Prof. Dr. Sinsi
|
Kütüb-İ Sitte Hadisler - Berâet Suresi
BERÂET SURESİ
629 - İbnu Abbas (radıyallahu anh) anlatıyor: "Hz Osman (radıyallahu anh)'a dedim ki: "Siz niçin, mesâni grubuna giren Enfâl suresini miûn grubuna giren Berâet suresine yaklaştırdınız ve aralarına da besmeleyi yazmadınız?" Hz Osman (radıyallahu anh) şu cevabı verdi: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a vahiy sırasında, bir çok sûre birlikte gelirdi Bu durumda herhangi bir vahiy geldi mi, vahiy kâtiblerini çağırır, onlara: "Şu ayetleri, şu şu meselelerin zikredildiği sureye koyun" diye irşad ederdi Bir ayet geldiği zaman da "Bu ayeti içinde şu şu şeylerin zikredildiği sureye koyun" derdi Enfal suresi, Medine'de ilk nazil olanlardandı Berâet suresi ise, iniş itibariyle Kur'ân'ın sonuncusu idi Bunun kıssası da Enfal'in kıssasına benzemekte idi Bu sebeple Berâet'i öbüründen zannettim Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bu surenin öncekinden olduğunu belirtmeden vefat etti Bu sebeple ben bunların arasını yakın tuttum ve ikisinin arasına bismillahirrahmanirrahim satırını koymadım Böylece onu yedi uzunlar'ın (Seb'ut-Tıvâl) arasına koydum "
Ebu Davud, Salat 125, (786); Tirmizi, Tefsir, Tevbe, (3086), Ebu Davud'un rivayetinde "Berâet'i öbüründen zannettim" cümlesi yoktur
630 - İbnu Cübeyr (radıyallahu anh) anlatıyor: "İbnu Abbas (radıyallahu anhümâ)'a sordum:
-Tevbe sûresi nedir? Şu cevabı verdi:
-Tevbe mi? Bilakis o fazihadır (İslâm düşmanlarını rezil etmektedir)
"Onlardan bir kısmı şöyledir  " "Onlardan bir kısmı şöyledir  " diyerek o kadar çok saymıştır ki, halk "Bizden kimseyi bırakmıyacak, herkesi zikredecek" zannına kapıldılar
Ben tekrar sordum:
-Ya Enfâl suresi?
-Bu, dedi, Bedir Savaşı hakkında nazil oldu
Ben tekrar sordum:
-Pekâla Haşr sûresi?
-O da, dedi, Benu'n-Nadir Yahudileri hakkında nazil oldu "
Buharî, Tefsir, Haşr 1, Enfal 1, Meğazi 14; Müslim, Tefsir 31, (3031)
631 - Bir diğer rivayette Said İbnu Cübeyr'in: "Ya Sûretu'l-Haşr (niçin inmiştir?)" sorusuna İbnu Abbas (radıyallahu anhümâ)'ın: (Haşr suresi mi? hayır! O), Benûn-Nadir suresidir" cevabını verdiği kaydedilmiştir
Buhârî, Tefsir, Haşr 1, Enfal 1, Meğazi 14; Müslim, Tefsir 31, (3031)
632 - Hz Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Hz Ebu Bekir (radıyallahu anh), Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) tarafından Veda haccından önceki hacc emiri olarak tayin edildiği hacda, "Bu yıldan sonra müşriklere haccetmek yasaktır", "Çıplak olarak Beytullah tavaf edilemez" diye ilan etmek üzere vazifelendirdiği bir hrubla beni de gönderdi Ancak, bilâhare Hz Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm), Hz ebu bekir (radıyallahu anh)'in arkasından Hz Ali'yi gönderdi ve Berâet suresini halka ilan etmeyi ona emretti Hz Ali (radıyallahu anh) bizimle birlikte Mina'da halka, Berâet'i ilan etti: "Bu yıldan sonra hiçbir müşrik hacc yapamıyacak ve çıplak olarak Beytullah tavaf edilmeyecek "
Buhâri, Salat 10, Hacc 67, Cizye 16, Meğazi 66, Tefsir, Tevbe 2, 3, 4; Müslim, Hacc 435, (1347); Ebu Davud, Hacc 67, (1946); Nesâi, Hacc 161, (5, 234)
633 - Bir başka rivayette, aynı hâdise şöyle gelmiştir:
"Haccu'-ekber günü, kurban bayramı günüdür el-Haccu'l-ekber de haccdır Hacca "el-Haccu'l-Ekber" denilmesi, halkın umreye "el-Haccu'l-Asgar" demesinden ileri gelmiştir
Ebu Hüreyre devamla diyor ki: "O yıl, Hz Ebu Bekir (radıyallahu anh) bu tebliği halka duyurdu Bunun üzerine ertesi yıl yani Hz Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in bizzat katılarak Veda haccını yaptığı zaman, tek müşrik hacca katılmadı
Hz Ebu Bekir'in müşriklere ilanda bulunduğu sene Cenab-ı Hakk şu ayeti indirdi: "Ey iman edenler! Doğrusu puta tapanlar pistirler, bu sebeple, bu yıldan sonra Mescid-i Haram'a yaklaşmasınlar Eğer fakirlikten korkarsanız, bilin ki, Allah dilerse sizi bol nimetiyle zenginleştirecektir Allah şüphesiz bilendir, hakimdir" (Tevbe 28)
Müşrikler ticaret yapıyorlar, Müslümanlar da bundan faydalanıyorlardı Allahu Teâla müşriklerin Mescid-i Haram'a yaklaşmalarını yasaklayınca, Müslümanlar müşriklerin yaptıkları ticaretin kesilmesiyle ondan elde ettikleri menfaatin kesileceği endişesine düştüler Bunun üzerine Cenab-ı Hakk şu vahyi indirdi: "Eğer fakirlikten korkarsanız, bilin ki, Allah dilerse sizi bol nimetiyle zenginleştirecektir "
Sonra bunu takip eden ayette Cenab-ı Hakk cizyeyi helâl kıldı Bu daha önce alınmıyordu Bunu, müşriklerin ticaretiyle elde edilen menfaate bir karşılık (ivaz) yaptı Cenab-ı Hakk şöyle buyurdu: "Kitap verilenlerden, Allah'a, ahiret gününe inanmayan, Allah'ın ve Peygamberinin haram kıldığını haram saymayan, hak dinini din edinmeyenlerle, boyunlarını büküp kendi elleriyle cizye verene kadar savaşın" (Tevbe 29)
