Geri Git   ForumSinsi - 2006 Yılından Beri > Toplum ve Yaşam > Kişisel Gelişim

Yeni Konu Gönder Yanıtla
 
Konu Araçları
bilimin, gâyesi, kozmik

Kozmik Bilimin Gayesi

Eski 07-17-2012   #1
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Kozmik Bilimin Gayesi



KOZMİK BİLİM"İN GAYESİ

Dünyamızın da içinde bulunduğu nihayetsiz kâinatın büyük bir patlama ile oluştuğu ve günümüze kadar da genişleyerek mevcudiyetini devam ettirdiği gerçeği Yaratıcı'nın "semaları ve yeri yoktan var ettiğinin" bir delilidir

Büyük patlama sonucunda modern kozmolojinin verileri kâinatın durağan olmadığını, devamlı genişlemekte veya büzülmekte olduğunu, bunun sonucunda büyük bir enerjinin ortaya çıktığını ve hareket halindeki bu enerjinin evrenle beraber "dünyamız ve içindekileri" de etkilediğini göstermektedir

Cansız atomlardan evrendeki bütün canlıları yaratan da “O”dur Evrende tesadüflere yer olmadığının ve evrenin yaratılmış olduğunun delili yine kozmozdaki plan ve düzendir

Büyük patlama ile kozmozdaki mükemmellik evreni hayranlık verici bir hassasiyetle “yaratan”ı işaret eder Kozmozda tespit edilebilen yaklaşık 300 milyar galaksiden biri olan ve yine yaklaşık 250 milyar yıldızdan oluşan samanyolumuzdaki 12 milyar km2 içinde yaşadığımız güneş sisteminde dünyamız da bulunmaktadır Samanyolundaki bu küçük dünyamız kendisinin ve güneşin etrafında hızla dönerek mevsimleri oluşturup kozmoza ve dünyamıza ısı ve ışık vererek saniyede 200 km hızla güneş sistemiyle beraber kozmozda hareket ettiği halde biz bu hareketi hissetmeyiz Kozmozda bize en yakını 500 trilyon km uzakta olan yıldızların birbirine uzaklıkları da yaklaşık 30 trilyon km olup ısıları eksi binler derecesindedir Bilinen yaklaşık 2 milyon bileşimden 1700000’i yani % 85’i karbon atomundan oluşmuştur Karbon, bilindiği gibi, 109 elementten birisidir İşte modern bilim bütün bunları araştırmaktadır

"Modern bilim"in gayesi; evreni ve içindeki bütün yaratılanları incelemek, insanlığa bunların mahiyetini, nedenini ve niçinini açıklamaktır

"Modern bilim" içinde bir "cüz" olarak kabul edebileceğimiz "kozmik bilim"in gayesi; dünya insanlığının asrımızda kesin olarak bilinmesi gereken gerçekleri, evrenin yoktan var edilişi sonucu ortaya çıkan "enerjinin" boyutlarını "asrın idrakine" göre "ilim ve fen" noktasında izah etmektir

"İnsan" bir enerji alanına sahip olarak kâinattaki enerji denizinin içinde yaratılan diğer muhataplarıyla devamlı etkileşim halinde, Yaratıcı'nın emri doğrultusunda kader çizgisinde planlandığı gibi “rolü”nü oynamaya çalışmaktadır

"Modern bilimin" kabul ettiği termodinamiğin, yani enerjinin bozulması sonucunda kozmosta devamlı hareket halinde olan bu enerjinin, bizler ve diğer varlıklar tarafından kullanılabilmesi için uygun enerji boyutlarına dönüştürülmesi gerekir

"Kozmik bilim", bu enerjinin dönüştürme mekanizmasını "nasıl, neden, niçin"ini akılları gözlerine inenlere izah yolunu seçmiştir

"Modern bilim", insan organizmasının moleküler yapısının yanında evrendeki enerjiyle ilişkili olduğunu ve bu mekanizmanın belli bir plan, nizam ve intizam içinde hareket ettiğini ispat etmiştir

"Einstein'in izafiyet teorisi”nde madde ile enerjinin ayrılmaz bir kütle olduğu, dolayısıyla her şeyin sürekli hareket halindeki enerji parçacıklarından oluştuğu ve birbirini etkiledikleri ileri sürülür

Bu etkilenme ile insanlar "düşünür" veya "düşünemez"; günümüzdeki gibi yaratılış gayesine uygun olan veya olmayan hareketler sergiler
Enerjiyi "insan" boyutunda değerlendirdiğimizde insan bedeninin karmaşık enerji boyutları olduğu görülür

"Modern bilim" enerjinin yok olmadığını, sadece hareket halinde başka enerji boyutlarına dönüştüğünü kabul eder
"Kozmik bilim" de, bedendeki enerjiyle beraber bunların belirli noktalarda enerji merkezleri oluşturduğunu ve bu merkezleri birbirine bağlayan enerji kanalları olduğunu söyler

