Geri Git   ForumSinsi - 2006 Yılından Beri > Genel Kültür & Serbest Forum > Serbest Forum

Yeni Konu Gönder Yanıtla
 
Konu Araçları
hâkim, ile, ilgili, kamil, muhammed’in, risalesi, seyyid, tabiat, tibâu’ttâmm

Seyyid Hakîm Muhammed’İn Kâmil Tabiat (Et- Tibâu’T-Tâmm) İle İlgili Bir Risalesi

Eski 07-20-2012   #1
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Seyyid Hakîm Muhammed’İn Kâmil Tabiat (Et- Tibâu’T-Tâmm) İle İlgili Bir Risalesi



A- Risâlenin Tanıtımı ve Konusu
Tespit edebildiğimiz kadarı ile Seyyid Hakîm Muhammed’in bu risâlesinin tek
nüshası bulunmaktadır Ancak bu risâlenin, müellifin kendi hattı olup olmadığı hakkında
kesin bir fikre sahip değiliz Elde ettiğimiz bu risâle, Süleymaniye Kütüphanesi (Esad
Efendi)’nde 26920 numarada kayıtlı olan bir mecmuanın 22-25 varakları arasında talik
bir hat ile yazma halinde bulunmaktadır
Risâle, yukarıda bahsettiğimiz mecmuanın 22 varakının ortasından, besmele ile
ayrılan bir paragraftan itibaren başlamakta ve tam olan diğer sayfalarında ortalama 17-18
satır bulunmaktadır Satırlar sağdan sola yukarı doğru hafif eğik bir biçimde yazılmıştır
Bazı satırlarda, kelimelerin üzeri karalanıp düzeltmeler yapılmış (mahv-ü ispat), bazı
satırlarda da ok çıkarmak suretiyle kenar boşluklara, ya eksik kalan bir cümleyi
tamamlayan yarım cümleler (tetimme) veya kısa açıklamalar (haşiye) yapılmıştır Eserin
son kısmında müellif, Şihabeddin Sühreverdî’nin el yazması olduğunu iddia ettiği bir
risâleden, kısa bir da yapmıştır Bu nın Sühreverdî’nin hangi eserinden
yapıldığı hakkında bir açıklama bulunmamaktadır
Risâlede, hem yazının okunaksız olması hem de yabancı sözcüklere yer verilmesi

