Prof. Dr. Sinsi
|
Mikrobiyolojinin Kısa Tarihçesi
Ilk Çaglarda Ilk insanlar, hayatin baslangici, doga, dogal olaylar (yagmur, kar, dolu, simsek, yildirim, gök gürültüsü, zelzele, su taskinlari, vs ), ay, dünya, yildizlar, günes, bulasici hastaliklar ve ölüm gibi kavramlar üzerinde fazlaca durmuslar, içinde bulundugu veya yakin iliskide olduklari toplumlarin törelerine göre bazi izahlar ve yorumlar yapmislar ve bunlara inanmislardir Çözümleyemedikleri konularda, bunlari, insan veya doga üstü kuvvetlere, ilâhlara, cinlere ve seytanlara veya mucizelere baglamislardir Hastaliklar ve ölümlerin, tanrilar veya insan üstü güçler tarafindan, yeryüzündeki kötü kisilere ceza olarak gönderildigine inanmislar ve bu inançlarini da yüzyillar boyu devam ettirmislerdir Kötülüklerden ve kötü ruhlardan kurtulmak için, bu insan üstü kuvvetlere tapilmasi, adak verilmesi korku ve saygi duyulmasi ve dua edilmesi, o devirlere ait dinsel kisiler tarafindan siki bir sekilde ögütlenirdi Bu amaçlari gerçeklestirmek için, özel yerler, tapinaklar yapildigi gibi, tanrilarin gazabindan korunmak için de çesitli hayvanlarin yani sira bazen insanlar da kurban edilirdi
Yapilan arkeolojik kazilarda, kaya tabakalari arasinda bakteri fosillerine benzeyen olusumlara rastlandigi ve bunlarin milyonlarca yil öncesine ait oldugu bildirilmistir Hatta, kömür tabakalari içinde bakteri fosillerinin bulundugu Renault tarafindan da iddia edilmistir Permian tabakalarinda rastlanilan dinozorlarin hastalikli kemiklerinin bakteriler tarafindan meydana getirilmis olacagina kuvvetle bakilmaktadir Dinozorlardan ayri olarak, magara ayilari ve diger hayvanlarin fosillerindeki kemik bozukluklari ve eosen devrine ait üç tirnakli atlarda tesadüf edilen dis çürüklerinin de mikrobial orijinli olabilecekleri ileri sürülmüstür
Milattan Önce 8000-7000 yillari arasinda Mezopotamya bölgesinde yasayan insanlarin hastaliklar, ölümler ve bunlarin nedenleri hakkindaki bilgi ve görüsleri yok denecek kadar azdi Bunlarin, insan üstü kuvvetler tarafindan olusturulduklarina inaniyorlar, bunlardan korkuyorlar ve bu duygularini da saygi ve tapinma tarzinda gösteriyorlardi Zamanla, halk, bazi bitki ve hayvanlarin zehirleyici nitelikte olduklarini ve bir kisim bitkilerin de bazi hastaliklara iyi geldigini ögrenmis ve böylece, yenecek veya yenmeyecek, bitki ve meyveleri belirlemisler ve hastaliklarin sagaltiminda kullanilacak olanlari da saptamislardir Ilkel yasantinin hüküm sürdügü bu dönemde hayata, dogaya ve dogal olaylara insan üstü kuvvetlerin hakim olduguna inanilirdi
Eski Misirlilar döneminde (MÖ 3400-2450), yagmur sularini toplamak ve lagim sularini akitmak için kanallar, arklar ve borular yapilmistir Eski krallik devresinde baslayan bu tür çalismalara yeni kralliklar döneminde de (MÖ 1580-1200) devam edildigine rastlanilmaktadir Bu tarihlerde bazi saglik kurallarinin konuldugu ve bunlara titizlikle uyuldugu papirüslerden anlasilmaktadir En eski papirüs olan Kuhn papirüs 'ünde (MÖ 1900) köpeklerdeki paraziter hastaliklardan ve muhtemelen, sigirlardaki sigir vebasindan bahsedilmektedir Bunlarin sagaltimi için hayvanlarin kendi hallerine birakilmasi ve tütsü edilmeleri önerilmektedir Smith papirüs 'ünde (MÖ 1700) yaralarin sagaltiminda taze etin, ve hemorajilerde koterizasyonun kullanilabilecegine dair bilgiler bulunmaktadir Bu papirus, o devirlere ait bazi önemli tibbi bilgiler de vermektedir Ebers papirüs 'ünde (MÖ 1550), hastaliklarin esas nedenlerinin seytanlar oldugu ve hastaliklarin ancak sihir ve dualarla giderilebilecegi belirtilmektedir Bazi hastaliklarin tedavisinde sinek ve timsah pisliklerinin ve farelerin yararli olacagina da inaniliyordu Hayat solugunun da sag kulaktan çiktigi zannediliyordu Heredot 'un eserlerinde, Misirlilarin tuzu antiseptik olarak kullandiklari belirtilmektedir Elliot Smith tarafindan bulunan ve MÖ 1000 yilina ait oldugu sanilan mumyalarda spinal tüberkulozise rastlandigi açiklanmistir