Allah Müslümanlara bunu helâl kılınca, anladılar ki, Allah kendilerine, müşriklerle olan ticaretin kesilmesi sebebiyle kaybından korkup üzüldükleri menfaatten daha fazlasını vermektedir"
Buhârî, Salat 10, Hacc 67, Cizye 16, Meğazi 66, Tefsir, Tevbe 2, 3, 4; Müslim, Hacc 435, (1347); Ebu Davud, Hacc 67, (1946); Nesâî, Hacc 161, (5, 234)
634 - Nesâî'den gelen bir rivayet şöyledir:
Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) dedi ki: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) Ali İbnu Ebi Talib (radıyallahu anh)'i Berâet suresiyle birlikte Mekke ahalisine gönderdiği zaman onunla beraber ben de geldim Kendisine "Ne ilan ediyordunuz?" diye soruldu Şu cevabı verdi: "Biz şunları ilan ediyorduk:
1 Kâbe'ye ancak mü'minler girer
2 Beytullah çıplak tavaf edilemez
3 Kimin Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'la bir anlaşması varsa bunun müddeti dört ayın hitamıdır Dört ay geçtikten sonra Allah ve Resulü müşriklerden beridir
4 Bu seneden sonra hiçbir müşrik haccetmeyecek
Ben bunları böyle (yüksek sesle ve tekrarla) bağırarak söylüyorum ki o gün sesim kısıldı "
Nesâî, Hacc 161, (5y, 234)
635 - Hz Ali İbni Ebi Talib (radıyallahu anh) anlatıyor: "Ben Hacc-ı Ekber günü hangi gündür? diye sordum, bana: "Kurban günü" diye cevap verdi "
Tirmizi, Tefsir, Berâet (3088), Hacc 110 (958)
636 - İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) haccettiği hacc sırasında, cemreler arasında, kurban günü durarak sordu: "Bu gün hangi gündür?" Halk:
-Kurban günüdür, dediler Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm):
-"Bugün Hacc-ı Ekber günüdür" buyurdu
Ebu Davud, Hacc 67, (1945); İbnu Mace, Menasık 76, (2058)
637 - İbnu Ebi Evfâ (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) şöyle diyordu: "Kurban günü büyük hacc (el-Haccu'l-Ekber) günüdür O gün kanlar akıtılır, başlar traş edilir, kirler, paslar giderilir, haramlar helal olur "
638 - Hz Câbir (radıyallahu anh) anlatıyor: Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) Ci'râne umresinden dönünce Hz Ebu Bekir (radıyallahu anh)'i haccın başında emir olarak yolladı Onunla birlikte biz de vardık, el-Arc mevkiinde iken (es-salatu hayrun minen nevm) diye çağrıda bulundu Bir müddet sonra da tekbir getirmek üzere doğrulduğu sırada arka tarafından kulağına bir deve sesi geldi Bunun üzerine tekbiri bıraktı ve "Bu ses, dedi, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın devesi Ced'â'nın sesi, muhakkak ki hacc konusunda Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) yeni bir karara varmıştır, belki de bu, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın kendisidir, bu durumda namazı birlikte kılarız " dedi
Devenin sırtındaki Ali (radıyallahu anh) idi Hz Ebu Bekir (radıyallahu anh) ona: "Hacc emiri olarak mı geldin, elçi olarak mı?" diye sordu Hz Ali (radıyallahu anh): "Elçi olarak geldim, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) beni Berâe suretiyle gönderdi Onu hacc mahallerinde halka okuyup tebliğ edeceğim" dedi
Sonra kurban günü geldi Arafat'ı terketti Hz Ebu Bekir (radıyallahu anh) dönünce, tekrar halka hitabetti Onlara Arafat'ı terketme (âdâbın)dan kesimlerinden (vesâir) menâsiklerinden sözetti Sözü bitince, yine Hz Ali (kerremallah vechehu) ayağa kalktı, halka, Berâe suresini sonuna kadar okudu
Nefru'l-evvel günü (Mina'dan Mekke'ye hareket günü) Hz Ebu Bekir (radıyallahu anh) kalktı ve halka bir hitabede daha bulundu Mina'yı nasıl terkedeceklerini, nasıl taşlama yapacaklarını tarif etti, haccın menâsikini öğretti Konuşmasını bitirince fecirden Hz Ali (radıyallahu anh) kalktı Halka Berâe suresini sonuna kadar (bir kere daha) okudu "
Nesâî Hacc 186, 187, (5, 247-248)
639 - Tabiin'den Zeyd İbnu Vehb anlatıyor: "Biz Huzeyfe (radıyallahu anh)'nin yanında idik Bize dedi ki: Şu ayetin kasteddiklerinden hayatta sadece üç kişi kaldı: "Eğer andlaşmalarından sonra yeminlerini bozarlar, dinimize dil uzatırlarsa, inkârda önde gidenlerle savaşın -çünkü onların yeminleri sayılmaz- belki vazgeçerler" (Tevbe 12), münafıklardan da sadece dört kişi kaldı "
Bu söz üzerine bir bedevi kalkarak: "Siz Muhammed (aleyhissalâtu vesselâm)'in arkadaşlarısınız, bize bir kısım haberlerde bulunuyorsunuz, ama bunların mâhiyeti nedir, ne değildir biz anlamıyoruz Söz gelimi sadece dört tane münafık kaldığını söylediniz Pekâla şu evlerimizi yarıp işe yarayan şeylerimizi çalanlara ne demeli?" dedi
Huzeyfe (radıyallahu anh): "Onlar fasıklardır Ben tekrar ediyorum münafıklardan sadece dört tanesi kalmıştır: Bunlardan biri yaşlı bir ihtiyardır, öyle ki soğuk suyu içse soğukluğunu hissedecek halde değildir "