1 Mecritî’nin Gâyetü’l-Hakîm’indeki bu bölüm, XVII ve XVIII Yüzyıllarda bazı Osmanlı ilim adamları
tarafından, müstakil bir eser olarak istinsah edilmiştir Ancak bu nüshalarda, kimler tarafından istinsah
edildiklerine dair her hangi bir bilgi bulunmamaktadır Bu nüshalardan ikisi, Millî Kütüphane’de 3146 ve
2145 numarada kayıtlı bulunmaktadır Her ne kadar kataloglarda müstensih olarak Kebirizade Ahmed
Mahfî görülmekte ise de, nüshalar üzerinde yaptığımız incelemede, böyle bir isme rastlayamadık
252
Seyyid Hakîm Muhammed’in
yüzünden okumakta zorluk çektiğimiz bazı kelimeler bulunmaktadır Bu kelimelerden bir
kısmı hiç okunamadığı için, metinde yerleri boş bırakılmış; bir kısmı ise metnin siyak ve
sibakından tahmin edilmeye çalışılmış olup, gerekli açıklamalar dip notlarda belirtilmiştir
Okumada güçlük çekilen kelimeler ve metindeki ifade bozuklukları yüzünden, bazı
cümleler tam olarak anlaşılır bir vaziyette bulunmadığı için, tercümede ara sıra anlam
bozuklukları göze çarpabilir Biz, metne de sadık kalmak suretiyle elimizden geldiği kadar
bu risâleyi tercüme etmeye çalıştık
Risâle, adından da anlaşılacağı gibi Kâmil Tabiat (et-Tıbau’t-Tâmm)’ı konu
edinmektedir Kamil Tabiat, gizli bilimler, tasavvuf ve tılsım gibi farklı ilim dallarında da
kullanılan bir terim olmakla birlikte, felsefî bir terim olarak da karşımıza çıkmaktadır Bizim
incelemeye çalıştığımız bu risâle de, felsefe ile ilgili olduğu için, sadece felsefede
kullanılan Kâmil Tabiat hakkında kısaca bilgi vermeye çalışacağız
Kâmil Tabiat, özellikle İşrakî İslâm filozofları tarafından kullanılan, felsefî bir
terimdir İşrakî filozoflara göre Kâmil Tabiat, varlık hiyerarşisi içinde yönetici (müdebbir)
varlıklar olarak adlandırılan varlıklardan, akıl sahibi varlıkları (insanlar) idare eden, onları
koruyup gözeten ve bilgilendiren bir varlıktır Bu yüzden Kâmil Tabiat’a, insanın manevî
eşi, semavî rehberi, manevî babası ve türünün mükemmel örneği (prototip) de
denilmektedir2 Ayrıca Kâmil Tabiat, ruh, melek ve Fa’al Akıl gibi varlıklarla
karşılaştırılmakta veya bunlardan birisi olabileceği yönünde değişik görüşler
bulunmaktadır3
Bazı iddialara göre, Hermes tarafından ortaya atılan ve ondan da, Yunanlılar’a
geçen Kâmil Tabiat fikrini, Aristoteles de, talebesi Büyük İskender’e öğretmiş4 ve bu
sayede, İskender cihan imparatoru olmuştur
Henry Corbin’e göre ise Kâmil Tabiat fikri, Sokrates’e izafe edilmektedir5
Kâmil Tabiat’tan bahseden bütün eserlerde olduğu gibi, Seyyid Hakîm
Muhammed’in bu risâlesinde de, Aristoteles’e ait olduğu iddia edilen “Estimahis” isimli
bir eserden bahsedilmekte ve bu eserde, Aristoteles’in Kâmil Tabiat’ı nasıl tanımladığı
belirtilmektedir Ancak Aristoteles’in bu isimde bir eserinin varlığına dair bir bilgi, başka
kaynaklarda bulunmamaktadır Sadece İbn Nedim, Estimahis isminde bir eserden
bahsetmekte, fakat müellifinin Aristoteles değil Hermes olduğunu zikretmekte,6 ancak,
eserin muhtevası hakkında herhangi bir bilgi vermemektedir
Araştırmamızın konusu, Seyyid Hakîm Muhammed’in Kâmil Tabiat hakkındaki
risâlesi olduğu için, burada, risâledeki kavramlar hakkında fazla bilgi vermeyi gereksiz
Kâmil Tabiat Risâlesi’nin Tercümesi
Rahman ve rahim olan Allah’ın adı ile,
Alemlerin rabbi olan Allah’a hamd olsun Salat ve selam efendimiz Muhammed ile
onun evlat ve ashabının üzerine olusun
Bu, Kâmil Tabiat (et-Tıbai’t- Tâm)’ı incelemeye yönelik bir risâledir
Ben; kerim, tek, hiçbir şeye muhtaç olmayan, her hayır ve mededin sahibi
(Allah)’nin lütfuna muhtaç olan Seyyid Hakîm Muhammed’im Mükemmelliğini
had ve adedin oluşturmadığı hüküm sahibi olan (Allah)’ı, her türlü noksan
sıfatlardan tekrar tekrar tenzih ederim
Bilmiş ol(unuz) ki, gençlik dönemimde, Kâmil Tabiat’ı12, alim, salih, takva ve
hikmet sahibi bir kişiden öğrendim Bu zatın kendisi de bu (ilmi) hocalarından öğrenmişti
Bu kişi (bana bu ilmi) telkin etti Ben de bir müddet bu konu ile uğraştım ve oldukça
ilginç şeyler öğrendim Daha sonra Batı (garp)’lı alimlerden birisi ile bir araya geldim ve
bu bilgileri ona arz ettim O, bunu hoş karşıladı ve (olumsuz) hiçbir şey söylemedi
Daha sonra geniş bilgi ve dirayet sahibi olan Allah dostlarından bir veli ile bir araya
geldim Bu veli bana şöyle dedi: “Oğlum! Şunu bil ki, İmam Fahreddin Razi, Gizli Sır (es-

9
??

?? ?? ????
"
"
10
????

?? ??
" "
??

11
???????

????????? ??
12 Bu ifadeden Kâmil Tabiat’ın bir ilim olarak görüldüğünü anlamaktayız
257
FÜSosyal Bilimler Dergisi 2003 13 (2)
Sırru’l-Mektûm)13 isimli eserinde, Kâmil Tabiat ile ilgili nakillerde bulunmuş ve kendisine
kitaplardan aktarılan şeyler hakkında bir hüküm vermişti Bu ilmin sırrını kendisi de
bilmiyordu”
İmam Mecritî14 de, “Gâye”15 isimli eserinin riyaziyyat ile ilgili bölümünde, bu
konudan bahsetmek suretiyle, bu (Kâmil Tabiat)’na açıklık getirdi Ancak bu eserde bir
şey gizlenip, açıklığa kavuşturulmadı Çünkü bu sırlar, satırlarda değil, kalpler (sudûr)’de
odaklanmakta (merkûz)’dır Eğer bu bilgileri kitaplara yazma zorunluluğu ortaya çıkar ise,
sadece bu işin ehli olanların anlayabileceği bir takım belli işaretler (rumuz) koymak
gerekir
Bu ilme yabancı olanlar, taş(lar) ile ilgili Tedbir Risâleleri (Resâilu’t-Tedâbîr)16 gibi
eserler, Marifet’in Güneşi (Şemsu’l-Maarif)17’nde bulunan ruhanîyet ile ilgili bölümler ve
(hakikatını ancak) ehli olanların bildiği ve göründüğü gibi olmayan diğer bilimler
hakkında hiç bir şey bilmezler
Mütercim18 İbn Haldun, Mukaddime’sinde onun (Kâmil Tabiat), eşyanın hakikatının
kendisi ile bilindiği bir zat olduğunu zikretmiş ve (aşağıda altı kelime olarak belirtilen)
isimleri terkip ederek yazmıştır19 Ancak bundan kastedilen şeyin mahiyetini tam olarak
açıklayamamıştır
Temâgis, Ba’deân, Yesevvâd, Vagdâs, Nugnâ, ve Gâdîs20 (kelimeleri)’nin ilahî

