Geri Git   ForumSinsi - 2006 Yılından Beri > Kültür - San'at & Eğitim > Kitap Dünyası

Yeni Konu Gönder Yanıtla
 
Konu Araçları
insan, katlı, yüz

Dokuz Yüz Katlı İnsan

Eski 07-15-2012   #1
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Dokuz Yüz Katlı İnsan




“A güzelim yoldaşım, sen alelade tek bir adam değilsin ki Sen bir alemsin,sen bir derin denizsin O senin muazzam varlığın yok mu, O belki dokuz yüz kattır O, dibi, kıyısı bulunmayan bir denizdir, yüzlerce alem o denize gark olur gider “ ( Mesnevi’den…)
Hayatımızda zaman zaman çok şiddetli med-cezirler yaşarız Bu dalgalanmalar çoğunlukla doğum sancısı gibi yeni duruşlar, yeni varoluşlarla birlikte yeni sorular da yaratır Ayşe Şasa’nın, anılarında anlattığı bir şey vardır Ayşe Şasa, şizofreniden muzdarip hastane odasında yatıyor ve derin acılar çekiyorken, kimliği belirsiz biri tarafından masasının ucuna Fusus’ul Hikem’in bırakıldığını ve bunun ,kendi hayatını kurtardığından bahseder Leyla İpekçi de, 6-7 ay önce, bana adlı kitabını önermişti Kitabı o ilk okumamdan sonra da çok beğenmiştim, ancak şu sıralar tekrar okudum ve kitap hakkında o sıralar yazdığım bir yorum yazısını tekrar revize edip göndermek istedim, büyük bir istekle
Mustafa Merter, uzun yıllar yurt dışında psikiyatristlik yapmış ancak kabına sığamamış bir yolcu Bana Rene Guenon’un yolculuğunu hatırlatır şekilde, hayatını anlamlandırmak, kendisini tanımak, huzur bulmak için oldukça fazla şey deneyimlemiş 10 yıldan fazla meditasyonla uğraşmış, hatta bu konuda usta seviyesine gelmiş ve sonunda da İslam Tasavvufu ile tanışıp hayatına ve psikiyatristlik anlayışına yepyeni bir yol çizmiş birisi Çoğumuzda olduğu gibi hayatında çok yoğun depresyonlar, kaçışlar yaşamış Kitap, aslında Mustafa Merter’in kendi iç yolculuğunu psikiyatrinin ve psikolojinin insanla ilgili arayışlarıyla yoğurduğu oldukça samimi bir iç döküş olmuş
Kitap, Sigmund Freud’dan Jung’a; Adler’den Anna Freud’a; Melanie Klein’dan Karen Horney’e; William James’den Abraham Maslow’a; Charles Tart’tan Kevin Wilber’e ; Irving Yalom’dan Erich Fromm’a psikolojinin ve psikiyatrinin hemen hemen tüm ana ekollerinin yorumlu bir özetiyle başlıyor Batı psikoloji ekollerinin kapsamlı özetiyle birlikte bu ekollerin insanı anlamada ve psikiyatrik rahatsızlıkları tedavi etmede katkıları ile birlikte yetersizlikleri de sorgulanıyor
Batı Medeniyetiyle ilgili yaptığı yorumlarda , batı medeniyetinin ve bu medeniyetin, sonuçlarını dünyanın tümüne sirayet ettirdiği zihniyetinin derinlemesine bir analizi yapılıyor ve bu medeniyetin kendi çöküş sürecini hazırlayan zihniyeti adeta bir sufi gözüyle sorgulanıyor Sadece sorgulama değil, aynı zamanda temelini, doğu irfanında, tasavvufta ; Mevlana’da, İbni Arabi’de bulan zihniyetin çözüm için neler yapabileceği anlatılmaya çalışılıyor” Batı dünyasına ritm veren psikoloji binası şu temeller üstüne kurulmuştur:
İnsanın aslı kötülük ve kaostan ibarettir
İnsan diğer insanlardan apayrı bir varlıktır,aidiyet duygusu yoktur,insanlar arasında görünmez duvarlar söz konusudur
Her insan kendi evrenin yıldızıdır
Bu dar görüş ritm veren bir paradigma olarak sadece sosyal bilimlere değil, tüm bilimlere yansıdı ve içinde yaşadığımız dünyayı oluşturdu Yukarıda sözü edilen ,insanın şerefini kurtarma çabaları,insancıl ve benötesi psikoloji ekolleri ,toplumun gidişatını etkileme açısında kısmen marjinal kalarak pratiğe aktarılamadı
Başlangıçta Batı psikoloji bilimi, nefs kategorilerini tanımadığı için insanın sadece nefs-i emmare’den ibaret olduğunu sanmıştı Nefs-i emmare’nin şehvani yönünün tatmin edilmesi ve özgürce yaşanması ile insanın daha mutlu olacağına inanıldı ama sonuç ne yazık ki tam tersini gösterdi Daha sonraları ortaya çıkan benötesi ekolü,insanın kim olduğunu fark etmeye başladıysa da ontolojik “yükselmenin” metodolojisini oluşturamayarak nefs-i emmareyi cilalamaya devam etti
Freud’dan sonra geliştirilen benötesi ekolü dahil, tüm psikoloji ekollerinin ortak noktası , son tahlilde nefsin alt katmanlarına ışık tutmaları , yani nefs-i emmarenin arzularını tatmin etmeleridir Böylece narsisist-bencil varoluş tarzı hem onaylanmış hem de teşvik edilmiş olur İnsan hep daha fazla ‘almaya’ teşvik edilir ve ‘vermenin’ almaktan sonra geldiği vurgulanır Böylesi bir hedonist akıntıya kapılan insan, verici olmayı bir türlü benimseyemez ve narsisizmözseverlik hastalığı toplumu sarar

