Prof. Dr. Sinsi
|
İlahi Aşk Ve Beşeri Fiziksellik...
Aşk, metafizik öğretide "sevgi yolu"na ait coşkunluğun adıdır; bu yolda kişi, irfana tümüyle bütünleşme ile yönelirken, kendinden geçmek (cazibe) suretiyle aşkın (transandantal) bir hüviyete bürünür
Bizim gördüğümüz kadarıyla bu noktada aşk, bir varıştan ziyade alelade bir vasıtadır, aynı "bilgi yolu"nda ilmin vasıta oluşu gibi Şu farkla ki; bilgi yolu ile marifet iradesi kendini bilinçlilikte gösterirken sevgi yolunda bu bilinçliliğin yerini saf bir bilinçsizlik ya da daha yakın bir ifade ile bilinçdışılık alır Bu fark kesinlikle kelimelerin güncel dildeki anlamları ile anlaşılmamalıdır fakat bilinçlilikle bilinçsizlik arasındaki fark, irade ve teslimiyet arasındaki kutuplulukla doğru orantılıdır denilebilir Şöyle ki marifet, salt sevgi ile ortaya çıkmadığı gibi salt bilgi ile de açıklanamaz; burada basit, beşeri arzu ve rasyonel bilgiden söz edilmediği ise ayrıca üzerinde durulması gerekli bir konu değildir
Her eşyanın olduğu gibi aşkın da kendine has, adi bir doğası vardır: Aşkın bu doğası katışıksız, saf olarak ele alındığında herhangi bir yöneliş ya da değerlenme içermez ve sadece kendini ortaya koyan mana alemi ile irtibatı açısından yüksek bir konumlanışa sahiptir
Aşkın bu yüksek konumlanışı beşeri boyutta farklı algılanışları ile açığa çıkmaktadır; seks bu yönüyle aşkın en düşük temsilidir ki beşeri olmaktan öte orijinal farkındalığını taşımadığı müddetçe hayvanidir
Burada seksin asla gayri meşru olduğu iddia edilmediği gibi aksine zikri kemalatı ile ilahi aşk mesabesinde görülmesi gerektiği ifade edilmektedir Bu mesabede bir değerlendirme aşkın metafizik bir olgu oluşu ve seksin ise bunun bir tezahürü olarak terennüm edişi gerçeğine dayanır Bu terennümün doğrudan doğruya ilahi birliğe -vahdete- ait kaidelerle aynı prensibe sahip oluşu onu açıkça meşru kılmaktadır Bununla birlikte zahitlerin sekse yaklaşımı ya da gayri meşru cinsel ilişkiler -zina, livata vs - ise ayrıca ele alınması gereken mevzulardır Zaten bu kaidelerle uyumsuzluk barındırması bakımından -zahitler kastedilmemektedir- meşrutiyetini yitirmiş bir cinsellik, şer'i hükümlerin tamamınca reddedilmiş ve ne salt metafizik kanunlar ne de sadece fiziksel olumsuzluklar kendi başına ele alınmaksızın tüm kaidelerin tek bir prensip çerçevesinde kıymetlendirilmesi yoluyla ölçüsüzlük olarak görülmüştür (Bu aşamada bu konuyu kapsamlıca ele alma niyetinde olmasak da şunu söylemeden edemeyeceğiz ki; cinsel dürtülerin insan bedeninde kendine fiziksel ve biyolojik olarak yol bulması doğal bir enerji akışı ile olmakla beraber genel olarak cinselliğin özgün doğasının dışına çıkmasına sebep olan temel enerji, insan psikolojisince üretilmektedir İnsan zihnini ve tabii psikolojisini yöneten egonun, insanın gelişim sürecinin başında aldığı etkilerin sonraki dönemlerde çeşitli psişik ve hissi yönlerden aykırı yönelişleri istismar ettiği -farklı bir söylemle- modern psikiyatrlarca da dile getirilmiş olması bir tesadüf olmasa da bu konunun Freudcu ekol tarafından kat'i bir beşeri temel olarak değerlendirilmesini kesinlikle doğru bulmamaktayız ) [1]