13 Razi’nin sihir ve astroloji ile ilgili bu eserin tam ismi, el-Ahkamu’l-Alaiyye fî’l-A’lami’s-Semavîyye es-
Sırru’l-Mektûm’dur
14 Tam adı Ebu’l-Kâsım Mesleme b Ahmed el-Farazî el-Hasib el-Mecritî el-Kurtubî olan Mecritî’nin hayatı
hakkında fazla bilgi bulunmamaktadır Madrid’de doğmuştur ancak doğum tarihi bilinmemektedir
Ölümünün de 398/1007 yılı olduğu kabul edilmektedir Çeşitli ilim dallarında eser vermesine rağmen, daha
çok tılsım ve gizli bilimlerde kendisini gösterdiği kanaati yaygındır Bkz E Wiedemann, Mecritî, İA
VII, Eskişehir, 1997, 440-441
15 Filozofun Gayesi anlamına gelen Gâyetü’l-Hakîm kitabı, EJ Holmyard ve Henry Corbin’e göre yanlış
olarak Mecritî’ye atfedilmiştir (Bkz Corbin, 241) Ancak her iki araştırmacı da, bu iddiaya rağmen, eserin
gerçekte, kime ait olduğunu belirtmemişlerdir Biz, bu eserin Mecritî’ye ait olduğundan kuşku
duymuyoruz
16 Diğer kültürlerde olduğu gibi İslâm kültürü içinde de önemli bir yeri olan “Simya” ile ilgili yazılmış olup,
Filozof Taşı, Felsefe Taşı gibi isimlerle de bilinen çok sayıda eser bulunmaktadır Bu eserlere genelde
Resâilu’t-Tedâbir ismi verilmektedir Geniş bilgi için bkz: Selimüzzaman Sıddıkî- S Mehdihassan, Simya
ve Kimya, çev Ahmet Ünal, (İslâm Düşüncesi Tarihi, C IV, edit M M Şerif, İstanbul, 1991), 98 vd
17 Endülüslü Ahmed el-Bûnî tarafından yazılmış olan “Şemsu’l-Maarifi’l-Kübra” ismindeki bu eser, tam bir
büyü, sihir ve tılsım kitabı niteliğinde olup, binlerce büyü tarifi içermektedir Kitabın bir başka özelliği de
çok sayıda, anlamı bilinmeyen kelimeler ihtiva etmesidir Bu kelimelerin isim mi yoksa rumuzlardan
oluşan bir sembol mü olduğu hakkında kesin bir karar vermek gerçekten de zordur Şemsu’l-Maarifi’l-
Kübrâ üç cilt halinde h 1318 tarihinde Mısır’da basılmıştır
18 Seyyid Hakim Muhammed’in, İbn Haldun’a niçin mütercim dediğini bilemiyoruz Çünkü İbn Haldun’un
özellikle Mukaddime adlı eseri tercüme olmayıp, orijinal bir eserdir Kanaatimizce Seyyid Hakim
Muhammed, metinde belirtilen ve hangi dile ait olduğu tam olarak bilinemeyen kelimeler hakkında bu
sıfatı kullanmıştır
19 Bkz: İbn Haldun, Mukaddime, I, çev Zakir Kadiri Ugan, İstanbul, 1990, 258-59
20 Bu altı ismin mahiyeti ve hangi dile ait olduğu hakkında kesin bir şey söylemek maalesef mümkün değildir
Çünkü müellifimiz, bu kelimeleri, Süryanice yardımcı melek isimleri olarak belirtir iken, başka hiçbir

