Prof. Dr. Sinsi
|
Eski Taş Çağı...
Dünyaca ünlü sanat tarihçisi Arnold Hauser, 1892’de Macaristan’da doğdu Budapeşte ve Paris Üniversitelerinde felsefe,sanat ve edebiyat tarihi öğrenimi gördü Berlin‘in ardından 1924yılında Viyana yerleşen Hauser, sinemanın kuramı ve tekniği sanatın veyazının toplumbilimi konusunda makaleler kaleme aldı 1938’de Londra’yayerleştikten sonra sanatın toplumbilimi üzerindeki çalışmalarınıyoğunlaştırdı Başyapıtı sayılan Sanatın ve Edebiyatın Toplumsal Tarihi1951 ‘de Londra ‘da yayınlandı, bunu aynı kitabın New York ve Almanyabasımları izledi; daha sonra hemen bütün dillere çevrildi
Çok genişbir kaynak araştırmasını temel alması, sanat edebiyat ve müzik alanındatoplumbilimsel görüşlerin hemen bütününü değerlendirmesi; yapıtınbaşlıca özelliklerini oluşturmaktadır
Aşağıda, dilimize anlaşılamaz nedenlerden ötürü ikinci yarısı çevrilen, bu yapıtın giriş bölümünün çevirisi sunulmaktadır
(Ahmet Cemal)
1) Eski Taş Devri Büyücülük ve Doğalcılık
AltınÇağ söylencesi çok eskilere uzanır Eski karşısında duyulan saygınıntoplumbilimsel nedenini kesin olarak bilmiyoruz; bu saygı, kaynağınıoymak ve aile dayanışmasında, ya da ayrıcalıklı gruplarınayrıcalıklarını soya dayandırma çabalarında bulabilir Nedeni ne olursaolsun, en eskinin en iyi olduğu yolundaki kanı bugün bile o denligüçlüdür ki, sanat tarihçileriyle arkeologlar, kendilerine en uygungelen sanat biçemeni en eski biçem diye sergileme olanağınıbulduklarında, tarihte düzmecelikten bile kaçınmazlar Bazıları katıbiçimci, yaşamı biçemleştiren ve idealize eden anlatımları, ötekilerise doğalcı, nesneleri doğal varoluşları içerisinde kavrayan ve koruyananlatımları, sanatsal edimlerin en eski kanıtları sayarlar: bu, sanatı,gerçekliğe egemen olmanın, onu kendi amaçları için kullanmanın biraracı, ya da doğaya adanışın bir yolu olarak görmeleri ne göre değişir Başka deyişle, sanat tarihçileriyle arkeologlar, buyurgan ve tutucu, yada özgürlükçü ve ilerici eğilimleri doğrultusunda davranarak, yageometrik -süsleyici biçimleri, ya da doğalcı- yansılayıcı anlatımbiçimlerini daha eski diye nitelendirirler Tutum nasıl olursa olsun,anıtlar, açıkça ve araştırmalar ilerledikçe daha kesin biçimdedoğalcılığın önceliğini ortaya koymaktadır Bu nedenle, doğaya uzak,gerçekliği biçemleştiren sanatın en eski sanat olduğu öğretisini ayaktatutmak da giderek güçleşmektedir
Ancak tarih öncesidoğalcılığının en çarpıcı yanı, çok daha ilkel görünen geometrikbiçemden daha eski olması değil, çağdaş sanatın tarihinin ortayakoyduğu tüm tipik gelişme evrelerini sergilemesidir; böylecegeometrizmi ve katı biçimciliği savunan araştırmacıların savlarınıntersine, sözü edilen doğalcılığın salt içgüdüsel nitelikte, gelişebilmeyeteneğinden yoksun, tarihsellikten uzak, bir görüngü olmadığıanlaşılmaktadır
Burada söz konusu olan sanat, çizgisel, tek tekbiçimleri henüz biraz donuk ve ayrıntılı sergileyen bir doğayabağlılıktan, akıcı, tinsel, neredeyse izlenimci bir uygulayıma doğruilerleyen, yaratılacak görsel etkiye giderek daha gölgesel, bir çırpıdayaratılmış ve doğaçtanmış izlenimini bırakan bir biçim verebilen birsanattır Resmin kusursuz yapısı bir ustalık düzeyine varır; bu, dahagüç konum ve görünüşlerin, giderek belirsizleşen beden devinimlerinin,dönüşlerin, daha yürekli kısaltmaların ve kesişmelerin üstesindengelmeyi görev bilen bir ustalıktır Bu doğalcılık, donukluktan vedurağanlıktan uzak, devingen ve canlı bir biçim döngüsüdür; çok çeşitliaraçlarla gerçekliğin yansıtılmasına giriştiğinde, bu görevi yerinegetirmedeki başarısı değişiktir Hiçbir seçim tanımayan, güdüsel doğaldurum bu noktada çoktan geride bırakılmıştır; sert ve durağan biçimleryaratan uygarlık düzeyine gelinmesine ise henüz çok vardır
