|
|
Konu Araçları |
hâkim, ile, ilgili, kamil, muhammed’in, risalesi, seyyid, tabiat, tibâu’ttâmm |
Seyyid Hakîm Muhammed’İn Kâmil Tabiat (Et- Tibâu’T-Tâmm) İle İlgili Bir Risalesi |
07-20-2012 | #1 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Seyyid Hakîm Muhammed’İn Kâmil Tabiat (Et- Tibâu’T-Tâmm) İle İlgili Bir RisalesiA- Risâlenin Tanıtımı ve Konusu Tespit edebildiğimiz kadarı ile Seyyid Hakîm Muhammed’in bu risâlesinin tek nüshası bulunmaktadır Ancak bu risâlenin, müellifin kendi hattı olup olmadığı hakkında kesin bir fikre sahip değiliz Elde ettiğimiz bu risâle, Süleymaniye Kütüphanesi (Esad Efendi)’nde 26920 numarada kayıtlı olan bir mecmuanın 22-25 varakları arasında talik bir hat ile yazma halinde bulunmaktadır Risâle, yukarıda bahsettiğimiz mecmuanın 22 varakının ortasından, besmele ile ayrılan bir paragraftan itibaren başlamakta ve tam olan diğer sayfalarında ortalama 17-18 satır bulunmaktadır Satırlar sağdan sola yukarı doğru hafif eğik bir biçimde yazılmıştır Bazı satırlarda, kelimelerin üzeri karalanıp düzeltmeler yapılmış (mahv-ü ispat), bazı satırlarda da ok çıkarmak suretiyle kenar boşluklara, ya eksik kalan bir cümleyi tamamlayan yarım cümleler (tetimme) veya kısa açıklamalar (haşiye) yapılmıştır Eserin son kısmında müellif, Şihabeddin Sühreverdî’nin el yazması olduğunu iddia ettiği bir risâleden, kısa bir da yapmıştır Bu nın Sühreverdî’nin hangi eserinden yapıldığı hakkında bir açıklama bulunmamaktadır Risâlede, hem yazının okunaksız olması hem de yabancı sözcüklere yer verilmesi 1 Mecritî’nin Gâyetü’l-Hakîm’indeki bu bölüm, XVII ve XVIII Yüzyıllarda bazı Osmanlı ilim adamları tarafından, müstakil bir eser olarak istinsah edilmiştir Ancak bu nüshalarda, kimler tarafından istinsah edildiklerine dair her hangi bir bilgi bulunmamaktadır Bu nüshalardan ikisi, Millî Kütüphane’de 3146 ve 2145 numarada kayıtlı bulunmaktadır Her ne kadar kataloglarda müstensih olarak Kebirizade Ahmed Mahfî görülmekte ise de, nüshalar üzerinde yaptığımız incelemede, böyle bir isme rastlayamadık 252 Seyyid Hakîm Muhammed’in yüzünden okumakta zorluk çektiğimiz bazı kelimeler bulunmaktadır Bu kelimelerden bir kısmı hiç okunamadığı için, metinde yerleri boş bırakılmış; bir kısmı ise metnin siyak ve sibakından tahmin edilmeye çalışılmış olup, gerekli açıklamalar dip notlarda belirtilmiştir Okumada güçlük çekilen kelimeler ve metindeki ifade bozuklukları yüzünden, bazı cümleler tam olarak anlaşılır bir vaziyette bulunmadığı için, tercümede ara sıra anlam bozuklukları göze çarpabilir Biz, metne de sadık kalmak suretiyle elimizden geldiği kadar bu risâleyi tercüme etmeye çalıştık Risâle, adından da anlaşılacağı gibi Kâmil Tabiat (et-Tıbau’t-Tâmm)’ı konu edinmektedir Kamil Tabiat, gizli bilimler, tasavvuf ve tılsım gibi farklı ilim dallarında da kullanılan bir terim olmakla birlikte, felsefî bir terim olarak da karşımıza çıkmaktadır Bizim incelemeye çalıştığımız bu risâle de, felsefe ile ilgili olduğu için, sadece felsefede kullanılan Kâmil Tabiat hakkında kısaca bilgi vermeye çalışacağız Kâmil Tabiat, özellikle İşrakî İslâm filozofları tarafından kullanılan, felsefî bir terimdir İşrakî filozoflara göre Kâmil Tabiat, varlık hiyerarşisi içinde yönetici (müdebbir) varlıklar olarak adlandırılan varlıklardan, akıl sahibi varlıkları (insanlar) idare eden, onları koruyup gözeten ve bilgilendiren bir varlıktır Bu yüzden Kâmil Tabiat’a, insanın manevî eşi, semavî rehberi, manevî babası ve türünün mükemmel örneği (prototip) de denilmektedir2 Ayrıca Kâmil Tabiat, ruh, melek ve Fa’al Akıl gibi varlıklarla karşılaştırılmakta veya bunlardan birisi