258
Seyyid Hakîm Muhammed’in
isimler mi yoksa ulvî veya suflî meleklerin isimleri mi olduğu ve ne anlama geldiği ile,
ilim elde etmek isteyenler (talib)’in bunu nasıl elde edeceği bilinmemektedir (Aynı
şekilde) İdris (as)’in bunu, vahiy veya ilham yoluyla mı, kendisinden önceki
peygamberlerden mi yoksa kimliğini açıklamadığı bir kişiden mi aldığı ve bu ilmin İdris
(as)’e hangi yolla ulaştığı da bilinmemektedir Hatta Sahabe arasında (bu ilmin) şöhret
bulmasının ve bazı sahabelerin, zamanlarında Halûme hakkında 21 zikredilen, sırların
varisleri olarak nitelendirilmesinin sebebi (de bilinmemektedir)”
Allah’tan başarı dileyerek ben de şunu söylemekteyim
Filozoflar (hükema) arasında yaygın olan görüşe göre Tıba-i Tâmm-ı Halûme, İdris
(as)’den nakledilmiş ve (ondan da) Yunan filozoflarına ulaşmıştır Hatta Aristoteles,
riyaziyat yolu ile bu ilmi öğrenmeğe çalışmış ve İskender’e de öğretmiştir
(Yukarıda altı kelime olarak zikrettiğimiz) bu isimler Süryanice olup, hıfzından
hiçbir şeyin kaybolmadığı “ey gaybı bilen (yâ Alleme’l-Guyûb)” kelimelerinde olduğu
gibi dört harfli (rubaî) isimlere benzer Bu isimler, Allah’ın isleridir Buna “hıfzından
hiçbir şey kaybolmaz” ifadesi eklenmiştir (Ancak bu isim) kendisinde, Emir Alemi’nden
melekler bulunması sebebiyle, Müşteri (gezegenine) ait kılınmıştır Kim, gerekli şartları
yerine getirerek bununla meşgul olursa, meşgul olmaktan uzak kalanlara kapalı olan ilim,
himmeti kadar kendisinde açığa çıkar
İşte Temâgis, Ba’deân, Yesevvâd, Vagdâs, Nugnâ, ve Gâdis kelimeleri, insanlığa
özel olan düşünen nefsin ruhaniyetine nisbet edilen, Süryanice isimlerden oluşan
kelimelerdir Bu ise, Zeyd, Amr ve Bekir gibi bizzat insanî şahıslar arasında ortak bir ruh
olup, özünde bir farklılık yoktur (İşte bu ruh) bir kralın bir şehri idare ettiği gibi; Zeyd,
Amr, Bekir ve Halid’in cesetlerini idare eder Nasıl ki, şehir kralın bizzat kendisi olmadığı
gibi, kral da bizzat şehrin kendisi değilse ve hatta kral şehrin ne içinde ne de dışında değil
ise; Kâmil Tabiat da, Zeyd, Amr, Bekir ve Halid’e ait cesetlerin ne içindedir ne de
dışında Ruhların bedeni idare etmelerinin farklı oluşu, kabiliyet (isti’dat)’in farklılığı ve
Nuru’l- Beydâ’22 nın kendisine ulaşmasına mani olan engellerin ortadan kalkmaması
sebebiyledir Diğer bir ifadeyle, Allah-u Tealâ “Ol” hitabı ile Emir Alemi’nden bir ruh
yaratmış ve onu insan fertlerinin genel yöneticisi kılmıştır Bu ruhun başlangıcı Safiy (Hz
Adem)’in (salat ve selam Hz Muhammed ve onun ehli ile Hz Adem’in üzerine olsun)
şahsında tezahür etmiştir İşte bu ruh, üflenmiş ruh (ruhu’l-menfûh) diye ifade edilen
ruhtur ki, Allah’ın hikmeti ile unsurların birleşmesinden ortaya çıkmış olan hayvanî ruhtan
başkadır Bu hayvanî ruh, yönetici (müdebbir) ruh ile ceset arasında bir vasıtadır Bunu bil
ve bu konuda hassas ol

eserde bunların mahiyeti hakkında bir açıklama bulunmamaktadır Mecritî, bu isimleri sadece Kâmil
Tabiat’a ait isimler olarak belirtmiş, İbn Haldun ise bu isimlerin ne olduğu hakkında hiçbir açıklama
yapmamıştır Krş Min Kitabi Gayeti’l-Hakîm li Tıbai’t-Tammi’l-Halume, (yazarı belli değil), Milli
Kütüphane, no: 3146, 10b-12b; İbn Haldun, Mukaddime, C I, 258
21 Metinde bulunan bir kelime okunamamıştır
22 Nuru’l-Beydâ, Allah’tan ilk sudûr eden İlk Akıl veya Melekût Alemi anlamında kullanılan tasavvufî bir
terimdir Bkz: Süleyman Uludağ, “Beyzâ”, DİA, VI, İstanbul, 1992, 100
259
FÜSosyal Bilimler Dergisi 2003 13 (2)
Bu yönetici ruh, yüce Allah’ın halifesi konumundaki ruhanî bir insandır Bu ruhun,
herkesin tabiatına uygun düşen ruhanî tecellilerin mazharı olan, şerefli, yüce, olgun ve
olgunluk veren Mebde-i Feyyaz23’dan, olgunluğu tam olarak elde etme yeteneği vardır Bu
ruh, herkesin tabiatına uygun biçimde, kabiliyeti ve sanatı kadar (cesedi) idare eder ve
engelleri ortadan kaldırır Bir başka deyişle, bu insanî ruh, şanı yüce olan Allah’ın fiilî
melekleri gibi büyük bir melektir Bunu nasıl açıklayacağımız sorulursa, şöyle diyebiliriz:
Kur’an’da “ bir iş çevirenler hakkı için ”24 ayetinde de belirtildiği gibi, en büyük melik
olan Allah’ın, mutlaka hizmetçileri ve vezirleri olması gerekir Fakat bu ruh, Emir
Alemi’ne ait olup, cisim ve cismanî olmadığı gibi bedene de bağlı olmayan (müfarık) ve
aynı zamanda Allah’ın yaratığı olan bir emir (varlık)’tır Allah dilediğini yaratır ve
mülkünde dilediğini yapar
İnsanlardan her birinin tabiatı olması (muntabi’) sebebiyle bu varlığın ismi,
öncekilere göre “Kâmil Tabiat” veya “İnsanlığa ait Küllî Nefs”tir Bu yabancı
kelimelerin25, Kâmil Tabiat ile hikemî ve emrî açıdan bir bağlantı ve alakası
vardır (Bu alaka sebebiyle) harflere, güzel isimlere ve bahir ayetlere boyun eğen
melikler gibi, Kâmil Tabiat da bu isimlere boyun eğer Aynı şekilde, Kehyan26
(as)’ın ism-i celale, Uhaydır27’ın Fatiha Suresi’ne ve diğer bazı (isimlerin de belli
ayet ve isimlere) ait kılınması da bunun gibidir Bunları ancak işin erbabı olanlar
bilir
Bu iş ile uğraşan, riyazet şartına, iç ve dış temizliğine devam eden herkese
gaybın sırları açılır Bunun başlangıcı uykuda meydana gelir Çünkü, duyular
(havâs) uykuda atıl kaldığı için, (insan ruhu) bu sırları almağa müsait olur
Mebde-i Feyyaz’dan elde edilen sırlar kendisine verilir ve böylece insani ruh
bedeni uygun şekilde yönetir Aynen bunun gibi Kâmil Tabiat da, çocuğu
eğitmeye başlayan hakîm bir öğretmen gibi, kişiyi idare edip, onu üstadı gibi
hikmet sahibi bir ârif oluncaya kadar eğitir ve ona tedricî olarak bilgi verir Şayet
kişi kıt anlayış sahibi ise, onu (daha çok) anlayış sahibi yapar, ağır ve gevşek ise,
ona kendiliğinden keskinlik ve gayret, düşünen nefsi için de mevcut olan diğer
olgunluklar meydana getirir Bu durum, işin ehli olanlar tarafından görülmüş
(meşhud), bu şekilde yaygınlaşmış (meşhur) ve tecrübe edilmiştir Bundan dolayı
bazıları şöyle demişlerdir: “Halume-i Tıbâ’, sufilerce kalbin çocuğu (veled-i

