Prof. Dr. Sinsi
|
Atamızın İlkeleri
Paylaşımın için sağol Biraz daha ayrıntılı bir şekilde bende yardım edeyim 
Cumhuriyetçilik
Cumhuriyetçilik ilkesi Kemalist ilkeler arasında yer alan Cumhuriyetçilik esas itibariyle Demokrasinin devlet şekline uyarlanmış hali şeklinde tanımlanır Arapça halk demek olan "Cumhur" kelimesinden gelir Bu bakımdan halk ve yönetim kelimelerinin bir araya geldiği "Demos" ve "Kritos" yani demokrasi sözcüğünün eş anlamlısı kabul edilebilir
Kavramın gelişimi
Ali Suavi, Namık Kemal ve başka Genç Osmanlılar özellikle Amerikan ve Fransız devrimlerinin de etkisiyle sultanın otoritesini kısıtlayacak bir rejim talep ediyorlardı Özellikle II Abdülhamit döneminde Fransız filozoflarının görüşleri Jön Türkler arasında geniş ölçüde yayıldı Atatürk de bu oluşumun bir parçasıydı Bununla birlikte Atatürk'e kadar reform düşüncesi meşrutiyet fikrinin ötesine geçmemişti
Cumhuriyet düşüncesinin gelişme fırsatı bulması özellikle Birinci Dünya Savaşı'nı izleyen dönemde mümkün oldu Savaştan sonra Rusya, Almanya ve Avusturya gibi imparatorluklar yerlerini cumhuriyet rejimlerine bıraktı 1918'de Azerbaycan ilk Müslüman cumhuriyet olarak kuruldu Rusya'daki diğer Müslüman halklar da kendilerini cumhuriyet olarak ilan etti Cumhuriyet fikri böylece bütün Ortadoğu ve Kuzey Afrika'ya yayıldı
Atatürk'ün cumhuriyet kurma projesini ne zaman planlamaya başladığı tam olarak bilinmemektedir Ama daha 1919'daki milliyetçi toplantıların raporlarına bakarak bağımsızlık mücadelesinin başından itibaren Atatürk'ün cumhuriyetçi fikirlerden etkilenmiş olduğu söylenebilir Ancak sultanlığa ve halifeliğe bağlılığın kuvvetli olması nedeniyle Atatürk ve onun gibi düşünenler fikirlerini gerçekleştirmek için beklemek zorunda kaldılar Cumhuriyet, saltanatın kaldırılmasından neredeyse bir yıl sonra ilan edildi
Atatürk Milliyetçiliği
Atatürk Milliyetçiliği, 1924 Anayasası'nın 88 maddesinde ve Atatürk İlkelerinde de belirtilmiş olan, din ve ırk ayrımı gözetmeksizin,ulus tanımını dil, kültür ve siyasi birliktelik gibi değerlere dayandıran milliyetperverlik anlayışıdır
Fransız İhtilali'ni takip eden yüzyıl boyunca Avrupa'da imparatorluklar bir bir bölünmüş yada yıkılmış yerlerine ardı sıra milli devletler kurulmuştu Osmanlı Devleti de bundan nasibini almış, Balkan devletleri isyanlar çıkararak bağımsız yeni milli devletler haline gelmişti Batılı devletlerin baskısıyla Osmanlı Devleti karşısında savaşta mağlup olduğu zamanlarda bile topraklarını genişleten Yunanistan, Sevr Anlaşması sonrasında bu sefer de 1919 yılında Anadolu'nun işgaline başlamıştı
Osmanlı aydınları Tanzimattan sonra Osmanlı milliyetçiliğini savundular, bazıları ümmetçiliğe yöneldi ancak aynı ümmetten olan Arap kavimleri de dış kışkırtmaların da etkisiyle Osmanlı Devleti'nden ve birbirlerinden bağımısız devletlere bölündüler Dünya Türkçülüğü'nü savunan Turancılık fikri de İttihat ve Terakki partisi mensuplarınca benimsenmiş milliyetçilik akımlarından biriydi Enver Paşa bu hayal ile Tacikistanda öldü
Atatürk bu akımlardan hiçbirine değer vermedi ve daha sonradan 1982 Anayasası'nda Atatürk Milliyetçiliği olarak isimlendirilen Atatürkçü Milliyetçi görüşü ortaya koydu