Cinselliğin de doğasına ait bu temel prensip açıktır ki varoluşun çift kutuplulukla tümel bir yapıya sahip olmasıdır Bu çift kutuplu yapı, yin ve yang'ın birbirini durmaksızın kovalaması gibi eril ve dişil birimlerin birbirini tamamlamaya dönük dairesine aittir [2] Malumdur ki bu daire aynı merkeze ait olmasına rağmen sürekli yükselen bir ivme içerisindedir Bu ise tekamülün sürekli ve daim olması ile alakalıdır Şer'i hükümler açısından hakikate bakmanın onu sadece gölgeleyeceğine dair daha evvel ilettiğimiz tespitler göz önüne alındığında günümüzde modern din terminolojisi ile sapkınlık olarak görülen bir çok temayülün, temelleri itibariyle sadece "ölçüsüzlük" olarak ele alınması gerekliliği de kolaylıkla gözlenebilecektir
Sadece cinsellik hakkında değil her konuda mevcut olan değerlendirme hatalarına yeri geldikçe işaret etmekte olsak da şu an için konumuz gereği aşk ve seks ile ilgili bir ölçüsüzlüğe işaret ettiğimiz anlaşılmıştır: mikro ve makro planda tüm varoluşla beraber insan üzerinde ortaya çıkan etkiler ve yaratılan tepkilerle gerçekleşen etkileşimler, niteliği ve niceliği belirlenemez bir genişlikte, uzayda yayılmakta olduğu için insanın algı ve değerlendirme merkezlerinin çok zaman bilinç ve irade dışı olarak tepkisellik ürettiği ve buna göre bir eylemlilik içinde olduğunu düşünmekteyiz İnsanın yaradılışına dair mukaddes ifadelerin tamamının ise ilk olarak bir "irade"den söz edişi -Allah'ın bilmek, bilinmek ve yaratmak muradı- gözününe alındığında bilinci ihata eden tüm kontrol mekanizması ve etkileşimlerin insanın ilahi doğasından kaynaklandığı ve tepkiselliklerinin ise beşeri doğasından kaynaklandığı kendini belli edecektir
Örneğin, her ne kadar Musa şeriatı "öfkelenmeyeceksin" derse de bilinçli bir öfke duygusu bize göre bilinçsiz bir merhamet duygusundan çok çok daha yücedir Nitekim Kur'an müminlerin birbirlerine karşı sevgi ve merhametini yüceltirken müşriklere karşı olan öfkelerini de yüceltmektedir Bu iki örnek incelendiğinde mühim noktanın, Allah'ın iradesi doğrultusunda bilinçli ve tevcih edilmiş bir öfkenin kudsiyetinin dillendirildiği görülecektir, çünkü "Vahid'ül Kahhar" olan O'dur
Doğrusu, açıktır ki beşeri doğa hakkındaki tüm meseleler iradenin temellerinde yükselmektedir Yani; nasıl ki belli ölçütlerde bir kimyasal sıvıya belli şartlar dahilinde belli bir kimyasal madde ilave edilince belli bir tepkisellik söz konusu oluyorsa insanın beşeri çekirdeğine -gerek fiziksel gerekse psişik yapısına- etki eden bir unsur da esasen belli neticeler yaratmaktadır Bu beşeri çekirdeğin ise irfani bakış haricinde çözümlenmesi mümkün değildir ki zaten bizim psikoloji adıyla meşhur sözde bilimi ciddiye almıyor oluşumuzun ve psikanaliz gibi bir tekniği ise temelden reddedişimizin sebebi budur İrfani bakış ise madeni, nebati, hayvani ya da tüm maddi varoluş gibi etki-tepki boyunduruğuna mahkum olmak yerine dışarıdan gelen her etkinin, içsel bir enerjinin dışa akmasından ve geri yansımasından ibaret oluşunun bilincinde olarak etkiyi iradenin kontrolünde görür [3] (İnsan haricindeki madde alemini basit bir otomat olarak değerlendirdiğimiz düşünülmesin; sadece insan dışındakilerin de aynı insan gibi kendi doğalarına has bir bilinçlilik ve buna bağlı olarak tekamül ettiği kanaatindeyiz Şu farkla ki insanın tekamülü için mevcut olan saha doğal olarak diğer eşyanınki gibi sınırlı ve belirli değildir )
