Geri Git   ForumSinsi - 2006 Yılından Beri > Eğitim - Öğretim - Dersler - Genel Bilgiler > Eğitim & Öğretim > Tarih / Coğrafya

Yeni Konu Gönder Yanıtla
 
Konu Araçları
meşrutiyet

Meşrutiyet...

Eski 07-16-2012   #1
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Meşrutiyet...



Hükümdarların başkanlığı altında anayasalı parlamento idaresi Bu idare şeklinde tamamı veya bir kısmı halk tarafından seçilen bir meclis vardır Osmanlı tarihinde 23 Aralık 1876’dan 13 Şubat 1878’e kadar ve 23 Temmuz 1908’den 16 Mart 1920 tarihine kadar olan iki ayrı devreye meşrutiyet devirleri adı verilir

Batı’da demokrasinin tekâmülü, halkın ekseriyetine mâlolan büyük ve çoğu kanlı mücadeleler neticesinde mümkün oldu Osmanlı Devleti'nde ise hiçbir devirde halk, ülke idaresinde söz sahibi olmak için herhangi bir harekette bulunmadı Çünkü Osmanlı idaresi, bir hanedan başkanlığında olsa bile, devletin bütün işleri İslâmiyet'in emir ve yasaklarına göre yürütüldüğünden, ülkenin her köşesinde adalet, sulh, sükûn ve huzur hakimdi Avrupa’daki hanedanlar ve krallar ise keyfî idareleriyle halkı asırlarca zulüm altında inletmişlerdi Osmanlı Devletinde Tanzimat ve Meşrutiyet hareketleriyse, halktan gelen birer hareket olmadı Bazı devlet adamları ile Avrupa kültürüyle yetişmiş bir grup insanın, Avrupa devletlerinden de destek görerek sürdürülen faaliyetleri neticesinde ortaya çıktı ve bu durum, ihanete kadar vardı 1850’li yıllara kadar Osmanlı padişahı, devletin ve milletin sahibi olarak, bütün güçleri elinde tutan en yüksek karar organı mevkiindeydi Ayrı din ve milliyetlerden müteşekkil mütecanis olmayan bir devletin idaresinde bundan başka bir şekil düşünmek de mümkün değildi Nitekim günümüzde de şeklî görüşü ne olursa olsun muhtelif milletlerden meydana gelen devletler için de benzer durum söz konusudur

Osmanlılarda hükümdarın temsil ettiği kuvvetlerin ve sahip olduğu yetkilerin elinden alınarak başka kuruluş ve kişilere verilmesi, Batı’daki gibi demokrasinin gelişmesine değil, devletin birlik ve beraberliğinin kaybolmasına yol açtı Aslî unsurunu Müslüman-Türklerin teşkil ettiği Osmanlı Devletinin bünyesinde değişik milletler mevcut olduğu için milliyetçilik hisleri ve demokrasi hareketleri her imparatorlukta olduğu gibi devletin dağılıp yıkılmasında büyük rol oynadı Nitekim Yunanistan, Bulgaristan ve diğer eyaletlerde kiliselerden kaynaklanarak başlayan milliyetçilik hislerinin, yabancı devletlerce büyük bir harekete dönüştürülmesi neticesinde, bunlar Osmanlı Devletinden ayrılıp, bağımsızlıklarını kazandılar Yine, demokrasilerin vazgeçilmez bir unsuru olan parlamento müessesesi ancak millî bir devlet yapısı içinde aslî fonksiyonunu kazanabilmektedir Aksi halde zararı faydasından çok daha fazla olabilmektedir Meselâ, Birinci Meşrutiyet meclisindeki azınlık mebuslarının seçildikleri bölgeye muhtariyet istekleri gerçekleşseydi, Osmanlı Devleti yarım asır önce tarihe karışır, belki de yerine yeni bir Türk Devleti kurulamazdı