Afet İnan, öğrenim gördüğü Fransız Lisesindeki tarih kitabını Mustafa Kemal Atatürk'e gösterir Kitapta Türklerden "ikinci dereceden sarı ırktan, istilacı barbar kavim" olarak sözedilmekteydi
19 Yüzyıl Avrupa'sında geliştirilen ırkçılık ve beyaz ırkın üstünlüğü tezleri Avrupa milletlerini üstün görüyor ve kendi tarihine kaynak olarak özgün uygarlığın beşiğinin Yunanistan olduğu efsanesini ortaya atıyordu Batılı ırkçı akımların tesirinde yazılan tarih kitaplarının Türklere yaklaşımı göçebe, istilacı barbarlar şeklindeydi Batılı tarihçiler M Ö 5000 yıllarında Anadolu ve Mezopotamya ve Asya'da ortaya çıkan medeniyet izlerinin keşfinden önce, Antik Yunan Medeniyetini kendi medeniyetlerinini odağına oturtuluyordu
Çok kitap okuyan ve tarihe ilgisi olan Mustafa Kemal Atatürk, bilimsellikten ve uzak ve ırkçı yaklaşımla yazılmış batılı tarih kitaplarından rahatsız olmuştu 1929 ve 1930 yıllarında iki gece hiç uyumadan üzerine notlar alarak ciltler dolusu kitap okuduğu oluyordu Yeni çıkan yabancı kitapları veya bunların özetlerini uzmanlara çıkarttırıp okuyordu Atatürk, H G Wells'in "Dünya tarihinin Ana Hatları" eserini bitirince hemen Türkçeye çevrilmesini istedi Tarihteki Türk uygarlıklarının, medeniyetlerin kaynağı olduğu anlatılan liselerde 1931-1939 yıllarında ders kitabı olarak okutulan 4 ciltlik Türk Tarihinin Ana Hatları adlı eserin yazılması için Türk Tarihini Tetkik Cemiyetini görevlendirdi
Atatürk’e göre Avrupa uluslar topluluğunun fiziki sınırlar dışında, bu sistemin üstünlüğüne karşı mücadeleler mutlaka ulusçu nitelikte olmalıydı Atatürk’ün amacı ulusal ve savunulabilir sınırlar dahilinde, bir Türk ulus-devletini kurmak için Türk milliyetçiliğini öne çıkarmaktı Atatürk milliyetçiliği din ve ırk ayrımından uzak, ortak yurttaşlık temelindedir Ortak mazi, lisan, ahlak, kültür ve hukuk Türk Milletini oluşturan temellerdir Atatürk'e göre, milli hudutlar içindeki Türk Milleti'ni, etnik kökenlerine göre ayrıştırmak birkaç düşman aleti beyinsiz, mürteciden başka hiçbir millet ferdi üzerinde üzüntüden başka bir tesir bırakmamıştır
Yazar Paul Dumaont'a göre Kemalistlerin anlayışına göre milliyetçilik, temelde Türkiye Cumhuriyeti'nin bütünlüğünü korumayı ve ülkenin birliğini tehdit edebilecek ayrılıkçı akımları engellemeyi amaçlıyordu Recep Peker 1931 yılında bu sorunu şöyle anlatıyordu:
"Bizim aramızda yaşayan, politik ve sosyal bağlarla Türk milletine ait olan tüm vatandaşlarımızı biz kendi insanlarımız olarak düşünürüz: aralarında 'Kürtçülük', 'Çerkezlik' ve hatta 'Lazlık' gibi fikirler ve duygular yerleşmiş olsa bile, onlar bize aittir Mevcut yanlış anlayışlar ancak mutlakiyet yönetimlerinin ve uzun süren tarihsel baskıların ürünüdür ve biz en içten çabalarımızla bunları ortadan kaldırmayı görev sayıyoruz "