İnsan bilincinin ve nefsinin derinlemesine bir analizini yapan Merter, tasavvuftaki nefs mertebeleriyle psikolojinin bilinç ve bilinç altı ilişkileri arasında ilişki kurar Batı psikolojisi nefsin üst katmanlarında habersiz olduğu için yazarın tabiriyle sonsuz yükseklikte insan gökdeleninin sadece bodrum katındaki nefs-i emmare ile ilgilenir Ancak insan ,yaratılışında metafizik yükselmeye zorunlu bir varlık olduğu için, aynı nefs katmanında kalması onda sıkıntı,kaygı,ölüm korkusu gibi çağın sorunlarını yaratır
Mevlana’nın sazlıktan kopup, anayurdundan kopan Ney’in ağlaması metaforu benzeri Merter de Wilber’in okyanustan kopan ama okyanusun tüm bilgisine sahip olan “damla” metaforunu kullanır Damla okyanusa kavuşmak ister Allah’ın isimleri kainatta tecelli eder Eşyada Allah’ın sadece bir belirli isimleri tecelli ederken, İnsan’da Allah’ın tüm isimleri tecelli eder O isimlerden istediği karışımı yaparak bir kakafoni ya da bir senfoni yapmak insanın kendisine düşer İşte tam da bu anlamıyla insan Allah’ın yeryüzündeki halifesi ve “eşref-i mahlukat”tır” Bana en zor gelen , diğer insanlara göre ayrıcalıklı bir varlık olduğum kanısını terk etmekti (bunun için hala uğraşıyorum) ! Senelerce uyguladığım meditasyon teknikleri sonrasında farkına varmadan içimde enaniyetmanevi bir narsisizm oluşmuş, ortaya çıkan hallerin ve ışığın kendimden kaynaklandığını sanmaya başlamıştım Tevazu gibi görünen bütün davranışlarımın altında gizli bir gurur yatıyordu