Karşımızasanat tarihinin belki de en şaşırtıcı olayı çıkar; bu olaya koşut birgelişmeye, gerek çocukların yaptığı resimler de, gerekse ilkelhalkların (Naturvölker) çoğunun sanatında hiç rastlanmaması,şaşkınlığımızı artırmaktadır Çocukların yaptığı resimler ve ilkelhalkların sanatsal betimlemeleri, duyular yoluyla algılamadantemellenmeyip, ussal niteliktedir Bu resim ve betimlemeler, çocuğun veilkel insanın gerçekten gördüğünü değil, bilgisini ve bildiğinisergiler; nesneye ilişkin olarak görsel -organik bir görüntü değil,kuramsal- bireşimsel bir görüntü verir Sözü edilen resim vebetimlemeler, önden görünüşü yandan ya da yukardan görünüşlebirleştirir; nesne açısından bilinmeye değer hiçbir ana özellikunutulmaz, biyolojik açıdan, ya da motif açısından önemli olan, birölçek içerisinde büyütülür, buna karşılık n bağlamda doğrudan roloynamayan her şey, ne denli etkili olursa olsun, bir yana bırakılır
EskiTaş Devrinin doğalcı betimlemelerinde belirginleşen özellik ise, bubetimlemelerin görsel izlenimi dolaysız, katıksız, her türlü anlıksaleklemeden, ya da sınırlamadan arınmış bir biçim içerisinde vermesidir;çağdaş izlenimciliğe değin bunun örneklerine hemen hiçrastlamamaktayız Bu evrede karşımıza çıkan devinim çalışmaları, anlıkdevinimleri saptayan fotoğraf çekimlerini anımsatmakta ve eşine ancakbir Degas’nın, ya da bir Taulouse-Lautrec’in resimlerinde yenidenrastlanabilmektedir Bu yüzden izlenimcilik doğrultusunda henüzeğitilmemiş bir gözün, bu resimlerin bazılarını karışık ve anlaşılmazbulması zorunludur Bizim ancak karmaşık araçların yardımıylabulabildiğiniz ince ayırımları, Yontma Taş Çağının ressamları henüzdolaysız görebiliyorlardı Taş Devrinin geç dönemlerinde bu ayırımlaryitirildi; insanoğlu daha bu aşamada duyular yoluyla algılananizlenimlerin dolaysızlığının yerine, kavramların durağanlığınıgeçirmişti Yontma Taş Çağının insanı ise henüz gerçekten gördüğününresmini yapar ve belirli bir anda tek bir bakışın kapsamına sığanındışına çıkmaz Resim öğelerinin görsel ayrışıklığı, bu öğelerinbirleştirilmesindeki usçuluk, çocuk resimlerinden ve ilkel halklarınsanatından çok iyi tanıdığımız biçem belirtileri ve özellikle bir yüzü,karaltısını yanay olarak, gözleri de cepheden vererek oluşturanuygulama bu çağın insanına henüz yabancıdır Yeni Çağ’daki gelişmeninancak yüzyıllar boyu sürdürülen bir savaştan sonra varabildiği aşamaya,başka deyişle duyusal görünün birliğine Yontma Taş Çağının resimsanatı, görünüşe bakılırsa, savaşmaksızın ulaşmıştır; gerçi bu birliğinyöntemlerini düzeltmiş, ama kendisini değiştirmemiştir; görünenlegörünmeyen, görülenle bilinen ikilemi ise Yontma Taş Çağının resimsanatına tümüyle yabancıdır