olabileceği yönünde değişik görüşler bulunmaktadır3 Bazı iddialara göre, Hermes tarafından ortaya atılan ve ondan da, Yunanlılar’a geçen Kâmil Tabiat fikrini, Aristoteles de, talebesi Büyük İskender’e öğretmiş4 ve bu sayede, İskender cihan imparatoru olmuştur Henry Corbin’e göre ise Kâmil Tabiat fikri, Sokrates’e izafe edilmektedir5 Kâmil Tabiat’tan bahseden bütün eserlerde olduğu gibi, Seyyid Hakîm Muhammed’in bu risâlesinde de, Aristoteles’e ait olduğu iddia edilen “Estimahis” isimli bir eserden bahsedilmekte ve bu eserde, Aristoteles’in Kâmil Tabiat’ı nasıl tanımladığı belirtilmektedir Ancak Aristoteles’in bu isimde bir eserinin varlığına dair bir bilgi, başka kaynaklarda bulunmamaktadır Sadece İbn Nedim, Estimahis isminde bir eserden bahsetmekte, fakat müellifinin Aristoteles değil Hermes olduğunu zikretmekte,6 ancak, eserin muhtevası hakkında herhangi bir bilgi vermemektedir Araştırmamızın konusu, Seyyid Hakîm Muhammed’in Kâmil Tabiat hakkındaki risâlesi olduğu için, burada, risâledeki kavramlar hakkında fazla bilgi vermeyi gereksiz Kâmil Tabiat Risâlesi’nin Tercümesi Rahman ve rahim olan Allah’ın adı ile, Alemlerin rabbi olan Allah’a hamd olsun Salat ve selam efendimiz Muhammed ile onun evlat ve ashabının üzerine olusun Bu, Kâmil Tabiat (et-Tıbai’t- Tâm)’ı incelemeye yönelik bir risâledir Ben; kerim, tek, hiçbir şeye muhtaç olmayan, her hayır ve mededin sahibi (Allah)’nin lütfuna muhtaç olan Seyyid Hakîm Muhammed’im Mükemmelliğini had ve adedin oluşturmadığı hüküm sahibi olan (Allah)’ı, her türlü noksan sıfatlardan tekrar tekrar tenzih ederim Bilmiş ol(unuz) ki, gençlik dönemimde, Kâmil Tabiat’ı12, alim, salih, takva ve hikmet sahibi bir kişiden öğrendim Bu zatın kendisi de bu (ilmi) hocalarından öğrenmişti Bu kişi (bana bu ilmi) telkin etti Ben de bir müddet bu konu ile uğraştım ve oldukça ilginç şeyler öğrendim Daha sonra Batı (garp)’lı alimlerden birisi ile bir araya geldim ve bu bilgileri ona arz ettim O, bunu hoş karşıladı ve (olumsuz) hiçbir şey söylemedi Daha sonra geniş bilgi ve dirayet sahibi olan Allah dostlarından bir veli ile bir araya geldim Bu veli bana şöyle dedi: “Oğlum! Şunu bil ki, İmam Fahreddin Razi, Gizli Sır (es- 9 ?? ?? ?? ???? " " 10 ???? ?? ?? " " ?? 11 ??????? ????????? ?? 12 Bu ifadeden Kâmil Tabiat’ın bir ilim olarak görüldüğünü anlamaktayız 257 FÜSosyal Bilimler Dergisi 2003 13 (2) Sırru’l-Mektûm)13 isimli eserinde, Kâmil Tabiat ile ilgili nakillerde bulunmuş ve kendisine kitaplardan aktarılan şeyler hakkında bir hüküm vermişti Bu ilmin sırrını kendisi de bilmiyordu” İmam Mecritî14 de, “Gâye”15 isimli eserinin riyaziyyat ile ilgili bölümünde, bu konudan bahsetmek suretiyle, bu (Kâmil Tabiat)’na açıklık getirdi Ancak bu eserde bir şey gizlenip, açıklığa kavuşturulmadı Çünkü bu sırlar, satırlarda değil, kalpler (sudûr)’de odaklanmakta (merkûz)’dır Eğer bu bilgileri kitaplara yazma zorunluluğu ortaya çıkar ise, sadece bu işin ehli olanların anlayabileceği bir takım belli işaretler (rumuz) koymak gerekir Bu ilme yabancı olanlar, taş(lar) ile ilgili Tedbir Risâleleri (Resâilu’t-Tedâbîr)16 gibi eserler, Marifet’in Güneşi (Şemsu’l-Maarif)17’nde bulunan ruhanîyet ile ilgili bölümler ve (hakikatını ancak) ehli olanların bildiği ve göründüğü gibi olmayan diğer bilimler hakkında hiç bir şey bilmezler Mütercim18 İbn Haldun, Mukaddime’sinde onun (Kâmil Tabiat), eşyanın hakikatının kendisi ile bilindiği bir zat olduğunu zikretmiş ve (aşağıda altı kelime olarak belirtilen) isimleri terkip ederek yazmıştır19 Ancak bundan kastedilen şeyin mahiyetini tam olarak açıklayamamıştır Temâgis, Ba’deân, Yesevvâd, Vagdâs, Nugnâ, ve