23 İslâm Filozofları, Allah’a, "eşyaya vücûd veren" anlamında "el-Mebdeü'l-Feyyâz" ismini vermişlerdir
Yine İslâm filozoflarından bazısının iddiasına göre; el-Mebdeü'l-Feyyâz, İlk Akıl (el-Aklu’l-Evvel),
bazısına göre ise onuncu akıl (el-Aklü'l-Âşir) olan Fa’al Akıl (el-Aklü'l-Fa'âl) dır
24 En-Naziat, 5
25 Daha önce bahsedilen Temâgis, Ba’deân, Yesevvâd, Vagdâs, Nugnâ, ve Gâdîs kelimeleri
kastedilmektedir
26 Kehyân olarak okuduğumuz bu kelimenin de hangi dile ait olduğu ve anlamı hakkında bir bilgimiz
bulunmamaktadır
27 Metinde, bu kelime harekeli olarak, bu şekilde yazılmıştır Kelime anlamı itibariyle, küçük yeşil bir sinek
veya göz hastalığı anlamına gelen Uhaydır kelimesinin, konumuz açısından ne anlama geldiği hususunda
bir şey söyleyemiyoruz Ancak özel bir isim olduğunu tahmin edebiliyoruz Zaten yazar da, parağrafın son
cümlesinde, bunların esrarlı kelimeler olduğunu belirtiyor
260
Seyyid Hakîm Muhammed’in
kalb)28 diye isimlendirilmiştir” Bu ifade, açıklanabilirlikten uzak değildir Çünkü
kalbin çocuğu, Nakşibendî mutasavvıflara göre Mumennak’ı29 çokça zikretmek
suretiyle elde edilir Bu kelime, Allah’ın ismi veya nefy-ü isbatı30 olup başka bir
şey değildir Bu zikir kalbin başkası (masivâ) ile bağlantısını keser ve kalbde
arılık hasıl eder Böylece, müdebbir ruhanî nefs olan Kâmil Tabiat, kendisi ile
irtibat kurar Zira Kâmil Tabiat’ın nefs ile irtibatı, yaratılıştan geldiği için,
tabiatının gerektirdiği hükme göre onu yönetir Böylece nefs, olgun, ârif, zekî ve
hikmet sahibi olur Çünkü zahidlik ile takvâ, her hikmetin aslı ve her akıl ve
korkunun başıdır
Her ne kadar bununla ilgili rivayet ve sözler olsa da, bu şerefli isimlerin manasını
bilmiyoruz Bu konuda, pek de itibar edilmeyen bazı rivayetler bulunsa da, bize kadar
kesin bir şekilde ulaşmamıştır Ancak, Mecritî’nin Gaye isimli eserinde zikrettiği azîmet31
dışında, İmam Sühreverdî eş- Şehid (ks)’in, kendi eliyle yazılmış olan bir nüshada,
şerefli bir azîmet buldum Bu risâleyi, taleb ve nazar ehlinin faydalanabilmesi için aynen
aktarıyorum
İşte bu risâle şudur:
“Rahman ve Rahim Olan Allah’ın Adı ile,
Ey Efendi Reis32, kutsal melek ve ruhanî nefs! Sen benim ruhanî babam ve hakka

