Geri Git   ForumSinsi - 2006 Yılından Beri > Eğitim - Öğretim - Dersler - Genel Bilgiler > Psikoloji / Sosyoloji / Felsefe

Yeni Konu Gönder Yanıtla
 
Konu Araçları
arkhe, doğa, felsefesiilk, fizikçiler

Arkhe Ve Doğa Felsefesi(İlk Fizikçiler)

Eski 07-22-2012   #1
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Arkhe Ve Doğa Felsefesi(İlk Fizikçiler)



Dinsel düşünceden kendini sıyırarak bilimsel bir niteliğe dönüşen ilk düşünce anlamındaki felsefe, İÖ Vi’üncü yüzyılda, antikçağ Yunanlılarının Miletos (İzmir’in güneyinde Balat köyü) kentinde başlamıştır
Antikçağ Yunan düşüncesinin ilk üç düşünürü Thales, Anaksimandros, Anaksimenes Milet’lidir

Milet okulu’na, Efes’li Herakleitos’u da kapsayarak, İyonya okulu (Os Medrese-i Yunaniyye, Fr Ecole Ionique) da denir Bakışlarını din’den ayırıp doğa’ya çeviren ilk düşünürler bunlardır Milet’lilerin başlıca ayırıcı nitelikleri fizikçi, kendiliğinden özdekçi ve diyalektikçi oluşlarıdır

Evrendeki her şeyin kendisinden yapılmış olduğu ilk neden ya da ilk özdek (Yu Arkhe) olarak ilerisürdükleri su, hava vb gibi özdekleri de canlı olarak düşünmüşlerdir; çünkü bu özdekler yaratıcıdır ve bütün varlıklar bu ilk özdeklerden oluşmuştur Bu yüzden Milet okulu’nun düşünsel tutumuna canlı özdekçilik denir Milet’liler, Aristoteles’in anlatımıyla bilinmektedir (Aristoteles, Metafizik, a 3, 983, b 6-11, 10)

Onların karşılık aradıkları bütün nesnelerin yapılmış olduğu ilk özdek nedir? sorusu da Aristoteles tarafından ortaya konulmuştur Bu soru, bir açıdan fiziğin başlangıcı olduğu kadar bir başka açıdan da metafiziğin başlangıcı sayılabilir Çünkü çeşitli dönüşümlere uğrayarak evrensel nesneleri meydana getiren ve böylece sürekli olarak devinen ilk özdeğin kendiliğinden değişmediğini ve neyse o kaldığını düşündürmektedir Nitekim, çok geçmeden, ilk neden nedir? sorusunu oluş nedir? sorusu izlemiş ve İyonya’lıların değişirlik felsefesi, karşısında, Elea’lıların değişmezlik felsefesi’ni bulmuştur

Milet’lilerin varsayımlarını, daha önce gelişmiş, özellikle Mısır ve Babil, bilgileri üstüne kurdukları kesindir Ne var ki onlar, büyük bir düşünsel aşama olarak, pratik çalışma’yı kuramsal çalışma’ya dönüştürmüşlerdir

Felsefenin ilk kurucuları sayılmaları da bu yüzdendir İlk filozof Thales, antikçağ Yunanlılarının pratikte işe yarar özdeyişler ilerisürmüş bulunan Yedi Bilge’sinden biriydi
Thales "ilk neden su’dur" demekle pratik yarar düşüncesinden kuramsal bilgi düşüncesine ilk sıçrayan kişi olarak önem kazanmıştır Bu sıçrama, bilimsel uğraşının ilk adımı olarak nitelenir Aristoteles şöyle der:

"Felsefeyle ilk uğraşanlar, bütün nesnelerin ilk temel (Arkhe)’inin özdek olduğunu sanıyorlardı Kendisinden, varolan bütün şeylerin çıktığı ve o ilikten meydana geldiği ve yok olarak ona döndüğü şeye temel varlık olduğu gibi kalıyor, yalnız durumları değişiyor öğe diyor, bunun var olanların ilk başlangıcı olduğunu söylüyor ve bundan ötürü, bu biçimdeki varlaşma olduğu gibi kaldığından, hiçbir şeyin meydana gelmediğini ve hiçbir şeyin de yok olmadığını düşünüyorlardı
[img]images/imported/2011/03/thales1-1jpg[/img]
Bu türlü felsefenin asıl başı olan Thales, bunun su olduğunu söylüyor Bu düşünceye, belki de, bütün varlıkların besinlerinin nemli olduğunu ve sıcağın da bu nemden çıktığını ve onunla yaşadığını görerek varmıştır, bir de bütün nesnelerin tohumlarının yaratılışının nemli olmasından İlk temelse kendisinden her şeyin meydana geldiği şeydir Su ise nemli şeylerin ilk temelidir Ondan çok daha eskiler de tanrısal bir düşünceyle doğa üstüne böylesine düşünceler yürütmüşlerdir Okeanos’la Tethys’i meydana belişin babası ve anası tanrıların and’ını da kendilerinin Stkys adını verdikleri su yapıyorlardı En saygıdeğer şey en eski olan şeydir, and da en saygıdeğer şeydir"

Thales’in yaşadığı çağda Miletos kenti, önemli toplumsal ve ekonomik gelişmeler içindeydi Tarihçi Rostovtzeff, bu kentte, önce halkın egemen olup soylu kişileri öldürdüğünü, sonra da soyluların egemen olarak halktan olanları diri diri yaktıklarını anlatır (Eski Dünyanın Tarihi, c I, s 204) Bu yüzden yoksullar ve yoksul insanların uğraşısı sanılan felsefe de küçümseniyordu Aristoteles’in Politeia adlı yapıtında anlattığına göre Thales bu kanıyı da değiştirmiş ve astronomi bilgisiyle bol zeytin ürünü alınacağını bir yıl önceden hesaplayarak zeytinlikleri ucuza kapatıp zengin olmuştur Aristoteles şöyle der:
"Thales, böylece, dünyaya, filozofların isterlerse zengin olabileceklerini, ama tutkularının başka türden olması nedeniyle yoksulluğu yeğlediklerini de göstermiştir"
Thales, sudan ve denizden, ondan çıkan bütün canlılıkla birlikte denizsel bir enginlik ve sonsuzluğu da anlıyordu

Kendisini izleyen Anaksimandros, Thales’in ilk nedeni su’yun yerine, sonsuz ve sınırsız (Yu-Aperion)’lığı koyarken bu düşünceden esinlenmiş olmalıdır Anaksimandros, bu deyimiyle, göğün sınırları içinde bulunan evrenin karşıtı olarak sınırsız’lığı ortaya koymuştu (Diels, Doxagraphi Graeci, 376, 3-6) Anaksimandros’un bu varsayımı da, kendisini izleyecek olan Anaksimenes’in, bu sınırsızlık içinde, evrenlerin çokluğu varsayımını etkilemiş olmalıdır Anaksimenes’in üçüncü ilk neden varsayımı olarak ilerisürdüğü hava (Yu Aer, pneuma, psykhe) da bu sınırsızlığı ve sonsuzluğu kapsar Anaksimenes, salt sınırsızlık’ın nesnelerin varlaşmasını açıklayamayacağını düşünmüştür Ona göre bu sınırsız özdek, seyrekleşip yoğunlaşmasıyla, nesneleri varlaştıran hava olmalıdır Daha sonra Hippias ve Diogenes gibi düşünürler de yetiştirecek olan Milet okulu’nun, özellikle Thales’in, büyük önemi, insan düşüncesine yol göstermiş olmasıdır

Milet’li fizikçi-düşünürlerin üçüncüsü olan Anaksimenes’e göre hava, seyrekleşerek ateşi ve yoğunlaşarak yeli, bulutu, suyu, toprağı ve taşları meydana getirir Fransız metafizikçi ve felsefe tarihçisi Emile Brehier, ünlü Felsefe Tarihi’nde şöyle der (MEB yayını, İstanbul 1969, Miraç Katırcıoğlu çevirisi, c I, fasikül I, s 30-5):

"Nesnelerin yapılmış olduğu madde nedir? Bu soruyu soran Aristoteles’tir Kendilerinde çözümleri aranan meselelerle Milet’lilerin uğraşmış olduklarına dair hiçbir kanıtımız yoktur Onun için bütün nesnelerin ilkesinin Thales’e göre su, Anaksimandros’a göre sonsuz, Anaksimenes’e göre hava olduğu bize öğretilince bu formülleri madde meselesine bir karşılık sanmaktan sakınmalıyız Bunların anlamını kavramak için, elden gelirse, onların gerçekte hangi meselelerle uğraşmış olduklarını araştırmamız gerekir