Buhari, Tefsir, Berâe 5
640 - en-Nu'mân İbnu Beşir (radıyallahu anh) anlatıyor: "Ben Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın minberinin yanında idim Bir adam:
-"Ben Müslüman olduktan sonra başka bir amelde bulunmamış olmama kıymet vermem, ancak hacılara su dağıtmam hariç" dedi Bir diğeri:
-"Ben de Müslüman olduktan sonra başka bir iş yapmamış olmama ehemmiyet vermem, ancak Mescid-i Haram'ı imâr edip bakımını yapmam hâriç" dedi Bir üçüncüsü de:
-"Allah yolunda cihad, söylediklerinizden daha üstün bir ameldir" dedi
Hz Ömer (radıyallahu anh) onlara müdahale ederek konuşmalarını menetti ve: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın minberinin yanında sesinizi yükseltmeyin, bugün cumadır Namazı kılınca ben huzura girer, ihtilâf ettiğiniz hususu sorarım" dedi Arkadan Cenâb-ı Hakk şu ayeti indirdi:
"Hacca gelenlere su vermeyi, Mescid-i Haram'ı onarmayı Allah'a ve ahiret gününe inananla, Allah yolunda cihâd edenle bir mi tuttunuz? Allah katında bir olmazlar, Allah zulmeden milleti doğru yola eriştirmez İnanan, hicret eden ve Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla cihad eden kimselere Allah katında en büyük dereceler vardır işte kurtulanlar onlardır" (Tevbe, 19-20)
Müslim, İmare 111, (1879)
641 - Adiy İbnu Hâtim (radıyallahu anh) anlatıyor: "Boynumda altundan yapılmış bir haç olduğu halde Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a geldim Bana: "Ey Adiy boynundan şu putu çıkar, at!" dedi ve arkadan şu ayeti okuduğunu hissettim:
"Onlar Allah'ı bırakıp hahamlarını, papazlarını ve Meryem oğlu Mesih'i rableri olarak kabul ettiler Oysa tek ilahtan başkasına kulluk etmemekle emrolunmuşlardı Ondan başka ilah yoktur Allah, koştukları eşlerden münezzehtir " (Tevbe, 31)
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) devamla: "Aslında onlar, bunlara (ruhbanlarına) tapınmadılar, ancak bunlar (Allah'ın haram ettiği bir şeyi) kendileri için helâl kılınca hemen helâl addediverdiler, (Allah'ın helâl kıldığı bir şeyi de) kendilerine haram edince hemen haram addediverdiler "
Tirmizi, Tefsir, Berâe, (3094)
642 - Tabiinden Zeyd İbnu Vehb anlatıyor: "Rebeze'ye uğramıştım Orada Ebu Zerr (radıyallahu anh)'i gördüm Kendisine: "Seni buraya getiren sebep nedir?" diye sordum Şöyle açıkladı: "Şam'daydım Bir ayet hakkında Muâviye (radıyallahu anh) ile ihtilâfa düştük Ayet şu: "Ey iman edenler! Hahamlar ve rahiplerin çoğu, insanların mallarını haksızlıkla yerler Allah yolundan alıkoyarlar Altın ve gümüşü biriktirip Allah yolunda sarfetmeyenlere can yakıcı bir azabı müjdele Bunlar cehennem ateşinde kızdırıldığı gün, alınları, böğürleri ve sırtları onlarla dağlanacak "Bu, kendiniz için biriktirdiğinizdir, biriktirdiğinizi tadın" denecek" (Tevbe, 34-35) Muâviye (radıyallahu anh): "Bu ayet ehli kitap hakkında inmiştir" dedi Ben ise: "Hem bizim, hem de onlar hakkında indi" dedim Bu mesele üzerinde aramızda ihtilaf çıktı Halife Hz Osman (radıyallahu anh)'a yazarak beni şikayet etti Hz Osman bana yazarak Medine'ye gelmemi emretti Bunun üzerine Medine'ye geldim Halk, sanki daha önce beni hiç görmemiş gibi, çoklukla etrafımı sardı Durumu Osman (radıyallahu anh)'a açtım Bana: "İstersen buraya yakın bir yere git" dedi İşte beni buraya getiren gerçek sebep budur Benim üzerime Habeşli siyahi bir köleyi âmir tayin etseler mutlaka dinler, itaat ederim "
Buhari, Zekat 4, Tefsir, Berae 6
643 - İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Bir bedevi kendisine: "Bana şu ayet hakkında açılamada bulun, dedi ve ayeti okudu: "Altın ve gümüşü biriktirip Allah yolunda sarfetmeyenlere can yakıcı bir azabı müjdele" (Tevbe 35) İbnu Ömer şu cevabı verdi:
-"Kim onu biriktirir ve zekatını vermezse vay haline! Bu ayet zekat emri gelmezden önceye aittir Zekat emri gelince, Allah zekâtı mallar için bir temizlik kıldı "
Buhari, Zekât 4, Tefsir, Berâe 6; Muvatta, Zekât 1, (1, 256)
644 - Muvatta'da şöyle denmiştir: "İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ)'e "(Azaba sebep olacak) hazine nedir?" diye sorulunca: "Zekatı verilmeyen maldır" diye cevap verdi "
Muvatta, Zekat 1, (1, 256)
645 - Sevbân (radıyallahu anh) anlatıyor: "Altın ve gümüşü biriktirip Allah yolunda sarfetmeyenlere can yakıcı bir azabı müjdele" ayeti nazil olduğu zaman biz, Hz Peygamber'le bir seferde bulunuyorduk Ashabından bazısı: "Ayet altın ve gümüş hakkında indi, hangi malın daha hayırlı olduğunu keşke bilseydik?" dedi Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) şu cevabı verdi: "(Sahip olunan şeylerin en efdali: Zikreden bir dil, şükreden bir kalb, kocasının imanına yardımcı olan sâliha bir zevcedir "
Tirmizi, Tefsir, Berâe (3093)