Meşrutiyet rejimi, ona inananlar tarafından, Osmanlı Devletini, içinde bulunduğu durumdan kurtarabilecek yegâne çare olarak görülmekteydi Osmanlı Devleti, tedricen dünya siyasetinde ve iktisadiyatındaki ağırlığını kaybetmeye başlamıştı On yedinci yüzyılın sonlarına doğru, Batı Avrupa ülkelerinin, sanayi inkılâbını gerçekleştirip, teknolojik sahada önemli mesafeler almaya başlaması üzerine, dünya siyasetindeki ağırlıkları artmaya başladı Sanayileşme gayretleri içeriden ve dışarıdan çeşitli şekillerde engellenen Osmanlı Devleti, kendisi dışındaki teknolojik gelişmelere yeterince ayak uyduramadı Gerilemesinin esas sebebi din ve kültürü değil, değişen dünya şartlarına intibak edememesiydi Harp meydanlarında başgösteren başarısızlıklar neticesinde devletin tekrar eskisi gibi güçlendirilip yenilenmesi çabaları ortaya çıktı Türk tarihindeki her ilerici hamle, üstten ve idareci zümreden geldiği gibi, bu husustaki ilk teşebbüsler de padişahlar tarafından ele alındı Padişahlar tarafından çeşitli kereler ıslahat teşebbüslerinde bulunuldu Genç Osman, Üçüncü Selim, İkinci Mahmud, Abdülmecid ve Abdülaziz hanların başlattıkları yenilikçi gayretlerin temel vasfı, Osmanlı Devlet müesseselerinin, işleyiş şekillerinin, çağın şartlarına uygun yeni fonksiyonlar kazanarak verimliliklerinin arttırılması oldu Böylece Osmanlı devlet müesseselerinin ortaya çıkan yeni ihtiyaçlara cevap verebilmesi sağlanmak istendi

Ancak her defasında başlatılan çalışmalar, dolaylı ve dolaysız yollardan, içeriden ve dışarıdan gelen baltalamalar sebebiyle akamete uğratıldı Genç Osman ve Üçüncü Selim Hanın Yeniçeri isyanları neticesinde şehit edilmeleri; İkinci Mahmud Han (1808-1839) devrinde devletin karşılaştığı büyük gaileler; Abdülmecid Han (1839-1861) devrinde ise ıslahat hareketlerinin hüviyetinin değiştirilmesi ve Abdülaziz Hanın tahttan indirilip şehit edilmesinin altında yatan esas sebep buydu Meselâ, Sultan Abdülaziz Han (1861-1876) devrinde alınan borçlarla dünyanın ikinci büyük donanması ve dördüncü büyük kara ordusu kuruldu Alınan paraların yüzde dördü de demiryolu inşasına harcandı Ordu ve donanması güçlenen Osmanlı Devleti, İngiltere’nin en büyük rakibi olunca; İngilizler, Abdülaziz Hanın şahsında sömürge imparatorluklarının, dünya hakimiyetlerinin yıkılışını görür gibi oldular Bu ordu ve donanma, İngilizler tarafından çevrilen çeşitli entrikalar neticesinde Abdülaziz Hanın şehit edilmesine, Doksanüç Harbinin de ortaya çıkmasına yol açtı Bu harpte Osmanlı ordusu eridiği gibi, aynı orduya bir daha sahip olunamaması sebebiyle, Mondros’a kadar gelindi Abdülaziz Hanın ordu ve donanma için yaptığı borçlar anormal bir yekûn teşkil etmemekle beraber, Doksanüç Harbinin getirdiği ekonomik ve askerî yıkımdan dolayı ödenmesinde çok büyük güçlüklerle karşılaşıldı