[img]images/imported/2011/03/800pxThales_theorem_5svgpng-1jpg[/img]thales teoremi
Anlaşıldığına göre, onların uğraşmış olduğu meselelerin başında bilim tekniği meselesi geliyordu Bunlar, her şeyden önce, meteorların ya da astronomi olaylarının mahiyet ve nedenini, yerdepremleri, yeller, yağmurlar, şimşekler, ay ve güneş tutulmaları gibi olayları ilgilendiren meseleler ve aynı zamanda da yeryüzünün biçimi ve dünyadaki hayatın kaynakları üzerindeki genel meselelerdir Bu bilim tekniklerinden bizim Milet’liler, Yunan ülkelerinde yalnız, Mezopotamya ve eski Mısır medeniyetlerinin kendilerine iletmiş oldukları şeyi yapıyorlardı
Babilonya’lılar gibi gözlemleyen kimselerdi Bundan başka kendi kadastroları için şehirlerin ve kanalların planlarını yaparlardı ve hatta dünyanın haritasını çizmek işine bile girişmişlerdi:

İkinci olarak mekanik sanatlarla uğraşıyorlardı İnsanın üstünlüğünü onun teknik başarılarında görürlerdi Bu görüş en iyi dilegetirilişini İyonya’lı Anaksagoras’ta bulur, ona göre insan, elleri olduğu için hayvanların en akıllısıdır, çünkü el temel alet olup aletlerin ilk örneğidir

Milet’lilerin orijinalliği, göğü ve meteorları anlamak için kullandıkları birtakım teşbihleri seçme tarzlarındadır gibi görünmektedir Bu teşbihlerde efsanelerin garabetinden hiçbir şey yoktur, bunlar ya kendi zenaatlarından ya da doğrudan doğruya yapılan gözlemlerden alınmıştır
Bu gözlemlerinden biri de özellikle gemicilikle uğraşan Milet’liler için kara ve deniz fırtınalarının gözlenmesiydi Ortalık sessizlik içindeyken az sonra çıkıverecek olan fırtınanın habercisi olan bir şimşekle birdenbire yırtılıveren kalın ve kara bulutların peydahlandığı görülmekteydi
[img]images/imported/2011/03/anaximandros-1jpg[/img]
Anaksimandros bunları açıklamaya uğraşırken bulutla tıkalı kalan yelin kendi şiddetiyle bulutu parçaladığını ve şimşekle gökgürültüsünün de bu ani parçalanışla bir arada belirdiğini görüyordu İmdi Anaksimandros doğayı ve yıldızların oluşumunu fırtınalarla kıyaslayarak düşünür Anaksimandros’un gök hakkında vardığı düşünceyi elde, etmek için, kalın bulutlar kını yerine yoğunlaşmış ve saydamsız bir hava kılıfını (çünkü ona göre hava birtakım buğulardan başka bir şey değildir), iç ve yel yerine ateşi, kılıftaki yırtıklar yerine de ateşin fırlamasına yolveren bir çeşit soluk yerleri ya da soluk alma boruları koymak yeter Bu kılıfların daire biçiminde oldukları ve bir arabanın dingil boşluğu etrafındaki tekerlek ispitleri gibi dünyanın etrafına yerleştirilmiş bulundukları farzedilirse, yıldızlar bizim için artık sadece bu soluk alma yerlerinden çıkan iç ateşin bir kısmından ibaret olur Bu soluk alma yerlerinin aynı anda hep birden kapanmasıyla ay tutulmaları ve safhaları açıklanmış demektir


Anaksimandros daire biçimindeki bu kılıflardan döner olanlarının üç tane olduğunu kabul ediyordu Ona göre yeryüzünden en uzakta, güneşle ayın yalnız bir tek soluk alma borusu olan birer kılıfları, sabit yıldızlarınsa (belki de samanyolunun) birçok soluk alma yerleri bulunan sadece bir kılıfı vardır Bu gibi benzetişler, kozmogoni meselesini yeni bir biçimde formülleştirmeye olanak sağlar Göğün oluşması, bir fırtınanın oluşmasından temelde hiç de farklı değildir Kabuk ağacı nasıl sararsa, ilk zamanlarda dünyayı çevirmiş olan ateşin de parçalanarak daire biçiminde üç tane halkanın içine öylece dağılmış olduğunu bilmek söz konusudur:


İmdi Anaksimandros’a göre söz konusu olan neden’in muhakkak ki yağmurların, fırtınaların ve yellerin başlangıcındaki nedenden ibaret bulunduğu sanılır Bir ateş küresini parçalayan ve onu halkalarla kılıflayan deniz üzerinde peydahlanan birtakım buğu’lardır Milet fiziğindeki başlıca olay muhakkak ki ısının etkisiyle deniz suxyunun buğulanmasıdı Bu buğulanmanın ürünleri (yeller, bulutlar vb) eski Yunan’da akıl bakımından diriltici özellikleri bulunan şeyler diye gözönünde tutulurdu
Demek oluyor ki Anaksimandros, canlı varlıkların güneşin ısısıyla buğulanan nemlilikte (rutubette) doğduklarını kabul ederken, sadece, pek eski bir görüşü izlemiş oluyordu

Bütün bunlar bize, Milet öğretisinin merkezi olarak Aristoteles’in ileri sürdüğü ilk töz’ün anlamını açıklamamıza olanak sağlayabilir Thales, dünyanın çıkmış bulunduğu şeyin su olduğunu söylemekle, varlıkların maddesini değil, ancak son derece yaygın kozmogoni konusunu yenibaştan ortaya koymuş oluyor

Milet düşünüşünün gelişmesine bakılırsa, şüphesiz ki bu sudan, denizden ortaya çıkan bütün hayat ile birlikte denizin engin’liği gibi bir şey anlamak gerekir
Anaksimandros’u Thales’in su’yu yerine kendisinin sonsuz dediği şeyi koymaya sevkeden şey neydi? Öyle görünüyor ki Anaksimandros’un sonsuz’u büyüklük bakımından engin bir sınırsız’lıktır

Anaksimenes, hava’yı ilke olarak almakla Anaksimandros’tan uzaklaşmaz

Hava deyimi, ancak sonsuz’un mahiyetini açıklar Bu, sınırları bulunmayan bir hava’dır, Anaksimandros’un ölümsüz bir hareketle dirilmiş olan sonsuz’u gibidir Öyle anlaşılıyor ki Anaksimenes bu hareketin, eşyanın kaynağını açığa vurabileceğine inanmış değildir Bir kalbura verilen hareket gibi, bir kaynaşma hareketi de karmaşık şeyleri birbirinden pekala ayırabilir ama, onları meydana getiremez Demek oluyor ki Anaksimenes bu ölümsüz hareketin üzerine eşyanın kaynağı hakkında bir başka yorum getirip koymuştur Hava seyrekleşmesiyle ateşin ve yoğunlaşmasıyla da yelin, bulutun, suyun ve en sonunda da toprağın ve taşların oluşmasına yol açıyor"

Antikçağ Yunanlılarının ilk düşünceleri özdekçi bir yapıdadır
Thales’in su’yu, Anaksimandros’un belirsiz ve sınırsız’ı, Anaksimenes’in soluk-hava’sı, Herakleitos’un ateş’i, hatta Anaksagoras’ın nus’u hep özdektir
Ruh kavramını hafiften kurcalayanlar bile özdeği yadsımaya cesaret edememişlerdir Bu kurcalayıcıların ilki Anaksimenes, ikincisi de Anaksagoras’tır Ne var ki Platon’a gelinceye kadar ruh özdeklikten kurtulamayacaktır

Tam bu sırada iki büyük Abdera’lı, Leukippos’la Demokritos, özdeğe gerçek bir temel buluyorlar Atomcu özdekçilik onların eliyle sağlamca kurulacak ve günümüze kadar etkisini sürdürecektir