Gâdîs20 (kelimeleri)’nin ilahî 13 Razi’nin sihir ve astroloji ile ilgili bu eserin tam ismi, el-Ahkamu’l-Alaiyye fî’l-A’lami’s-Semavîyye es- Sırru’l-Mektûm’dur 14 Tam adı Ebu’l-Kâsım Mesleme b Ahmed el-Farazî el-Hasib el-Mecritî el-Kurtubî olan Mecritî’nin hayatı hakkında fazla bilgi bulunmamaktadır Madrid’de doğmuştur ancak doğum tarihi bilinmemektedir Ölümünün de 398/1007 yılı olduğu kabul edilmektedir Çeşitli ilim dallarında eser vermesine rağmen, daha çok tılsım ve gizli bilimlerde kendisini gösterdiği kanaati yaygındır Bkz E Wiedemann, Mecritî, İA VII, Eskişehir, 1997, 440-441 15 Filozofun Gayesi anlamına gelen Gâyetü’l-Hakîm kitabı, EJ Holmyard ve Henry Corbin’e göre yanlış olarak Mecritî’ye atfedilmiştir (Bkz Corbin, 241) Ancak her iki araştırmacı da, bu iddiaya rağmen, eserin gerçekte, kime ait olduğunu belirtmemişlerdir Biz, bu eserin Mecritî’ye ait olduğundan kuşku duymuyoruz 16 Diğer kültürlerde olduğu gibi İslâm kültürü içinde de önemli bir yeri olan “Simya” ile ilgili yazılmış olup, Filozof Taşı, Felsefe Taşı gibi isimlerle de bilinen çok sayıda eser bulunmaktadır Bu eserlere genelde Resâilu’t-Tedâbir ismi verilmektedir Geniş bilgi için bkz: Selimüzzaman Sıddıkî- S Mehdihassan, Simya ve Kimya, çev Ahmet Ünal, (İslâm Düşüncesi Tarihi, C IV, edit M M Şerif, İstanbul, 1991), 98 vd 17 Endülüslü Ahmed el-Bûnî tarafından yazılmış olan “Şemsu’l-Maarifi’l-Kübra” ismindeki bu eser, tam bir büyü, sihir ve tılsım kitabı niteliğinde olup, binlerce büyü tarifi içermektedir Kitabın bir başka özelliği de çok sayıda, anlamı bilinmeyen kelimeler ihtiva etmesidir Bu kelimelerin isim mi yoksa rumuzlardan oluşan bir sembol mü olduğu hakkında kesin bir karar vermek gerçekten de zordur Şemsu’l-Maarifi’l- Kübrâ üç cilt halinde h 1318 tarihinde Mısır’da basılmıştır 18 Seyyid Hakim Muhammed’in, İbn Haldun’a niçin mütercim dediğini bilemiyoruz Çünkü İbn Haldun’un özellikle Mukaddime adlı eseri tercüme olmayıp, orijinal bir eserdir Kanaatimizce Seyyid Hakim Muhammed, metinde belirtilen ve hangi dile ait olduğu tam olarak bilinemeyen kelimeler hakkında bu sıfatı kullanmıştır 19 Bkz: İbn Haldun, Mukaddime, I, çev Zakir Kadiri Ugan, İstanbul, 1990, 258-59 20 Bu altı ismin mahiyeti ve hangi dile ait olduğu hakkında kesin bir şey söylemek maalesef mümkün değildir Çünkü müellifimiz, bu kelimeleri, Süryanice yardımcı melek isimleri olarak belirtir iken, başka hiçbir 258 Seyyid Hakîm Muhammed’in isimler mi yoksa ulvî veya suflî meleklerin isimleri mi olduğu ve ne anlama geldiği ile, ilim elde etmek isteyenler (talib)’in bunu nasıl elde edeceği bilinmemektedir (Aynı şekilde) İdris (as)’in bunu, vahiy veya ilham yoluyla mı, kendisinden önceki peygamberlerden mi yoksa kimliğini açıklamadığı bir kişiden mi aldığı ve bu ilmin İdris (as)’e hangi yolla ulaştığı da bilinmemektedir Hatta Sahabe arasında (bu ilmin) şöhret bulmasının ve bazı sahabelerin, zamanlarında Halûme hakkında 21 zikredilen, sırların varisleri olarak nitelendirilmesinin sebebi (de bilinmemektedir)” Allah’tan başarı dileyerek ben de şunu söylemekteyim Filozoflar (hükema) arasında yaygın olan görüşe göre Tıba-i Tâmm-ı Halûme, İdris (as)’den nakledilmiş ve (ondan da) Yunan filozoflarına ulaşmıştır Hatta Aristoteles, riyaziyat yolu ile bu ilmi öğrenmeğe çalışmış ve İskender’e de öğretmiştir (Yukarıda altı kelime olarak zikrettiğimiz) bu isimler Süryanice olup, hıfzından hiçbir şeyin kaybolmadığı “ey gaybı bilen (yâ Alleme’l-Guyûb)” kelimelerinde olduğu gibi dört harfli (rubaî) isimlere benzer Bu isimler, Allah’ın isleridir Buna “hıfzından hiçbir şey kaybolmaz” ifadesi eklenmiştir (Ancak