Eski Yunanlilar dönemi MÖ 3400 yillarina kadar uzanmaktadir Ancak, bu periyoda ait bilgiler pek yeterli degildir MÖ 1850-1400 yillarinda bazi saglik kurallarinin konuldugu, ventilasyona dikkat edildigi, ark ve kanallarin açildigi, mabetlerin ve yerlesim yerlerinin kaynak su ve agaçlik yerlerde kurulmasina özen gösterildigi anlasilmaktadir Tababet ve tedavinin kurucusu veya babasi sayilan Hipokrat (Hippocrates, MÖ 460-377), halk sagligi ve hastaliklari konusunda 7 cilt kitap yazmis ve bunlarda sitma, lekeli humma, çiçek, veba, sara ve akciger veremine ait bilgilere yer vermistir Tip alanina deneysel yöntem, gözlem ve arastirma prensiplerini getirmis olan Hipokrat, hastaliklari vücüdun vital sivilarindaki bozukluklara baglamis ve hastaliklari akut, kronik, epidemik ve endemik olarak siniflandirmistir Ayrica, yaralarin sagaltiminda kaynatilmis su ile irrigasyonu, operatörlerinin ellerini ve tirnaklarini temizlemelerini, yaralarin etrafina bazi ilaçlarin sürülmesi gerektigini de vurgulamistir Bilgin, hastaliklarin topraktan çikan fena hava ile su, yildiz, rüzgarlarin yönü ve mevsimlerin etkisiyle olustuguna da inanmistir (miasmatik teori) Hipokrat, ayni zamanda, 4 element (ates, hava, su, toprak), 4 kalite (sicak, soguk, nem, kuru) ve vücudun 4 sivisi (kan, mukus, sari safra, siyah safra) üzerinde de bilgiler vermis, bunlari ve birbirleri ile olan iliskilerini açiklayan görüsler getirmistir Senenin çesitli mevsimlerinde isinin ve nemin degismesinin hastaliklarin çikisinda önemli rol oynadigini da savunmustur Aristo (Aristoteles, MÖ 384-322), veba, lepra, verem, trahom ve uyuz hastaliklari ve bunlarin bulasma tarzlari hakkinda bazi açiklayici bilgiler vermistir Ayrica, temasla bulasmaya da dikkati çekmis ve vebali hastalarin soluk havasinin bulasici oldugunu da belirtmistir Empedokles (Empedocles, MÖ 450-?), Sicilya'da batakliklarin kurutulmasinin malaryayi kontrol altina alacagina deginmis ve malarya ile batakliklar arasinda bir iliskinin varligini gözlemistir Aristofan (Aristophanes, MÖ 422-385) malarya ve bulasmasi hakkinda bilgiler vermistir Zamanla, miasmatik görüs ve düsünüs, yerini vücuttaki dogal delikler (porlar) teorisine birakmistir Bunun taraftarlari arasinda, Eskülap (Esclepiades, MÖ 124), Temison (Themison, MÖ 143-23) ve Tesalus, (Thesallus, MS 60) gibi düsünürler bulunmaktadir Bu bilginler arasinda da bazi farkli görüslerin olmasina karsin, genelde birlestikleri ortak nokta, vücudun dogal delikleri arasindaki uyumun degismesinin hastalik ve ölümlerin nedeni olacagidir Galen (Gallenos, MS 120-200), hastaliklarin nedenleri hakkinda daha ziyade, miasmatik görüse katilmis ve desteklemistir Bilgin, Hipokrat 'in 4 sivi teorisini kabul etmekte, sivilarin azalmasi veya artmasini hastaliklarin nedeni olarak göstermekteydi Galen, gözlemlerine göre, sahislari 4 gruba (kanli, flegmatik, safrali ve melankolik) ayirmistir Galen, ayni zamanda, kan almanin bazi hastaliklarin sagaltimi için yararli olacagini da düsünmüstür