İÖ V yüzyıldayız Sokrates Platon, Aenesidemos-Pyrrhon öğretileri gibi birbirine karışmış ve birbirinden ayrılamayan öğretileriyle Leukippos-Demokritos, atomos (bölünemeyen) kavramını ortaya atıyorlar
[img]images/imported/2011/03/demokritos_2-1jpg[/img]
Özdek artık su, hava, ateş vb gibi belli bir nesneye takılıp kalmaktan kurtulmuş; oysa atom adı altında hepsinde ortak olan bir temelde genelleşmiştir
Onlara göre atom, özdeğin artık bölünemeyen en küçük parçasıdır Evrende her şey, tanrılar bile, atomlardan yapılmışlardır

Örneğin bir kaya parçası, bir ağaç, bir insan, bir yıldız atomlar yığınıdır Bunlar, çeşitli biçimlerde birbirlerini çeken sert parçacıklardır Atomların uzayda yer kaplamaları ve birbirlerine çarparak devinmeleri iki yeni düşünceye yer vermektedir: Mekanizm ve boşluk Yüzyıllarca sonra Fransız düşünürü Descartes bu düşüncelere sahip çıkacaktır

Abdera’lıların atomculuğu, Epikuros’la Lucretius’un aracılığıyla Gassendi ve Bacon’a ulaşarak doğabilimlerinin doğuşunu sağlayacaktır İnsan düşüncesi, gerçekten pek büyük ve önemli bir buluş karşısındadır

*
Orhan Hançerlioğlu-Düşünce Tarihi

Alıntı Yaparak Cevapla

Arkhe Ve Doğa Felsefesi(İlk Fizikçiler)

Eski 07-22-2012   #2
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Arkhe Ve Doğa Felsefesi(İlk Fizikçiler)



Arkhe Yunanca bir sözcüktür Sözcük olarak “başlangıç”; “ilk olan”; “ilk ilke”; “köken”; “ilk neden”; “yönetici ilke” türünden birçok anlamı olan; ilkçağ Yunan felsefesinde ise daha çok “tüm şeylerin varlık kaynağı; her şeyin kendisinden çaktığı, değişmeyi yaratıp da kendisi değişmeyen ilk töz ya da ilke” anlamında kullanılan terim Her ne kadar arkhe tasarımını felsefenin ilk tohumlarını atan Thales’ e borçlu olsak da bu anlamıyla arkhe ilk kez Sokrates öncesi felsefede doğa filozofları içerisinde yer alan Anaksimandros tarafından kullanılmıştır Kendisinden sonra gelen ilkçağ Yunan düşünürleri de onu izlemiştir Aristoteles, Sokrates öncesi felsefenin arkhe arayışını bir tür maddesel neden arayışı diye tanımlamıştır (Metafizik, 983-985b) Anaksimandros’ un dışındaki İyonyalı filozoflar (Thales, Anaksimenes vd) arkhe diye su, hava, ateş, toprak gibi elle tutulur ya da gözle görülür doğal tözlere yönelmişlerdir Hala Arkhe tartışması Modern Felsefede de devam ede gelmektedir

Modern felsefeye gelmeden önce doğa felsefecileri olarak ta bilinen arkhe problemi üzerinde duran filozofların kısa kısa görüşlerini hatırlamak faydalı olacaktır

Thales

Yaşadığı (Milet) ve gezdiği (özellikle Mısır) yerlerde suyun hayat verdiğini görmüş ve varlığın özünün (arkhe) “su” olduğunu ileri sürmüştür Thales’ i bu yargıya götüren gözlemdir Ona göre tüm şeylerin besini nemdir ve ısı, nemle yaratılıp nemle diri tutulur Böylece su, her şeyin tek ilkesi olur

Anaksimandros

Thales gibi arkhe sorunu ile ilgilenmiş ve evrenin özünün, ilk ana maddesinin ne olduğunu sorgulamıştır Sonsuz çeşitlilikteki varlığın ancak yine sonsuz bir maddeden oluşabileceğini savunarak buna “Apeiron” adını vermiştir Her şeyin kendisinden çıktığı temel madde, hiçbir zaman soyut bir şey olarak düşünülmemelidir Onun tek özelliği vardır; “sonsuz ve sınırsız olması”

