Prof. Dr. Sinsi
|
Abdülkadir-İ Geylâni Hazretleri
ABDÜLKADİR-İ GEYLÂNİ HAZRETLERİ
GAVS-ÜL A'ZÂM ABDÜLKÂDİR GEYLÂNÎ
Güney Azerbaycan'ın Geylân şehrinde 1078 (H 471)de doğdu Künyesi, Ebû Muhammed'dir Muhyiddîn, Gavs-ül-a'zam, Kutb-i Rabbânî, Sultân-ul-evliyâ, Kutb-i a'zam gibi lakabları vardır Babası Ebû Sâlih bin Mûsâ Cengîdost'tur Hazret-i Hasanın oğlu Hasan-ı Müsennâ'nın oğlu Abdullah'ın soyundandır Annesinin ismi Fâtıma, lakabı Ümm-ül-hayr olup seyyidedir Bunun için Abdülkâdir Geylânî, hem seyyid, hem şerîfdir Hazret-i Hüseyin'in evladına seyyid, hazret-i Hasan'ınkine şerîf denir Abdülkâdir Geylânî 1166 (H 561)'da Bağdad'da vefât etti Türbesi Bağdad'dadır Fıkıh ve hadîs ilimlerinde müctehid idi Kâdiriyye tarîkatının kurucusudur Orta boylu, zayıf bünyeli, geniş göğüslü, ilm için vefâkârlıkta emsâli az bulunur bir velî idi
Abdülkâdir Geylânî daha doğmadan, ilerde büyük bir zât olacağına dâir alâmetler, işâretler görülmüştü Babası rüyâsında Rasulullah efendimizi sallallahü aleyhi ve sellem, Eshâb-ı kirâmı radıyallahü anhüm ve evliyâyı gördü Rasulullah efendimiz kendisine; "Ey Ebû Sâlih! Allah bu gece sana kâmil, olgun ve derecesi yüksek bir erkek evlâd ihsân etti O benim oğlum ve sevdiğimdir Evliyâ arasında derecesi yüksek olacak " buyurdu Doğduktan sonra da hâlleri ile dikkatleri çekti
Abdülkâdir Geylânî on sekiz yaşında Bağdad'a geldi Buradaki âlimlerden ders almak sûretiyle hadîs, fıkıh ve tasavvuf ilimlerinde yetişti Fıkıh ilmini; Ebû Hattâb Mahfûz, Ebü'l-Vefâ Ali bin Ukayl, Ebû Hüseyin bin Kâdı Ebû Ya'lâ gibi fıkıh âlimlerinden öğrendi Hadîs ilmini; Hasan-i Bâkıllânî, Ebû Saîd Muhammed bin Abdülkerîm, Ebû Gânim Muhammed bin Muhammed, Ebû Bekr Ahmed bin Muzaffer, Ebû Câfer, Ebû Kasım bin Ali, Ebû Tâlib Abdülkâdir, Ebû Bekr Hibetullah ibni Mübârek, Ebü'l-İzz Muhammed bin Muhtar, Ebû Nasr Muhammed, Ebû Gâlib Ahmed, Ebû Abdullah Yahyâ gibi hadîs âlimlerinden öğrendi Tasavvuf ilmini ise; Şeyh Ebû Saîd Mahzûmî ile Hammâd-i Debbâs'tan almıştır
İlim tahsilini tamamlayıp yetiştikten sonra, vaâz ve ders vermeye başladı Hocası Ebû Saîd Mahzûmî'nin medresesinde verdiği ders ve vaâzlarına gelenler medreseye sığmaz sokaklara taşardı Bu sebeple,Bağdad halkının yardımlarıyla çevresinde bulunan evler de ilave edilmek sûretiyle medrese genişletildi
Abdülkâdir-i Geylânî , bir müddet ders verip insanları irşâd ettikten, hak ve hakikatı anlattıkdan sonra, ders ve vaâz vermeyi bıraktı İnzivâya çekilip, yalnızlığı seçti Sonra sahrâlara çıktı Bağdad'ın Kerh harâbelerinde yaşamaya başladı Bütün vaktini ibâdet, riyâzet ve mücâhede ile nefsinin arzu ve isteklerini yapmamak, istemediklerini yapmakla geçirmeye başladı Buyurdu ki:
"Irak'ın sahrâ ve harâbelerinde 25 sene insanlardan uzak kaldım Benim kimseden, kimsenin benden haberi yoktu Bâzan uzun müddet yemezdim ve "Açım! açım!" diye midemin feryâdını duyardım Bâzan üzerime öyle ağırlıklar gelirdi Bu sırada; "Muhakkak zorlukla berâber bir kolaylık vardır, şüphesiz zorlukla berâber kolaylık vardır " meâlindeki İnşirâh sûresinin beşinci ve altıncı âyet-i kerîmelerini okuduğumda üzerimdeki ağırlıklar dağılıp, giderdi "