Anadolu'da büyük bir imparatorluk kuran Hititler (Etiler, MÖ 2000) hastaliklarin ilahi kuvvetler tarafindan olusturulduguna inanirlardi
Romalilar döneminde, su ve lagim kanallarinin yapildigi, temiz gida ve içme suyuna önem verildigi anlasilmaktadir
Eski Ibraniler (MÖ 1500), Babilliler’in hastaliklarin nedenleri ve ölümler hakkindaki görüslerini, genellikle, benimsemislerdi Bu dönemde, hastaliklardan korunmak için bazi kurallarin konuldugu ve adli tibba ait de bazi esaslarin saptandigi açiklanmaktadir Ancak, Ibraniler arasinda, hastaliklarin günahkâr insanlara, ilâhi kuvvetler tarafindan gönderildigi görüsü yaygindi Liviticus 'un kitabinda, dogumdan sonra kadinlarin çok iyi temizlenmeleri gerektigine, menstrasyon hijyenine, bulasici hastaliklardan korunmaya, temiz olmayan esyalara dokunmamaya, izolasyon ve dezenfeksiyonun bazi hastaliklarin (veba, uyuz, antraks, sara, trahom, verem, frengi) kontrolünde gerekli olduguna dair bazi açiklamalar bulunmaktadir Bu dönemde, difteri, lepra, gonore ve diare bilinmekteydi Musa peygamber (MÖ 1300), zamaninda bazi saglik kurallari konulmussa da, bunlara sonradan uyulmamistir Bu dönemde, özellikle, gida hijyenine önem verilmis, domuz eti, ölmüs hayvanin eti, deniz kabuklu hayvanlarin eti, kan ve yagin yenmemesi ögütlenmistir
Hindular (MÖ 1500) döneminde, Sanskrit'ler de, hastaliklarin nedenleri olarak seytanlar, cinler ve büyücüler gösterilmektedir Büyük kral Asoka (MÖ 269-232) zamaninda hayvan hastanelerinin kuruldugu ve tarihi yazilarda tedavi ile iliskili bazi bilgilerin bulundugu açiklanmistir Hindistan ve Seylan'da MS 368'de, hastanelerin kuruldugu belirtilmektedir Sustrata (MS 500) dogal ve doga üstü olarak 120 hastalik bildirilmistir Bu dönemde, malaryanin sinekler tarafindan bulastirildigi bilinmekte ve farelerin de vebadan öldüklerinde evlerin terk edilmesi geregine dikkat çekilmektedir Sustrata, bunlarin yanisira, çocuk bakim ve hijyenine ait bilgiler de vermektedir Sacteya adli sanskritte de insanlari çiçege karsi asilamada kullanilan yöntemler bildirilmektedir
Eski Çin Medeniyeti (MÖ 3000-2000) döneminde yazilan "Materia Medika" adli kitapta kan dolasimina ait bilgiler verilmekte, dolasimin kanin kontrolünde yapildigi, kanin sürekli ve günde bir defa dolastigi bildirilmektedir Ayrica, kitapta, akupunktur ve nabiz hakkinda da bazi bilgilere yer verilmistir Bu dönemde, Çin'de frengi, gonore ve çiçek hastaliklari bilinmekte ve bunlara karsi bazi önlemlerin de alinmakta oldugu belirtilmektedir Milattan Sonra 2 asirda hashasin agri kesici olarak kullanildigi da zannedilmektedir Wong Too (MS 752), insan ve hayvanlarda rastlanilan hastaliklar ve bunlarin sagaltim yöntemlerini "Dis Alemlerin Sirlari" adli eserinde 40 bölümlük bir yazida toplamistir Konfüçyüs (MÖ 571-479) döneminde kuduzun tanindigi ve bazi önlemlerin alindigi bilinmektedir Eski Çin döneminde, hastaliklarin nedeni olarak, erkek ve olumsuz unsur olan Yang ile disi ve olumlu öge olan Yu 'nun arasindaki düzenin bozulmasina baglanmaktadir
Milattan önceki dönemlere ait olan Eski Japonya'da, hastaliklarin ilahi kuvvetler tarafindan insanlara ve hayvanlara gönderildigine inanilir ve bazi saglik kurallarina da dikkat edilirdi