Paul Dumont'a göre Kemalistler böylece teorik düzlemde ırk, din ve etnik köken konularını vurgulamaktan çok, dil ve kültür üzerinde durarak bir ulus tanımı yapmaya çalıştılar ve o zamana kadar Türk ulusu içinde asimile olmamış etnik grupların böylesi bir Türkleştirme politikası ile kaynaşacaklarını umdular Ulus tanımı yapılırken dil birliği üzerine bu vurgu, daha önceleri Ali Suavi, Şinasi, İsmail Gaspıralı, sonraları Ziya Gökalp, Ahmet Ağaoğlu, Yusuf Akçura, Fuad Köprülü ve Mehmet Emin Yurdakul tarafından ön plana çıkartılmıştı Bu anlamda tümüyle özgün değildi Atatürk, çevresinde ateşli Türkçülük taraftarı bilim adamları olmasına rağmen millet tanımını ırk temeline dayandırmadı Afet İnan'ın 1930 senesinde hazırladığı Medeni Bilgiler kitabında yer alan ırkçı ulus tanımını bizzat kendisi Dil, kültür ve ülkü birliği ile birbirine bağlı vatandaşların siyasal ve toplumsal kuruluşu şeklinde düzeltmişti
Dört ciltlik Türk Tarihinin Ana Hatlarındaki ulus tarifinde ırkçılık dışlanır ve ulusların ırkların bir karışımı olduğu, önemli olanın akıl ve ülkü birliğinin olduğunu vurgulanır:Irklar arasında bugün görülen farkların tarih açısından önemi pek azdır Kafatası biçimi ırkların sınıflandırılmasında kullanılırsa da toplumsal hiçbir anlamı yoktur
Atatürk'e göre Türk milletini etnik unsurlara ayrıştırma çabaları, milletin toplumsal düzenini bozmaya yönelik, bozguncu, alçak, vatansız ve milliyetsiz beyinsizlerin saçmalamalarındaki gizli ve kirli emellerdir [15] Atatürk'e göre , Türkler bir ırk ve etnik grup olmaktan ziyade siyasi ve içtimai bir camiadır Daha önceki devirlerden kalma Kürtlük fikri, Çerkezlik fikri ve hatta Lazlık fikri veya Boşnaklık fikri gibi propagandalar milletin bütünlüğünü bozan kasıtlı yanlış adlandırmalardır ve birkaç düşman aleti mürteci, beyinsizden başka hiçbir millet ferdi üzerinde üzüntüden başka bir tesir yapmamıştır
İslam'ı imparatorluğu bir arada tutmanın bir aracı olarak gören Jön Türkler'den farklı olarak Kemalistlerin laiktir Ancak yine de uygulamada dine belirli oranda önem veriyorlardı Türkleştirilmiş bir İslam üzerinde durarak, bunun milli Türkiye fikrinin oluşmasında pekiştirici bir etkisi olacağını düşünüyorlardı
Yine Jön Türkler'in tersine Kemalistler hem Enver Paşa'nın temsil ettiği Turancılık'ın askeri-siyasi sonuçlarını görmüş olduklarından, hem de SSCB ile ilişkilerini bozmak istemediklerinden ırk kavramını kendi ulus tanımlamasında ön plana çıkartmıyorlardı Ancak dönemin yayın organları gibi ders kitapları da ırk düşüncesi üzerinde duruyordu Ayrıca Turancılık 1944 yılına kadar yasaklanmamıştı
Paul Dumont Kemalist milliyetçiliği şöyle özetlemektedir:
"Kemalizm dil ve kültür birliği kartlarını oynamaya karar vermişti; henüz toplumla kaynaşmamış azınlıkların sorunlarını çözmek için dil ve kültürleri fethetme ilkesine dayanıyordu Ancak bu arada, gerekli olduğu zaman kullanabilmek amacıyla bazı belirsiz kartları da koz olarak saklamaktaydılar
Halkçılık
Halkçılık, Mustafa Kemal'in TBMM'ye sunduğu ilke Halkçılık 13 Eylül 1920'de uygun bulunularak 18 Eylül 1920'de TBMM'de kabul edildi İlkede TBMM'ni halkın sorunlarını, sıkıntılarını yeni bir örgütlenmeyle ortadan kaldırmak olarak ifade edilir Daha sonra Cumhuriyet Halk Fırkası tüzüğü ile 1924 esasiye kanunu metninde ilkenin belirttiği hedefler ele alındı
Halkçılık (popülizm) ilkesinin anlamı, seçmene hoş görünme politikası olarak algılanmamalıdır Bu ilkenin anlamı, kader siyaseti güdenlerin, halkı soktuğu uyuşukluktan kurtarıp, onun „birlik ve beraberlik gücü“ne dinamizm kazandırmaktır