Anaksimenes

Canlı olan her şeyin nefes aldığını, canlılığını yitiren şeylerinse bu nefeslerini ve sıcaklıklarını kaybettiklerini gözleyerek, varlığın özünün bu sıcak nefes olduğunu savunmuştur; buna “hava” (psüke) adını vermiştir Anaksimenes “Bir hava (soluk) olan ruhumuz bizi nasıl ayakta tutuyorsa, bunun gibi bütün evreni de soluk ve hava sarıp tutar” demektedir

Herakleitos

Herakleitos’ a göre evrenin ana maddesi “ateş”tir Ateş bütün var olanların ilk ve gerçek temelidir Bütün karşıtların birliğidir İçinde bütün karşıtların eridiği birliktir
Herakleitos’ da evren devamlı akan bir süreçtir, başı sonu olmayan bir değişmedir; hiç durmayan bu değişme içinde değişmeden kalan hiçbir şey yoktur Her şey akar Bu sürekli oluş içinde kalıcı bir şey olduğunu sanırsak bu bir yanılmadır, bir aldanmadır Kalıcı şeyler varmış sanısına kapılmamız, değişmenin kuralsız değil de belli bir düzene, ölçü ve yasaya göre olması yüzündendir Herakleitos’ a göre evrende egemen olan yasadır, düzen ve akıldır (Logos)

Pythagoras

Pythagoras, her şeyin kendisinden çıktığı arkhe olarak “sayı”yı görmüştür Ona göre matematik her şeyin özüdür Evrenin kökeni somut varlıklar değil, sayılardır Örneğin bir sayı belli özellikleriyle adalettir, bir başkası ruhtur, bir başkası akıldır Onlara göre evren bir sayı uyumudur Sınırlı ile sınırsız, tek ile çift, yetkin ile yetkin olmayan karşıtlar kozmos da uyuma varırlar

Parmenides

Parmenides, felsefesini, değişmeyen, hareket, etmeyen, bölünmeyen şeye, bir tek kurala bağlar Bu kural “Bir”dir Akıl, gerçek evrenin, var olanın bir olduğunu gösterir “Bir”, Tanrı ile özdeştir “Bir” birliktir, kendi içine kapalıdır, doğmamıştır, yok olmayacaktır, değişmez, bölünmez, yoğunlaşmaz, seyrekleşmez Onun dışındaki her şey yalnızca bir görünüş, bir aldatmacadır Parmenides’ e göre çokluk ve değişme de bir yanılmadır

Elealı Zenon

Zenon, çokluğu ve hareketi varsaymanın düşünülemeyeceğini, böyle bir düşüncenin insanı çelişmelere sürükleyeceğini göstermeye ve kanıtlamaya çalışır Bu kanıtlarda, sonsuz bölünebilen bir uzay ve zamanı kabul etmenin, bizi nasıl bir yığın güçlükle karşılaştırdığı göstermek istenir Ona göre, var olanı birçokluk ve hareket diye düşünürsek çelişmelere düşeriz; öyle ise var olan ancak “bir” ve “hareketsiz” olandır

Ksenofanes

Ksenofanes, halk dininin Tanrıları insanlaştırmasına karşı çıkmıştır Ona göre bir Tanrı vardır, bu Tanrı’nın ne biçimi ne de düşünmesi ölümlülere benzer Bu tek Tanrı baştan aşağı işitme, baştan aşağı düşünmedir Tanrı, her şeyi düşünceleri ile zahmetsizce yönetir

Empedokles

Empedokles’e göre evrenin özünü oluşturan, gerçekten var olan dört öğe vardır “Toprak”, “hava”, “su” ve “ateş” olarak belirlenen bu dört değişmez öğe, her şeyin temelinde yer alır Evren-deki geri kalan tüm varlıklar, evrendeki oluş ve değişme, bu dört maddenin farklı oranlarda birleşmesinden meydana gelmiştir

Anaksagoras

Anaksagoras, varlığın ilkeleri olarak sonsuz sayıda “tohum” (spermata) olduğu sonucuna ulaşmıştır Bu tohumlar sayılamayacak kadar çok ve sonsuz küçüktürler, yaratılmamışlardır, yok edilemezler; temel nitelikleri sonsuza kadar değişmeden kalırlar Toplam sayıları sürekli aynı kalır; onlardan ne bir şey kaybolabilir, ne onlara bir şey katılabilir; ne nitelikleri, ne sayıları değişir Onlar için ne doğma, ne bozulma vardır