Meşrutiyetin ilânında, azınlıklara eskisinden daha fazla haklar ve imtiyazlar vererek, bunların ve bunların hâmiliğini üstlenmiş olan yabancı devletlerin dostluğunu kazanmak arzusu, önemli rol oynadı Ancak bu durum, azınlıkların devlete daha çok bağlanması yerine bağımsızlık emellerini kuvvetlendirdi Osmanlı Devletinin Hıristiyan tebaaya verdiği lütuf ve imtiyazların hak şeklini alarak geri verilmemesi, Avrupa devletlerinin şaşmaz politikası oldu Osmanlı Devleti zayıfladıkça, yabancı devletlerin azınlıklar üzerindeki tahrik ve teşvikleri arttı Öyle ki, son yüz yıllık devri âdeta bir azınlıklar meselesi asrı olarak geçti Osmanlı Devleti sınırları içinde yaşayan gayrimüslimler, bugün birçok medenî devlette bulunan hürriyetten daha fazlasına sahiptiler Ancak bunun yanında bazı mükellefiyetleri de vardı Meselâ, cizye ve vergi verirlerdi Devletin son zamanlarında karşılaştığı dahilî meseleler adaletli ve istikrarlı bir idare sebebiyle değil, parçalanmasında menfaati olan yabancı devletlerin tahrik ve teşvikleri yüzündendir Osmanlı azınlıkları üzerinde her devletin tespit edilmiş bir politikası vardı Fransızlar, Katoliklerin; İngilizler, Protestanların; Ruslar, Ortodoksların hâmiliğini üstlenmişlerdi Katoliklik Fransızlarca, İkinci Mahmud Han devrinde, Protestanlık da 1850’de İngilizlerce resmî mezhep olarak tanıttırıldı Rusya Balkanlarda, İngiltere Yunanistan ve Doğu Anadolu’da, Fransa, Suriye ve Lübnan’da bölücü faaliyetlere giriştiler Hıristiyan azınlıkları ilk isyana sevk eden Çar Deli Petro’dur Suriye, Lübnan, Doğu Anadolu, Yukarı Mezopotamya’da açılan ABD, İngiliz ve Fransız okulları, azınlıkları eğiterek milliyetçilik hislerini canlandırdılar Rusya, 1830’lardan itibaren Balkanlarda önemli bir nüfuz mücadelesine girişti İngilizler, 1870’lerde Midhat Paşa'nın Tuna Valiliği sırasında her il ve ilçede açtıkları konsolosluklar vasıtasıyla Balkan komitacılığını organize ettiler

Osmanlı Devletinde meşrutiyet konusundaki ilk fikrî faaliyetler, Genç Osmanlılar arasında başladı Ebuzziyâ Tevfik, Ali Suâvî, Namık Kemal, Agâh Efendi, Ziya Paşa ve Şinasi gibi batı kültürüne sahip şahıslar, meşrutiyet gelince devletin bütün meselelerinin çözüleceğine dair bir inanç içindeydiler Devletin, içinde bulunduğu durumdan Batı’daki gibi bir idare sistemini benimserse kurtulabileceğini zannediyorlardı Batı’daki müesseseleri, kendi tarihî gelişimini göz önüne almadan tatbik etmek için çalışıyorlardı

Bu sıralarda Mısırlı Prens Mustafa Fazıl Paşa, Sadrazam Fuad Paşa tarafından veraset haklarından mahrum edildiği için Paris’e kaçarak Osmanlı Devleti aleyhine çalışmalara başladı Matbuat yoluyla meşrutiyet mücadelesine girişmiş olan Genç Osmanlılar, Âlî Paşa'nın baskıları neticesinde yurt dışına kaçarak Mustafa Fazıl Paşanın çevresinde toplandılar Paris ve Londra’da çıkardıkları gazeteleri, mecmuaları, yabancı devletlerin özel postahaneleri vasıtasıyla yurda sokarak, meşrutiyetçi fikirleri yaymağa çalıştılar Ancak Mustafa Fazıl Paşa, Sultan Abdülaziz Hanın Fransa seyahati sırasında padişahtan özür dileyerek kendisini affettirip İstanbul’a dönünce, desteksiz kalan Genç Osmanlılar, İngiltere ve Fransa tarafından finanse edilmeye başlandılar 1860’lardan başlayarak günümüze gelinceye kadar yurt dışına kaçmak zorunda kalan bütün siyasî göçmen gruplarının müşterek hususiyeti, memleketleri aleyhine de olsa, yabancılar tarafından tasvip ve destek görmeleri oldu Genç Osmanlılar ve Jön Türkler, kendileriyle benzer durumda bulunan İtalyan ve Rus ihtilalcilerinin bu açıdan gösterdikleri şahsiyet ve karakter numunelerinden mahrum kaldılar