Halkçılık ve Ulusçuluk bu anlamda birlikte düşünülmelidir "Eğer bir ulus kendi yaşamı ve hakları için tüm gücünü ortaya koymazsa, onun için kurtuluş yoktur Biz işimize köyden, komşudan, çevremizdeki insanlardan, yani fertlerden başlayarak ilerleriz Her fert kendini kurtarmak için tüm becerisini ortaya koymak zorundadır Bu suretle aşağıdan yukarıya, tabandan tavana sağlam bir yapı oluşturulur" Bu, Mustafa Kemal’in uygulamak istediği programın, bireylere yüklediği sorumluluğa ilişkin olağanüstü önem taşıyan bir saptamasıdır
Halkın ortak yaşam ve amaç bilincinin şekillenmesi ve güçlenmesi, işgalci kuvvetlere karşı başkaldırmada ve Kurtuluş Savaşı’nda olağanüstü özveriyle çalışmada ortaya koyduğu dayanışma sayesinde süreklilik ve anlam kazanmıştır Buna rağmen, bu gelişme kurtuluştan sonra da çeşitli önlemlerle desteklenmiştir Buna ilişkin olarak en somut örnek eşit haklar konusudur Yeni devletin kuruluşunda halkın sadece bir bölümünün fiili katılımı sözkonusu olsaydı, büyük bir bölümünden yükümlülük beklemek safdillik olurdu
Mustafa Kemal tarafından kurulan „Halk Partisi“nin programında, ki adı bile başlı başına bir programdır, halkçılık şu şekilde tanımlanmıştır: „Bizim için insanlar yasa önünde tamamen eşit mumale görmek zorundadır Sınıf, aile, fert arasında bir ayrım yapılamaz Biz, Türkiye halkını çeşitli sınıflardan oluşan bir bütün olarak değil, sosyal yaşamın gereksinimlerine göre çeşitli mesleklere sahip olan bir toplum olarak görmekteyiz “
Bu anlamda her ferdin eşit tutulmasının gerçekleşmesi, ancak, eskiden kalan eşitsizliklerin ortadan kaldırılmasıyla mümkün olabilirdi Nitekim de öyle oldu
Bu konuda kaydedilen en etkili devrimci atılımlardan bazıları şunlardır: Kadın-erkek eşitliği konusunda gerekli önlemlerin alınmış olması; öğretim birliğinin gerçekleştirilmiş olması; her yurttaşın öğrenebileceği yeni bir Türk alfabesinin hazırlanması ve her yurttaşın devlet organları önünde eşit muamele görmesi konusunda alınan önlemler
Devletçilik
Devletçilik, ülkenin genel ekonomik faaliyetlerinin düzenlenmesi ve özel sektörün girmek istemediği veya yetersiz kaldığı ya da ulusal çıkarların gerekli kıldığı alanlara girmesini öngören ilkedir
Mustafa Kemal Atatürk'ün ulusal ekonomiyi, sağlam temeller üzerine oturtma amacına yönelik olarak ve İktisaden zayıf bir ulus, fakirlik ve sefaletten kurtulamaz Toplumsal ve siyasi felaketten yakasını kurtaramaz " felsefesine dayalı olarak Atatürk İlkeleri arasında yerini almış olan ilkedir
Atatürk bu ilkenin amacını "Bizim güttüğümüz "devletçilik" bireysel çalışma ve etkinliği esas tutmakla beraber, mümkün olduğu kadar az zaman içinde ulusu refaha, ülkeyi bayındırlığa eriştirmek için, ulusun genel ve yüksek yararlarının gerektirdiği işlerde özellikle ekonomik alanlarda, devleti fiilen ilgilendirmektir " diyerek açıklamaktadır
İlkenin İçeriği ve Gelişmesi