bu isim) kendisinde, Emir Alemi’nden melekler bulunması sebebiyle, Müşteri (gezegenine) ait kılınmıştır Kim, gerekli şartları yerine getirerek bununla meşgul olursa, meşgul olmaktan uzak kalanlara kapalı olan ilim, himmeti kadar kendisinde açığa çıkar İşte Temâgis, Ba’deân, Yesevvâd, Vagdâs, Nugnâ, ve Gâdis kelimeleri, insanlığa özel olan düşünen nefsin ruhaniyetine nisbet edilen, Süryanice isimlerden oluşan kelimelerdir Bu ise, Zeyd, Amr ve Bekir gibi bizzat insanî şahıslar arasında ortak bir ruh olup, özünde bir farklılık yoktur (İşte bu ruh) bir kralın bir şehri idare ettiği gibi; Zeyd, Amr, Bekir ve Halid’in cesetlerini idare eder Nasıl ki, şehir kralın bizzat kendisi olmadığı gibi, kral da bizzat şehrin kendisi değilse ve hatta kral şehrin ne içinde ne de dışında değil ise; Kâmil Tabiat da, Zeyd, Amr, Bekir ve Halid’e ait cesetlerin ne içindedir ne de dışında Ruhların bedeni idare etmelerinin farklı oluşu, kabiliyet (isti’dat)’in farklılığı ve Nuru’l- Beydâ’22 nın kendisine ulaşmasına mani olan engellerin ortadan kalkmaması sebebiyledir Diğer bir ifadeyle, Allah-u Tealâ “Ol” hitabı ile Emir Alemi’nden bir ruh yaratmış ve onu insan fertlerinin genel yöneticisi kılmıştır Bu ruhun başlangıcı Safiy (Hz Adem)’in (salat ve selam Hz Muhammed ve onun ehli ile Hz Adem’in üzerine olsun) şahsında tezahür etmiştir İşte bu ruh, üflenmiş ruh (ruhu’l-menfûh) diye ifade edilen ruhtur ki, Allah’ın hikmeti ile unsurların birleşmesinden ortaya çıkmış olan hayvanî ruhtan başkadır Bu hayvanî ruh, yönetici (müdebbir) ruh ile ceset arasında bir vasıtadır Bunu bil ve bu konuda hassas ol eserde bunların mahiyeti hakkında bir açıklama bulunmamaktadır Mecritî, bu isimleri sadece Kâmil Tabiat’a ait isimler olarak belirtmiş, İbn Haldun ise bu isimlerin ne olduğu hakkında hiçbir açıklama yapmamıştır Krş Min Kitabi Gayeti’l-Hakîm li Tıbai’t-Tammi’l-Halume, (yazarı belli değil), Milli Kütüphane, no: 3146, 10b-12b; İbn Haldun, Mukaddime, C I, 258 21 Metinde bulunan bir kelime okunamamıştır 22 Nuru’l-Beydâ, Allah’tan ilk sudûr eden İlk Akıl veya Melekût Alemi anlamında kullanılan tasavvufî bir terimdir Bkz: Süleyman Uludağ, “Beyzâ”, DİA, VI, İstanbul, 1992, 100 259 FÜSosyal Bilimler Dergisi 2003 13 (2) Bu yönetici ruh, yüce Allah’ın halifesi konumundaki ruhanî bir insandır Bu ruhun, herkesin tabiatına uygun düşen ruhanî tecellilerin mazharı olan, şerefli, yüce, olgun ve olgunluk veren Mebde-i Feyyaz23’dan, olgunluğu tam olarak elde etme yeteneği vardır Bu ruh, herkesin tabiatına uygun biçimde, kabiliyeti ve sanatı kadar (cesedi) idare eder ve engelleri ortadan kaldırır Bir başka deyişle, bu insanî ruh, şanı yüce olan Allah’ın fiilî melekleri gibi büyük bir melektir Bunu nasıl açıklayacağımız sorulursa, şöyle diyebiliriz: Kur’an’da “ bir iş çevirenler hakkı için ”24 ayetinde de belirtildiği gibi, en büyük melik olan Allah’ın, mutlaka hizmetçileri ve vezirleri olması gerekir Fakat bu ruh, Emir Alemi’ne ait olup, cisim ve cismanî olmadığı gibi bedene de bağlı olmayan (müfarık) ve aynı zamanda Allah’ın yaratığı olan bir emir (varlık)’tır Allah dilediğini yaratır ve mülkünde dilediğini yapar İnsanlardan her birinin tabiatı olması (muntabi’) sebebiyle bu varlığın ismi, öncekilere göre “Kâmil Tabiat” veya “İnsanlığa ait Küllî Nefs”tir Bu yabancı kelimelerin25, Kâmil Tabiat ile hikemî ve emrî açıdan bir bağlantı ve alakası vardır (Bu alaka sebebiyle) harflere, güzel isimlere ve bahir ayetlere boyun eğen melikler gibi, Kâmil Tabiat da bu isimlere boyun eğer Aynı şekilde, Kehyan26 (as)’ın ism-i celale, Uhaydır27’ın Fatiha Suresi’ne ve diğer bazı (isimlerin de belli