Eski Iran'da, hastaliklarin nedenleri ilahi ve büyüsel kuvvetlere baglanmaktadir Zerdüst dinini temsil eden Avesta adli kitapta hastaliklara, hekimlere ve saglik kurallarina ait bölümler bulunmaktadir Iyilik tanrisi olan Ahura Mazda ve karanliklarin ruhu (seytan) Ahirman kabul edilir ve bunlara saygi gösterilir ve dualar edilirdi
Babil döneminde (MÖ 768-626), saglik kurallarina dikkat edildigi, hastaliklari önlemek ve sagaltmak için bazi ilaçlarin kullanildigi, bu konulara deginen 800'den fazla tabletten anlasilmaktadir Hastalari tedavide, ayin ve dualar edilir ve büyüler kullanilirdi Zincir vurmak ve kamçilamak da dahil olmak üzere, insanlarin içindeki seytan ve kötü ruhlari çikarmak ve atmak için 50'ye yakin çare belirtilmekteydi Hastalanan sahislarin cinlere ve seytanlara yakalanmasi tarzinda düsünülürdü Bu dönemde, lepranin bilindigi, bulasici oldugu ve hasta kisilerin ayrilmasi gerektigine de inanilirdi
Milattan önceki Türklerde, insan ve hayvanlardaki hastaliklara ve jeolojik ve meteorolojik olaylar ile fena ruhlarin (Erklik) yol açtigina inanilirdi Iyi ruhlar ise insan ve hayvanlari korurlardi Ülgen en büyük tanriyi, Erklik de kötülükleri temsil ederdi Samanlar, kötü ruhlarin yaptiklari fenaliklari ve hastaliklari önlerlerdi Ruhlara inanma temeli üzerine kurulan Samanizm'de samanlar (ruhlarla iliski kurabilen dinsel kisiler), hastalari iyi etmek için çesitli dualar okur, danslar yapar ve esyalari atesten geçirirlerdi
Müslümanlik döneminde, insan ve hayvan hastaliklari hakkinda bir çok yazilar yazilmis ve gözlemler yapilmistir Ilk hastanenin Sam'da MS 707'de kurulmus oldugu açiklanmistir Bagdat'da yasamis olan Ebubekir Mehmet bin Zekeria El Razi (MS 854-925), yazdigi "Tip Ansiklopedisi'nde" çiçek ile kizamik hastaliklarini tanimlamis ve bulasici hastaliklarin fermentasyona benzedigini bildirmistir Buharali Ibni Sina (Avicenna, MS 980-1038), bulasici hastaliklarin gözle görülmeyen kurtçuklardan ileri geldigini ve korunmak için temizligin önemli oldugunu vurgulamistir Ayrica, yazdigi kitaplarda, bazi hastaliklari da (plörizi, verem, deri ve zührevi hastaliklar) tanimlamis ve korunmak için de bazi ilaç adlarini vermistir Abu Marvan Ibn Zuhr (MS 1094-1162), tip konusunda 6 cilt kitap yazmis ve birçok hastaliklari da (mediastinal tümor, perikarditis, tüberkulozis, uyuz, vs ) tarif etmistir Ak Semsettin (MS 1453), kitabinda malaryanin ayni bir bitki tohumu gibi, görülmeyen bir etkeni oldugunu ve vücuda girdikten sonra üredigini açiklamistir
02 Orta Çagda
Orta Çag döneminde de Hipokrat ve Galen'in görüsleri kabul görmüs ve fazlaca taraftar toplamistir Roger ve Roland (11 ve 12 asirlar arasinda) Salorno'da kurulan ilk bagimsiz medikal okulda çalismislar, kanseri tanimlamislar, paraziter hastaliklarda civali bilesikleri kullanmislar ve irinin yaranin içinde meydana geldigini bildirmislerdir Orta Çag döneminde, veba, lepra, erisipel, kolera, terleme hastaligi (muhtemelen influenza) ve frengi gibi hastaliklar oldukça fazla yaygindi Milyondan fazla insanin bu hastaliklardan öldügü açiklanmistir Venetian Hükümeti, infekte gemileri limanlara sokmamak için bazi karantina önlemleri almis ve bir halk sagligi örgütü kurmustur (1348) Boccacio (1313-1375), yazdigi Dekameron (decameron) adli eserinde, öldürücü ve yaygin olan vebanin bulasmasi hakkinda ayrintili bilgiler vermistir Bu dönemde, sirke antiseptik olarak tavsiye ediliyordu
03 Rönesans Döneminde