Yolda olan , samimi olarak ontolojik yükselme peşinde olan, o kapıyı hep açık bırakan bir insanın samimi itiraflarını da okuyoruz kitapta” Bu aşamadan sonra ego ve nefse yani psikosomatik varlığımıza sürekli yeni roller, yeni kılıflar biçilir ve böylece egonun ‘hayat projesi’ başlatılır Ana hatlarıyla bu proje ,damlanın acizliğini ve sonluluğunu hatırlatacak tüm işaretlereden kaçınmayı öngörür ‘ben ve o’ diyerek mekanı oluşturduktan sonra, dünyevi zamanın nasıl zuhur ettiğinden bahsetmiştik Geçicilik bilincimizde biriktirdiği hatıralar ,zamanın aslında olmayan öncesini ; ölümden kaçmak için türettiğimiz günlük arzu, istek ve eğilimlerimiz ise tasavvur ettiğimiz zamanın sonrasını oluştururlar Böylelikle suni bir şekilde hayaller üzerine kurulu bir zaman kavramı ortaya çıkmış olur…
Özetlersek ,ego ve nefs ‘iniş sırasında gittikçe tevhid şuurunun kapısı olan ‘an ‘ bilincinden biraz daha kopar Yapısını oluşturmak için geçmişi bu anın üzerine bindirir (bugünü geçmiş haritasına zoraki uygular) , yok olmaktan korktuğu için de hep geleceği tasarlar

İnsan gökdeleninde üst katlara çıkarak aslında sırların sırrı “Can”a yaklaşırız” Can’ın gölgesi olmazmış! Bildiğimiz gibi ışığa karşı durursak arkamızda bir gölge oluşur ve o gölge sürekli bizi takip eder! Işığa doğru yürürsek gölgeyi göremeyiz, ama ışığın tersine gidersek gölge hep karşımızdadır Gel seni yakalayayım deyip üstüne atlasak başaramayız Peki sen gerçekten var mısın ,yok musun desek, bize gülümser ve ‘bu sana bağlı,hem varım hem yokum”

Kitapta bu kısmı okuyunca irkildim Gölgeler Jung psikolojisinde bizim en alt katta yaşayan ve ne zaman ortaya çıkacağı belli olamayan karanlık taraflarımız Bunların çıkıp çıkacağı bizim ışıkla olan konumumuza bağlı değil mi? Biz başka insanlarla da ilişkimizde yazarın da dediği gibi, bulunduğumuz ontolojik konuma göre kendi nefsimizin gölgelerini karşımızdakine yansıtıyoruz çoğunlukla Bundan kurtulmanın ve eşyanın ve insanın hakikatini görebilmenin yolu ise mutlaka ontolojik olarak nefs kademelerinde yükselmekten geçiyor Bunu İbni Arabi’nin Fusus’ta geçen bir örneklemesinden hareketle “nefesini tutan insan” metaforuyla açıklamaya çalışmış Merter Nefesini vermeden öylece bekleyen insan nasıl bir sıkıntı, daralma ve boğulma duyuyorsa, ontolojik olarak aynı nefs katında duran insan da aynı sıkıntıya sahip oluyor Bunu çözmenin yolu bizi “yükseltecek” yolları bulmaktan geçiyor İbni Arabi bu örneği “Ayan-ı sabite”nin görünen maddi dünyanın eşyası haline gelme zorunluluğunu anlatmak için kullanıyordu İnsan da aslında bu bağlamdan bakınca ontolojik yükselmeye zorunlu bir varlık, aksi takdirde ne yaparsa yapsın huzuru, mutluluğu ve yazarın deyimiyle “latif duyguları” bulamayacaktır ve ölüm korkusu, kaygı, daralma, korku gibi dertlerden muzdarip olacaktır Merter’e göre insan bilinçli ya da bilinçsiz programlandığı yaratılış icabı “okyanusa” erişmek yani ontolojik olarak yükselmek isteğiyle donatılı” Nefs binasının katlarından yukarılara doğru çıkarken eşya ve insan müşahede vasıtasıyla ,alt katların çok ötesinde deruni bir zenginliğe mazhar olur Bu zenginlik,sadece sınırların kalkması ve özlerin birliğinden ibaret değildir Bir de bu deruni hakikatin her an değişimi ,daha güzele doğru tekamülü söz konusudur…ölüm denilen hadise de daha ziyade alt katların sorunudur…ölmeden evvel ölmek varsa ölen kim yaşayan kim? “