Etki, bilinç, irade, tepki ve eyleme dair tüm bu ifade ettiklerimiz şu an için sadece ilahi aşk ve cinsellik ile irtibatlı kısa değinmelerden ibarettir Burada işaret etmeye çalıştığımız nokta insanın fiziksel ve biyolojik olarak sahip olduğu cinsel potansiyelin temelini araştırmaya dönüktür Bununla ilgili olarak ilk ifade ettiğimiz şey cinselliğin, ilahi aşkın fizik planda tezahür ediş biçimi olduğudur Metafizik alemin farklı planlarında mevcut olan arketipler malumdur ki somut biçimlenmelere sahip olmasalar da fizik planda belirli biçimler dahilinde ortaya çıkarlar ki bu yüzden tüm varoluş bir belirme, tezahürdür Doğal olarak tüm mevcudat gibi cinsellik de, aşk da bir tezahürdür ve bu tezahürat ilahi temellerin oluşturduğu yasa ve nedensellik çerçevesinde meydana gelmektedir
Aşkın ve seksin doğasına ait ilahi temel ise kemal sözcüğü ile aynı kökten gelen ikmaldir İkmal; sözlük anlamı ile bütünlemek, tamam etmek, mükemmelleştirmek demektir Öyle ki daha evvel de dile getirdiğimiz gibi insanın varoluş amacı olan -ve yine aynı kökten (k-m-l) gelen- tekamülün de tek vasıtası yine ikmaldir
Bizim ikmalden anladığımız asla "eksik olan bir parçayı tamamlamak ya da işlevsiz olarak görüleni daha fonksiyonel hale getirmek" değildir, ki bu bakış nesnel bir dünya algılamasının ve materyalist felsefenin ürünü olan "ilerlemecilik" düşüncesine ait yanlış bir bakıştır Öyle ki bugün modern dünyanın içinde bulunduğu manevi, psikolojik, sosyal ya da ekolojik tüm sorunların kaynağı yine bu bakıştır
Aksine biz ikmali tanımlarken onu büyük yasanın dinamosu olarak görür ve büyük planın temel vasıtası sayarız Yani ikmal amaç olan tekamül için gerekli olan araçtır Bununla birlikte ikmal ile kastedilen bütünleme ya da tamamlama ifadelerinin anlamı eksik olarak görülen hususun yerini başka bir şey ile doldurmaktan ötede, söz konusu eksikliğin büyük planla uyumlu farklı bir planın parçası olduğunu idrak edebilmektir, bütünü görebilmektir Bunun ise metodu fena-i mutlak diye anılan yüksek bakıştır
Bu yüksek bakış ile aşkın ve seksin, ilahi bütünlüğü, birliği temsil eden birer emsal olduğu idrak edilebilecektir Vahdaniyetin kişi tarafından tahakkuku için fizik alemde vasıta olan aşk, beşeri doğa ile hayvani doğanın arasında ortaya çıkmakla birlikte seks ile kişinin fizikselliği üzerinde ikmal için gerekli tüm etkileri de yaratabilmektedir Bu yaratım vasıtası ile de kişide evvela psişik etkiler ortaya çıkmakta ve beşeri doğanın ilahi olana ilk teveccühünün işareti olan beşeri aşk oluşmaktadır [4]
Cinselliğin doğası gereği birey tekliğini yansıtacağı, bilgideki "bilen-bilinen" ikiliği ile eşgüdümlü olan "eril-dişil" ikiliği ile bir kutupluluk yönelişindedir Bu yöneliş fiziksel olgunlukla beraber ilk önce psişik olarak ortaya çıkar ki bu irade ile olur İlahi iradenin bilmeye olan yönelişi gibi beşeri irade de ilahi iradenin kemalatına erişmek için ikmale yönelir Bunun vasıtası da doğal olarak beşeri fizikselliktir Öyle ki bu iradeyi kendinde gören ego bile kişinin yaşadığı doyum anında bir soyutlanma içinde kaybolur ve gerçekte bu noktada ortaya çıkan bir hazdan ziyade ego için acıdan ibarettir: birey kişiselliğini yitirmiş ve bütünlüğün içinde anlık bir varoluşsuzluk ile yok edilmiştir
Es'Semavi
Mayıs2007
Dipnotlar:
[1]: Örneğin "Psikanaliz'e Giriş" eserinde Freud'un erkek çocuklar için 1-4 yaş döneminde dışkı ihtiyacı sırasında ortaya çıkabilecek bir anal zevki ergenlik sonrası eşcinsel yönelişlere bağlaması bu sapkın bakışın bir ürünüdür Bunun tümden bir hata barındırdığını ileri sürmesek de psikoloji ve egonun konumlanışına dair bu tek boyutlu perspektifin bir çok hata barındırdığı ortadadır