646 - İbnu Abbas (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Altın ve gümüşü biriktirip Allah yolunda sarfetmeyenlere can yakıcı bir azabı müjdele" ayeti nazil olduğu zaman, Müslümanlar bundan fazlaca kaygulandılar Hz Ömer (radıyallahu anh): "Ben sizin üzüntünüzü gidereceğim, haydi gelin" dedi ve gidip Hz Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'e müracaat ederek: "Ey Allah'ın Resûlü, dedi bu ayet ashabını çok kaygılandırdı " Hz Peygamber: "Allah zekâtı, malınızda bâki kalan kirliliği temizlemek için farz kıldı Nitekim, sizden sonrakilere kalması için de mirası farz kıldı" buyurdu
İbnu Abbas devam etti: (Resûlullah'ın bu açıklaması üzerine) Hz Ömer (radıyallahu anh) sevincinden (Allahu ekber) dedi Peygamberimiz (aleyhissalâtu vesselâm) açıklamasına devamla, Hz Ömer (radıyallahu anh)'e: "Kişinin kendi lehine biriktirdiği şeyin ne olduğunu sana haber vereyim mi? Bu, saliha bir kadındır Yani nazar ettiği zaman kendini hoşnud kılacak, emrettiği zaman itaat edecek, evinden uzaklaştığı zaman (malını ve namusunu) koruyacak olan kadın "
Ebu Dâvud, Zekat 32, (1664)
647 - Yine İbnu Abbas (radıyallahu anhüma) anlatıyor: "Allah'a ve ahiret gününe inananlar mallarıyla, canlarıyla savaşmak istediklerinden ötürü geri kalmak için senden izin istemezler " (Tevbe, 44) ayeti, Nur suresindeki şu ayetle neshedilmiştir: "Doğrusu Allah'a ve Peygamberine inanan mü'minler, Peygamberle beraber bir işe karar vermek için toplandıklarında ondan izin almaksızın gitmezler Ey Muhammed! Senden izin isteyenler, işte onlar, Allah'a ve Peygamberine inananlardır Bazı işleri için senden izin isterlerse, içlerinden dilediğine izin ver, Allah'tan, onların bağışlanmalarını dile Allah şüphesiz bağışlar, merhamet eder" (Nur, 62)
Ebu Davud, Cihad 171, (2771)
648 - Ebu Mes'ud el-Bedrî (radıyallahu anh) anlatıyor: "Sadaka vermeyi emreden ayet (Tevbe, 103) nazil olduğu zaman biz (ücret mukabilinde) sırtlarımızda yük taşıyor (bu yolla bir şeyler kazanıp ondan sadaka veriyor)duk Bir adam (Abdurrahman İbnu Avf) gelerek çok miktarda bağışta bulundu (Münafıklar dedikodu yaparak onun hakkında, gösteriş yapıyor), mürâdi dediler Hemen şu ayet nazil oldu:
"Sadaka vermekle gönülden davranan mü'minlere dil uzatan ve ancak ellerinden geldiği kadar verebilenlerle alay eden kimselere bu davranışlarının cezasını Allah verir Onlara can yakıcı azab vardır" (Tevbe 79)
Buhari, Zekât 10, İcare 13, Tefsir, Berâe 11; Müslim, Zekat 72, (1018); Nesâî, Zekat 48, (5, 59)
649 - İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: Abdullah İbnu Übey İbni Selül öldüğü zaman oğlu (radıyallahu nah) Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın huzur-i âlîlerine çıkıp, mübarek gömleklerini babasına kefen olarak vermesini talep etti Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) talebi kabul edip verdi Bunun üzerine, babasının cenâze namazını kıldırıvermesini talep etti Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bu talebi de kabul etti ve namaz kıldırmak üzere kalktı Ancak, Hz Ömer (radıyallahu anh) kalkarak Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın elbisesinden tuttu ve: "Ey Allah'ın Resulü, Rabbin seni, ona namaz kılmaktan men etmişken, sen nasıl ona namaz kılarsın?" diye müdahale etti Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm): "Allah beni muhayyer bırakmıştır, zira: "Onların ister bağışlanmasını dile, ister dileme, birdir Onlara yetmiş defa bağışlanma dilesen de Allah onları bağışlamayacaktır" (Tevbe, 80) buyurmaktadır ben yetmişden de fazla bağışlama talebinde bulunacağım" dedi Hz Ömer (radıyallahu anh): "Ama, o münafıktır!" dedi
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buna rağmen onun ardından namaz kıldı Bunun üzerine Cenab-ı Hakk şu ayeti inzal buyurdu: "Onlardan ölen hiç kimse için ebediyyen namaz kılmayacaksın, mezarı başında da durmayacaksın Çünkü onlar Allah ve Resûlüne inanmadılar, fâsık olarak öldüler" (Tevbe, 84)
Hz Ömer (radıyallahu anh) der ki: "Sonra o gün Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a karşı izhar ettiğim cür'ete hayret ettim Allah ve Resûlü daha iyi bilirler " (Bu son cümlenin İbnu Abbas'ın sözü olma ihtimali de mevcuttur)
Buhari, Cenaiz 85, Tefsir, Berâe 12; Müslim, Fedâilu's-Sahâbe 25, (2400), Sıfatu'l-Münâfıkin 3, (2744); Tirmizi, Tefsir 3096 H ; Nesai, Cenaiz 69, (4, 68)
Tirmizi'nin rivayetinde şu ziyade var: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bu ayetten sonra münafıkların cenaze namazını kılmadı "
650 - Hz Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Şu ayet Kuba halkı hakkında nâzil olmuştur: (Meâlen): "Orada, arınmak isteyen insanlar vardır Allah arınmak isteyenleri sever" (Tevbe 108)