Rönesans Döneminde (1453-1600), bilimde ve özellikle tip alaninda yeni gelismeler meydana gelmistir Hastaliklarin nedenleri olarak gösterilen ilahi ve insanüstü kuvvetlere inanisa ve miasmatik görüslere karsi çikilmaya baslandi Deneylere, gözlemlere ve bu tarzdaki arastirmalara önem verildi Paracelcus (1493-1541), hastaliklari 5 esas nedene (kozmik, gidalardaki zehirler, ay ve yildizlar tarafindan kontrol edilen dogal olaylar, ruh ve seytanlar, ilahi nedenler) baglamistir Çiçek, tifo, kizamik gibi hastaliklar 1493-1553 yillari arasinda oldukça yaygin ve öldürücü seyretmekteydi Fracastorius (1478-1553), yayimlandigi kitabinda (1546), bulasici hastaliklarin jermler (Seminaria morbi) tarafindan saglamlara nakledildigi, bulasmada direkt temas, hastalarin esyasi ve havanin önemli oldugu üzerinde durmustur Böylece, ilk defa jerm teorisi ortaya atilmis ve bulasmada da canli varliklarin (Contagium vivum) rol alabilecegi düsünülmüstür Fracastorius, ayrica, veba, frengi, tifo ve hayvanlardaki sap hastaligi üzerinde de bazi çalismalar yapmistir Bir sahisdan digerine geçen hastaliklarin, o sahisda da ayni veya benzer hastalik tablosu olusturdugu, Fracastorius'un gözlemleri arasinda yer almaktadir Von Plenciz (1762), Fracastorius'un görüslerini benimseyerek, hastaliklarin gözle görülemeyen küçük canlilar araciligi ile bulasabilecegini ileri sürmüstür
04 Mikroskobun Gelistirilmesi
Mikroskoplarin temelini olusturan ilk basit büyütecin Roger Bacon (1214-1294) tarafindan yapildigi ve bazi objelerin incelendigi bilinmektedir Hollandali bir gözlükçü olan Zacharias Janssen 1590 yilinda, iki mercekten olusan basit bir büyüteç yaparak, bazi objeleri 50x ve 100x büyütebilmistir Cornelius Drebbel ve Hans'in da, 1590-1610 yillari arasinda benzer tarzda bazi büyütme aletleri gelistirdikleri açiklanmistir Galileo Galilei (1564-1642), 1610 yilinda, Italya'da, bir tüp içine yerlestirdigi bir seri mercekle, daha fazla büyütme gücü elde etmistir Kepler, 1611'de, iki mercekten olusan bir büyütme aleti gelistirmistir Petrus Borellus (1620-1689), yaptigi büyüteçle uzaklari daha iyi görebildigini açiklamistir Robert Hooke (1635-1703) ve Nehemiah Grew gelistirdikleri büyütme aletleri ile (200x) bazi objeleri ve bitkileri incelediklerini açiklamislardir Hooke, 1665'de, yayimladigi Micrographia adli eserinde yüksek organizmalarin ve flamentöz mantarlarin mikroskobik görünümlerini çizmis ve bunlar hakkinda bilgiler vermistir Athanasius Kircher (1602-1680), 32 defa büyütebilen aleti yardimi ile vebali hastalarin kaninda bazi kurtçuklari gördügünü iddia etmistir Histolojinin kurucusu olarak taninan Italyan bilgin Marcello Malpighi (1628-1694), basit bir mikroskop yardimi ile akciger dokusunu incelemistir Jan Swanmmerdan 1658'de, alyuvarlari mikroskopla incelemistir Pierre Borrel (1620-1671), bakterileri görebildigini iddia etmistir
Hollandali bir tüccar ve amatör bir mercek yapimcisi olan Antony van Leeuwenhoek (1632-1723), 200 defadan fazla büyütebilen ve iki metal arasina yerlestirilmis bikonveks mercekten olusan büyütme aleti ile yaptigi çesitli incelemelerde mikroskobik canlilar dünyasini bulmayi basarmistir Bu nedenle kendisine mikrobiyolojinin kurucusu gözü ile bakilmistir Yaptigi arastirmalar arasinda, kanal ve ark sularinda protozoa, bir gece bekletilmis yagmur sularinda bakteri, dis kiri, biber dekoksiyonu, mantar,yaprak, salamander kuyruk kan dolasimi, seminal sivi, idrar, gaita, vs , materyaller, esas konusunu olusturmustur Ilk bakterileri 1676 yilinda görerek, sekil ve hareketlerini izlemis ve sekillerini çizerek bu konuda hazirladigi 200'den fazla mektubunu Londra'daki "Phylosophical Transaction of the Royal Society" ye göndermis ve Ingilizce olarak yayimlanmasi saglanmistir Bu mektuplarinda, özellikle, dis kiri ve biber infusyonundan yaptigi muayenelerde milyonlarca küçük canliya (hayvanciklara, animaculate) rastladigini da belirtmistir Arastirici, ayni zamanda, bakterileri yüksek isida tuttugunda veya sirke ile muamele ettiginde öldüklerini de belirtmistir