ayet ve isimlere) ait kılınması da bunun gibidir Bunları ancak işin erbabı olanlar bilir Bu iş ile uğraşan, riyazet şartına, iç ve dış temizliğine devam eden herkese gaybın sırları açılır Bunun başlangıcı uykuda meydana gelir Çünkü, duyular (havâs) uykuda atıl kaldığı için, (insan ruhu) bu sırları almağa müsait olur Mebde-i Feyyaz’dan elde edilen sırlar kendisine verilir ve böylece insani ruh bedeni uygun şekilde yönetir Aynen bunun gibi Kâmil Tabiat da, çocuğu eğitmeye başlayan hakîm bir öğretmen gibi, kişiyi idare edip, onu üstadı gibi hikmet sahibi bir ârif oluncaya kadar eğitir ve ona tedricî olarak bilgi verir Şayet kişi kıt anlayış sahibi ise, onu (daha çok) anlayış sahibi yapar, ağır ve gevşek ise, ona kendiliğinden keskinlik ve gayret, düşünen nefsi için de mevcut olan diğer olgunluklar meydana getirir Bu durum, işin ehli olanlar tarafından görülmüş (meşhud), bu şekilde yaygınlaşmış (meşhur) ve tecrübe edilmiştir Bundan dolayı bazıları şöyle demişlerdir: “Halume-i Tıbâ’, sufilerce kalbin çocuğu (veled-i 23 İslâm Filozofları, Allah’a, "eşyaya vücûd veren" anlamında "el-Mebdeü'l-Feyyâz" ismini vermişlerdir Yine İslâm filozoflarından bazısının iddiasına göre; el-Mebdeü'l-Feyyâz, İlk Akıl (el-Aklu’l-Evvel), bazısına göre ise onuncu akıl (el-Aklü'l-Âşir) olan Fa’al Akıl (el-Aklü'l-Fa'âl) dır 24 En-Naziat, 5 25 Daha önce bahsedilen Temâgis, Ba’deân, Yesevvâd, Vagdâs, Nugnâ, ve Gâdîs kelimeleri kastedilmektedir 26 Kehyân olarak okuduğumuz bu kelimenin de hangi dile ait olduğu ve anlamı hakkında bir bilgimiz bulunmamaktadır 27 Metinde, bu kelime harekeli olarak, bu şekilde yazılmıştır Kelime anlamı itibariyle, küçük yeşil bir sinek veya göz hastalığı anlamına gelen Uhaydır kelimesinin, konumuz açısından ne anlama geldiği hususunda bir şey söyleyemiyoruz Ancak özel bir isim olduğunu tahmin edebiliyoruz Zaten yazar da, parağrafın son cümlesinde, bunların esrarlı kelimeler olduğunu belirtiyor 260 Seyyid Hakîm Muhammed’in kalb)28 diye isimlendirilmiştir” Bu ifade, açıklanabilirlikten uzak değildir Çünkü kalbin çocuğu, Nakşibendî mutasavvıflara göre Mumennak’ı29 çokça zikretmek suretiyle elde edilir Bu kelime, Allah’ın ismi veya nefy-ü isbatı30 olup başka bir şey değildir Bu zikir kalbin başkası (masivâ) ile bağlantısını keser ve kalbde arılık hasıl eder Böylece, müdebbir ruhanî nefs olan Kâmil Tabiat, kendisi ile irtibat kurar Zira Kâmil Tabiat’ın nefs ile irtibatı, yaratılıştan geldiği için, tabiatının gerektirdiği hükme göre onu yönetir Böylece nefs, olgun, ârif, zekî ve hikmet sahibi olur Çünkü zahidlik ile takvâ, her hikmetin aslı ve her akıl ve korkunun başıdır Her ne kadar bununla ilgili rivayet ve sözler olsa da, bu şerefli isimlerin manasını bilmiyoruz Bu konuda, pek de itibar edilmeyen bazı rivayetler bulunsa da, bize kadar kesin bir şekilde ulaşmamıştır Ancak, Mecritî’nin Gaye isimli eserinde zikrettiği azîmet31 dışında, İmam Sühreverdî eş- Şehid (ks)’in, kendi eliyle yazılmış olan bir nüshada, şerefli bir azîmet buldum Bu risâleyi, taleb ve nazar ehlinin faydalanabilmesi için aynen aktarıyorum İşte bu risâle şudur: “Rahman ve Rahim Olan Allah’ın Adı ile, Ey Efendi Reis32, kutsal melek ve ruhanî nefs! Sen benim ruhanî babam ve hakka 28 Kâmil Tabiat ile ilgili Kebirizade’nin ( Milli Kütüphane, no: 2145, 19b) risâlesinde de bir tasavvuf terimi olarak belirtilen “veled-i kalb” terimine, maalesef tasavvuf terimlerini ihtiva eden kaynaklarda ve tasavvuf ile ilgili eserlerde rastlanmamıştır 29 Özel bir isim olduğunu tahmin ettiğimiz bu kelimenin anlamı ve neye delalet ettiğini bilemiyoruz 30 Nefy-ü İsbat, Nakşibendi ıstılahına dair