"Şeytanlar çeşitli kılık ve kıyâfetlere bürünüp toplu hâlde yanıma gelir, beni yolumdan çevirmek için uğraşırlardı Kalbimde büyük bir azim ve direnç hissederdim İçimden bir ses; "Ey Abdülkâdir! Onlarla mücâdele et, onlara galip geleceksin " derdi İçlerinde bir şeytan durmadan bana gelir; "Buradan git, şöyle yaparım, böyle yaparım " diye beni tehdit ederdi Cân u gönülden, "Lâ havle ve lâ kuvvete illâ billahil aliyyil azîm" okuyunca, onun tamâmen yandığını görürdüm "
Bir kere Abdülkâdir Geylânî şöyle bir ses işitti: "Ey Abdülkâdir! Ben senin Rabbinim! Sana haramları mubah, serbest kıldım ""Başkasına yasak olan şeyleri sana helâl kıldım " diyordu Bunun üzerine Abdülkâdir Geylânî "Eûzübesmele" çekti "Kovulmuş şeytandan Allah’a sığınırım Sus ey mel'ûn!" diye bağırdı Bunun üzerine aynı ses; "Ey Abdülkâdir! Rabbinin izni ile çeşitli yerlerde bana aldanmayarak, şerrimden, kötülüğümden kurtuldun Halbuki ben bu yolla yetmiş kişiyi yoldan çıkarmışdım " dedi Onun şeytan olduğunu nasıl anladığını sorduklarında; "Sana haramları helâl ettim, sözünden anladım Çünkü Allah böyle şeyleri emretmez " buyurdu
Şeytanı başımdan savdıktan sonra bana pek lezzetli süslü ve parlak şeyler göründü "Bunlar nedir?" dedim; "Dünyâ zevkleri ve zînetleridir " denildi Dünyâ ve onun göz kamaştırıcı lezzeti ve çabuk tükenen nîmetleri kendine çekmek istedi fakat Allah beni onlardan da korudu Onlara hiç kıymet vermedim Bunun için kaybolup gittiler Sonra Allahnın rızâsına kavuşma yolunda insanın önüne çıkan mânileri, engelleri gördüm "Bunlar nedir?" dedim "Senin içinde bulunan mânîlerdir " denildi Bunlara üstün gelebilmek için bir sene uğraştım
Sonra içimi seyrettim Kalbimin birçok şeylere bağlandığını boş hayaller kurduğunu, kendini saraylarda sandığını gördüm "Bunlar nedir?" dedim "Arzu ve isteklerindir " denildi Tam bir yıl uğraştıktan sonra kalbimi onlardan temizleyebildim
"Yine nefsim kendi şeklinde bana gelir, kendine dost olmam için yalvarırdı Yüz vermeyince zor kullanmak isterdi Bir kere onu, bütün hastalıkları üzerinde, arzu ve istekleri dipdiri, şeytanları emrine hazır olarak gördüm Bir sene mücâdele ettim Allah'ın izni ile hastalıklarını iyileştirdim, arzu ve isteklerini kırdım, şeytanlarını kovdum Kısaca nefsimle tedrîcen, safha safha mücâdele ettim "
"Bütün bunlara rağmen, henüz matluba, maksada ve asıl istediğime varamamıştım Bunun için, tevekkül, şükür ve zenginlik gibi kapıları denedim Aradığımı fakirlik kapısında buldum Burada büyük bir şerefe kavuştum, kulluk sırrına erdim, sonsuz hürriyete ulaştım Bütün arzu ve isteklerim buz gibi eridi Bütün beşerî sıfatlarım kayboldu Gönülden Allah’dan başka her şeyi çıkarıp, hep O'nunla olmak olan "fakr" mertebesine ulaştım"