Bu sanat hangi nedenle ve hangiamaçla yaratılmıştır? Bu sanat, insanın koruma ve yinelemegereksinimini duyduğu varlık sevincinin bir anlatımı mıydı? Ya da,oynama içgüdüsüyle, süsleme isteğine, boş yüzeyleri çizgilerle,biçimlerle, desen ve süslerle örtme isteğine mi hizmet ediyordu? Boşzamanların bir ürünü müydü, yoksa belirli bir kılgılı amacı var mıydı?Bu sanatta bir oyuncak, bir araç, bir afyon, ya da yaşamı sürdürmedekullanılan bir silah niteliği mi görmeliyiz? Bugün bu sanatın ilkelavcıların sanatı olduğunu biliyoruz Bu avcılar üretici olmaktan uzak,asalak bir ekonomi düzeyindeydiler, yiyeceklerini üretmiyorlar, toplamave avlama yoluyla elde ediyorlardı; görünüşe bakılırsa, gev şek, hemenhiç örgütlenmemiş toplum biçimleri içerisinde, küçük ve kapalı sürülerhalinde, ilkel bir bireycilik düzeyinde yaşamaktaydılar Büyük birolasılıkla tanrılara, öbür dünyaya ve ölümden sonraki yaşamainanmıyorlardı Bu salt uygulama döneminde tüm çabalar yine büyük birolasılıkla, yaşamı sürdürme ereğine yönelikti; bu dönemde sanatınyiyecek sağlamak başkaca bir amaca hizmet ettiği yolundaki birdüşünceyi haklı kılabilecek kanıt yoktur
Bütün belirtiler, budönemin sanatının bir büyü uygulamasının aracı olduğunu ve buniteliğiyle tümüyle kılgıcı, doğrudan ekonomik ereklere yönelik birişlev taşıdığını ortaya koymaktadır Ancak bu büyünün herhalde bizimdinden anladığımızla bir ilgisi yoktu; dualar, kutsal sayılan güçlergibi öğelerin varlığı ve nasıl biçimlenmiş olursa olsun herhangi birinançla öbür dünyadaki tinsel varlığa bağlılık söz konusu değildi,dolayısıyle dinin ilk koşulu da gerçekleşmemişti Sözü edilen büyü,gizemli olmaktan uzak bir uygulayımdı, gerçeğe dönük bir yöntemdi,birtakım araçların ve işlemlerin nesnel uygulanmasıydı; fare kapanlarıkurmamız, toprağı gübrelememiz, ya da uyku ilacı almamız, gizem veesriklikle ne denli ilgiliyse, yukarda sözü edilen büyünün bunlarlailgisi de o ölçüdeydi Resim yoluyla betimlemeler, bu büyünün araçlarıarasında yer alıyordu Bu betimlemeler av hayvanları için düşünülentuzaktı, ya da daha doğru bir deyişle, yakalanmış olan hayvanı daiçeren “tuzak”tı -çünkü resim aynı zaman da hem betimleme, hem debetimlenendi, hem istek, hem de isteğin yerine gelişiydi Yontma TaşÇağının avcısı ve ressamı, resmi yapmakla, resmini yaptığı şeye sahipolduğunu, resimde canlandırdığı üzerinde egemenlik kurduğunu düşünürdü Resimdeki hayvanın öldürülmesiyle gerçek hayvanın da öldüğüne inanırdı,Onun tasarımına göre resimle betimleme, istenen etkinin önealınmasından başka bir şey değildi; asıl olayın büyü niteliğindekiörnek eylemi izlemesi, ya da daha doğrusu bu eylem içerisinde baştanbulunması gerekirdi, çünkü sonuçta bu ikisini ayıran yalnızca çağınyanlış inancına göre önemsiz sayılan zaman ve mekan ortamıydı Demek kiburada kesinlikle simgesel tamamlayıcı işlevler değil, gerçek amaçeylemleri, yerinde edimler, gerçek neden oluşlar söz konusudur Avıöldüren düşünce olmadığı gibi, mucizeyi gerçekleştiren de inançdeğildi; büyüyü oluşturan gerçek eylemdi, somut resimdi, resmingerçekten silahla vurulmasıydı
Yontma Taş Çağının insanıkayalara bir hayvanı çizdiğinde, eti ve kemiğiyle bir hayvan yaratmışolurdu O insan için yapıntılar ve görüntüler dünyasının, sanatın vesalt öykünmenin henüz deneysel ger çeklikten ayrı ve kopuk, kendineözgü bir alanı yoktu; Yontma Taş Çağının insanı henüz bu iki alanıbirbiriyle karşı karşıya getirmiyor, birinde ötekinin doğrudan vekesintisiz sürüşünü görüyordu Onun sanata olan tukusu Levy-Bruhl’ünSioux Kızılderilisi’ninkinin aynıdır; bu Kızılderili, taslaklar yapanbir araştırmacıyı gördüğünde şöyle der: “Bu adamın, kitabında bizimbizonlarımızdan birçoğunu yarattığını biliyorum; onları yarattığındayanındaydım; o zamandan beri bizonumuz kalmadı ” Alışılmış gerçekliğinkesintisiz sürdürüldüğü bu sanat evresi tasarımı, daha sonraki dünyayakarşı çıkan sanat isteğinin egemenliğine karşın, hiçbir zaman