Doğu mistizmini ve aynı kaynaklı felsefik teorileri çağrıştıran ifadeleri kullanıyor diye tenkit eden Batılı hayranlarını aydınlatmak için; güneşin hayat menbaı olduğunu, dünyayı ve içindeki karanlık ruhluları aydınlatmak için güneşin doğudan doğduğunu ve Altaylar’dan başlayarak Orta Asya’dan dünyamızı aydınlattığını, nura gark ettiğini anlatmak istedik

Uzak Doğu'da bunu araştıran bilimde bu merkezlere Sanskritçe "enerji merkezi"; merkezler arasında ve çevre ile irtibatı sağlayan duyarlı enerjileri yüksek, akışkanlığı sağlayan damar ağlarına da "Nadi"ler denilmiştir Konunun toplumumuzda anlaşılabilmesi için biz de bu terimleri-kelimeleri aynen kullanarak izah yolunu seçtik

Mistik açıdan Uzak Doğu'daki inançlarda ve İslam inancında bunların her an insanlarla alâkalı olduğu, farklı adlarla anılan "400 bin enerji boyutunun" insan bedenlerini kontrolünde tuttuğu veya koruduğu kabul edilmiş bir inanıştır

İçinde yaşadığımız dünya katı maddelerden meydana gelmiş olmasına rağmen, deniz gibi sürekli hareket halinde olan akıcı bir enerjiden oluşmuş ve onunla çevrelenmiştir

Modern bilim de insan organizmasının sadece moleküllerden oluşan fiziksel bir yapısı olmayıp, tüm evrende olduğu gibi onun da bir enerji alanına sahip olduğunu doğrular

Biz enerjiyiz ve sürekli hareket halinde olan bir enerji denizinde yaşıyoruz Tamamen enerjinin içinde yüzen bir enerji blokuyuz

Enerji; kendini madde olarak değil hareketle gösteren bir kuvvettir Herkesin kabul edeceği gibi görünmese de, gerçek olan bir kuvvet vardır Bu kuvvet enerjidir Bizden farklı boyuttaki bir “ışıma”dır

Bu noktadan hareketle evrende bulunan yegane şeyin, "enerji" olduğunu söyleyebiliriz
"Einstein'ın izafiyet teorisinin" önemli sonuçlarından biri de, enerjiyle maddenin, birbirinin yerini tutabileceği kabulüdür

Madde, hareketini yavaşlatarak kendini gösteren enerji olduğuna göre, kütle bir enerji blokundan başka bir şey değildir

Biz de enerjiden oluşuyoruz Katı bir kütle gibi görünen vücutlarımız sürekli hareket halinde bulunan çok miktardaki enerji parçacıklarından başka bir şey değildir

Kozmostaki her şey enerjinin farklı bir boyutudur Dünyamıza doğrusal olmayan bir gözle baktığımızda, biz dahil çevremizdeki her şeyin enerjiden oluştuğunu ve bu enerjinin tam bir bütün oluşturmak için birbirine içtenlikle bağlı olduğunu görürüz

Bizler birbirinden ayrı varlıklar değiliz Aynı bütünün parçalarını oluşturuyoruz Varlıklardan birine etki eden bir şey diğerlerini de etkiler

Bütün düşünceler, davranışlar, sözler, yaptığımız tüm jestler, geri kalan tüm evreni etkileyen enerji şekilleridir

Bir fizik kanununa göre, enerji evrende hiçbir zaman kaybolmaz, sadece Yaratıcısı’nın kudreti ile başka enerjilere dönüşebilir

“Beden”in maddî görünüşü ardındaki iş yapabilme gücü, tam işlevleri ve yetenekleriyle bedenin onsuz var olmayacağı karmaşık bir “enerji sistemi”nden oluştuğu gerçeğidir İşte kozmik bilimin gayesi bu oluşumun “perde arkası”nı aralamaktır

Yaşam Enerjisi

"Kozmik bilimce" vücudumuzda var olduğu kabul edilen enerji merkezleri, "yaşam enerjisi"nin çeşitli şekillerini alırlar, dönüştürürler ve dağıtırlar

Enerji merkezleri yani "enerji merkezleri", yaşam enerjisini "nadiler -kanallar-" yoluyla insanın enerji bölgelerinden, çevresinden, evrenden ve tam enerji yapılarından alırlar; maddî bedenin yaşaması için gerekli olan frekanslara dönüştürürler Bununla birlikte çevrelerine de ayrıca enerji verirler

Bu enerji sistemiyle; insanlar, yerküre, evren ve bunların hepsi "kozmik enerji" vasıtasıyla karşılıklı bir ilişki içindedirler

Bugün dünyamızı koruyan ozon tabakasının delinmesi havanın, suların, ormanların kirletilip aşırı derecede kimyasal terkiplerle katledilmesi sonucunda, karşımıza bugünkü birçok doğal felaketin çıkması normal görülmelidir

Enerji titreşimleri kendilerini değişik frekanslarda gösterirler

Enerji, çok yoğundan çok safa doğru değişen seviyelerde veya hızlarda titreşir

"Düşünce"; kendini çok hızlı değiştirerek çok yüksek oranda titreşen saf bir "enerji" biçimidir