Demokritos

Demokritos’ a göre evrenin ilk ana maddesi “atom” parçacıklarıdır Nasıl ki dilde her kelime bir takım harflerin birleşmesinden meydana geliyorsa, bunun gibi nesne de atomların birleşmesinden meydana gelir Ayrıca bir kelimedeki harfler şekil ve yer olarak biri ötekinden ayrılabilir Aynı şekilde atomlar da şekli ve durumları bakımından birbirlerinden ayrılabilir

Sokrates öncesi doğa filozoflarının ele alıp çözmeye çalıştıkları sorunlara genel olarak baktığımızda maddi bir öğeye dayanarak doğadaki “oluşumu”, “değişimi” bir dayanışma içerisinde açıklamaya çalıştıklarını görürüz Ancak, Sokrates öncesi filozofların maddi bir öğeye dayanarak doğayı açıklama çabaları, salt gözlemlenen, duyu dünyasına dayalı kaba bir deneycilik ya da özdekçilik olarak ele alınamaz Her şeyin kaynağı, ilk ilkesi, temel öğesi düşüncesinin kendisi deneyi aşan, soyut bir uslamlamayı gerektirir Bu uslamlama felsefenin, dinden,söylencelerdenayrışmasınınbelirtisidir

Sokrates öncesi doğa filozofları maddi öğeyi her neyle özdeşleştirirlerse özdeşleştirsinler, yaşamdan ölüme, değişimden kalıcılığa, varlıktan yokluğa her şeyi birbiriyle ilişkili bir bütünlük içinde, bir dayanışma içinde anlaşılır, açıklanır kılmayı amaçlarlar

Arkhé sorunu, varlığın “ilk ilkesinin” ne olduğu sorusu biçiminde ele alındığında, Sokrates öncesi filozofların arkhé kavramı kendi başına varlığın ne olduğunu açıklamaya yönelik olmaktan çok, varlığa ahlaksal bir anlam yükler Bu bakımdan Sokrates öncesi filozofların arkhé kavramıyla sağlamaya çalıştıkları evrenin (kosmos) dayanışması, salt mantıksal olmaktan çok ahlaksal bir tutumdur Önerilen değişik arkhé biçimleri de bu ahlaksal durumu değişik öğelere dayanarak sağlamaktan başka bir şey değildir Miletli, Elalı, Herakleitoscu, Pisagorcu, Atomcu yaklaşımların birleştirici özelliği, evrenin (kosmos) ahlaksal bir karakteri olduğu inancıdır Sokrates öncesi filozoflar evrenin içinde zorunlu olarak bir zihin, us, nous gördüklerinden evrenin anlaşılabilir, açıklanabilir olduğunu düşünmektedirler (Vlastos 1947: 156-178) Bu bakımdan Sokrates öncesi filozofların evrenin salt görünür düzenliliklerini açıklamaya takılıp kaldıklarını düşünmek yanlıştır

Sokrates öncesi doğa filozofları için evren (kosmos), düzensizlikten, karmaşıklıktan (kaos) çıkıp uyumlu bir düzene kavuşmuş doğadır Onlar için, doğanın görünen, algılanan bu düzenliliğinin altında ne yattığı önemlidir Bu görünen düzenliliği yine görünen bir maddi ilkeye (su, hava gibi) bağlama eğilimlerinin yanı sıra görünmez ilkeye (tohum, atom gibi) bağlama eğilimi de olmuştur Bu ilke, ister görünür olsun ister görünmez olsun, ahlaksal bir ilkedir Bu ilke, evreni öylesi bir biçimde bir arada tutmalı ya da dayanışır kılmalı ki görünür düzenliliği salt açıklanır kılmakla kalmamalı aynı zamanda evreni ahlaksal olarak anlaşılabilir kılmalıdır (Vlastos 1947: 156-178)

Evreni ahlaksal olarak dayanışır kılmak için Sokrates öncesi filozofların hepsi, ileri sürdükleri birbirinden farklı arkheyi yöneten bir güç tasarlamışlardır Bu güç, Thales’in tasarladığı gibi arkhenin kendisinde (canlılık) olabileceği gibi, Empedokles’ in (Sevgi-Nefret) ya da Anaksagoras’ ın (nous) tasarladığı gibi arkhenin dışında da olabilir