Birinci Meşrutiyet, Genç Osmanlılardan çok, devlet ricalinin çalışmaları neticesinde ilan edildi Mütercim Rüşdî Paşa ile Serasker Hüseyin Avni Paşa, hükümdarın yetkilerinin sınırlandırılmasına taraftar olmakla birlikte meşrutiyete karşıydılar Sadrazam Midhat Paşa ve Askerî Mektepler Nazırı Süleyman Paşa ise, meşrutiyet taraftarıydılar Sultan Abdülaziz Hanın tahttan indirilip, Beşinci Murad Han'ın yerine getirilmesi meşrutiyetçiler tarafından sevinçle karşılandı Ancak, Sultan Abdülaziz Hanın katledildiğini duyan Beşinci Murad Hanın sinirleri bozuldu Bu sırada vukua gelen Çerkes Hasan Vak’ası ile Serasker Hüseyin Avni Paşanın öldürülmesi, Midhat Paşa lehine önemli bir gelişme oldu Osmanlı başşehrinde yaşanan bu karışıklıklar ve vahim olaylar arasında İkinci Abdülhamid Han, 31 Ağustos 1876’da padişah oldu 10 Eylül 1876’da okunan Cülûs-ı Hatt-ı Hümâyûnunla Kanun-ı Esasî’nin hazırlanması için Midhat Paşa başkanlığında bir komisyon teşekkül ettirildi Midhat Paşanın meşrutiyet taraftarlığı İngiltere’ye olan hayranlığından ve ölünceye kadar sadarette kalmak istemesinden kaynaklanıyordu Hiçbir devletin anayasasını tetkik etmediği gibi Meşrutiyet idaresi hakkında da esaslı bir fikir sahibi değildi Başlıca arzusu kurulacak yeni rejimin mimarı olarak kendisini göstermek ve makam sahibi olmaktı

Kanun-i Esasî; on altısı yüksek mülkî memur, onu ulemadan, ikisi de Ferik (korgeneral) rütbesinden asker olmak üzere yirmi sekiz kişilik bir komisyon (bunların ikisi Hıristiyandı) tarafından hazırlandı Komisyonda Ziya Paşa ve Namık Kemal de vardır Sadrazam ve bütün nâzırların padişah tarafından tayin ve azli, padişaha karşı sorumluluğu prensibi eskiden de olduğu gibi Kanûn-i Esasî’de aynen yer aldı Osmanlı vatandaşlarının hakları, memuriyet, Âyân ve Mebûsan meclislerinin işleyişi, illerin idaresi ayrı ayrı belirtildi Heyet-i Vükelâya (Bakanlar Kuruluna) kanun hükmünde kararname çıkarmak yetkisi verildi Padişah istediği zaman meclisi toplayıp, dağıtabilmek hakkına sahipti Kanûn-ı Esâsî, dar mânâda kuvvetler ayrılığı prensibine yer vermektedir Yasama yetkisinin Meclis-i Umûmî, yürütme yetkisinin Hey’et-i Vükelâ ile beraber kullanılmasına karşılık son söz yine padişaha aitti

Yüz kırk maddeden ibaret olan ön tasarıda Sadrazamlık makamı Başvekâlet hâline getirilip, nazırların seçimi de ona bırakılıyordu Heyet-i Vükelâyı parlamentoya karşı mesul tutarak padişahlık makamını tamamen sembolik bir mevki hâline getiriyordu Taslakta yer alan ve her milletin kendi dillerini resmen kullanabileceklerine dair bir madde, Midhat Paşanın ısrarlı tutumuna rağmen kaldırılıp, Türkçe'nin resmî dil olduğu hakkında bir hüküm yer aldı Padişaha, siyasî bakımdan mahzurlu görülenleri sürgün etme yetkisi veren 113 madde, bütün ısrarlara rağmen Midhat Paşa tarafından esas metne dahil edildi Halbuki bu yetki Tanzimat Fermanı ile kaldırılmıştı, ancak tahta yeni geçen Sultan Abdülhamid Han, Midhat Paşayı iknâ edemedi Zira Midhat Paşa, ölene kadar iktidarda kalacağını zannediyordu Böylece kendi rakiplerini ve muhalif olanları sürebilecekti Midhat Paşa, padişahın nüfuzunu ortadan kaldırmak için Kanûn-ı Esâsî’yi Avrupa’nın büyük devletlerinin müşterek kefaleti altına koydurmak istemişse de bu son derece dehşet verici madde çıkartıldı Midhat Paşa, buna mâni olamadığı için, Namık Kemal ve Ziyâ Paşa başta olmak üzere hayli tenkit edildi Namık Kemal; “Biz böyle pejmürde bir anayasayı kabul etmeyiz Taslak ya aynen kabul edilmeli veya meşrutiyetten vazgeçilmelidir” diyordu