"Sevgi" bitmez tükenmez bir enerji kaynağıdır

Madde ve enerji birbirlerinin yerine geçebilirler

Hiçbir zaman, madde ve enerji olmadan maddenin tek bir molekülü, enerjinin tek bir atomu var olamaz Her ikisi birbirinin yerine geçer

Vücudumuzdaki enerji merkezleri, daha önce de belirttiğimiz gibi enerji merkezleridir

Enerji Merkezleri evrenden hayat enerjisini alıp vücuda dağıtırlar

"Enerji merkezlerimiz" açık olduklarında; evrenden gelen enerjiyi kabul ederler, alırlar, metabolizmamıza iletirler ve içimize akmasını sağlarlar
Vücudumuzun enerjisini arttırmak için enerji merkezlerimizin açık tutulmasına çalışmak çok önemlidir

Kozmik bilimde "hastalıklar" her zaman enerji merkezi seviyesindeki bir enerjinin tıkanması olarak izah edilir

Enerji ve yaşama isteği arasındaki ilişki, çok belirgindir Heyecanlanan bir insanın "enerjisi artar" ve o kişi canlanır
Yaşama isteği insanı normal bir birey haline getirir
Yaşama isteği aşırı derecede ise, kişi olağanüstü bir kişilik sergiler

Hareket eden her cismin enerjiye ihtiyacı vardır Ancak bu, yaşayan organizmalar olduğunda başka görüşler de söz konusu olur Mesela; Çin felsefesinde Ying-Yang, In-Yan, aydınlık-karanlık birbirine zıt kutup teşkil eden iki tür enerji mevcut olup, her kötülüğün içinde bir iyilik yani siyahın içinde beyaz her iyiliğin içinde bir kötülük yani beyazın içinde siyah olduğu düşüncesini bizlere anlatır Esas olan bunların terazide tutulmasıdır Bunların akupunktur tedavisinin esasını teşkil ettiği kabul edilir


Noktalarla hastalıklardan korunmak konusunda ilerleyen sayfalarda geniş ve uygulamalı izahlar verilmiştir

"Kişiliği" enerji açısından anlamaya çalışırsak, kişiliği ve enerjiyi birbirinden ayrı tutmamak lazımdır Kişinin ne kadar enerjisi olduğunu; bunun ne kadarını kullandığını, kişiliğinin üzerinde ne kadar etkili olduğunu belirtir

Bazı insanların diğerlerinden daha çok enerjileri vardır Bazıları da enerjilerini tutamaz; âni heyecan ve stresle atarlar Böyle insanlar, yorgun olmamalarına rağmen kendilerini yorgun hissederler

“Yaşam enerjimiz”in beslenmemizden tutun, çevremizle ilişkiler ve çevre faktörleri, elektromanyetik dalgaların etkisi, düşüncenin insana direk, dolaylı tesiri, planlı yapılan tahribatlar gibi pek çok hadise ile yakın ilişkisi vardır Yaşam enerjimizi yakın takipte izlemeliyiz

"Yaşam enerjisine"; kalbin atışından, sindirim sisteminin hareketlerine, yürümeye, konuşmaya, ibadetlerden çalışmaya kadar her faaliyet için mutlaka ihtiyaç vardır

Kan akımı vücutta dolaşım sırasında metabolizma ürünlerini ve O2'yi dokulara ve organlara taşır Amaç, bunlara enerji sağlamak ve aynı zamanda yanma sırasında meydana gelen atıkları da uzaklaştırmaktır

Kan hem bir taşıyıcıdır, hem de enerji yüklüdür
Kan; vücutta ulaştığı her noktaya canlılık, sıcaklık ve heyecan verir

Kan dışında vücutta “bağırsak”, “hücre sıvıları” ve “bazı bezlerin salgıladığı sıvılar” gibi “enerji yüklü” sıvılar da vardır ve bunların “enerji boyutları” farklıdır “Yaşam enerjisi”, bu farklı boyutların izahı ile anlaşılabilecektir

Çevrenın Enerjisi

Beden; çevredeki enerji ile devamlı bağlantı halindedir
İnsan bedeni sadece yiyeceklerden enerji almaz Çevreyle devamlı alışveriş halindedir
Çevrenin de beden üzerinde etkisi vardır
Çevrede şayet olumlu etkenler mevcutsa bedende pozitif, değilse negatif enerji yüklenir
Açık bir havanın, güzel görüntülerin, mutlu insanların üzerimizde olumlu etkileri vardır Puslu veya kapalı havalar, depresif kişiler bize negatif tesir ederler
Çevremizdeki enerjiye her birimiz ayrı bir tepki gösteririz Enerji yüklü insan olumsuz etkileri daha kolay püskürtür

Eğer vücutta akım normal ve kişinin enerji merkezleri açıksa çevresindeki insanları olumlu yönde etkiler
Müspet enerji yüklü insanlarla beraber olduğumuzda mutlu olduğumuzu hissederiz “Çevrenizin enerjisi” sizin kişiliğinizle doğru orantılıdır Bakın öyle olduğunu göreceksiniz

Düşüncenın Enerjisi

"İnsanlar" cüz’i iradeleriyle gelecekteki mutluluklarını veya mutsuzluklarını, yani sonuç itibariyle "kader"lerini kendileri belirler