bütünüyleyitirilmez Yarattığı heykele aşık olan Pygmalion söylencesi, budüşünce dünyasının bir ürünüdür Bunun benzeri bir tutum da bir Çinliya da bir Japon, bir dal, ya da bir çiçek resmi yaptığında görülür;burada resim Avrupa sanatının yapıtları gibi bir özet, bir idealizeediş değildir, yaşamı yüceltmek ya da düzeltmek istemez Amacı yalnızcabir pirinç yaratmak, ya da gerçeklik ağacına bir çiçek daha eklemektir Bir resimdeki yaratıkların büyük bir kapıdan geçerek gerçek çevreye,gerçek yaşama çıkışlarını anlatan sanatçı fıkraları ve masallar da bugörüşü dile getirir Bütün bu örneklerde sanat ile gerçek arasındakisınırlar silinmiştir Ne var ki, bu iki alan arasında hiç kopuklukbulunmaması, tarih dönemlerinin sanat yapıtlarında bir yapıntıiçerisinde yapıntı niteliğindedir; Erken Taş Çağı’nın resim sanatındaise yalın bir olgudur ve bu evrede sanatın henüz tümüyle yaşamınhizmetinde oluşunun bir kanıtıdır
Buna karşılık Yontma Taş Çağısanatının başka türlü açıklanması, örneğin süsleyici ya da anlatımcıbir biçim örgüsü olarak yorumlanması, dayanaktan yoksundur Böyle biryorumu çürütecek birçok belirti vardır; özellikle resimlerin tümüylegizli, içine güç gülebilen, kapkaranlık mağara diplerinde, başkadeyişle “süsleme” olarak hiçbir zaman geçerlik kazanamayacaklarıyerlerde bulunması, bu durumu gösterir Yine böyle bir yorumu çürütenolgulardan biri de, bu resimlerin Palimpsest(1) biçiminde, her türlüsüsleme etkisini baştan yok eden bir üst üste istif düzenindeyerleştirilmiş olmasıdır; oysa ressamların re simlerini ayrı ayrıyapmaları için yeterli yüzey vardı
Bu istif düzeni şunugösterir: Resimler göze estetik zevk vermek için yaratılmış olmayıp,bir amaca yöneliktir; bu amaç açısından en önemli olan nokta,resimlerin belirli mağaralarda ve bu mağaraların be lirli yerlerinde-görünüşe bakılırsa, büyüye özellikle elverişli yerlerde- yapılmışolmasıdır Burada bir süsleme amacından, ya da estetik bir anlatım vebildirim gereksiniminden söz edilemez; çünkü betimlemeler sergilenmişolmaktan çok gizlenmiştir Yukarda da belirtildiği gibi, sanatyapıtlarını temel olan iki ayrı etken vardır: Bunların bir bölümü saltorada durmaları için, bir bölümü ise onlara bakılsın diye yaratılır Salt Tanrı’nın onuru için yaratılan dinsel sanatın ve az çok sanatçınıniçini dökmesine yarayan her sanat yapıtının Erken Taş Çağı’nın büyüselsanatıyla ortak noktası, gizlilik içerisinde etkin oluştur Büyününetkinliğinden başka bir şey düşünmeyen Yontma Taş Çağı sanatçısının,estetik niteliğe yalnızca amaç için araç gözüyle bakması, çalışmasındabelli bir estetik doyuma varmasını kuşkusuz engellememiştir İlkelhalkların tapınma danslarında öykünme ve büyü öğeleri arasındakiilişki, durumu en açık biçimde sergiler: Bu danslarda gerçeğisaptırıştan ve öykünmeden alınan tat, nasıl büyünün amacı olan eylemeayrılmaz biçimde bağlıysa, tarih öncesinin ressamı da, kendini büyüselamaca adamış oluşuna karşın, hayvanları özyapısal konumları içerisindebelli bir beğeniyle ve doyuma vararak canlandırmıştır