Tirmizi, Tefsir, Berâe (3099); Ebu Davud, Tahâret 23 (44); İbnu Mace, Tahâret, (357)
651 - Ali İbnu Ebi Talib (radıyallahu anh) anlatıyor: "Ben, müşrik olan anne babası için, Allah'tan af ve mağfiret dileyen birini gördüm Kendisine: "Sen müşrik olan anne baban için istiğfarda mı bulunuyorsun, (olur mu bu?)" dedim Adam bana: "(Niye olmasın, Kur'ân-ı Kerim'de) Hz İbrahim (aleyhisselam) müşrik olan babası için istiğfar etmektedir" diye cevap verdi
Ben durumu Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a anlattım Bunun üzerine şu mealdeki ayet indi: "Cehennemlik oldukları anlaşıldıktan sonra, akraba bile olsalar, puta tapanlar için mağfiret dilemek Peygambere ve müminlere yaraşmaz İbrahim'in, babası için mağfiret dilemesi, sadece ona verdiği bir sözden ötürü idi Allah'ın düşmanı olduğunu anlayınca ondan uzaklaştı  " (Tevbe, 113-114)
Tirmizi, Tefsir, Berâe (3100); Nesâî, Cenâiz 102, (4, 91)
652 - Muhammed İbnu Şihab ez-Zühri anlatıyor: "Bana Abdurrahmen İbnu Abidllah İbni Ka'b İbni Malik nakletti: Abdullah İbnu Ka'b -ki babası Ka'b gözlerini kaybettiği zaman kardeşleri değil, kendisi babasına rehberlik etmişti- kavmi içinde Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)7ın ashabının hadislerini en iyi bilen ve en iyi öğrenmiş olanıydı Abdullah dedi ki: "Babam Ka'b İbnu Malik'in, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) Tebük seferine çıktığı zaman, sefere katılmayışı ile ilgili hikayeyi kendisinden dinledi Şöyle anlatmıştı: "Ben Tebük gazvesi hariç Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın çıkardığı gazvelerden hiçbirine katılmamazlık etmemiştim Gerçi Bedir gazvesine iştirak etmedim Ancak buna katılmayanlardan kimseyi Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) kınamadı O seferde Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) ve Müslümanlar savaşı değil, Kureyş'in kervanını ele geçirmeyi düşünüyorlardı Ne var ki Cenab-ı Hakk bunlarla düşmanı beklenmedik anda karşı karşıya getirdi
Ben Akabe gecesinde İslâm'la müşerref olup ilk andlaşmayı yaptığımız esnada Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'la beraberdim Ben Akabe'de hazır bulunmayı Bedir'de hazır bulunmaya değişmem, halk Bedir gazasını Akabe biatından daha çok ansa da
Benim Tebük seferinden geri kalışımla ilgili habere gelince, gerçekten ben hiçbir zaman, o sıradaki kadar güçlü ve zengin olmamıştım Allah'a kasemle söylüyorum, daha önce hiçbir zaman iki devem olmamıştı Ama o gazve sırasında iki tane binmeye mahsus devem vardı Bir de Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) gazaya niyet etti mi mübhem ifadeler kullanarak asıl hedefi belli etmezdi Fakat bu gazvede öyle yapmadı Çünkü Tebük seferi çok sıcak bir mevsimde oluyordu Uzak bir seferi ve tehlikeleri göze almış, büyük bir düşmanı hedef edinmişti Müslümanlar gazve hazırlıklarını tam yapsınlar diye durumu bütün ciddiyetle açıklamış, gidecekleri istikameti gizlemeksizin bildirmişti
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'la sefere katılacak Müslümanlar pek çoktu Askerlerin künyelerini kayıt defteri almıyordu Kayıt defterinden maksat künyelerin yazıldığı divandı " Ka'b (rivayetine devamla) der ki: "Pek az kimse gözden kaybolmayı (katılmamayı) arzu ediyordu Bunlar da vahiy gelmedikçe, gizlendikleri, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) tarafından bilinilemiyeceğini zanneden kimselerdi
Bu gazve, tam meyvelerin erdiği, gölgelerin iyice tatlılaştığı bir zamana rastlamıştı Ben de meyve ve gölgeye düşkün bir kimseydim
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) ve Müslümanlar yol hazırlığı yaptılar Ben de onlarla yol hazırlığı yapmak üzere sabahleyin evden çıkar (kararsızlık içinde) hiçbir şey yapmadan geri dönerdim Kendi kendime: "Bu da bir şey mi, dilersem hazırlığı çabucak yapabilirim" diye teselli olur, avunurdum Bu hal böylece devam etti Öyle ki, başkaları ciddi ciddi hazırlığını tamamlamıştı
Derken Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) ve Müslümanlar yola çıktılar Ben hâlâ hiçbir hazırlık yapmamıştım Yine hazırlık için gittim geldim ama bir şey yapmaya bir türlü elim varmıyordu Bu hal de sürdü gitti Askerler sür'atle yol aldılar Gazve elimden kaçtı Yine de yola çıkıp onlara kavuşmayı düşündüm Keşke bunu yapsaydım Bana bu da nasib olmadı
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) Medine'den ayrıldıktan sonra halkın arasına çıkınca gördüğüm bir husus beni üzmeye başladı: Çarşı-pazarda benim gibi kalanlar meyanında gördüklerim ya münafıklık damgasını yemiş olanlardı veya zayıflıkları sebebiyle Cenâb-ı Hakk'ın mazur addettiği kimselerdi