"İnsan" diğer yaratılanlardan farklı olarak "düşüncesiyle" gideceği yolu "cüz’i iradesi"yle belirleyecek ama yaratılış gereği bu bir tesadüf sonucu oluşmayacak Sonuçta "Yaratıcı”nın gösterdiği yolda hareket ederek ortaya çıkan “kader”ini yaşayacaktır

Düşünce, dünyadaki bütün kuralların yönlendiricisi olarak görülmelidir

Hiç düşündünüz mü kozmozdaki ölçü ve kusursuzluğu? İnsanın ve onu besleyen bitkilerin şuursuz çamurdan meydana geldiklerini, meyvelerin kabuklarının, hayvanların tüy ve derilerinin koruyucu bir ambalaj olarak yaratıldığını Havanın uçmak, denizin yüzmek, karanınsa ayakta durmak için ihdas edildiğini Bütün bunların ve herşeyin bir anda bir “afet”le kaybedilebileceğini, herşeyin ölümle son bulabileceğini ve yaratıcının bütün bunları yapabilecek tek güç olduğunu düşündünüz mü?

Düşünceler ilahi kurallar istikametinde yeşerir ve geliştirilirse; problem üretici değil, çözücü, yüksek karakterde ve seviyede insanlar yetişir

İnsanlar doğru düşünmek için yanlış düşünceleri beyinlerinden atarak saf zihinlerle "büyük işler" başarabilirler

Küçük yaşta kendi kendilerini yönetmeyi öğrenenler, yukarıdaki yön dışında, beyin fonksiyonunu geliştirenler, hayatta başlarına gelecek kötü olayların pek çoğundan kurtulmuş ve başarılı olmuşlardır

"Düşünce"nizin geleceğinize ait bütün yaşanacakların “mutlak hakimi” olduğuna inanırken, mutlak hakim olan Yaratıcı’nın gücünü hatırlayın

Düşünceyi, Yaratıcı’nın size bahşettiği istikamette yönlendirmenizle "iyiliklerin", aksi halde ise "kötülüklerin" kaderiniz olacağını biliniz
Bu gerçek Bütün mistik anlayışlarda bunun böyle olduğu ispatlanmıştır

Uzun araştırma ve deneyler sonucunda "beynin ürettiği düşüncenin elektrik akımlarına benzeyen etkiler gösterdiği ve bu etkilerin canlı maddelerin eczalarında zaman zaman değişkenlik göstererek müsbetten menfiye veya menfiden müsbete geçtikleri tespit edilmiştir"

Algılayıp gördüğünüz kadar düşünürseniz hayvandan farksız olursunuz Amaç düşüncenizin gücüyle görebilme, sınırları zorlama, gördüğünüzü araştırarak “düşüncenin enerjisi”nden istifade etme, “kozmik bilinç”e erişmeye cehd etme ve “insan” olduğunu anlamaktır

Şiddetli ve kötü düşünceli heyecanların hayat sisteminde zararlı ve çok tehlikeli kimyasal oluşumlar meydana getirdiğini ve bu maddelerin bedenin her tarafına çeşitli yollarla yayıldığını görebileceğimiz gibi; güzel, hoş ve neşeli heyecanların bedendeki enerji hücrelerini tahrik ederek faydalı kimyasal maddelerin bedene yayılmasını sağladıkları görülmüştür

Bu da “müsbet düşünce”nin insan bedenindeki etkisini ilmî olarak ispatlamaktadır

Burada “inanmak” yani “düşüncenin gücü” insanların inancı ile ilgili olmayıp sadece bir düşünce boyutudur

Bunu biz âniden gelen heyecanlarla, yani beyinde oluşan düşünceyle mekanizmanın şoka girmesi sonucunda -ki bu bazen korkudan bazen de sevinçten olabilmektedir- bedende beklenmedik değişiklikler olmasından görebilmekteyiz Kimileri bunu "kalp krizinden ölüm" diye yorumlamaktadır Bazen arabaya binerken veya kapıda, bazen ise bir kişi veya maddeye değdiğimizde bir elektrik çarpması olur İşte bu sizin her an bedeninizde olan bir “enerji”dir Bunun mutlaka bir yolla topraklanıp bedenden atılması gereklidir Düşüncenin gücü burada ortaya çıkmaktadır “Düşünce gücü”nü O’ndan alıp O’nu dikkate vermeli Yani her zaman belki bilmeyerek kullandığımız, tesadüfen, ben ne şanslıyım, ben ne akıllıyım, yağmur yağıyor, güneş tutuldu vs gibi düşünceler insandaki iman duygusunun zayıflığına ve şuur sahiplerinin düşüncesizliğine, düşüncenin güçsüzlüğüne işarettir Herşeyin O’nun “ol” demesi ile olduğunu düşünmeyi unutmamalıdır “Düşüncenin gücü”, yorumlayanına göre değişebilmektedir