“Başımıza gelen belaların rüzgarı çok sert esmede , ömrümüzün mumu ise sönmek üzere; çabuk olalım, çabuk davranalık da ömrümüzün mumundan başka bir mum uyandıralım O iki mumdan birini rüzgar söndürürse bari öteki mumla devam edelim Biz de hayatın sırrına eren arif gibi yapalım: Arif bu noksan ve hatalarla dolu beden mumundan , beden gibi kör bir kandilden kurtulmak için gönül kandilini uyandırır Biz de öyle yapalım da günün birinde bu kandil ansızın sönerse, onun yerine can kandili koyalım,can kandilini uyandıralım” (Mesnevi’den)” Arzular ve istekler girdabına kapılmış insan , bu yatay alandaki arayışının bedelini çok ağır öder Eğer dikey boyutuyla temas edemezse farkına varmadan nefs katlarında bir iniş başlar Bu iniş beraberinde karanlık ve ontolojik daralma duygusunu getirir Kaygı ve öfke artar İnsan kendi kendisini hapsetmiş olur Bu anlatılanlar tüm büyük dinlerin insanlığa tebliğ ettiği genel ilkelerdir Önerilen çözümler de aynıdır aslında İnsanlar alan varoluş konumundan ,veren varoluş konumuna geçmeye teşvik edilirler Bu suretle inişin biteceği, yükselişin başlayacağı müjdelenir

Psikolojiyle veya tasavufla ilgilenmiş, bu konularda kitaplar okumuş insanlar için de hayat değiştirmeye namzet bir kitap “dokuz yüz katlı insan” Psikanaliz medeniyeti ( ya da prozac toplumu) haline gelmiş çürümeye yüz tutmuş batı medeniyetinin kapsamlı bir analizi ve doğu ve İslam irfanının bu çürümüşlüğü düzeltmeye namzet olduğu gerçeğini daha iyi kavrıyoruz kitapta Mevlana’dan, İbni Arabi’den ve diğer tasavvuf büyüklerinden örneklerle ve Kur’an ayetleriyle yoğrulmuş bu kitap ne tek başına bir tasavvuf kitabı, ne tek başına bir psikoloji kitabı Aslında insan üzerine bir kitap Bu yüzden hepimizin kendi aynamıza daha temiz bir şekilde bakabilmemize vesile olacağını düşünüyorum Karşılaştırmalı niteliği, daha önce kapsamlı psikoloji ,felsefe ve tasavvuf okumuş insanlar için de çok değerli bir hazine haline getiriyor kitabı Jung’un “arketip” kavramıyla İbni Arabi’nin “ayanı sabite”sinin benzerliklerini ve farklarını daha bir net görebiliyorsunuz; Freud’un “id”i ve Jung’un “gölgeleri” veya “persona” kavramı ile nefs-i emmareyi ( ve nefs-i şehvani’yi ) karşılaştırma şansı buluyorsunuz Nefs-i levvame, nefs-i mülhime, nefs-i mutmaine, nefs-i raziye, nefs-i kamile gibi veya fena ve beka gibi tasavvufi kavramları bilenler için bile bu kavramlara getirdiği metaforik, sembolik ve psikolojik içerikli açılımlar kitabı benim okuduğum kitaplar içinde benzersiz hale getiriyor Genelde batı psikolojisinin temel kitaplarını okurken , çoğunun insan ruhunu tanımakta yetersiz olduğunu düşünen birisi olarak ( belki Jung , varoluşçu psikoterapistlerden Yalom ve Rollo May’in kitapları biraz içine çekebilmişti ) , James’den, Tart ve Wilber’de devam eden ben-ötesi psikolojinin içinde barındırdığı kapasitesine ikna olduğumu söyleyebilirim Özellikle tasavvufun bu psikolojiye katacağı çok şey olacaktır Yazara sırf bu yüzden bile teşekkür etmeli bence Kitap sanırım uzun yıllar ,içime sıkıntı geldiğinde, kaygı duyuğumda tekrar tekrar okuyacağım bir başucu kitabı haline gelecek Şimdiden içimde yaratmaya başladığı sükunet ve huzur hissini düşününce…
Tasavvuftan oldukça nasiplendiği belli olan Mustafa Merter’in , kitabın sonunda Kaliforniya Sendromu adını verdiği ve - bana göre de - modern çağların en büyük hastalığı için bazı analiz ve önerileri de var

Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.