Prof. Dr. Sinsi
|
Ayın Altında Kağnılar Gidiyordu
AYIN ALTINDA KAĞNI KOLLARI
Ayın altında kağnılar gidiyordu
Kağnılar gidiyordu Akşehir üstünden Afyon’a doğru
Toprak öyle bitip tükenmez
Dağlar öyle uzakta
Sanki gidenler hiçbir zaman
hiçbir menzile erişemeyecekti
Kağnılar yürüyordu yekpare meşeden tekerlekleriyle,
ve onlar
ayın altında dönen ilk tekerlekti
Ayın altında öküzler
başka ve çok küçük bir dünyadan gelmişler gibi ufacık kısacıktılar
ve pırıltılar vardı hasta kırık boynuzlarında,
ve ayakları altında akan
toprak
toprak
ve topraktı
Gece aydınlık ve sıcak
ve kağnılarda tahta yataklarında
koyu mavi humbarlar çırılçıplaktı (humbar: el ile atılan yuvarlak bomba)
Ve kadınlar
birbirlerinden gizleyerek
bakıyorlardı ayın altında
geçmiş kafilelerden kalan öküz ve tekerlek ölülerine…
Nazım Hikmet
“Henüz hiç bir heykeltıraşın taş üzerinde şekillendiremediği, ağır yük taşıyan kadınlar ile analarının yanında otlayan buzağılar gibi onların ardında yürüyen çocuklara ait heykelleşmiş görüntüler, karlar altında ve dondurucu soğukta yorgun argın yol alacaklardı ”
Amerikalı yazar Ann Bridge
Ulusal Kurtuluş ve Bağımsızlık Savaşı’nın cephe gerisinin asıl yükünü kadınlar, çocuklar ve çalışma gücü sınırlı olan ihtiyar erkekler çekiyordu Kağnı Kolları kara ulaşımının en temel araçları olmuştu Tüm Anadolu kısa bir sürede ulaşım seferberliğine girmişti Cephelere sürekli olarak silah ve askeri malzeme ile yiyecek maddeleri taşınıyordu
Değişik yollar izleyerek yuvalarına sürekli yiyecek taşıyan ve yükünü yuvasına bıraktıktan sonra yenisini getirmek için dönen karıncalara benzetilen ulaşım kollarını Enver Behnan Şapolyo, belirgin özellikleriyle yansıtır:
“…Bana bir ulusal görev verilmişti O da Kağnı Komutanlığı idi O acı ve yoksul günlerde ordumuzun geri hizmetleri üç türlü araçla sağlanmaktaydı: Deve kolları, katır kolları ve kağnı kolları… Çünkü o zaman ordumuzun elinde hiçbir motorize güç yoktu Cepheye silah ve yiyecek bu ulaştırma kolları ile sağlanmaktaydı Deve kolları pek süslüydü Develerin hörgüçlerinden boyunlarına kadar renkli püsküller ve aynalar sarkmaktaydı Her devenin hörgücünün üzerine de üç cephane sandığı yerleştiriliyordu Katır kolları da pek enteresandı Katırların boyunlarındaki iri tunç çanlar çalar, bu gürültü içinde katırlar da yola düzülürler, onlar da cephane taşırlardı Benim kolum kağnı kollarıydı Kağnılar vilayet vilayet nöbete gelirler ve ödevlerini tamamladıktan sonra yurtlarına dönerlerdi (Beş Numaralı Tekâlifi Milli emri gereğince taşıma yükümlülüğü) Kağnılar iki tekerlekli basit şekilde yapılmış yük arabasıydılar Bunları öküzler ya da mandalar çekerlerdi Kağnıların hep beraber çıkardıkları inilti ta uzak yerlerden işitilirdi Bana her seferinde 40 kağnı verilirdi Kağnıcıların çoğu kadın olurdu Çünkü delikanlılar cephedeydiler Çok kere benim kağnıcılarımın 30’u kadın, 8’i çocuk, 2’si de altmış yaşından yukarı olan aksakallı ihtiyarlar olurdu Bize muhafız olarak da Müzeheret Bölüğü erlerinden silahlı bir asker verilirdi Bunlar hapishanelerden çıkarılıp vatan hizmetine verilmiş mahpuslardı[i] ”
Çocukların ve ihtiyar erkeklerin çalışma gücü sınırlı olduğundan kağnı kollarındaki asıl yük kadınların omuzlarındaydı Bir yabancı tarihçi, Lord Kinross’un tanık olduğu olaylar, çalışkan Türk kadının göstermiş olduğu eşi bulunmayan özveriyi de gözler önüne sermektedir:
“Yıllar sonra aynı şeyi yapan Churchill (II Dünya Savaşında İngiltere Başbakanı W S Churchill’in İngiltere savunmasında kadınlardan yararlanmış olmasına değiniyor), öküz ve deve yetersizliğinden ötürü taşıma işlerinde cephedeki askerlerin karılarından ve kızlarından M Kemal Paşa’nın nasıl yararlandığını anlatmaktadır M Kemal Paşa’nın milli duyguların yükseltilmesi planında kadınların seferber edilmesi büyük rol oynamış, sivil, asker herkesin gayret göstermesi gereğini ortaya koymuştu Diyarbakır, Erzurum, Sivas ve Trabzon gibi dağınık merkezlerden toplanan silah ve malzeme, saman yığınları altına yerleştirilerek kağnılarla taşınıyordu Şalvarlı, cepkenli ve yün dolaklı kadınlar kağnılarını dağlardan tepelerden aşırarak saatte beş kilometrelik bir hızla yüzlerce kilometre uzaktaki cepheye doğru yol alıyorlar, kağnılar Sümerler zamanındaki gibi gıcırtılı sesler çıkararak ilerliyordu Kadınların çoğu bebeklerini sırtlarına bağlamışlar, top mermilerini ve cephane sandıklarını kağnılara yüklüyorlar, omuzlarına birer mermi yükleyerek taşıyorlar; çoğu zaman çocuklarının yağmurda kalmasını göze alarak, çocuklarının örtülerini yağmurdan korumak için top mermilerinin üzerine dikkatle örtüyorlardı Kağnılar kırılıp yolda kalınca, içindekileri sırtlarına yükleyip kilometrelerce taşıyorlardı Evlerinde kalan kadınlar ise, hayvanlara ve araçlara Hükümetçe el konulmuş olmasına aldırış etmeden, tohum ekiyor, çapa yapıyor, ekin biçiyor ve savaşan orduya yiyecek yetiştirmeye çalışıyordu[ii]…”
Amerikalı bayan yazar Ann Bridge, “Dark Moment” adlı eserinde, İnebolu Ankara yolunun savaştaki görünümünü gerçek biçimde canlandırabilmek için, İnebolu’dan Ankara’ya kadar olan tarihi “Devrim Yolu”nda, ilkel bir kara taşıt aracıyla ve Savaş sırasında uğranılan yerlerde konaklayarak yolculuk yapmıştır Ann Bridge, İnebolu Ankara karayolunda silah ve cephane taşıyan kadınları şiirsel bir dille betimler:“…Sonsuz bir insan seli birbirlerinden bir buçuk metre aralıklarla ve tek sıra halinde akıyordu İnsanlar taşıdıkları tüfek demetleri, cephane kutuları ve top mermilerinin ağırlığı altında öne doğru eğilmişlerdi Daha şaşırtıcı olanı, bu insanların dörtte üçünden fazlasının kadın olmasıydı Pembe eteklikli bölgesel giysiler ve parlak çiçekli kiraz rengi şalvarlar giyen kadınların bazıları sırtlarına sarılı yükle birlikte kucaklarında emzikli bebeklerini taşıyorlar, bazılarının arkasında ise kaygan çamurda kısa adımlarla yürüyen iki veya üç küçük çocuk bulunuyordu Böylece, bir gece önce İstanbul’dan kaçak olarak gemi ile gelen askeri malzeme Küre Dağlarını aşıyordu Düzenli, kesintisiz ve yavaş bir biçimde yukarılara, daha yukarılara tırmanılıyordu Arada sırada birinin sıradan ayrılan bir çocuğa bağırdığı duyulmakla beraber, genellikle sessizlik içinde, dik tırmanış ve ağır yük nedeniyle derin solumalarla yürüyorlardı Yol gerçekten çok dikti ve biraz sonra hepsi sulu karla şekillenecekler, sonra ayak değmemiş karlı yamaçlardan daha yükseklere tırmanacaklardı…
HENÜZ HİÇ BİR HEYKELTIRAŞIN TAŞ ÜZERİNDE ŞEKİLLENDİREMEDİĞİ, AĞIR YÜK TAŞIYAN KADINLAR İLE ANALARININ YANINDA OTLAYAN BUZAĞILAR GİBİ ONLARIN ARDINDA YÜRÜYEN ÇOCUKLARA AİT HEYKELLEŞMİŞ GÖRÜNTÜLER, KARLAR ALTINDA VE DONDURUCU SOĞUKTA YORGUN ARGIN YOL ALACAKLARDI[iii] ”
ATATÜRK DEVRİMİ – Fethi KARADUMAN
|