İnancin Enerjisi

İman yoluyla tedavi, bir dinî mezhebin veya ibadethanenin yetkisiyle olmaz

Yaratıcı'ya inanarak; aklımızı çeşitli metotlarla yönlendirdiğimizde organlarımızın da görevlerini kolaylaştırabiliriz
İman kuvveti’yle ne kırılan bir bacak ne de ölmüş bir hücre diriltilemeyebilir, ancak şartlandırılarak yani "telkin" yoluyla tedaviye yardımcı olunabilir

“Nefs” hep nakit işlere yönelik enerji oluşturup öncelikli olanlarını yürütür İnsanlar ibadetlerini yapmakta zorlandıkları hâlde işlerine her gün giderler Çünkü maaş alırlar Fakat ibadetlerini ise erteleyebilirler

İnsandaki içgüdüsel sesler ve şartlanma bizi akıl sesinden uzak tutar Bu da bizi yeni bir inanca, arayışa ve bilimi zorlayarak yeni buluşlara ve görüşlere doğru yönlendirir İnancın enerjisi bize bu yolla yeni ufuklar açabilir Akıl sesi kurallı dengeleyicidir Vicdan içgüdüsel bir sestir ve inançtır Bir “enerji”dir

Çünkü insan ruhu "yaratılış gereği" olmasını istediği bir şeye yürekten inanmaya hazırdır
İnsanın üfürükçü, hipnozcu ve kırık-çıkıkçı gibi, metot üreten pek çok kişiyi arayıp bulması, deneye dayanmayan metotlara itibar etmesi de bu düşünceden kaynaklanmaktadır

İnsanın düşünceyle oluşturduğu "korku ve neşe" bir arada bulunamaz

Korku, "asit-karbonlu hava gibidir; aklı ve ruhu zehirler, bazen ölümlere bile sebep olabilir" denilmiştir
Savaşlarda büyük kahramanlıklar gösteren nice kadın ve erkeğin küçücük böceklerden veya farelerden korkması “düşüncelerin etkisiyle beyinlere nakşedilen korkudandır

Hayatımızdaki geri dönüşü olmayan hataları unutarak beynimizdeki "menfi enerjiler"den kurtulmalıyız

Alıntı Yaparak Cevapla

Kozmik Bilimin Gayesi

Eski 07-17-2012   #2
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Kozmik Bilimin Gayesi



Evet günümüz düşünürleri, gelişen bilimin de ışığında, artık, ister katı ister sıvı olsun, bütün maddelerin sürekliliğinin sadece görünümde böyle olduğunu kabul etmekte; katılarla sıvıların gerçekte daima hareket hâlinde bulunan atomlardan meydana geldiğini bilmekte ve çalışmalarını buna göre düzenlemektedirler


Ve gene modern bilim ışığında düşünen kişiler, bizim yapı olarak kabalığımız dolayısıyla, maddenin atomik yapısından habersiz olduğumuzu belirtmektedirler


Kezâ evrenin de, her zerreyi oluşturan elektromanyetik dalgaların meydana getirdiği, insan idrâkının ötesindeki, bir tümel yapı olduğunu vurgulamaktadırlar


Yani, yakın zamana kadar "herşey maddeden ibarettir, madde ötesinde hiç bir şey yoktur", diyen zihniyet tamamiyle iflâs etmiş; bunun yerine, tümüyle madde ötesinin meydana getirdiği "engin bir evren" düşüncesi ortaya çıkmıştır


Bu dalgalar, bütününün -tâbiri câizse- yoğunlaştığı yerde "madde" adı altında kütleler hâlinde görünen dünyada yaşayan beş duyulu insan; içinde bulunduğu şartlara rağmen sadece ve sadece tefekkür gücüyle madde ötesine geçebilecek özelliklere sahip olmuş ve bu muazzam sırrı ortaya çıkartabilmiştir


Peki bu buluşu nasıl gerçekleştirdi beşduyuyla kısıtlı, madde görüntüsü içindeki insan?


Kademe kademe onu görelim isterseniz şimdi özetle


İlk defa İngiliz hakimi Prout, basit bir cismin her bir atomunun, hidrojen atomlarının bir birleşimi olduğunu anladı ve böylece de evrenin tek bir cevherden yâni hidrojenden kurulmuş bulunduğunu açıkladı


Nitekim 1911'de Langevin, 16 atom hidrojenin 1 atom oksijeni meydana getirdiği ve bu arada da binde sekizlik bir kayıp verdiğini bilim dünyasına ispat etti


Böylece insanın, görünümde "çok" diye nitelendirdiği şeylerin, gerçekte "tek" bir asıldan geldiği -ki dini tâbir ile kesretin vahdetten çıktığı- açıklanmış oldu


Bundan sonra ünlü bilim adamı Albert Einstein şu açıklamayı yaptı:


"Madde enerjidir; enerji de, madde! Aradaki fark gelip geçici bir hâldir


Eğer madde dediğimiz şey kitlesini bırakıp ışık hızıyla seyretmeye başlarsa biz ona radyasyon-ışın, yahut enerji deriz


Yok eğer, enreji bilakis yoğunlaşır, katılaşırsa, durgun bir hâl alırsa, biz onun kitlesini tayin ve tesbit edebiliyorsak, bu defa da ona madde, deriz"