Öte yandan Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) da beni Tebük'e varıncaya kadar hiç anmamış Orada kalabalığın arasında otururken: "Ka'b İbnu Mâlik ne yaptı, (ondan ne haber var?)" diye sormuş Benû Seleme'den birisi: "Ey Allah'ın Resûlü, onu, yakışıklı iki elbisesi ve çalımla iki tarafına bakması (Medine'de) hapsetti" demiş Muaz da ona şu cevabı vermiş: "Ne kötü konuşuyorsun Ey Allah'ın Resulü Allah'a kasem olsun Mâlik hakkında hayırdan başka bir şey bilmiyoruz" demiş
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) sükût buyurmuşlar Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bu durumda iken, uzaktan beyazlara bürünmüş bir adamın silüetini görür ve: "Bu gelen Ebu Heyseme olmasın!" der Gerçektende o Ebu Heyseme el-Sari'dir Yani, sefer hazırlığı sırasında bir sâ'lık hurma verdi diye münafıkların birbirlerine kaş-göz ederek istihza ettikleri zât"
Kâ'b (sözlerine devamla) der ki: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın Tebük'ten ayrılıp yola çıktığı haberi bana ulaşınca keder ve üzüntüm tekrar arttı Bir yalan hazırlamaya başladım "Yarın, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın öfkesinden, ne söyleyerek kurtulabilirim?" diyordum Bu hususta ailemde aklı başında herkesin fikrine müracat ediyordum
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın gelmesi yaklaştı dendiği zaman benden yanlış düşünceler zâil oldu İyice anladım ki, hiçbir yalan asla beni kurtaramaz Doğruyu söylemeye karar verdim Derken Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bir sabah Medine'ye geldiler O, bir seferden dönünce ilk iş olarak mescide uğrar, iki rek'at namaz kılar, ondan sonra halka görünürdü Bu gelişinde de namazını kılıp halkı kabul etmeye başlayınca sefere katılmayıp geride kalanlar gelip özür dilemeye, özürleri hususunda inandırıcı olmak için yeminler etmeye başladılar Bunlar seksen kadar erkekti Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) onların özürlerini kabul ediyor, onlardan beyat alıyor, onlara istiğfarda bulunuyor, işlerini Allah'a havale ediyordu
Ben de geldim Selam verdim Selâmımı işitince öfkeli öfkeli tebessüm etti ve "Gel" dedi Yaklaştım ve önüne oturdum
-"Niye geride kaldın, sen (Akabe'de) biat edip itaatı sırtına almış değil miydin?" dedi Ben şu cevabı verdim:
-"Evet ey Allah'ın Resulü! Ben senin değil de dünya ehlinden bir başkasının yanında oturmuş olsaydım, inandırıcı bir özür söyleyip, mutlaka öfkesini gidererek yanından ayrılırdım Çünkü, Allah bana yeterli bir ifade gücü vermiş bulunmaktadır Ancak, Allah'a kasem olsun kesinlikle inanıyorum ki, bugün sizi, benden razı kılacak bir yalan söylesem çok geçmeden Allah sizi bana öfkelendirecektir Size doğruyu söylesem bana kızacaksınız Ama ben de o hususta Allah'tan af dilerim Gerçeği söylüyorum, kasem olsun hiç bir özrüm yoktu Vallahi başka hiç bir vakit, sizden geri kaldığım zamanki kadar güçlü ve zengin değildim "
Benim bu itirafım üzerine Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm): "İşte bu doğru konuştu" dedi ve bana da: "Kalk, Allah senin hakkında hükmedinceye kadar bekle!" buyurdu Ben de kalktım Benû Seleme'den bir kısım insanlar da koşarak beni tâkip ettiler ve bana:
-"Allah'a kasem olsun bundan önce herhangi bir günah işlediğini bilmiyoruz Savaştan geri kalan diğerlerinin yaptığı gibi Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın senin için yapacağı istiğfar bu günâhını affettirmeye yeterdi" dediler "
Mâlik (devamla) şunları anlattı: "Sonra: Benim vaziyetime düşen başka biri var mı? diye sordum "Evet iki kişi daha tıpkı senin gibi itirafta bulundular Onlara da sana söylenen söylendi" dediler
-"Mürâre İbnu'r-Rebî el-Amiri ile Hilâl İbnu Ümeyye el-Vâkıfî (radıyallahu anhümâ)" dediler Bana çok sâlih iki kişi zikretmiş oldular Bunlar Bedir gazvesinde bulunmuş, nümune-i imtisâl kişilerdi Bunların ismini duyunca, geri gidip özür beyan etme fikrinden vazgeçtim
Derken Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), Müslümanlara gazveye katılmayanlardan sadece üçümüzle konuşmayı yasakladı Bunun üzerine halk bizden çekindi ve yüz çevirdi Öyle ki yeryüzü bana yabancılaştı Dünya, önceden bilip tanıdığım dünya olmaktan çıktı
Bu minval üzere elli gece geçirdik Diğer iki arkadaşım, halktan uzaklaşıp evlerinde oturup ağlayarak vakit geçirdiler Onlardan daha genç, daha güçlü olan ben dışarı çıkıyor, namazlara katılıyor, çarşı pazar dolaşıyordum Ama kimse benimle konuşmuyordu Bazan namazdan sonra, ashabıyla oturmakta olan Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a uğrayıp selam veriyordum İçimden, "Acaba, benim selamımı alarak dudaklarını kıpırdatır mı?" diye kendi kendime sorardım Sonra yakınına durup namaz kılar, göz ucuyla da ona bakardım Namaza durunca bana baktığını da görürdüm Ama ben ona yönelecek olsam derhal benden yüzünü çevirirdi