"Nihâyet bütün varlıklardan yüz çevirdim Her şeyim Allah için oldu Sahralarda cezbe hâlinde kendimden geçmiş olarak dolaşırdım Kendime geldiğimde kendimi bulunduğum yerlerden çok uzaklarda bulurdum Bir gün bu halde bir saat kadar yürümüştüm Sonra kendimi Bağdad'a on iki günlük uzaklıkta bir yerde buldum Düşünceye daldığımda bir ses bana; "Sen ki Abdülkâdir'sin, buna hayret mi ediyorsun?" dedi "
"Sahralarda dolaşırken "Ol" sözü ile ihsân olundum Allah'ın izni ile istediğim olurdu Bunun için çok şey buldum  Sonra böyle yapmaktan hayâ ettim Allah’a karşı edebi gözeterek hepsini terk ettim "
Abdülkâdir Geylânî bu uzun dolaşmalardan sonra Bağdad'a dönüyordu Hazret-i Hızır önüne çıkıp, şehre girmesine mâni oldu "Emir var Yedi sene Bağdad'a girmeyeceksin " dedi Bu sebeple, Bağdad'ın kenarlarında yedi yıl, yerden biten mübah bakliyatı yiyerek bekledi Bildirilen müddet bitince; "Ey Abdülkâdir! Bağdad'a gir, serbestsin " diye bir ses duydu Soğuk ve yağmurlu bir gecede Bağdad'a girdi Doğru Şeyh Hammâd bin Müslim Debbâs'ın zâviyesine geldi ve geceyi orada geçirdi Sabahleyin Şeyh Hammâd Debbâs onu görünce ağlayarak; "Oğlum Abdülkâdir! Bu devlet bugün bizim, yarın sizin olacaktır " dedi
Bir müddetten beri Bağdad'da bulunan Abdülkâdir Geylânî fitne ve karışıklıklar olunca tekrar sahrâlara çıkmak istedi Hibe kapısı denilen yere gelince; "Nereye gidiyorsun? Dön, herkes senden faydalanacak " diyen bir ses işitti "Ben dînimi kurtarmak istiyorum " dediğinde; "Korkma, dînine bir zarar gelmeyecek " denildi Düşünmeye başladı ve bu işin hakîkatını bildirmesi için Allah’a yalvardı Bu esnâda Muzafferiyye denilen yerden geçerken birisi kapıyı açıp; "Ey Abdülkâdir! Buyurun " dedi Yanına varınca; "Söyle, dün Allah’dan ne istemiştin?" dedi Abdülkâdir Geylânî şaşırıp cevap veremedi Bunun üzerine o Zât kapıyı şiddetle yüzüne çarptı Dün Allah’dan ne istediğini düşünerek yürümeye başladı Biraz sonra o zâtın Şeyh Hammâd Debbâs olduğunu hatırladı
Bundan sonra onun sohbetlerine gider, halledemediği, çözemediği esrarı, gizli şeyleri ondan sorardı O da ona bir bir açıklardı Bâzan ilim öğrenmek için başka taraflara gittiğinden onunla görüşemezdi Dönünce hocası ona; "Allah aşkına nerelere gidiyorsun? Bu civarda senden daha âlim birisi var mı?" derdi Şeyh Hammâd'ın müridleri ona bâzan; "Sen âlim birisin Burada ne işin var, buradan gitsene " derler; Şeyh Hammâd da onlara; "Utanmıyor musunuz? Onu buradan kovmak mı istiyorsunuz İçinizde onun gibisi yok Benim ona eziyet ettiğime bakmayın Onu imtihan etmek, denemek, mânen kemâle ermesi, olgunlaşması için böyle yapıyorum, mânâ âleminde onu koca bir dağ gibi görüyorum " derdi
Yine bir sohbet toplantısında, Abdülkâdir Geylânî dışarı çıkmıştı Şeyh Hammâd; "Şu genci görüyor musunuz? Bir zaman gelecek ayağı bütün velîlerin boynunda olacak, her velî ona itâat edecek " dedi
Başka bir gün o gelince ayağa kalkıp; "Hoş geldin Abdülkâdir! Sen âriflerin, Allah’ı tanıyanların seyyidi, efendisisin Senin sancağın doğudan batıya kadar dalgalanacak Bütün boyunların sana eğileceğini ve akranlarının üstünde bir dereceye ulaşacağını müjdelerim " dedi