Sokrates öncesi filozoflar doğayı sürüp giden bir çekişme, bir gerilim ortamı olarak görürler Bu çekişmenin, bu gerilimin yatıştırılmasını ya da dengelenmesini bu güç yönetir Dolayısıyla arkhe ile onu yöneten güç arasındaki ilişki ırasal olarak ahlaksal bir ilişkidir Bu ilişki, doğanın içerdiği çekişmeleri, gerilimleri uyumlu bir dayanışmaya sokan ahlaksal bir ilişkidir

Biraz daha ileri gittiğimizde Orta Çağ'ın sonundan itibaren [Rönesans]'la birlikte hem felsefe alanında yeni bir canlanma meydana gelmeye başlamış, hem de bilimler de önemli gelişmeler kaydedilmiştir Bu dönemde doğa bilimleriyle doğa felsefesini birbirinden ayırmak olanaklı görünmemektedir Kopernikus ile birlikte yeni bir dünya ve evren kavrayışı ortaya çıkmış, bunun devamında doğa felsefesi yerini giderek doğa bilimleri denilen alana bırakmaya başlamıştır Böylece doğa ve evrene ilişkin felsefi yaklaşımların, soyut arkhe arayışının yerini somut bilgiler, gözlem ve deney merkezli aklamalar almaya yönelir Bu süreçte özellikle ortaçağdaki doğa felsefesi anlayışıyla bir hesaplaşmaya girildiği ve doğa bilimlerinin bu hesaplaşmanın sonucunda geliştiği söylenebilir Her alanda olduğu gibi bilimin gelişmesi, özelliklede bu gelişmenin felsefenin içinden gelerek meydana gelmesi, felsefe ile bilim arasındaki ayrımın nasıl konulacağı sorununu gündeme getirmiş, doğa felsefesi ile doğa bilimleri arasındaki ayrım konusunda bu özellikle belirgin bir sorun olarak ortaya çıkmıştır Francis Bacon, Kepler, Laplace gibi bilgin düşünürler bu sürecin önemli isimleri olmuşlardır Doğa felsefesi bu süreçte bir tür felsefi materyalizm biçimine de bürünmüştür

Bakıldığında Doğa felsefesi ve doğa bilimi 17 yüzyıla gelinceye kadar birbirinden ayrılan alanlar değildir; hatta bu alanlar arasında açık ayrımlar yapma konusunda süre giden sorunlar söz konusudur Çoğu zaman ve çoğu yerde doğa felsefecisi aynı zamanda fizik ya da diğer doğal bilim alanlarıyla da ilgilenen hatta onlar üzerinde otoriteye sahip olan bir kişiydi 17 yüzyıldan itibaren felsefe ve bilim alanları birbirinden ayrışmaya ve bilimler kendi alanlarında daha da özerkleşmeye başlamasıyla doğa felsefesiyle doğa bilimlerinin ayrışması sorunu da gündeme geldi Bu bir anlamda iki farklı bilgi türü arasında yapılması beklenen bir ayrımdı; ancak yine de bu ayrım her zaman açık seçik değildir Modern doğa biliminin aldığı biçim ve geldiği bilgi düzeyi, belirli bir tarihsel dönemde bu ayrımı koşullandırmıştır Özellikle Galileo ve Newton ile bu gelişmenin ortaya çıktığı saptanabilir; belirli bir yöntemle bir anlamda bilim empirikleşiyor, gözlem ve deney önemli bir nitelikle öne çıkıyordu Felsefe ise spekülatif bir görünüme bürünüyordu bu gelişmeler karşısında Bu eksende giderek bir ayrışma meydana gelmiş olsa da felsefe düzeyinde doğa bilimi ile doğa felsefesini ayrıştırmanın açık ve kesin bir şekilde görünebildiğini söylemek zordur
Temel olarak arkhe problemi çıkış noktası temsilcileri ve daha sonraki uzantısından bahsetmeye alıştım bu konu çok kapsamlı ve geniş su götürür, ayrıntılı bir konudur fakat gerek her arkadaşın anlayabilmesi gerekse zaman darlığı bu boyutta ele almama olanak verdi umarım faydalı olur

ESMA BULUT

Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.