Atatürk, Devletçilik ilkesini, Halkçılık ilkesi ile bağlantılı olarak değerlendirmektedir [1] Yoksul, yüzyıllardır ihmal edilmiş olan halkın kalkınması ve çağdaş yaşam düzeyine ulaşması için 1923 - 1930 yılları arasında, kalkınma için gerekli yatırımları yapması özel girişimcilerden beklendi Ama bu işlevi yerine getirmeye özel kişilerin yeterli parası, yeterli deneyimleri ve yeterli teknolojik birikimi olmaması yanında Dünyayı sarsan 1929 Dünya Ekonomik Bunalımı, liberal ekonomi politikalarının başarısızlığını vurguluyordu Ülkeyi kalkındırmak, halkı çağdaş uygarlık düzeyine ulaştırmak için "Devletçilik" ilkesini benimsedi Böylece hem üretim arttırılacak, sanayi gerçekleştirilecek, hem de hakça bir paylaşım yapılacak ve ekonomik gücü kullanan bir sınıfın halkı ezmesine olanak verilmemiş olacaktı
Türk Devrimi, tekelci eğilimi olmayan ulusal nitelikli özel girişimciliğin, gelişip güçlenmesine özel önem verir ama, bağımsızlıktan ödün vermeyen bir devletçiliğe dayanır Siyasette olduğu gibi ekonomide de, yönlendirici ve belirleyici olan Kemalist devletçilik, ne Rusya'daki kollektivist devletçiliğe, ne de, Batı'daki mali sermaye egemenliği altındaki oligarşik devlet faaliyetlerine benzer
Laiklik
Laiklik, "din" in kendisini değil, din adına baskı ve zorbalığın devre dışı bırakılmasıdır; uzun bir evrim süreci içinde, koşulların zorlamasıyla doğmuştur Laikliğe göre, insan yaşamında ibadetin dışında her türlü tasarruf, dîne, daha doğrusu kutsal kitaba göre değil, Anayasaya, yasalara ve kurallara göre yapılır Din, kişinin özel yaşamının bir parçasıdır Laiklik ise din ve dünya işlerinin ayrılmasıdır Mustafa Kemal, birçok çağdaş değeri kendileri ile zamanında karşı karşıya gelmiş ve savaşmış olmasına karşın Batılı ülkelerden almış; bunun sebebini ise çağı yakalamanın gelişmiş ülkelerde olduğu gibi akıl ve bilimin kullanılabilmesine engel teşkil edecek kurum ve kuralların ortadan kaldırılması ile mümkün olabildiğini göz önünde tutmasıdır Mustafa Kemal henüz genç bir subayken şu kanaate varmıştı:“ Mevzuatını ve hareket tarzını Kuran’dan ve hadisten alan bir devlet, bilimin ve çağdaşlığın gerisinde kalır ”
1924 yılında yaptığı bir konuşmada Dünya yüzündeki her şey için, maddî ve manevî her şey için, yaşam için ve başarı için en doğru yol gösterici bilimdir, tekniktir Bilimin ve tekniğin dışında yol gösterici aramak, düşüncesizliktir, bilgisizliktir, yanlıştır, demiştir Mustafa Kemal, gerek partisinin içinde gerekse dışında, farklı ideolojik görüşlere karşı son derece hoşgörülü olmasına rağmen ödün vermediği tek bir konu vardı: Laiklik! Serbest Fırka'nın önderliğini üstlenecek olan Fethi Okyar'a yazdığı mektupta yer alan şu satırlar, bu konuda çok aydınlatıcıdır: Memnuniyetle tekrar görüyorum ki, laiklik esasında beraberiz Zaten benim siyasi hayatta bir taraflı olarak daima aradığım ve arayacağım temel budur  Laik Cumhuriyet esası dahilinde fırkanızın her türlü siyasi faaliyetinin bir engelle karşılaşmayacağına güvenebilirsiniz efendim Laiklik, devletçilik dışındaki diğer ilkelerin hepsinin de ön koşulları içinde yer alır: Demokrasinin ön koşuludur; çünkü laiklik olmadan gerçek bir düşünce özgürlüğü de olamaz, gerçek bir özgür seçim de Milliyetçiliğin ön koşuludur; çünkü laiklik olmayan yerde önem taşıyan öğe ulus değil, in******rın oluşturduğu ümmet tir Devrimciliğin ön koşuludur; çünkü laikliği kabul etmemiş bir toplumda, bilimin ve çağın gereklerinin gerisinde kalmış kurumları değiştirmenin tartışması bile genellikle yapılamaz Halkçılığın ön koşuludur; çünkü bir din