Zamânındaki diğer evliyâ da kerâmet olarak ileride onun derecesinin yüksek olacağını haber verdiler Abdülkâdir Geylânî zaman zaman Şeyh Tacül ârifîn Ebü'l-Vefâ hazretlerinin yanına giderdi Ebü'l-Vefâ hazretleri o gelince ayağa kalkar, yanındakilere; "Ayağa kalkın, evliyâdan biri geliyor " derdi Ona karşı bu şekilde iltifât etmesine hayret eden talebelerine; "Henüz zamânı var Vakti gelince, okumuş, câhil herkes bu gence muhtâc olacak, onun feyzinden, mânevî ilminden faydalanacaktır  " derdi Bir defasında da; "Ey Bağdadlılar! Allah’a yemîn ederim ki, onun başında bir ucu doğuda bir ucu da batıda olan sancaklar dalgalanacaktır " dedi ve Abdülkâdir Geylânî 'ye dönüp; "Bugün söz bizim fakat ilerde senin olacak O zaman bu ihtiyarı hatırlarsın " diye hitâb etti
Nihayet Abdülkâdir Geylânî Bağdad'da insanları irşâda, Allah'ın beğendiği yolda bulunmaya dâvete ve nasîhat etmeye başladı Bir gün kendini nûrların kapladığını gördü Bu hal nedir diye sorunca, Resûlullah efendimiz Allah'ın sana verdiği yüksek dereceyi tebrik etmeye geliyor, denildi Nûrun git-gide çoğaldığı bir anda Resûlullah efendimiz görünerek bir elbise verdiler Sonra; "Bu, kutubluk denilen velîlere âit evliyâlık elbisesidir " buyurdular
Resûlullah efendimizden Hazret-i Ali vâsıtasıyla gelen feyzler, mânevî ilimler ondan sonra Hazret-i Hasan ile Hüseyin ve on iki imâmdan diğerleri ile devam etti Bunlardan sonra gelen evliyâya feyzler hep on iki imâm vasıtasıyla geldi Abdülkâdir Geylânî dünyâya gelip velî oluncaya kadar hep böyle idi Fakat o evliyâlıkta yüksek dereceye kavuşunca, on iki imâmdan gelen feyzler, ilimler, bereketler onun vâsıtasıyla geldi Başka hiç bir velî bu makâma ulaşamadı Bunun için; "Önceki velîlerin güneşi battı Bizim güneşimiz ufuk üzerinde sonsuz kalacak, batmayacaktır " buyurdular Kıyâmete kadar, her velîye feyzler onun vasıtasıyla gelecektir Bunun için kendisine "Gavs-ül-A'zam(= En büyük Gavs) " denildi İmâm-ı Rabbânî bu hususda onun vekîlidir
Abdülkâdir Geylânî 'nin evliyâlıktaki derecesinin yüksekliğini zamânındaki bütün evliyâ kabûl etmişti Şeyh Halîfet-ül-Ekber anlatır: Rüyâmda Resûlullah efendimizi gördüm "Yâ Resûlallah! Şeyh Abdülkâdir, ayağım bütün velîlerin boynu üzerindedir, diyor ne buyurursunuz?" diye sordum "Doğru söylemiştir O benim himâyemde bir kutubdur, bu nasıl olmasın?" buyurdu "Adiyy bin Müsâfir; "Bu sözü yalnız o söyledi, başkasından duymadım O bununla kendi zamânındaki ferdiyet denilen makâmını açıklar Onun gibi hiç kimse böyle söylemeğe mezun, izinli değildir " der
Abdülkâdir Geylânî bu sözü söylediğinde, yeryüzünde velîler boyunlarını ona doğru uzattı O anda boynunu uzatanlardan biri Ahmed Rufâî'dir Ona niçin böyle yaptığını sorduklarında şöyle dedi: "Şu anda Abdülkâdir Bağdad'da "Ayağım, her velînin boynundadır" diyor Ahmed Rufaî; "O bu sözü mânevî emirle söyledi " dedi
Ebû Medyen Mağribî de; "Evet ben Mağrib'de ona boynunu uzatanlardan biriyim " buyurdu
İbn-i Hacer-i Askalânî hazretleri de; "Bunun mânâsı, ilerde o kadar kerâmet gösterecektir ki, inâd eden ve doğru yoldan sapanlardan başkası onu inkâr etmeyecektir " dedi
|