bir terimi olup, aynı zamanda bir zikir biçimidir Nefy-ü İsbat, önce Allah haricinde ne varsa hepsini kalpten silip, sonra da sadece Allah’ı kalbe nakşetmek olarak tanımlanmaktadır Bkz Ethem Cebecioğlu, Tasavvuf Terimleri ve Deyimleri Sözlüğü, Ankara, 1997, 549-50 31 Aynı zamanda bir fıkıh terimi de olan azîmet (çoğ azâim), kalbi kesin olarak bir şeye bağlayarak, bütün manevî ve ruhî gücü ile maksada yönelmek, ciddiyet ve sabır ile çalışmak ve önem vermek diye de tarif edilir Böyle azimle yapılması gereken büyük hayırlı işlere ve ruhsat yönü aranmayarak, icrası istenilen çok mühim görevlere de azîmet, azâim ve avâzim denilir Azîmet ile benzerlik arzeden ancak ondan farklı olan bazı terimler, kaynaklarda şöyle tanımlanmıştır Bazı hadiselerin meydana gelişi, eğer sadece nefsanî bir tesir ile olursa sihir, feleklerin yardımı ile olursa yıldız daveti, semavî kuvvetler ile arzî kuvvetleri birleştirmek sureti ile olursa tılsım, bunların dışında başka bir sebeple olursa rekî (çoğ rekiye) olarak adlandırılır Şayet yukarıda belirttiğimiz hadiseler, sadece ruhların yardımı ile olursa buna da azîmet denilir Eğer azîmet, iyi şeyler için yapılırsa buna azâimu’l-ahmediyye denilir (Geniş bilg için bkz: İbn Nedim, el-Fihrist, 376-77; Katip Çelebi, Keşfu’z-Zunûn, II, 1402-1982, 1137; Taşköprülüzade, Mevzuatu’l-Ulum, trc Kemaleddin Mehmed Efendi, Dersaadet, 1313, 394) 32 Reis kelimesi baş, başkan ve yönetici gibi anlamlara gelmesine rağmen, biz bu kelimeyi aslında olduğu gibi reis olarak bırakmayı gerekli gördük Çünkü İbn Nedim, reis veya re’s kelimesinin, eski Harranlılar ile Keldanî ve Sabiîlerce, özel bir anlamı bulunduğunu belirtmektedir Onlara göre re’s, şekli, Utarid’e benzeyen bir insandır Bu insanın ruhu Utarid ile irtibat kurar, onun dili ile konuşur, onun sahip olduğu bilgileri haber verir, ondan istenilen şeyleri kabul eder Çünkü bu milletlere göre, bu insanın tabiatı ile Utarid’in tabiatı aynıdır Dolayısıyla re’s, insan ile Utarid arasında bir elçi görevi görmektedir (Fihrist, 390-391) Sühreverdî’ye ait olduğu iddia edilen bu azîmette, Kâmil Tabiat’ın, Utarid’e benzetildiğini görmekteyiz 261 FÜSosyal Bilimler Dergisi 2003 13 (2) sığınan manevî atamsın Allah’ın izni ile, eksiklerimi tamamlamak için ilahların ilahı olan Allah azze ve celleye yalvaran şahsımı idare etmektesin (Yine sen) Lahûtî nurların en yükseğini giyinen ve mükemmellik derecesinin zirvesinde bulunansın Bu büyük şerefi sana veren ve bu ulu feyzi sana bağışlayan (Allah)’ın hakkı için senden, benim için tecellî eden mazharların en güzelini istiyorum Sen nurlu cemalini …33 bana göster ve gizlilik nurunun elde edilmesi için, ilahların ilahı katında benim için aracı –ki bu aracı varlıklar dinde fiilî melekler olarak adlandırılmaktadır- ol Onun yanındaki değeri ve üzerindeki hakkı için, kalbimdeki karanlık engelleri kaldır”34 Mecritî’nin Gaye’sindeki “âzimet”ten anlaşıldığı gibi, –ki O (Mecritî) “Ey ruhani (varlık) bana cevap ver” şeklinde zikretmektedir- matbu olan bu şerefli azîmetten de şu anlaşılmaktadır: Bu şerefli isimler, en kudretli melik (Olan Allah’ın) izni ile, her şahsın yönetilmesi hususunda, onlarla uyum ve intibak halinde bulunan küllî, insanî, ruhanî ve müvekkil bir meleğe ait isimlerdir Her şeyi hikmetiyle yaratan ve onlara sırlarını yerleştiren (Allah)’in şanı ne yücedir O, çok hikmet sahibi ve her şeye gücü yetendir Allah’a hamdolsun ki, benden önce hiç kimse bu ilim ile ilgili (fazla) bir şey söylemedi Kâmil (Tabiat) ile ilgili, bazı garip durumlar gördüm Kâmil Tabiat ile ne zaman ilgilensem, Allah’u Teala’nın izni ile zihnimde, daha önce alışık olmadığım