devletinde halkın istekleri değil, dinsel "seçkin" lerin düşünceleri önemlidir Atatürk, laiklik anlayışını, kendi el yazısı ile kaleme aldığı "Medeni Bilgiler" kitabında, sadece din ve devlet işlerinin değil, dinin de siyasetten ayrılması ve yasaların dine göre değil, toplumun gereksinmelerine göre yapılması ilkelerine bağlamaktadır 3 Mart 1924 tarihinde Şeriye Vekaleti'ni kaldıran yasanın 4 maddesinde yer alan Türkiye Cumhuriyeti'nde insanlar arası ilişkileri düzenlemek üzere kanun yapmak yetkisi yalnızca TBMM'ndedir hükmü artık dine dayanılarak yasa yapılamayacağının belki dolaylı, ama açık bir anlatımıydı Atatürk'ün Egemenlik kayıtsız şartsız ulusundur ve Yaşamda en gerçek yol gösterici bilimdir özdeyişleri de onun laiklik anlayışının uzantılarıdır
İnkılapçılık
Mustafa Kemal'in 1923'te Konya'daki bir konuşmasında yer alan şu cümleler, O'nun nasıl bir devrimcilik anlayışından hareket ettiğini, göstermektedir:
“ Bozuk zihniyetli milletlerde büyük çoğunluk başka başka hedefe, aydın denen sınıf başka zihniyete sahiptir Aydın sınıf telkinle, aydınlatma ile büyük çoğunluğu kendi amacına göre ikna etmeyi başaramayınca, başka yollara başvurur Halka zorbalık etmeye başlar Başarıya ulaşmak için, aydın sınıfla halkın zihniyet ve hedefi arasında tabii bir uyum olması gerekir Yani aydın sınıfın halka telkin edeceği ilkeler, halkın ruh ve vicdanından alınmış olmalı Bu halk bir defa karşısındakinin samimiyetle kendilerine yardımcı olacaklarına inanırsa her türlü hareketi derhal kabule hazırdır Bunun için gençlerin herşeyden evvel millete güven vermesi gereklidir ”
Bu, seçkinciliği açıkça yadsıyan, halkla bütünleşmeye ve dolayısıyla demokratik yöntemlere büyük önem veren bir devrimcilik anlayışıdır
Kemalist Devrimcilik anlayışının iki yanı bulunur Birinci yanı, eski düzenin geçerliliğini yitirmiş kurumlarını yıkıp, yerlerine çağın gereksinmelerini karşılayacak kurumları koymakla ilgilidir Ama Kemalizm, bununla yetinmemekte, devrimciliği aynı zamanda sürekli olarak yeniliklere, değişimlere açıklık biçiminde anlatmakta ve kalıplaşmaya karşı çıkmaktadır
Atatürk, Devrimcilik İlkesinin birinci ögesini şöyle tanımlıyordu:
“ Devrim, Türk Milleti'ni son yüzyıllarda geri bırakmış olan kurumları yıkarak yerlerine, ulusun en yüksek medeni gereklere göre ilerlemesini temin edecek yeni kurumları koymuş olmaktır ”
Atatürk, yaptığı devrimin ülkeye kazandırdıklarının korunmasını devrimcilik ilkesinin bir gereği sayıyordu Ama O'nun açısından sorun o noktada bitmiyordu Koşulların değişeceğinin, değişen koşulların yeni kurumları, yeni atılımları gerektireceğinin bilincindeydi Bu nedenledir ki, Kemalist ideolojinin kalıplaşmasına, bir anlamda devrimin dondurulmasına karşıydı Koşullara koşut olarak sadece kurumların değil, düşüncelerin de değişmesinin gerekliliğini biliyordu İşte bu nedenledir ki, Kemalizm'in Devrimcilik ilkesi, aynı zamanda bir "Sürekli Devrimcilik" anlayışını da yansıtmaktadır
En ilerici kurumlar bile, koşullar içinde eskir En ileri bir devrimin bekçiliği ile yetinenler, günün birinde değişen koşulların gerisinde kalmaktan, tutuculaşmaktan kurtulamazlar Kemalizm'in sürekli devrimcilik anlayışının temel sebebi budur
|