Ve nitekim ilk defa olarak 1945 Temmuzunda, New Mexico'da Alamogordo'da maddenin ele gelir bir miktarı ışığa, harekete, sese ve enerjiye çevrilebildi


Daha sonra da yuvarlak tasavvur edilen elektron, elektrik enerjisinin dalgalanır bir miktarına döndü; atom da birbiri üstüne konmuş bir dalga kümesi olarak nitelendirilmeye başlandı


Hâsılı bizim için artık "bütün maddeyi, dalgalardan ibarettir şeklinde kabul etmekten ve dalgalar âleminde yaşıyoruz" demekten başka bir çare kalmadı


Bütün bunlar ancak bilim adamının değerlendirebildiği şeylerdir hâlen dünya üzerinde


Fakat bizim değerlendirebileceğimiz şeyler de yok değil bu "dalgalar âleminde!"


Gelin bizim bazılarını beş duyuyla tesbit edebildiğimiz dalgalar-ışınlar bütününün bir kısmına şöyle bir göz atalım


İşte,


1numarada, köpek kulağının değerlendirdiği dalgalar yer alıyor


2numarada insan kulağının değerlendirebildiği dalgalar var


3numarada ise kedi kulağının değerlendirebildikleri Bundan sonra sırasıyla:


4 Ultrasonik dalgalar,


5Radyo dalgaları (L - uzun, M - orta, S - kısa dalgalar ki bunları ancak radyo dediğimiz bir çeşit adaptörün vasıtasıyla değerlendirebiliyoruz)


6Televizyon dalgaları ( VHF - UHF - SHF - EHF ki bu dalgaları da televizyon denen adaptörün gözümüze adaptasyonu ile almaktayız)


7Radar dalgaları


8Şerare dalgaları


9Hareket dalgaları


10Ve nihâyet gözümüzün degerlendirebildiği kırmızı - mor arası renk olarak tesbit edebildiğimiz ışınlar


11 Morötesi ışınlar


12 Rontgen (X-Ray) ışınları


13Kozmik ışınlar (dalga boyu santimetrenin 10000000000000'da birinden kısa)


14 Herşeye rağmen tesbit edemediğimiz meçhul ışınlar


Yukarıda belirtilen, bilimin tesbit ettiği dalgalar ışınlar dışında daha pek çok dalgalar-ışınlar bulunmaktadır ki, insanlık bunların yapımıza göre neye karşıt olduğunu bilememektedir


Ve insan duyularının kabalığı, kesitsel algılama araçlarıyla kayıtlılığı dolayısıyla, evrende mevcut bulunan hadsiz hesapsız orandaki ışınsal yapıları, pek çok yerde ve pek çok zaman, idrâk edemediği için, inkâr etmekte, yok saymaktadır


Halbuki bu doğru mudur?


Görebilmek ile görememek arasındaki fark, ancak santimetrenin yüzbinde üçü kadar bir yer tutar


Şöyle ki, insan gözünün görmeye başladığı saha morötesi ışınların dalga boyunun başladığı 0,0004cm ve görme işlemlerinin son bulduğu saha da kırmızı ışınların dalga boyunun başladığı 00007cm lik sahadır


Halbuki güneşten daha çok çeşitli ışınlar yayılmaktadır


İşte kırmızı ışınlardan ötede, dalga uzunluğu 0,0008cm'den başlayıp 0,032 cm'de biten ışınlardır


Kezâ bundan daha kısa olan bazı ışınlar dahi aynı usûlle film üzerine tesbit edilebilmektedir


Keza morötesinde dalgaboyu 0,0003 cm'den başlayıp 0,0001 cm'de son bulan ışınlar bulunmaktadır ki, sadece fotoğraf plakasına tesbit edilmektedir Keza bundan daha kısa olan ışınları dahi aynı usülle film üzerine tesbit edilebilmektedir


Şimdi gelin bu RÖNTGEN yani x-ray IŞINLARI üzerinde duralım biraz


Hepimizin de bildiği gibi, Röntgen ışınları bizim bedenimizden geçmekte bir film üzerine vücudumuzun çeşitli organlarına ait tesbitler yapabilmektedir


Hattâ bu geçiş sırasında, tıbbın da bildiği gibi, çeşitli hücrelerde ve organlarda bir kısım tahribat dahi meydana getirmektedir! Ve bu yüzden de hamile kadınların alt bölümü ile yeni doğan çocuklara röntgen çektirilmemesi tavsiye edilmektedir


Oysa biz bedenimizden geçen ve hatta bize zarar veren bu RÖNTGEN IŞINLARININ vücudumuzdan geçişinden tamamen habersiz bulunuyoruz! Ki bu ışınların dalgaboyu yaklaşık olarak santimetrenin 100 milyonda biri kadardır


Peki şimdi sorarız:


İnsan, Röntgen ışınlarının dahi varlığını ve vücudundan geçtiğini beş duyusuyla tesbit edemezken, acaba nasıl olur da daha yüksek frekanslı dalgaların varlığını inkâr eder? Yahut böyle birşey olmaz, der?