[2]: Ezoterik sembolizmde erkek (Baba) ilahiliğin, semanın ve iradenin bir sembolü, kadın (Anne) ise dünyeviliğin, arzın, ilmin bir sembolüdür Bu ise ayrı bir yazı konusu  
[3]Daha evvel kaleme aldığımız "El-Musavvir'i Görmek" başlıklı yazımız incelenirse orada idealist felsefenin hatalarını tekrar etmeden ezoterik doktrine göre irade-bilinç-kudret merkezinden alemin varoluşunu insanın yüksek benliğinde algılayışımız dikkat çekecektir
[4]: Bu yazının sonunda yer alan "Yazıya Ek" başlıklı kısa notta Fars edebiyatının ünlü eseri "Leyla ve Mecnun"a dair çözümleme bu noktanın anlaşılır olması için ilave edilmiştir
YAZIYA EK:
İlahi aşkın beşeri fiziksellik ile olan irtibatına ilaveten son olarak kısa bir çözümleme yapmak isteriz
Doğu'nun en eski hikayelerinden olan Leyla ve Mecnun'a kısaca değineceğiz:
Hikayenin esas kaynağı belirsiz olsa da Fars edebiyatı içerisinde özellikle Fuzuli'nin keskin üslubu ile derinleşmiş olarak bugüne ulaşan bu hikayede herkesçe malum olan bir aşk hikayesinin yanı sıra derin de bir alegori vardır
Bu alegori evvela hikayenin kahramanlarının taşıdıkları isimlerle başlar
Osmanlı şiir sanatı içerisinde Divan edebiyatına yerleşmiş birer kalıp olarak sonradan gerek Leyla ismi gerekse de Mecnun lakabı sık sık kullanılmış ve kara sevdanın birer mecazlaması olarak kalmışlardır
Leyla ismi farklı çekimlerle anlamlandırılabilse de esas olarak sıradan gecelerden çok daha karanlık olan gecelere verilen bir addır Kelimenin kökü leyl'dir ki bu Arapça'da "gece" manasına gelir Leyla ismi ise bu yönüyle sembolik bir isimdir; karanlık gece yani her şeyin varlığını örten
Bununla birlikte Kur'an'da Leyl isimli de bir sure vardır ki bu sure geceye yemin ile ve sonrasında gündüze yemin ile başlayarak çeşitli zıtlıkları dile getirir ve insanın mala yani dünyaya karşı olan bağlılık ve feragatına değinir
Leyla ismi, en karanlık geceyi; insanın (Kasım'ın) dünya hayatı içinde yaşadığı belirsizlik ve boşluğa işarettir Kişinin beşeri aşk ile bağlandığı başka bir kişinin kimliğinde, dünyanın netlik taşımayan kararsız karanlığında boğuluşunun, yanışının ifadesidir
Zaten hikayede Kasım bu aşkın bedelini ödemeye hazır olmadığı için çöle yani sessizliğe kaçmaktan başka bir yol bulamaz
Mecnun ismi ise bir yakıştırmadır; Leyla'ya olan aşkından ötürü bireyselliğini ve dünyevi arayışlarını terk eden Kasım'a lakap olarak verilmiştir Mecnun can'dan gelir ve kelime anlamı canana, sevgiliye tutulmuş, başka bir düşüncesi olmayan demektir Bir yönüyle delidir
Söz konusu hikayede Kasım, Leyla'ya olan aşkının coşkusuyla çeşitli tahditlerle karşılaşması üzerine çöle sığınır Burada edebi olarak her noktaya ayrıca değinmeyeceğiz ama çöl, alegorik olarak Tasavvuf Edebiyatında da çok kullanılmış bir sembol olduğu için önemlidir
Çöl; her şeyin durduğu, sessizliğin, yalnızlığın ve bedenin acı ile terbiyeye zorlandığı noktadır Yer ve gök açık bir biçimde birbirinden ayrılmış ve kişinin gözü önüne serilmiştir
Bu nokta gerçekte her bilincin dünyevilikten sıyrılarak ulaştığı noktadır Bu nokta tekamül için ortaya çıkan sıçrama noktasıdır İnsan için oyalanacak, meşgul olunacak bir nesnenin kalmadığı yerdir
Kişi burada mecnun olur ve beşeri aşkın sıradanlığından sıyrılarak hakiki aşkı fark edip O'na yönelir Nitekim Mecnun da çölde bu aşkı tattığı vakit dünyasallık ona Leyla libasında geri gelir ve Mecnun artık gerçek aşkı tatmanın sarhoşluğu ile "Sen benim Leyla'm isen, bu bendeki Leyla kim?" diye sorar 
|