azim, hiddet ve keskinlik hasıl oldu Söylemek istediğim son şey de budur Alemlerin rabbi olan Allah’a hamd olsun, kendisinden sonra peygamber gelmeyecek olan (Muhammed)’e salat ve selam olsun Aynı şekilde İbn Haldun, bu yabancı dört isimle birlikte onların altı tane olduğunu söylemektedir35 Meleklere ait isimleri, yani zikredilmiş olan isimleri, altı isim olarak saydı Bunların her birisi beş harften oluşmakta ve böylece toplam otuz harf etmektedir Yine bunların meleklere ait isimler olup, fiil ve hizmette birlikteliğin ifadesi olduğu da anlaşılır Daha önce bahsedildiği üzere Kâmil Tabiat, eş- Şehid (Sühreverdî)’in de tabir ettiği gibi “manevî baba” olarak ifade edilir Allah’a ham dolsun, risâle burada bitti 28 Muharrem 1171(1757)’de Cuma günü tamamlandı D- Açıklamalar Metniyle birlikte tercümesini de verdiğimiz Seyyid Hakîm Muhammed’e ait olan bu risâle, belli bir metot üzere yazılmıştır Yazar, önce bu ilme olan ilgisinin nereden kaynaklandığı, kimlerden ders aldığı ve bu ilimde nasıl ilerlediği gibi konular hakkında bilgi vererek risâleye başlamaktadır Daha sonra, bu alanda yazılmış olan eserleri 33 Metnin burasında bir kelime okunamamıştır 34 Bu , tahminimizce Sühreverdî’nin el-Varidat ve’t-Tasdikat olarak adlandırılan eserinden alınmıştır Çünkü bu eser, Sühreverdî’nin dua ve zikirlerini ihtiva eden bir eser olarak tanımlanmaktadır Aynı eserde, Sühreverdî’nin Kâmil Tabiat’a dua ettiğine dair iddialar bulunmaktadır Bkz Nasr, 158 35 Metinde de görüldüğü gibi, bu cümleden kastedilen şeyin ne olduğu tam olarak anlaşılamamaktadır Ancak biz bu cümleyi, Süryanice olan altı yabancı isim ve bunun yanında da dört harfli bazı yabancı isimler olarak anlamaktayız Ancak bu dört harfli ismin ne olduğunu bilemiyoruz Yine bize göre, bu dört harfli denilen isimler, metinde de belirtildiği gibi “allâm (???)” gibi isimler olmalıdır 262 Seyyid Hakîm Muhammed’in incelediğini ve bunların Kâmil Tabiat’ı nasıl tanımladıklarını, bu ilmi öğrenmek için gerekli olan şartlar ile başkalarının öğrenmemesi için rumuz kullanıldığını belirtmektedir Ancak kendisinin de hâlâ bazı şeyleri anlayamadığından bahsetmektedir Meselâ, Kâmil Tabiat ile ilgili bütün eserlerde bahsedilen altı tane yabancı ismin –ki bunlar Temâgis, Ba’deân, Yesevvâd, Vagdâs, Nugnâ, ve Gâdîs’dir- ne anlama geldiğini yazarımız da bilmemektedir Risâlede dikkatimizi çeken bir başka önemli husus ise, Kâmil Tabiat’ın dinî bir kaynağa dayandırılma çabasıdır Risâlede, önce İdris olarak kabul edilen Hermes ve sonra da Hz Peygamber ile ashabının, bu ilimle olan alakasından bahsedilmektedir Aslında İslâm düşünürlerinin, özellikle de İşrakî filozofların, bu yönde özel gayretlerinin olduğunu görmekteyiz Aynı şeyi Sühreverdî de yapmakta ve kendi düşünce silsilesini Hermes’e kadar dayandırmaktadır Yapılmak istenen şeyi de, din ile felsefe arasında bir bağlantı kurma çabası olarak değerlendirebiliriz Hatta bu çabanın, Osmanlılarda bile bulunduğunu söyleyebiliriz İşte Seyyid Hakîm Muhammed bunun bir örneğidir Kendisinden sonra yaşamış olan Ahmed Hamdi Efendi (Şirvanî) de benzer görüşleri savurmakta ve Pythagoras’ı, Hz Süleymanın bir öğrencisi olarak kabul etmek suretiyle felsefenin ilahi kaynaklı olduğunu36 savunmaktadır Seyyid Hakîm Muhammed’e göre Kâmil Tabiat denilen şey, aslında insana ilk defa üfürülmüş olan ve insanlığın prototipi olarak algılanması gereken Küllî bir ruhtur Bu ruh, bir tane olmakla birlikte bütün insanları idare etmekte, onları korumakta, onlara ilim ve marifet vermektedir Bu ruhun insan bedeni ile olan irtibatı, bir kralın şehir ile olan irtibatı gibidir Nasıl ki, şehir, içinde ne kadar