O sırada toplanan Tersane Konferansındaki İngiliz delegesi ve Hindistan Valisi Lord Salisbury, yeni rejim hazırlığı için Bâbıâlî’yi tebrike geldi Kanûn-ı Esâsî, 23 Aralık 1876’da Çorluluzâde Mahmud Celâleddin Paşa tarafından ulemâ, askerî erkân, eski ve yeni vekiller, azınlık cemaat reisleri önünde Beyazıt Meydanında okundu Toplar atılarak Kanûn-ı Esâsî ilân olundu Hariciye Nazırı Safvet Paşa, yabancı devlet elçilerine Kanûn-ı Esâsî’yi izah etti

Meşrutiyetin mimarı sayılan Midhat Paşa, meclisin açılışından önce, 5 Şubat 1876’da sözü geçen 113maddeye dayanılarak sürgün edildi Sadrazamlığı esnasında Bosna-Hersek eyaletinde başlayan Hıristiyan isyanını durdurmak için Türk bayrağındaki ay-yıldızın yanına haç ilâve edilmesini emretmiş ve tatbik ettirmişti Ancak, isyan durmadığı gibi Müslümanlar da müteessir olmuşlardı İktidar hırsıyla “Âl-i Osman olur da neden Âl-i Midhat olmasın!” diyerek Hıristiyan ve Müslüman gönüllülerden müteşekkil, kendi şahsına bağlı asker ocağı kurdurup, İstanbul sokaklarında nümâyişler yaptırıyordu Bunu duyan Namık Kemal ve Ziya Paşa onu desteklemekten vazgeçti Padişahın aleyhinde çeşitli yerlerde ve huzurunda söylediği sözler neticesinde sabrı taşan Abdülhamid Han, İzzeddin Vapuruyla, yanına beş yüz altın vererek onu İtalya’ya gönderdi

19 Mart 1877 senesinde Meclis-i Mebusan büyük bir merasimle açıldı Dârülfünûn (Üniversite) için yapılan bina, ilk Osmanlı parlamentosuna tahsis edildi Meclisi bizzat İkinci Abdülhamid Han açtı Padişahın nutkunu Mâbeyn Başkâtibi Küçük Said Bey okudu Mısır, Romanya, Sırbistan, Karadağ, Necd, Umman gibi kendi iç idarelerinde muhtar eyaletler dışındaki yerlerden milletvekilleri, iki dereceli bir seçimle parlamentoya girdi Ahmed Vefik Paşa, ilk Meclis Reisi oldu Meclisin, hükümeti düşürme yetkisi yoktu Birinci Meşrutiyetin Osmanlı parlamentosunda, ana dili Türkçe olan milletvekili sayısı % 50’yi bulmuyordu Rum, Bulgar, Romen, Ermeni, Yahudi, Sırp gibi gayrimüslim milletvekilleri olduğu gibi, Müslüman fakat Türk olmayan ayrılıkçı milletvekilleri de vardı Bunlardan Rum, Ermeni Patriki Narses, Rus Çarına başvurarak Doğu Anadolu’da bağımsız bir Ermenistan Devletinin kurulması için yardım yapılmasını isteyebiliyordu Türk milletvekilleri de müsbet bir icraat ortaya koyamıyorlardı Bunun üzerine İkinci Abdülhamid Han, 13 Şubat 1878’de Meclis-i Mebusan’ı süresiz olarak tatil etti Böylece, Birinci Meşrutiyet, bir yıl bir ay 21 gün sürmüş oldu Fakat Doksanüç Anayasası kaldırılmadı Milletvekillerinin görevleri sona ermesine rağmen, âyân üyelerinin (senatörlerin) görevlerine son verilmedi Âyân üyeleri, hayatları boyunca “Âyân Üyesi” unvanını taşıdılar Bunlardan üç kişi, 1908’e kadar hayatta kalabilmiş ve 1908 İkinci Meşrutiyet parlamentosuna dahil edilmişlerdi