28 Kâmil Tabiat ile ilgili Kebirizade’nin ( Milli Kütüphane, no: 2145, 19b) risâlesinde de bir tasavvuf terimi
olarak belirtilen “veled-i kalb” terimine, maalesef tasavvuf terimlerini ihtiva eden kaynaklarda ve tasavvuf
ile ilgili eserlerde rastlanmamıştır
29 Özel bir isim olduğunu tahmin ettiğimiz bu kelimenin anlamı ve neye delalet ettiğini bilemiyoruz
30 Nefy-ü İsbat, Nakşibendi ıstılahına dair bir terimi olup, aynı zamanda bir zikir biçimidir Nefy-ü İsbat, önce
Allah haricinde ne varsa hepsini kalpten silip, sonra da sadece Allah’ı kalbe nakşetmek olarak
tanımlanmaktadır Bkz Ethem Cebecioğlu, Tasavvuf Terimleri ve Deyimleri Sözlüğü, Ankara, 1997,
549-50
31 Aynı zamanda bir fıkıh terimi de olan azîmet (çoğ azâim), kalbi kesin olarak bir şeye bağlayarak, bütün
manevî ve ruhî gücü ile maksada yönelmek, ciddiyet ve sabır ile çalışmak ve önem vermek diye de tarif
edilir Böyle azimle yapılması gereken büyük hayırlı işlere ve ruhsat yönü aranmayarak, icrası istenilen çok
mühim görevlere de azîmet, azâim ve avâzim denilir Azîmet ile benzerlik arzeden ancak ondan farklı olan
bazı terimler, kaynaklarda şöyle tanımlanmıştır Bazı hadiselerin meydana gelişi, eğer sadece nefsanî bir
tesir ile olursa sihir, feleklerin yardımı ile olursa yıldız daveti, semavî kuvvetler ile arzî kuvvetleri
birleştirmek sureti ile olursa tılsım, bunların dışında başka bir sebeple olursa rekî (çoğ rekiye) olarak
adlandırılır Şayet yukarıda belirttiğimiz hadiseler, sadece ruhların yardımı ile olursa buna da azîmet
denilir Eğer azîmet, iyi şeyler için yapılırsa buna azâimu’l-ahmediyye denilir (Geniş bilg için bkz: İbn
Nedim, el-Fihrist, 376-77; Katip Çelebi, Keşfu’z-Zunûn, II, 1402-1982, 1137; Taşköprülüzade,
Mevzuatu’l-Ulum, trc Kemaleddin Mehmed Efendi, Dersaadet, 1313, 394)
32 Reis kelimesi baş, başkan ve yönetici gibi anlamlara gelmesine rağmen, biz bu kelimeyi aslında olduğu gibi
reis olarak bırakmayı gerekli gördük Çünkü İbn Nedim, reis veya re’s kelimesinin, eski Harranlılar ile
Keldanî ve Sabiîlerce, özel bir anlamı bulunduğunu belirtmektedir Onlara göre re’s, şekli, Utarid’e
benzeyen bir insandır Bu insanın ruhu Utarid ile irtibat kurar, onun dili ile konuşur, onun sahip olduğu
bilgileri haber verir, ondan istenilen şeyleri kabul eder Çünkü bu milletlere göre, bu insanın tabiatı ile
Utarid’in tabiatı aynıdır Dolayısıyla re’s, insan ile Utarid arasında bir elçi görevi görmektedir (Fihrist,
390-391) Sühreverdî’ye ait olduğu iddia edilen bu azîmette, Kâmil Tabiat’ın, Utarid’e benzetildiğini
görmekteyiz
261
FÜSosyal Bilimler Dergisi 2003 13 (2)
sığınan manevî atamsın Allah’ın izni ile, eksiklerimi tamamlamak için ilahların ilahı olan
Allah azze ve celleye yalvaran şahsımı idare etmektesin (Yine sen) Lahûtî nurların en
yükseğini giyinen ve mükemmellik derecesinin zirvesinde bulunansın Bu büyük şerefi
sana veren ve bu ulu feyzi sana bağışlayan (Allah)’ın hakkı için senden, benim için tecellî
eden mazharların en güzelini istiyorum Sen nurlu cemalini …33 bana göster ve gizlilik
nurunun elde edilmesi için, ilahların ilahı katında benim için aracı –ki bu aracı varlıklar
dinde fiilî melekler olarak adlandırılmaktadır- ol Onun yanındaki değeri ve üzerindeki
hakkı için, kalbimdeki karanlık engelleri kaldır”34
Mecritî’nin Gaye’sindeki “âzimet”ten anlaşıldığı gibi, –ki O (Mecritî) “Ey ruhani
(varlık) bana cevap ver” şeklinde zikretmektedir- matbu olan bu şerefli azîmetten de şu
anlaşılmaktadır: Bu şerefli isimler, en kudretli melik (Olan Allah’ın) izni ile, her şahsın
yönetilmesi hususunda, onlarla uyum ve intibak halinde bulunan küllî, insanî, ruhanî ve
müvekkil bir meleğe ait isimlerdir Her şeyi hikmetiyle yaratan ve onlara sırlarını
yerleştiren (Allah)’in şanı ne yücedir O, çok hikmet sahibi ve her şeye gücü yetendir
Allah’a hamdolsun ki, benden önce hiç kimse bu ilim ile ilgili (fazla) bir şey
söylemedi Kâmil (Tabiat) ile ilgili, bazı garip durumlar gördüm Kâmil Tabiat ile ne
zaman ilgilensem, Allah’u Teala’nın izni ile zihnimde, daha önce alışık olmadığım azim,
hiddet ve keskinlik hasıl oldu Söylemek istediğim son şey de budur
Alemlerin rabbi olan Allah’a hamd olsun, kendisinden sonra peygamber gelmeyecek
olan (Muhammed)’e salat ve selam olsun Aynı şekilde İbn Haldun, bu yabancı dört isimle
birlikte onların altı tane olduğunu söylemektedir35 Meleklere ait isimleri, yani zikredilmiş
olan isimleri, altı isim olarak saydı Bunların her birisi beş harften oluşmakta ve böylece
toplam otuz harf etmektedir Yine bunların meleklere ait isimler olup, fiil ve hizmette
birlikteliğin ifadesi olduğu da anlaşılır Daha önce bahsedildiği üzere Kâmil Tabiat, eş-
Şehid (Sühreverdî)’in de tabir ettiği gibi “manevî baba” olarak ifade edilir
Allah’a ham dolsun, risâle burada bitti 28 Muharrem 1171(1757)’de Cuma günü
tamamlandı