Huygens, 1684'de, iki mercekli oküleri gelistirmistir Chester Moor Hall ve John Dalland, 1773'de, birbirlerinden bagimsiz olarak, dispersiyonu düzelten mercekler gelistirdiklerini açiklamislardir J N Lieberkühn, 1739'da, A van Leeuwenhoek'in mikroskobunu daha da gelistirmistir Chevalier, 1824'de, mikroskopta birçok mercekleri bir araya getirerek basarili olarak kullanmistir J J Lister, 1830'da, modern mikroskobun prensiplerini koymustur Ernest Abbe (1840-1905), 1870'de, akromatik objektif ve kondansatörü yapmis ve kullanmistir A Abbe ve Carl Zeiss (1816-1866), apokromatik mercek sistemini bulmuslardir Andrew Ross (1798-1853), 1843'de binoküler mikroskobu yapmistir J J Woodvard, 1883-1884'de, mikroskop yardimi ile fotograf çekmeyi, Heimstadt, Carl Reichert (1851-1922) ve Lehmenn, ilk olarak fluoresans mikroskobu yapmayi basarmislardir Louis de Broglie elektron mikroskobun esasini bulmustur Max Knoll ve Ernst Ruska ilk elektron mikroskubu yapmislardir (1933)
05 Spontan Generasyon Teorisi (Abiyogenezis)
Uzun yillar, canlilarin kendiliginden meydana geldikleri görüsü, oldukça fazla bir taraftar bulmustu Bunlara göre, canlilar, çamurdan, dekompoze organik materyallerden, sicak sulardan ve benzer karakterleri gösteren durumlardan orijin almaktadir Van Helmont (1477-1544), farelerin meydana gelebilmesi için, toprak içeren bir tülbent içine bugday ve biraz da peynir konulduktan sonra ahir veya benzer bir yerde hiç dokunulmadan uygun bir süre bekletilmesinin yeterli olacagini iddia etmistir Ayrica, havada kalmis etlerde kurtçuklarin olusmasi da bu görüs için destek kabul ediliyordu
Francesco Redi (1626-1697), canlilarin bir önceki canlidan gelmekte oldugu görüsünü savunan ve bunu deneysel olarak gösteren ilk bilim adamidir F Redi, iki kavanoz içine et ve balik koyduktan sonra birinin agzini sikica baglamis ve digerini açik birakmistir Deneme sonunda, agzi kapali olan kavanozdaki et ve balikta kurtçuklarin bulunmadigini, buna karsilik açik olanda ise kurtçuklarin varligini göstermistir Tülbent üzerinde sinek kurtlarinin bulunmasina ragmen içinde olmamasi, kurtçuklarin sinekler tarafindan meydana getirildigi görüsünü de dogrulamistir Arastirici, ayrica, kurtçuklardan sineklerin meydana gelisini de izlemistir Böylece, etin belli bir süre içinde kurtçuklara dönüsü veya etin kurtçuk meydan getirmesi görüsü (spontan generasyon) gölgelenmis ve reddedilmistir Biyolog, sair ve lisanci F Redi, 105 parazitin tanimini yapmistir Bu görüsleri nedeniyle kilisenin zulmüne ugramis, odun yiginlari üzerine konulmus ve kanaatini degistirmedigi için de yakilmistir
Louis Joblot (1647-1723), samani iyice kaynattiktan sonra ikiye ayirarak kavanozlara koymus, bunlardan birinin agzini iyice kapatmis digerini ise açik birakmistir Açik olan kavanozda birkaç gün sonra mikroorganizmalarin üredigini buna karsilik, kapali olanda ise böyle bir seyin olusmadigini gözlemistir Böylece, L Joblot, bir kere ve iyice kaynatilarak her türlü canlidan arindirilmis bir ortamda, yeniden bir canlinin olusamadigi ve canlilarin kendiliginden meydana gelemeyecegini ispatlamistir Bu da, F Redi gibi, dekompoze hayvan ve bitki materyallerininin kendiliginden bir canli olusturma yetenegine sahip olamayacagi görüsünü benimseyerek, abiyogenezis teorisinin olanaksiz oldugunu kanitlamistir