Meşrutiyetin ikinci defa ilân edilip süresiz tatile giren Meclis-i Mebusan'ın yeniden toplanması için ilk faaliyet, İttihad-ı Osmânî ismiyle birkaç kişi arasında kurulan bir cemiyet tarafından başlatıldı Bu cemiyet, daha sonra İttihat ve Terakkî ismini aldı 1885’te ismini duyuran cemiyetin fikirleri; Mülkiye, Harbiye ve Tıbbiye talebeleri arasında yayılmaya başladı Hükümete ve padişaha muhalif olan bu hareket, haber alınarak dağıtıldı Sıkı şekilde takip edilmeye başlanınca, cemiyet üyelerinin büyük bir kısmı yurt dışına kaçtı Paris, Napoli, Cenevre ve Londra’da çıkardıkları gazete ve dergilerde hükümet aleyhine, Meşrutiyetin ilânı lehine yazılar yazıp, bunları yurda gizlice sokmaya başladılar Fransız İhtilâlinin yüzüncü yıldönümünü kutlama merasimleri dolayısıyla Paris’e giden Ahmed Rıza da orada kalarak Jön Türk hareketinin liderliğini ele aldı Çıkardığı Meşveret Gazetesi’nde ve saraya yazdığı layihalarda o da meşrutiyet, hürriyet kavramını işlemeye başladı Ancak, Jön Türklerin yurtdışı yayınları tenkit ve temennilerden ibaret kaldı Osmanlı Devletinin sosyal ve ekonomik temellerine dair araştırma ve yayın faaliyetinde bulunamadılar

Jön Türkler yurda döndüklerinde hiçbirisi tecrübe ve tetkik sahibi olmak hüviyetini taşımıyorlardı Ülkenin ve çağın sosyal, siyasî şartlarından habersiz, gerekli fikir olgunluğundan mahrumdular

İttihat ve Terakki Cemiyeti ilk kongresini 1902’de Paris’te yaptı Kongreye İttihat ve Terakkî üyeleri Prens Sabahaddin ve taraftarları, Sırp, Bulgar ve Ermeni komitacı reisleri katıldılar Oy çokluğu ile alınan kararların en önemlileri Meşrutiyetin ilânı için iş birliği yapmak ve Osmanlı Devletinde milliyetlere göre mahallî muhtariyetlerin kurulmasını sağlamak gibi hususlar teşkil ediyordu Ahmed Rıza ile Prens Sabahaddin arasında kongrede ortaya çıkan anlaşmazlık, her ikisinin bir araya geldiği ilk ve son kongre olmasına sebep oldu

Ahmed Rıza, Meşrutiyetin ilânı için, yabancı devletlerin müdahalesi fikrini reddederken Teşebbüs-i Şahsî ve Adem-i Merkeziyetçi fikirleriyle meşhur Prens Sabahaddin bunu savunuyordu Yine bu kongrede hâtırât yazılmaması, bu işin teşekkül ettirilecek bir heyet tarafından yapılacağı karara bağlanmış ancak, bu heyet teşekkül ettirilmemiştir Cemiyetin gizliliği prensip edinmesi ve heyetin de teşekkül ettirilmemesi sebebiyle, 1908 öncesine ait İttihat Terakki hakkındaki belgelerin sayısı çok azdır Almanya 1898’den itibâren Meşrutiyet idaresi için, İttihat ve Terakkî hareketine gizlice yardım etmeye başladı İttihatçılar, kendi aralarında İngiliz ve Alman yanlısı diye ikiye ayrılmaya başladılar Fakat bu ihtilaf, Meşrutiyete kadar pek önemli bir mesele olmadı