D- Açıklamalar
Metniyle birlikte tercümesini de verdiğimiz Seyyid Hakîm Muhammed’e ait olan
bu risâle, belli bir metot üzere yazılmıştır Yazar, önce bu ilme olan ilgisinin nereden
kaynaklandığı, kimlerden ders aldığı ve bu ilimde nasıl ilerlediği gibi konular hakkında
bilgi vererek risâleye başlamaktadır Daha sonra, bu alanda yazılmış olan eserleri

33 Metnin burasında bir kelime okunamamıştır
34 Bu , tahminimizce Sühreverdî’nin el-Varidat ve’t-Tasdikat olarak adlandırılan eserinden alınmıştır
Çünkü bu eser, Sühreverdî’nin dua ve zikirlerini ihtiva eden bir eser olarak tanımlanmaktadır Aynı eserde,
Sühreverdî’nin Kâmil Tabiat’a dua ettiğine dair iddialar bulunmaktadır Bkz Nasr, 158
35 Metinde de görüldüğü gibi, bu cümleden kastedilen şeyin ne olduğu tam olarak anlaşılamamaktadır Ancak
biz bu cümleyi, Süryanice olan altı yabancı isim ve bunun yanında da dört harfli bazı yabancı isimler
olarak anlamaktayız Ancak bu dört harfli ismin ne olduğunu bilemiyoruz Yine bize göre, bu dört harfli
denilen isimler, metinde de belirtildiği gibi “allâm (???)” gibi isimler olmalıdır
262
Seyyid Hakîm Muhammed’in
incelediğini ve bunların Kâmil Tabiat’ı nasıl tanımladıklarını, bu ilmi öğrenmek için
gerekli olan şartlar ile başkalarının öğrenmemesi için rumuz kullanıldığını belirtmektedir
Ancak kendisinin de hâlâ bazı şeyleri anlayamadığından bahsetmektedir Meselâ, Kâmil
Tabiat ile ilgili bütün eserlerde bahsedilen altı tane yabancı ismin –ki bunlar Temâgis,
Ba’deân, Yesevvâd, Vagdâs, Nugnâ, ve Gâdîs’dir- ne anlama geldiğini yazarımız da
bilmemektedir
Risâlede dikkatimizi çeken bir başka önemli husus ise, Kâmil Tabiat’ın dinî bir
kaynağa dayandırılma çabasıdır Risâlede, önce İdris olarak kabul edilen Hermes ve sonra
da Hz Peygamber ile ashabının, bu ilimle olan alakasından bahsedilmektedir Aslında
İslâm düşünürlerinin, özellikle de İşrakî filozofların, bu yönde özel gayretlerinin
olduğunu görmekteyiz Aynı şeyi Sühreverdî de yapmakta ve kendi düşünce silsilesini
Hermes’e kadar dayandırmaktadır Yapılmak istenen şeyi de, din ile felsefe arasında bir
bağlantı kurma çabası olarak değerlendirebiliriz Hatta bu çabanın, Osmanlılarda bile
bulunduğunu söyleyebiliriz İşte Seyyid Hakîm Muhammed bunun bir örneğidir
Kendisinden sonra yaşamış olan Ahmed Hamdi Efendi (Şirvanî) de benzer görüşleri
savurmakta ve Pythagoras’ı, Hz Süleymanın bir öğrencisi olarak kabul etmek suretiyle
felsefenin ilahi kaynaklı olduğunu36 savunmaktadır
Seyyid Hakîm Muhammed’e göre Kâmil Tabiat denilen şey, aslında insana ilk
defa üfürülmüş olan ve insanlığın prototipi olarak algılanması gereken Küllî bir ruhtur
Bu ruh, bir tane olmakla birlikte bütün insanları idare etmekte, onları korumakta, onlara
ilim ve marifet vermektedir Bu ruhun insan bedeni ile olan irtibatı, bir kralın şehir ile
olan irtibatı gibidir Nasıl ki, şehir, içinde ne kadar çok insan olursa olsun bir kral
tarafından yönetilmekte ise, bütün insanlar da bir Kâmil Tabiat tarafından
yönetilmektedir Bu yönü ile Kâmil Tabiat, bedenin ne içindedir ne de dışında
Kâmil Tabiat’ın bir başka özelliği ise, manevî bir baba olarak algılanmasıdır
Yani bu ruh, müdebbir37 melekler gibi insanları çekip çevirmede ve onları manevî olarak
eğitmektedir Eğer bir benzetme yapmak gerekirse Kâmil Tabiat bir öğretmene
benzetilebilir Nasıl ki bir çocuğun yetişmesinde, onun nesebî bir babası yanında bir de
öğretmeni olması gerekirse, işte Kâmil Tabiat da bu öğretmen gibidir Ancak her insanın
bir Kâmil Tabiat’ı değil, tüm insanlığın bir tek Kâmil Tabiat’ı vardır
Hakîm Muhammed’e göre Kâmil Tabiat ile irtibata geçme imkanı bulunmaktadır
Bunun için bir takım şartlar gerekmektedir Önce iç ve dış temizlik elde edilmeli, daha
sonra da Kâmil Tabiat’ın hoşuna giden sözler söylenmelidir İşte, metinde bahsettiğimiz