VE DAHİ, BİLEMEDİĞİ FREKANSTAKİ O DALGALARIN MÂHİYETİNİ iNKÂR MÂNÂSINA GELEN, YAPISININ BU ÇEŞİT DALGALARDAN MEYDANA GELDİĞİ AÇIKLANAN BİR TAKIM YARADILMIŞLARI inkâr EDER ?


Evet şimdi hemen meseleyi konumuza bağlayalım:


İslâm kaynaklarında "CİN" adıyla açıklanan; halk arasında ise "RUH", "PERİ", "DEV" diye anılan varlığın yapısı; İslâm Dini’nin mukaddes kitabı Kur`ân-ı Kerim`de:


"Min MEÂRİCİN min NAR" yani dumansız ateş; yâni IŞINLARDAN, yâni DALGALARDAN (55-15)


ve


"Min NÂR is SEMÛM" yani EN İNCE ve HASSAS MESÂMATA (gözeneklere) NÜFUZ EDİCİ ve ZEHİRLEYİCİ ATEŞ yâni DALGA-IŞIN (15-27) anlamına gelen âyetlerle izah edilmiştir(1)


(1)Bakınız: Hak Dini Kur'ân Dili, cild: 4 sayfa: 3095


"DUMANSIZ"


"ZEHİRLEYİCİ"


"TÜM GÖZENEKLERE NÜFÛZ EDİCİ"


diye belirtilen "ATEŞ", elbetteki bugün hepimizin bildiği "IŞIN" yani "dalga yapı"dan başka birşey değildir!


İşte 1400 yıl öncesinin diliyle, "CİN" denilen varlıkların yapısını meydana getiren "dalga yapı", "Dumansız, zehirleyici, en ince gözeneklere nüfuz edici ATEŞ" olarak târif edilmiştir


"IŞINLARIN" yani "dalga canlıların", bundan 1400 sene evvel "dumansız, zehirleyici ve tüm gözeneklere nüfuz edici ATEŞ" olarak anlatılması, bize göre KUR`ÂN-I KERİM'in en önde gelen MÛCİZELERİNDEN birisidir


İşte bu târiften anlaşıldığına göre, "CİN" adı verilen yaratıkların yapısı;


"EN iNCE MESÂMATA YANİ MADDEYE NÜFÛZ EDİCİ ÖZELLİĞE SAHİP OLAN DUMANSIZ ATEŞTEN YANİ BUGÜNKÜ DİLDE KULLANILDIĞI ŞEKLİYLE DALGADAN (wawe)"


meydana gelmiştir


Ancak bu gerçek, 1400 yıl öncesinde, Kur`ân-ı Kerim'de, o günün anlayış seviyesi nazarı itibare alınarak "BİZ CİNLERİ FİLANCA IŞINLARDAN YARATTIK", şeklinde açıklanmamış; benzetme yollu bir ifadeyle "dumansız ateş", "en ince mesâmata nüfuz edici ve zehirleyici ateş" diye târif edilerek; insanların anlayışına; ilimlerinin bu konuyu anlayacak bir seviyeye gelmesine bırakılmıştır


Nitekim o günlerden buyana geçen yaklaşık olarak 1400 sene sonunda, bilim bir anda muazzam bir hamle yaparak gelişme göstermiş; ışınların varlığını evrenin yapısını kısmen de olsa tesbit edebilmiş; bundan sonra da bu âyetlerin işaret etmek istediği gerçek, din ile ilmi bağdaştırabilen kişiler tarafından ortaya çıkartılabilmiştir


Ki böylelikle de "CİN" ve ona bağlı bazı varlıkların varlığı bilimsel olarak anlaşılabilir hale gelmiştir

Alıntı Yaparak Cevapla

Kozmik Bilimin Gayesi

Eski 07-17-2012   #3
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Kozmik Bilimin Gayesi



Dünyadaki herşey madde ve mana karışımıdır!

Bu teori din ile bilimi barıştıracak

Bugünkü bilim herşeyin madde ve enerjiden ibaret olduğunu öngörüyor Nevada Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof Dr Yunus Çengel ise tabiattaki herşeyin madde ve mana karışımı olduğunu söylüyor Bilim ıskaladığı bu gerçeği kabul ederse önü daha da açılacak, insanların evrene ve tabiata bakış açısı değişecek


Çengel, Elmas Teorisi adını verdiği teorisiyle bilimde çığır açmayı hedefliyor Yeni teori şu: “Dünyada her şey madde ve mânâ karışımıdır Yani dünyada bir madde boyutu var Fakat bir de madde olmayan bir sürü şey var

Muhakeme ve gözleme dayalı Elmas Teorisi’nin müspet ilimlere tamamen uygun olduğunu söyleyen Çengel, Einstein’ın da 1905’te, yayınlarını, muhakemeye dayanarak yaptığını hatırlatıyor