Müslümanların cefasından çektiğim bu ızdıraplı hal uzayınca bir gün dayanamayıp gittim Ebû Katâde'nin bahçe duvarını aştım O amcamın oğlu idi ve herkesten çok severdim Yanına varınca selâm verdim Hayret! Vallahi selâmımı almadı Kendisine: Ey Ebu Katâde Allah aşkına söyle Allah ve Resulü'nü sevdiğimi bilmiyor musun? dedim Sustu, cevap vermedi Tekrar Allah aşkına diye yemin verdim, yine konuşmadı Üçüncü sefer Allah adına yemin verdim Bu defa:
"-Allah ve Resulü daha iyi bilir!" dedi Bunun üzerine gözlerimden yaş boşandı Geri döndüm, duvarı aştım "
Ka'b hikayesine devamla der ki: "(Bir gün) Medine çarşısında yürürken Medine'ye buğday satmaya gelmiş, Şam ahalisinden Nabâti bir fellâh: "Ka'b İbnu Mâlik'i bana kim gösterecek?" diyordu Halk beni ona gösterdi Adam bana yaklaştı Gassan Kralı'ndan bir mektup getirdi Ben okuma-yazma bilirdim, hemen okudum Mektupta şöyle diyordu: "Bana gelen habere göre arkadaşın sana sıkıntı veriyormuş Allah seni hakâret görmek, sıkıntı çekmek için yaratmadı Bize gel, sana iyi davranalım " mektubu okur okumaz: "Bu da bir başka belâ" dedim Tandıra götürüp attım ve yaktım
Nihayet bu (boğucu) elli günden kırkı geçmiş, (hakkımızda) vahiy de gecikmişti Aniden Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın elçisi geldi Bana: "Resûlullah, hanımını terketmeni emrediyor" dedi ben: "Boşayacak mıyım, yoksa başka şekilde bir terk mi?" diye sordum "Hayır, boşamıyacaksın, ondan ayrıl, sakın yaklaşma!" dedi
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) aynı haberi diğer iki arkadaşıma da göndermişti Hanımıma: "Ailene dön, onların yanında kal, Allah bu meselede bir hüküm bildirinceye kadar da orada bekle" dedim
Hilâl İbnu Ümeyye'nin hanımı Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a müracaat ederek: "Ey Allah'ın Resulü, Ümeyye İbnu Hilâl kendini kaybetmiş bir ihtiyardır, hizmetçisi de yoktur Ona hizmetini yapıversem bir mahzuru var mı?" diye izin istemiş Ve: "Hayır, hizmet edebilirsin, ancak sakın yakınlaşmada bulunma" cevabını almış Kadın da: "Hayır ya Resûlullah! Vallahi, zaten onda kımıldayacak mecal kalmadı Vallahi cezalandığı günden şu ana kadar hiç ara vermeden habire ağlıyor" dedi
Ailemden bazısı bana: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a gidip hanımın, hizmetlerini yapıvermesi için izin istesen iyi olur Nitekim o, Hilâl'in hanımına hizmet etmesi için müsaade etti" diye tavsiyede bulundu "Hayır, dedim, böyle bir talepte bulunmayacağım Bana ne diyeceğini nasıl bilebilirim, ben genç bir kimseyim "
Böylece sıkıntısı daha da artan on gece daha geçirdim Konuşmaktan yasaklandığımızın üzerinden tam elli gece geçti Ellinci gecenin sabah namazını evlerimizden birinin damında kılmıştım Ben Allahu Teâla'nın hakkımızda belirttiği o dehşetli hâl içinde oturmuş duruyordum Ruhum sıkılmış, bütün genişliğine rağmen dünya daralmıştı Sanki bir cendere içerisindeydim Bir ses işittim Bu, Sel dağı üzerine çıkmış yüksek sesle bağıran birinin sesiydi (Dikkat kesildim: Bana sesleniyor ve):
"Ey Kâ'b İbnu Mâlik müjde!" diyordu Hemen secdeye kapandım Hakkımızda bir kurtuluşun geldiğini anlamıştım
Meğer Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), Cenab-ı Hakk'ın bizi affettiğine dair müjdeli haberi o gün sabah namazında halka duyurmuş, halk da bize müjdelemek üzere koşuşmuş, bazıları da diğer iki arkadaşıma gitmişmiş Bir zat bana at koşmuştu, Eslemli biri de yaya olarak seğirtip dağa çıkmış  Tabii ki ses, attan daha hızlı yol aldı
Müjdeci sesini duyduğum kimse bir müddet sonra bizzat yanıma gelince, derhal iki parça elbisemi çıkarıp müjde bedeli olarak kendisine giydirdim Yemin olsun o gün için başka bir şeyim yoktu Emanet iki giyecek te'min ettim, onları giyip, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ı görmek arzusuyla dışarı fırladım Yolda halk grup grup beni karşılıyor Cenab-ı Hakk'ın affı sebebiyle tebrik ediyordu
Bu minval üzere Mescid'e geldim Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) etrafını saran ashabının ortasında oturuyordu
Beni görünce Talha İbnu Ubeydillah (radıyallahu anh) kalktı, bana doğru koşup musafaha yaptı ve beni tebrik etti Yemin olsun, onun dışında muhacirlerden başka kalkan olmadı "
Ka'b onun bu samimi davranışını ömrü boyu unutmayacaktır
Ka'b, (sözlerine devam ederek) şunları söyledi: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a selam verince memnuniyetten ışıl ışıl, mütebessim bir yüzle: "Müjdeler olsun! Annenden doğalıdan beri yaşadığın en hayırlı gününü tebrik ederim" dedi Ben hemen sordum:
"Ey Allah'ın Resûlü, bu sizin bağışladığınız bir lütuf mu, Cenâb-ı Hak'tan gelen bir lütuf mu?"