Sultan İkinci Abdülhamid Han, sarayda bir heyet teşekkül ettirerek, Türklerin hakimiyetinde olan bir meclis yapısına müsait yeni bir anayasa hazırlattırıp, tatbik ettirmeyi düşünüyordu Ancak, buna fırsat kalmadan dağa çıkan üçüncü ordu subaylarından, Enver ve Niyazi Beylerin başlattığı hareket sonucunda Ferizovik, Selanik ve Manastır’da 20 Temmuz 1908’de Meşrutiyet ilân edildi Bunun üzerine Sultan Abdülhamid Han, 23 Temmuz 1908’de Kanûn-ı Esâsî’yi tekrar yürürlüğe koymak zorunda kaldı Rumeli’de büyük gösterilerle ilân edilen Meşrûtiyet, İstanbul gazetelerinde ehemmiyetsiz bir haber olarak yer aldı Saraydan vilayetlere gönderilen bir emirnâme ile Kanûn-ı Esâsî’nin yürürlüğe girdiği belirtilerek, Birinci Meşrutiyet meclisinin kabul ettiği seçim kanunu mucibince, seçimlerin yapılarak mebusların İstanbul’a gelmesi istendi İkinci Meşrutiyet, bir fikir ve doktrin hareketi değildi Osmanlı Devletinin içinde bulunduğu şartlara göre, Meşrutiyet geldikten sonra ne yapılacağını kimse bilmiyordu ve tespit etmek gereği de duyulmamıştır İttihat ve Terakkî hareketinin ise kendine ait bir lideri, programı ve fikri yoktu Meşrutiyetten önceki gizliliğini sonra da devam ettirdiği için ortaya çıkan otorite boşluğu anarşi ve cinayetlere yol açtı İttihatçılar, yeni kurulan hükümette görev almayıp, vaziyeti kontrol altında tutmaya çalıştılar Sultan İkinci Abdülhamid Hanın dönemine büyük bir tepki olarak eski rejimin adamları üç sene içinde tasfiye edildiler Sultan İkinci Abdülhamid Han muhaliflerini maaşla merkezden uzaklaştırırken, İttihatçılar, suikast tertipleyerek öldürmeye başladılar

İkinci Meşrutiyetten bir şeyler bekleyenler, beklediklerini bulamadılar İlân edilen umumî afla yurda dönen Jön Türkler ve dağlardan silâhlarını bırakarak inen komitacıların da katıldığı sun’î kardeşlik havası, fazla sürmedi 17 Aralık 1908’de toplanan Meclis-i Mebusan'daki azınlık mebusları ekseriyette olup, meclis, Birinci Meşrutiyet meclisi gibi, azınlıkların mücadele sahası hâline geldi Balkanlarda, Osmanlı Devletine başkaldıran altı Bulgar çete reisi, Sandasky de dahil olmak üzere mebus seçildiler Sason İsyanı tertipçilerinden Ermeni Komitası Reisi Hamporsam Boyacıyan ve Damadyan, Kozan Mebusu oldular Balkan Harbi'nde dünya askerlik tarihinin en son kale müdafilerinden Hasan Rıza Paşa'yı İşkodra Muharebesinde arkadan vuran ve Sultan İkinci Abdülhamid Hanın hal'ini bildirmeye memur dört kişiden biri olan, Arnavut Draç Mebusu Esad Toptanî ise meclisin ateşli hatipleri arasındaydı 266 mebustan sadece 137’si Türk’tü

31 Mart Vakası'ndan sonra Kanûn-ı Esâsî’de çok büyük değişiklikler yapılarak padişahın yasama ve yürütme yetkileri önemli ölçüde sınırlandırıldı Veto yetkisi kaldırılarak, nazırlar parlamentoya karşı mesul duruma getirildi Bundan sonra padişahlık makamı hilâfet ve saltanatın kaldırılışına kadar sembolik yetkileri olan bir mevki hâline geldi Sultan Beşinci Mehmed Reşad, meşrutiyet rejimi içinde tahta geçip, bu dönemde ayrılan tek padişah oldu

Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.