çok insan olursa olsun bir kral tarafından yönetilmekte ise, bütün insanlar da bir Kâmil Tabiat tarafından yönetilmektedir Bu yönü ile Kâmil Tabiat, bedenin ne içindedir ne de dışında Kâmil Tabiat’ın bir başka özelliği ise, manevî bir baba olarak algılanmasıdır Yani bu ruh, müdebbir37 melekler gibi insanları çekip çevirmede ve onları manevî olarak eğitmektedir Eğer bir benzetme yapmak gerekirse Kâmil Tabiat bir öğretmene benzetilebilir Nasıl ki bir çocuğun yetişmesinde, onun nesebî bir babası yanında bir de öğretmeni olması gerekirse, işte Kâmil Tabiat da bu öğretmen gibidir Ancak her insanın bir Kâmil Tabiat’ı değil, tüm insanlığın bir tek Kâmil Tabiat’ı vardır Hakîm Muhammed’e göre Kâmil Tabiat ile irtibata geçme imkanı bulunmaktadır Bunun için bir takım şartlar gerekmektedir Önce iç ve dış temizlik elde edilmeli, daha sonra da Kâmil Tabiat’ın hoşuna giden sözler söylenmelidir İşte, metinde bahsettiğimiz 36 Ahmed Hamdi Şirvanî, Makaletü’l- Urefâ fî Mesâili’l-Hükemâ, İstanbul, 1285, 4 vd 37 Müdebbir kelimesi, felsefede biraz farklı bir anlamda kullanılmaktadır Özellikle İşrakî filozoflar, müessir ve müdebbir olmak üzere iki tür varlıktan bahsetmektedirler Müessir varlıklar, başka varlıkların meydana gelmesinde etken olan varlıklardır Bu anlamda ilk müessir varlık Allah’tır Ancak, Akıllar da müessir durumundadırlar Çünkü, kendileri bir üst müessir tarafından varlığa getirilirken, aynı zamanda bir alt basamaktaki varlığın da müessiri durumundadırlar Bunlara İşraki felsefede Tuli Akıllar adı verilir Bir de Müdebbir varlıklar vardır ki, bunlar da, müessir varlıklar tarafından vücuda getirilmiş varlıkları idare eden, yöneten ve koruyan varlıklardır Bunlara da arzî akıllar denilmektedir İşte Kâmil Tabiat bu ikinci gruba girmektedir 263 FÜSosyal Bilimler Dergisi 2003 13 (2) bu altı yabancı isim, Kâmil Tabiat ile irtibata geçebilmek için bir vasıta görevi görmektedir Çünkü bu kelimelerin, Kâmil Tabiat ile emrî ve hikemî açıdan bir bağlantısı bulunmaktadır Bu isimler söylendiği zaman Kâmil Tabiat, istenilen her şeyi vermeye hazır bir hale gelmektedir Nasıl ki Allah’a dua ederken, önce Allah’ı güzel isim ve sıfatlarla tavsif edip, sonra onun dostlarının ismini de zikrederek dilekte bulunuyor isek, veya belli bir makamda bulunan birisini, bir isteğimizi yerine getirmesi için, taltif ediyor isek, Kâmil Tabiat için de aynı şeyi yapmalıyız Çünkü o da güzel isimlerle vasıflanmaktan hoşlanmaktadır Bu durum Tasavvuf’taki “İstihdâm-ı İsmullah” terimi ile benzerlik göstermektedir Çünkü Tasavvuf’ta da, Allah’ın bazı isimlerini kullanarak, eşyada tasarrufta bulunmak için ruhî bir güç oluşturulacağına inanılmaktadır38 Bu şekilde, bir varlıktan istekte bulunma ve onu bu isteği yerine getirmeye mecbur etme, diyebileceğimiz bu tür davranışlara, daha önce de söylediğimiz gibi farklı isimler verilmektedir Ancak bu isteklerden, dinen yasak olmayan şeylerin istenmesine azîmet denilmektedir Çünkü bir çok filozof ve tasavvufçu, azîmetin gerekliliğine inanmakta ve yazmış oldukları bazı eserler, kendileri tarafından olmasa bile başkaları tarafından “azîmet” olarak adlandırılmaktadır Biraz önce de belirttiğimiz gibi, Seyyid Hakîm Muhammed, Sühreverdî’ye ait olduğunu iddia ettiği bir esere “azîmet” ismini vermektedir Kâmil Tabiat’tan, bu şekilde istekte bulunanlara, uykuda veya uyku ile uyanıklık arası bir halde, bilgi ve marifet verilmeye başlar Çünkü bu durumlarda, beden dinlenmekte ve bedene ait organlar işlememektedir Yani ruh, artık bedeni idare etme işi ile uğraşmamakta ve Kâmil Tabiat’tan gelecek olan her türlü bilgiyi almaya müsait bir hale gelmektedir |
|