Elmasın, kurşun kalemlerde iç olarak kullandığımız grafit denen madde ve sobalarda yaktığımız kömürle aynı malzemeden olduğunu biliyor muydunuz? Peki o zaman, torbası 10 YTL’ye satılan kömür ile küçük bir parçasına dahi paha biçilemeyen elmasın farkı ne diye sorduğunuzu duyar gibi oluyoruz Bilim adamları, elmas ile kömürü birbirinden ayıran özelliğin, elmasta karbon atomlarının düzlemsel bir tabaka yerine üç boyutlu bir kristal oluşturacak şekilde dizilmeleri ve pozisyon almalarında olduğunu söylüyor Daha açık ifade edersek, toprak altında yani karanlıkta kömür ile elmas madeninin içerik olarak aslında hiçbir farkı yok Fark, her ikisinin ışıkla buluşması ile ortaya çıkan durumda Yani, elmasın, ışığı kömür gibi emmeyip, yansıtması ve ışıltılı bir hâl almasında Ve insanların da bu ışıltılı hâle yüklediği mana ve anlamda Çünkü elmasın paha biçilemeyen madde olması ve güzelliği de bizler için buradan geliyor Işıltılı hâli bizler için bir anlam ifade etmeseydi, elmas da dün yanın en pahalı madenlerinden biri olmayacaktı


Ancak bugünün bilim adamlarının genel görüşü, her şeyin kaynağının madde ve enerji olduğu yönünde Dolayısıyla maddeye baktığımızda da temel yapısı itibariyle her atomda elektron, proton ve nötron bulunuyor Bu anlayışa göre altın da, demir de, kömür, elmas ve taş da aynı şeyi ifade edecekti bizler için Bir örnek daha verelim Elimizde bir gül var Üzeri de çamurlu Gül ve çamuru laboratuvarda tahlil ettirdiğimizde her ikisinin temel yapısının da madde olarak tamamen aynı olduğu rapor edilecekti bize: Elektron, proton, nötron Fakat gerçekte her ikisinin de farklı olduğunu biliyoruz Peki o zaman gül ile çamuru birbirinden ayıran ve bilimin ıskaladığı şey ne?

Yeni teori şu: “Dünyada her şey madde ve mânâ karışımıdır Yani dünyada bir madde boyutu var Fakat bir de madde olmayan bir sürü şey var” İddiayı dile getiren isim ise Amerikan Nevada Üniversitesi eski öğretim üyelerinden Prof Dr Yunus Çengel 20 yılı aşkın süredir ABD’de bilim adamı olarak çalışan Çengel, buna “Elmas Teorisi” diyor Prof Dr Çengel, Elmas Teorisi’nin, bilimin gereği olan gözleme dayalı olduğunu ifade ediyor Yıllarca gözlemlediklerini Elmas Teorisi ile dile getiren Çengel, böylece, birbiriyle küskün olan, hatta birbirinden uzak duran bilim ile dinin barışmasına katkı sağlamayı amaçlıyor Barışırlarsa ne mi olacak? Yunus Çengel’in deyimiyle, bilimin önü daha da açılacak
Duanın iyileşmeye etkisi inceleniyor

Daha önce kabul görmeyen akupunktur tam anlaşılamamış olsa da tıpta kullanılıyor Bizde ‘kocakarı ilaçları’ olarak bilinen bitkisel ilaçlarla tedaviye de başlamış Amerikan tıp dünyası Son gelinen noktada Pensilvanya Üniversitesi, araştırılacak konular arasına duayı da almış Üniversite, duanın iyileşmeye etkisini inceleyecek Ancak, Prof Çengel’in söylediğine göre tıp biliminin kat ettiği yola karşılık fizik bu konuda hâlâ kör Yani maddenin dışında bir şeyin varlığını kabul etmemeye direniyor

Çengel, geliştirdiği Elmas Teorisi’ne daha da açıklık getirmek için bu noktada bir örnek daha sunuyor: “Kitabı ele alalım Kitabımızın ağırlığı 100 gram olsun Bunun 99 gramı kağıt, 1 gramı mürekkepten müteşekkil Ve yanda da yine 99 gram ağırlığında boş kağıt ile üzerine 1 gram mürekkep dökülmüş bir malzeme olsun İkisini karşılaştırdığımızda, malzemesi tamamen aynı olmasına rağmen ikincisinin kitap olmadığını söyleyeceğiz Demek ki kitabı kitap yapan mânâsıdır

İnsanların evrene,tabiata bakışı değişecek

Elmas Teorisi ile, yani varlıkların madde dışında bir de mânâ âlemleri olduğunun kabulü ile mühendislik âleminde yeni bir çığır açacağını, fizik dünyasında da çalkantıya sebep olacağını belirten Yunus Çengel, teori sayesinde insanların evrene, tabiata bakışının değişeceğini düşünüyor Şu anda riayet edilen “Her şey madde ve enerjidir Her şeyin kaynağı da madde ve enerjidir” bakış açısının da bırakılacağını kaydediyor

Çengel teorisinin önünün açık olduğunu vurgulayarak şu Einstein'in sözünü hatırlatıyor: ‘Eğer bir fikir başta saçma ve uçuk gelmiyorsa onun için ümit yok demektir’ Onun için Elmas Teorisi’ni anlamakta fizikçiler biraz zorlanacak Felsefe uzmanları da bunu gayet iyi anlayacak

Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.