36 Ahmed Hamdi Şirvanî, Makaletü’l- Urefâ fî Mesâili’l-Hükemâ, İstanbul, 1285, 4 vd
37 Müdebbir kelimesi, felsefede biraz farklı bir anlamda kullanılmaktadır Özellikle İşrakî filozoflar, müessir
ve müdebbir olmak üzere iki tür varlıktan bahsetmektedirler Müessir varlıklar, başka varlıkların meydana
gelmesinde etken olan varlıklardır Bu anlamda ilk müessir varlık Allah’tır Ancak, Akıllar da müessir
durumundadırlar Çünkü, kendileri bir üst müessir tarafından varlığa getirilirken, aynı zamanda bir alt
basamaktaki varlığın da müessiri durumundadırlar Bunlara İşraki felsefede Tuli Akıllar adı verilir Bir de
Müdebbir varlıklar vardır ki, bunlar da, müessir varlıklar tarafından vücuda getirilmiş varlıkları idare eden,
yöneten ve koruyan varlıklardır Bunlara da arzî akıllar denilmektedir İşte Kâmil Tabiat bu ikinci gruba
girmektedir
263
FÜSosyal Bilimler Dergisi 2003 13 (2)
bu altı yabancı isim, Kâmil Tabiat ile irtibata geçebilmek için bir vasıta görevi
görmektedir Çünkü bu kelimelerin, Kâmil Tabiat ile emrî ve hikemî açıdan bir bağlantısı
bulunmaktadır Bu isimler söylendiği zaman Kâmil Tabiat, istenilen her şeyi vermeye
hazır bir hale gelmektedir Nasıl ki Allah’a dua ederken, önce Allah’ı güzel isim ve
sıfatlarla tavsif edip, sonra onun dostlarının ismini de zikrederek dilekte bulunuyor isek,
veya belli bir makamda bulunan birisini, bir isteğimizi yerine getirmesi için, taltif ediyor
isek, Kâmil Tabiat için de aynı şeyi yapmalıyız Çünkü o da güzel isimlerle
vasıflanmaktan hoşlanmaktadır Bu durum Tasavvuf’taki “İstihdâm-ı İsmullah” terimi ile
benzerlik göstermektedir Çünkü Tasavvuf’ta da, Allah’ın bazı isimlerini kullanarak,
eşyada tasarrufta bulunmak için ruhî bir güç oluşturulacağına inanılmaktadır38
Bu şekilde, bir varlıktan istekte bulunma ve onu bu isteği yerine getirmeye
mecbur etme, diyebileceğimiz bu tür davranışlara, daha önce de söylediğimiz gibi farklı
isimler verilmektedir Ancak bu isteklerden, dinen yasak olmayan şeylerin istenmesine
azîmet denilmektedir Çünkü bir çok filozof ve tasavvufçu, azîmetin gerekliliğine
inanmakta ve yazmış oldukları bazı eserler, kendileri tarafından olmasa bile başkaları
tarafından “azîmet” olarak adlandırılmaktadır Biraz önce de belirttiğimiz gibi, Seyyid
Hakîm Muhammed, Sühreverdî’ye ait olduğunu iddia ettiği bir esere “azîmet” ismini
vermektedir
Kâmil Tabiat’tan, bu şekilde istekte bulunanlara, uykuda veya uyku ile uyanıklık
arası bir halde, bilgi ve marifet verilmeye başlar Çünkü bu durumlarda, beden
dinlenmekte ve bedene ait organlar işlememektedir Yani ruh, artık bedeni idare etme işi
ile uğraşmamakta ve Kâmil Tabiat’tan gelecek olan her türlü bilgiyi almaya müsait bir
hale gelmektedir

Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.