Busanatın estetik değil, büyüsel bir etkiyi bilinçli olarak amaçladığınınen güçlü kanıtı, resimlerdeki hayvanların üzerlerine çoğunluklamızraklar ve oklar saplanmış olarak canlandırılması, ya da buresimlerin tamamlandıktan sonra sözü geçen silahlara hedef olmasıdır Burada hiç kuşkusuz simgesel bir öldürme söz konusudur Yontma Taş Çağısanatının büyüsel eylemlerle bağıntısı bulunduğunu hayvan kılığınagirmiş insan figürleri betimlemeleri de kanıtlar; bu figürlerinçoğunluğu, bakıldığında açıkça görüldüğü gibi, büyüsel-öykünmecidansları canlandırır Bu resimler de -özellikle Trois Freres’dekiyapıtlarda birleşik hayvan masklarına rastlamaktayız; bunların büyüselbir amaç olmaksızın anlaşılmazı olanaksızdır Yontma Taş Çağı resimsanatının büyü ile ilişkisi, bize, bu sanatın doğalcılığını açıklamamıziçin de en büyük yardımcıdır Modelin bir “alter ego”sunu (öteki ben)yaratmak, başka deyişle nesneyi sadece göstermek, yansılamak, yapay birvarlığı yansıtmak amacını gütmeyip, gerçek anlamda o nesnenin yerinitutmak ereğine yönelik bir sanatın, doğalcı doğrultudan başka birdoğrultuda olması düşünülemezdi Büyü yoluyla yaratılmak istenenhayvan, resimde canlandırılanın karşıtı olarak ortaya çıkacaktır-hayvanın somutlaşması ancak yansıtmanın aslına sadık ve hakikiolmasıyla gerçekleşe bilir Başka deyişle, bu sanat salt büyüselamacından ötürü doğaya bağlı olmak zorundadır Aslına benzeyen resimsadece kusurlu olmakla kalmayıp, gerçek dışıdır, anlamdan ve amaçtanyoksundur
Sanat yapıtlarının varlığını kanıtlaya bildiğimiz ilkdönem olan büyü çağının, bir, büyü-öncesi çağını izlediğivarsayılmaktadır Artık formülleşmiş büyü uygulayımını ve kesinkurallara bağlı tören düzeyini içeren, gelişmesini tamamlamış büyüçağı, temellerini büyük bir olasılıkla henüz düzensiz, el yordamıyleilerleyen uygulamanın ve salt denemenin egemen olduğu bir dönemdebulmuştur Büyünün sihirli tekerlemelerinin, görsel biçime getirilmezden önce, zaman içerisinde sınanması, etkinliğini göstermesigerekiyordu Bu tekerlemeler salt kurgu ürünü olamazdı, bunlarındolaylı yoldan bulunması, adım adım geliştirilmesi gerekiyordu Gerçiinsanoğlu asıl ile yansıtma arasındaki bağıntıyı bir rastlantı sonucubulmuştu, ancak bu buluş onu çok derinden etkilemiş ol malıdır Belkide, içerdiği benzerlerin karşılıklı birbirlerinden bağımlılığıbelitiyle birlikte büyü, kaynağını ilk kez bu yaşantı da bulmuştur Neolursa olsun, daha önce belirtildiği gibi, sanatın ilk koşulları olanbu en eski iki tasarım, yani benzerlik ve yansılama tasarımıyla,yaratma, yoktan üretme tasarımı, başka deyişle, yaratma olanağı, büyüöncesi deneyler ve buluşlar çağında biçimlenmiş olmalıdır Pek çokyerde mağara resimlerinin yanında bulunan ve duvara elin iziçıkarılarak oluşturulmuş el karaltıları, insan bilincine ilk kezbiçimlendirme -poiein- düşüncesini algılatmış ve insana cansızın veyapayın bir canlıya ve hakikiye tümüyle benzeyebileceğinidüşündürtmüştür Bu oyun benzeri çabanın, doğal olarak başlangıçta nesanatla, ne de büyüyle ilgisi vardı; onun önce büyünün bir aracı veancak ondan sonra sanatın bir biçim örgüsü olması gerekiyordu Çünküyukarda sözü edilen el izleriyle, en ilkelinden bile olsa, hayvanbetimlemeleri arasındaki uçurum o denli derindir ve her ikisi arasınageçiş dönemleri niteliğiyle koyabileceğimiz anıtlar o denli eksiktirki, oyun biçimlerinden sanat biçimlerine doğ nı, doğrudan ve süreklibir gelişmeyi var sayabilmemiz hemen hemen olanaksızdır; bu durumdayabancı, dışardan gelme bir bağlayıcı öğenin varlığı sonucunubenimsemek gereği doğmaktadır -bu öğe de yansıtmanın büyüsel işlevindenbaşka bir şey olamaz Ancak, belirtilen oyunsal büyü öncesi oyunsalbiçimler de daha o zaman doğalcı, gerçekliğe henüz mekanik de olsa,öykünen bir eğilim içermiştir ve bunlara hiçbir şekilde soyut süslemecibir ülkenin sergilenmesi gözüyle bakılamaz
Türkçesi : Ahmet Cemal, Argos- Şubat 1992
|