarının tarihinde çok kısa bir kesimdir Kültürlerin 1850′den beri çarpışmaları sonucunda, uzun sürecek kararlı ilişkilerin ya da kalıpların, şimdiden ortaya çıktığını düşünmek ahmaklık olur
alıntı
|