Umut Devrimi-Erich Fromm |
07-22-2012 | #1 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Umut Devrimi-Erich Fromm1 Umut Ne Değildir? Umut, daha büyük bir canlılık, daha büyük bir duyarlılık ve akılcılık sağlamak yönünde gerçekleştirilmek istenen her toplumsal değişimin, belirleyici ögesidir Ne var ki, umudun doğası çoğu kez yanlış anlaşılmış ve umutla hiçbir ilişkisi olmayan , hatta umudun tam karşıtı olan yaklaşımlarla karıştırılmıştır Umut Etmek Nedir? Çoğu kişinin sandığı gibi, dileklere ve isteklere sahip olmak mıdır? Böyle olsaydı, daha çok ve daha iyi otomobil isteyen, daha iyi ev, daha çok araç-gereç isteyenler, umutlu insanlar olacaklardı Ama değiller; bunlar umutlu insan değil, daha çok tüketimde bulunmaya düşkün kişilerdir Umudun nesnesi bir şey değil de, daha dolu bir yaşam sürmek, daha büyük bir canlılık içinde bulunmak, o sonsuz sıkıntıdan kurtulmak olduğunda, ya da dinbilimsel açıdan bakarsak günahlardan arınma, ya da siyasal açıdan devrime kavuşmak olduğunda mı gerçek anlamda umut etmiş oluyoruz? Evet, aslında bu türden beklentiler, umut etmek anlamını taşıyabilir, ama beklentilede edilgenlik varsa ve umut, el-etek çekmenin, teslimiyetçiliğin bir bahanesi oluyor, yalnızca bir ideoloji haline gelinceye dek "beklemek" şeklinde kendini gösteriyorsa, umut etmekten söz edilemez Kafka, Dava adlı romanında, bu türden teslimiyetçi ve edilgin umudu çok güzel betimlemiştir Bir adam cennete (Yasaya) açılan kapının önüne gelir ve kapıcıdan içeri girme izni ister Kapıcı, şu an için izin veremeyeceğini söyler Yasa'ya giden yola açılan kapı aslında ardına dek açıktır, ama adam giriş izni alıncaya dek beklemenin daha iyi olacağına karar verir Ve oturur, beklemeye başlar; günlerce ve yıllarca bekler Tekrar tekrar içeri girme izni ister, ama bütün bu uzun yıllar boyunca durup dinlenmeksizin kapıcıyı inceler; kürk yakasındaki bitleri bile yakından tanıyacak hale gelir Giderek yaşlanır; ölmek üzeredir İlk kez şu soruyu sorar: "Nasıl oluyorda bütün bu yıllar boyunca benden başka kimse girmek istemedi bu kapıdan?" Kapıcı, "Senden başka hiç kimse giremezdi ki bu kapıdan" diye yanıtlar onu "Çünkü yalnız ve yalnız senin içindi Şimdi artık kapayacağım" Adam artık anlamayacak kadar yaşlıydı, genç olsaydı da anlamayacaktı belki Bürokratların dediği dediktir; hayır dendiğine göre içeri giremez Bu edilgin, bekleyen umuttan biraz daha fazlası olsaydı onda içeri girmiş olacaktı ve bürokratları umursamama yürekliliği, onu parıltılı saraya götürecek olan özgürleştirici edim olacaktı Çoğu insan Kafka'nın ihtiyarına benzer Umut ederler ama yüreklerinin sesini, itkisini dinleme ve ona göre davranma yetisinden yoksundurlar; bürokratlar onlara yeşil ışık yakmadığı sürece beklerler de beklerler Bu türden edilgin umut, zamana sahip olmayı ummak şeklinde betimlenebilecek genelleştirilmiş bir umut biçimiyle yakından ilgilidir Şimdi süreci içinde hiçbir şey beklenmemektedir Bir sonraki anda, ertesi gün, gelecek yıl içinde ve umudun bu dünyada gerçekleştirilebileceğine inanmak çok saçma gelirse, bir başka dünyada bir şeylerin olacağı beklenir Bu inancın ardında, geleceğe bir tanrıça gibi tapan Robespierre gibi bir adam tarafından Fransız Devriminde başlatılan bir putperestlik, "Gelecek"e, "Tarih"e ve "Sonra"ya tapma yatmaktadır: Hiçbir şey yapmam; edilgenliğimi korurum, çünkü ben hiçbir şey değilim, güçsüzüm, yetisizim; gelecekte, zamanın göstereceği şeyler, benim başaramayacağım şeylerin, gerçekleşmesini sağlayacak Çağdaş burjuva düşüncesindeki "gelişme"ye tapmanın değişik bir yönü olan bu geleceğe tapma, umudun yabancılaşmasının ta kendisidir Ben bir şey yapmayacağım, ben, bir şey olmayacağım, ama tapımlar, gelecek ve sonra, ben hiçbir şey yapmadan bana bir şeyler getirecek Edilgin bekleyişin, umutsuzluğun gizlenmiş bir biçimi olduğu doğrudur, ama bir de bunun tam karşıtı gizlenme biçimiyle kendini gösteren -sözlerle, serüvencilikle, gerçeği görmezden gelerek ve zorlanamayacak şeyi zorlayarak gizlemek şeklinde görülen- bir başka "umuttan yoksun olma" ve çaresizlik biçimi vardır Bütün koşullar altında ölümü yenilgiye yeğ tutmayanları horgören isyan öncülerinin ve sahte kurtarıcıların yaklaşımı buydu işte Bu günlerde bu sözüm ona köktenci umutsuzluk kılıfı ve hiçcilik, genç kuşağın en ateşli üyelerinden bazıları arasında seyrek rastlanan bir durum değil Gözüpeklikte ve kendilerini ortaya koymada üstlerine yok, ama gerçekçilikten, geniş kapsamlı tasarlama ve yönlendirme yetisinden yoksun olmaları, bazıları ayrıca yaşam sevgisi beslememeleri nedeniyle inandırıcı olmaktan uzaklaşıyorlar Şimdiki Teknoloji Toplumu: Egemen olan ekonomi ilkesi, daha çok, daha çok üretmekse, tüketici, daha çok, daha çok istemeye -yani tüketmeye- hazır hale getirilmelidir Sanayi, tüketicinin daha, daha çok almak için kendiliğinden istek duymasına umut bağlamaz Modası geçme denen şeyi ortaya atıp kaçınılmaz kılarak, çoğu kez eskileri çok daha uzun süre dayanacakken, tüketiciyi yeni almaya zorlar Ürünlerin, giysilerin, dayanıklı eşyanın hatta yiyiceğin bile şekillerinde değişiklik yaparak, kişiyi ruhsal olarak gereksinimi olabileceğinden ya da istediğinden fazlasını almaya zorlar Ancak sanayi üretimi artırmak ihtiyacındadır ve bu ihtiyacı tüketicinin istek ve gereksimlerine güvenerek değil, büyük ölçüde tüketicinin ne istediğine karar verme hakkına büyük bir saldırı olan reklama güvenerek belirlemiştir [] Bu örgütlenme biçiminin insan üzerindeki etkisi nedir? İnsanı, makinanın bizzat kendi düzenek ve talepleri tarafından yönetilen bir uzantısı durumuna indirger Onu, tek amacı daha fazla şeye sahip olmak ve daha fazla şey kullanmak olan bir Homo consumens'e, salt tüketiciye dönüştürür Bu toplum pek çok yararsız şey üretmektedir, aynı ölçüde de pek çok yararsız insan üretmektedir İnsan, bir üretim makinasının çarkının bir dişlisi olarak artık insan olmaktan çıkar, "şey" haline gelir Vaktini, ilgisini çekmeyen insanlarla, ilgisini çekmeyen işler yapmak, ilgisini çekmeyen, onu ilgilendirmeyen şeyler üretmekle geçirir; üretim yapmadığı süre içindeyse tüketmektedir Sonsuza dek emmek üzere ağzı sürekli açık duran, hiçbir çaba harcamaksızın, hiçbir içsel etkinlikte bulunmaksızın sıkıntı giderici (ve sıkıntı üretici) sanayinin ona zorla kabul ettirdiği şeyleri -sigara, içki, sinema, spor, konsferans- yalnızca bütçesinin el verdiği ölçüyle sınırlı olmak üzere yutmaktadır Ama sıkıntı giderme sanayisi yani, yarasız şey satma sanayisi, otomobil sanayisi, sinema, televizyon sanayileri vd, yalnız ve yalnız, sıkıntının bilinçli hale gelmesini önlemede başarılı olabilirler Hatta, tuzlu içecek nasıl susuzluğu artırırsa, bunlar da aynı şekilde sıkkınlığı artırırlar Ama bilinçsiz de olsa, sıkıntı, sıkıntı olarak kalır Günümüz sanayi toplumundaki insanın edilginliği, onun en belirleyici özelliklerinden ve hastalığını dile getiren ögelerden biridir Bu insan almaktadır, yemektedir, doyurulmak istemektedir, ama hareket etmez, kendiliğinden bir iş başlatmaz, yani yediklerini hazmetmez Kendisine kalıt kalan şeyleri, üretici bir şekilde yeniden kazanmaz, onu yığar ya da tüketir Ruhçöküntüsüne uğramış kişilerde daha ağır şekilde rastladığımız durumdan pek farklı olmayan bir ağır dizgesel sakatlık vardır bu insanlarda İnsan edilginliği, "yabancılaşma hastalığı belirtisi" diyebileceğimiz bir hastalık belirtileri toplamı arasında yalnızca bir belirtidir Kişi edilgin olduğundan, kendisi ile dünya arasında etkin bir ilişki kurmaz, etkin dünyanın bir parçası olarak görmez kendini, bu nedenle kendi tapımlarına ve taleplerine boyun eğmek zorunda kalırDolayısıyla, kendini güçsüz, yalnız ve kaygılı hisseder Bütünsellik ya da kimlik duygusu pek azdır Dayanılmaz kaygıdan sakınmanın tek yolu, sürüye uymaktır ona göre -ancak çevreye uyma bile her zaman bu kaygıyı gidermez Erich Fromm |
|