"Hayır, Allah'tan gelen bir lütuf!" dedi
Ka'b, ilaveten dedi ki: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın vech-i mübarekleri, sürurlu anlarında, bir ay parçası gibi nurlanır ve parlardı Biz, bunu derhal anlardık
Ben önüne oturunca: "Ey Allah'ın Resulü! Mazhar olduğum bu af sebebiyle ne var ne yok bütün malımı Allah ve Resulü'ne bağışlıyorum" dedim
"Hayır, dedi Hepsi olmaz, bir kısmını kendine ayır, bu senin için daha hayırlı "
"Ey Allah'ın Resulü, biliyorum ki, Allah beni sıdkımdan, doğru sözlülüğümden dolayı kurtardı Benim tevbemden biri de artık, yaşadığım müddetçe hep doğru söylemek olacaktır "
Allah'a yemin olsun, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a bunu söylediğim günden beri, doğru söz hususunda, Allah'ın bana lutfettiği ihsandan daha güzeline mazhar olan birisini bilmiyorum Yine Allah'a kasem ederek söylüyorum, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a söz verdiğim günden beri bir kerecik olsun yalan söylemeyi düşünmedim Geri kalan ömrümde de Allah'ın beni yalandan korumasını diliyorum "
Ka'b şunu da söyledi: "Bizimle ilgili olarak Allahu Teâla şu ayeti indirmişti:
"And olsun ki, Allah, sıkıntılı bir zamanda bir kısmının kalpleri kaymak üzere iken Peygambere uyan Muhâcirler'le Ensâr'ın ve Peygamber'in tevbelerini kabul etti Tevbelerini, onlara karşı şefkatli ve merhametli olduğu için kabul etmiştir bütün genişliğine rağmen dünya onlara dar gelerek nefisleri kendilerini sıkıştırıp Allah'tan başka sığınacak kimse olmadığını anlayan, (savaştan) geri kalmış üç kişinin tevbesini de kabul etti Allah, tevbe ettikleri için onların tevbesini kabul etmiştir Çünkü O, tevbeleri kabul eden, merhametli olandır Ey iman edenler! Allah'tan sakının ve doğrularla beraber olun!" (Tevbe, 117-119)
Ka'b şunu da dermiş: "Allah'a yeminle söylüyorum, Allah beni İslâm'la şereflendirdikten sonra, bana göre, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a söylediğim doğru sözden daha büyük bir nimet vermemiştir (Allah'ın bana lutfettiği birinci büyük nimeti İslâm'la müşerref olmam, ikinci büyük nimeti de Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a doğru söz söylememi nasib etmiş olmasıdır) Aksi takdirde, diğer yalan söyleyenler gibi ben de helâk olacaktım Nitekim Cenâb-ı Hak, vahiy indirdiği zaman, yalan söyleyenler hakkında, bir kimse için söylenebilecek en kötü şeyi söylemiştir Allahu Teâla şöyle buyurmuştur: "Döndüğünüzde, kendilerin çıkışmamanız için, Allah'a yemin edeceklerdir Siz onlardan yüz çevirin Çünkü onlar pistirler Yaptıklarının karşılığı olarak varacakları yer cehennemdir Kendilerinden hoşnud olasınız diye, size yemin verirler Siz onlardan razı olsanız bile, Allah yoldan çıkmış fasık kimselerden razı olmaz" (Tevbe, 95-96)
Kâ'b şunu söyledi: "(Resûlullah Tebük seferinden döndüğü zaman, sefere katılmayanlar gidip özür diledikleri, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın da, yemin etmeleri üzerine özürlerini kabul buyurup kendileriyle bey'atlaşıp, haklarında istiğfarda bulunduğu kimselerden, biz üç kişi ayrı tutulmuş, (onların mazhar olduğu aftan istifade edememiştik ) Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bizim işimizi, Allah hakkımızda hükmedinceye kadar tehir etmişti Hakkımızda gelen ayette, Cenab-ı Hakk'ın: " geri kalmış üç kişi " sözünden kasıd, savaştan geri kalmamız değildir, bu geri kalış Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'in hakkımızdaki hükmü geri bırakması, yemin ederek özür dileyenlerin özrünü kabul ettiği kimselerden ayrı tutmasıdır "
Buhari, Vesâya 16, Cihad 103, Menakıb 23, Menakıbu'l-Ensâr 43, Meğazi 3, 78, Tefsir, Berâe, 17, 18, 19, İsti'zân 21, Eymân 24, Ahkâm 53; Müslim, Tevbe 53, (2769); Tirmizi, Tefsir, Berâe, (3101); Ebu Davud, Talak 11, (2202), Cihad 173, (2773), Nüzur 29, (3317); Nesai, Talak 18, (6, 152), Nüzur 37, (7, 22) )
653 - İbnu Abbas (radıyallahu anhüma), "(Allah yolunda savaşa) çıkmazsanız Allah size can yakıcı azabla azâb eder  " (Tevbe, 39) ayeti ile, "Medinelilere ve çevrelerinde bulunan bedevileri, savaşta Allah'ın Peygamberinden geri kalmak, kendilerini ona tercih etmek yaraşmaz" (Tevbe, 120) ayetini şu ayet neshetmiştir: "Müminler toptan savaşa çıkmamalıdır Her topluluktan bir tâifenin, dini iyi öğrenmek ve milletlerini geri döndüklerinde uyarmak üzere geri kalmaları gerekli olmaz mı?  " (Tevbe, 122)
(Ebu Davud, Cihad 19 (2503) )
654 - Necdet İbnu Nâki' diyor ki: "İbnu Abbas (radıyallahu anhüma)'a şu ayet hakkında sordum: "(Allah yolunda cihada) çıkmazsanız, Allah size can yakıcı azâbla azâb eder  " (Tevbe, 39) Şu açıklamayı yaptı: "Allah onlardan yağmuru kesti Böylece (kuraklık Allah'ın onlara takdir ettiği) azabları oldu "
Ebu Davud, Cihad 19 (2506)H
|