John Needham (1713-1781), yaptigi denemede, isitilmis ve agzi kapatilmis et suyu içeren bir kavanozda bir süre sonra canlilarin üredigini gözlemis ve benzer durumu isitilmamis ve agzi kapali olan kavanozda da saptamistir Bu arastirmasina göre, J Needham, spontan generasyon görüsüne katilmis ve desteklemistir Buna göre, isitilarak tahrip edilen mikroorganizmalar sonradan yeniden hayatiyet kazanarak kendiliginden olusmuslardir Hayvansal dokularin "vejetatif veya vital kuvvetleri" olduklarina ve cansiz materyalleri canli hale getirebilecegine de inanmistir Bu görüs, bir natüralist olan Buffon tarafindan da dogrulanarak kabul görmüstür
Lazzaro Spallanzani (1729-1799), yaptigi bir seri deneme sonunda, J Needham'in çalismalarini ve görüsünü reddetmis ve isitmanin yeterli derece ve sürede yapilmadigini ileri sürmüstür L Spallanzani, isitmanin yeterli derece ve sürede yapildiktan ve agizlarinin, mantar yerine, atesle ve hava girmeyecek derecede kapatilmasi halinde herhangi bir animakulatin meydana gelmeyecegini açiklamistir Needham, bu görüse karsi olarak, uzun süre kaynatmanin organik maddelerdeki "vejetatif veya vital kuvvetleri" yok edecegini ve spontan jenerasyon için gerekli olan güçleri ortadan kaldiracagini belirtmistir Buna karsi, Spallanzani verdigi yanitta, ayni süre kaynatilmis et suyu veya saman enfusyonunun agzi açik birakilirsa belli bir süre sonra içinde tekrar animakulatlarin meydana gelecegini belirtmistir
Lavoisier, 1775 yilinda yaptigi denemelerde havada oksijenin varligini saptamis ve bunun yasam için gerekli oldugunu vurgulayarak, spontan jenerasyon teorisinin dogrulugunu iddia etmistir Arastirici, kaynatmakla siselerin içindeki oksijenin disari çiktigini buna bagli olarak da et suyu veya saman infusyonunda canlilarin olusmadigini da savunmustur
Schulze ve Schwann, Lavoisier'in oksijeni bulmasindan yaklasik 61 yil sonra, yaptiklari bir seri çalismada, eger hava sülfürik asit veya potasyum hidroksit solüsyonundan (Schulze, 1836) veya çok sicak bir cam tüpten (Schwann, 1837) geçirildikten sonra et suyuna veya saman infusyonuna gelirse herhangi bir mikroorganizmanin üremedigini gözlemlemislerdir Ancak, bu denemeye karsi çikanlar, havanin bu tarz isleme tabi tutulmasinin havadaki hayat jermlerinin asitten veya sicak cam tüpten geçerken tahrip olacaklarini ve böylece abiyogenezis'in olusamayacagini savunmuslardir Schwann, ayrica oksijenin yalniz olarak, ortamda mikroorganizmalarin olusmalarina veya üremelerine yeterli olamayacagini da açiklamistir
Schröder ve von Dush, 1854 ile 1861 yillari arasinda, Schulze ve Schwann'in arastirmalarina bazi yenilikler ilave etmislerdir Söyle ki, bunlar havayi asit veya isitilmis tüpten geçirmek yerine, pamuktan geçirerek et suyu veya saman infusyonuna vermisler Deneme sonunda, ortamda herhangi bir animakulata rastlamadiklarini açiklamislardir Bu deneme ile , hem pamugun mikroplari tutabilecegini ve hem de asit veya sicak havanin animakulat olusmasina zararli bir etkisi olmadigini da göstermislerdir Ancak, bazilari, havadaki tozlarda bulunan bazi canlilarin, havanin asit veya alkaliden veya pamuktan geçirilisi sirasinda tutulacagini iddia etmislerdir Sonralari, pamukta da mikroorganizmalarin bulunabilecegi ortaya konulmustur
John Tyndall (1820-1893), ön tarafinda cam bulunan agaçtan bir kültür kutusu hazirlamis ve iki yan tarafina camdan küçük pencereler yerlestirmis ve tozlari tutmasi için de , kutunun iç yüzü gliserinle sivamistir Yandaki küçük camdan gönderilen isik (isinlari) yardimi ile kutunun içinde tozlarin bulunmadigi saptanmis ve optikal olarak temiz bulunmustur Sonra kutu içindeki tüplere pipetle steril besiyerleri konmus ve tüpler alttan isitilarak steril hale getirilmistir Tüpler içindeki besiyerleri oda sicaklik derecesine kadar ilitildiktan sonra besiyerlerinin steril olarak kaldiklarini gözlemlemistir Bu denemenin sonucuna göre, toz içermeyen havanin mikropsuz olacagi görüsüne varilmistir Tyndall, yaptigi bir seri çalismada, mikroorganizmalarin iki formunun olabilecegine dikkati çekmistir Termolabil (vejetatif formlar) ve termostabil (sporlu mikroorganizmalar) Fraksiyone sterilizasyonla sivilarin mikroorganizmalardan arindirilmasinin mümkün olabilecegini de saptayarak kendi adi ile anilan Tindalizasyon (Tyndallization, fraksiyone sterilizasyon) yöntemini bulmustur
06 Hastaliklarda Jerm Teorisi
Mikroorganizmalarin bulunmasindan sonra, spontan jenerasyon (abiyogenezis) teorisi, yavas yavas yerini, bir canlinin diger canlidan türeyebilecegi (biyogenezis) görüsüne birakmistir
Viyanali bir doktor olan Marcus Antonius von Plenciz, 1792'de, "Hastaliklarda Jerm Teorisi" adi altinda yayimladigi bir eserinde konu üzerinde görüslerini açiklamis ve her hastaligin kendine özgü görülmeyen bir nedeni olduguna dikkati çekmistir
Louis Pasteur (1822-1895), kuduz, tavuk kolerasi ve antraks hastaliklari üzerinde bazi arastirmalar (korunma ve asilama) yapmis ve ayrica sarap ve biranin maya hücreleri tarafindan fermente edildigini de (fermentasyon) saptamistir Bunlarin yani sira, optimal kosullarin disinda üretilmeye çalisilan mikroorganizmalalar da bazi degismelerin meydana gelebilecegini, özellikle, virülensde olusan varyasyonlarin, asilama ile koruyucu etki göstereceklerini saptamistir Pasteur, 1879-1880 yillari arasinda, hayvanlardaki antraks hastaligina karsi hazirladigi iki attenüe susla (Pasteur-1 ve -2) bagisiklik elde etmis ve koyunlari bu hastaliktan korumustur Bu çalismalarin yani sira, 1885'de, kendi yöntemi ile virüs fiksli tavsan omuriligini bir desikatöre uygun bir süre (8-14 gün) koyarak kurutmus ve böylece hazirladigi asi ile korunmanin mümkün olabilecegini ortaya koymustur Bu konu üzerinde de Paris'te bir konferans vermistir Fermentasyon üzerindeki çalismalari sonunda da, Pasteur asagidaki esaslari ortaya koymustur:
1) Bira veya sarapta meydana gelen her degisme, bunlari fermente eden veya bozan mikroorganizmalar tarafindan ileri gelmektedir
2) Fermente eden etkenler, hava, kullanilan alet ve maddelerden gelmektedirler
3) Bira veya sarap herhangi bir mikroorganizma içermezse, hiç bir degisiklige ugramaz
Pasteur, yaptigi çalismalarin sonucuna göre, kendi adi ile anilan pastörizasyonun esasini da kurmustur
Bir Ingiliz cerrahi olan Joseph Lister (1827-1912), Pasteur 'ün prensiplerini cerrahiye uygulamistir Operasyonlarda dezenfektan bir maddeye (asit fenik) batirilmis sargilar kullanarak infeksiyonun önüne geçmistir Böylece, Lister cerrahide, antiseptiklerin önemini ve antisepsinin yerini ortaya koymustur (1852)
|