Prof. Dr. Sinsi
|
Parkta
Oturduğum banktan otuz kırk metre ilerdeki Atatürk'ün anıtına bakıyorum At üstünde  Dalıp gittim bir süre anıta bakarak Bir ara, sanki canlanmış gibi oldu anıt Sonra denize doğru baktım, Mustafa Kemal'in 19 Mayıs 1919 günü karaya ayak bastığı Park İskelesi'ne  Ta ilerde, ak bir vapur, gittikçe yaklaşmaktaydı kıyıya  Vapuru karşılamak üzere, kayıklar, motorlar hazırlanmıştı
Ben böyle bakarken, dizime, «şıp» diye kuş pisliği düştü Başımı yukarı kaldırınca, köknarın dalındaki kuş, uçup gitti Kuşun pisliğini, elimdeki gazeteden yırttığım parçayla sildim Pislik daha çok öyüldü Bu kez cebimdeki mendilimi çıkardım, ucuyla silmeye başladım Biraz temizlenmişti pisliğin düştüğü yer Mendilimi katlayıp koydum cebime Bu ara, yanlarında bir erkek çocukla, biri yaşlı, öteki genç iki kadın geldi, karşımdaki banka oturdular Beş yaşında olduğunu tasınladığım çocuğun konuşmasından, genç kadının anası, yaşlının da ninesi olduğunu anladım
Genç kadın iyice terlemişti Çarşaflı da olsa, doğmasına az kalan bir bebeye yüklü olduğu hemen göze çarpıyordu Yüzündeki boncuk boncuk terleri silerken, yüzünün al al benekleri siliniverecek gibiydi
Güzel giyinmiş, orta yaşlı bir kadın, elinden tuttuğu altı yedi yaşlarındaki oğlu ile, aramızdan geçtiler; anıtın Önünde durdular
Çocuk:
«Anneciğim, heykel ne kadar da yüksek; nasıl yaptılar bunu? Ah anneciğim, beni bindiren olsa Atatürk'ün yanına  » diye söyleniyordu
Anası:
«Gel şu banka oturalım,» dedi Sağ yanımdaki banka gelip oturdular
Çocuk boyuna sorular soruyor, anası yanıtlıyordu Kadın bir ara çantasından aynasını çıkarıp yüzüne bakmaya başladı Dudağının boyasını düzeltti mendiliyle Sonra aynayı çantasına koydu Çantasından bir sigara paketi çıkarıp içinden birini dudaklarının arasına yerleştirdi Küçücük çakmağı ile ateşledi Paketi, çakmağı çantasına koyup kapattı Bacak bacak üstüne attı Denize bakarak, sigarasını içiyordu
Kadının uzun parmakları, uzun ve boyalı tırnaklarıyla daha da uzun gözüküyordu Düzgün ve güzel bacakları, yüksek ökçeleri üzerinde, mini eteğinin altında daha da güzel görünüyordu Kırmızı boyalı kalın dudakları, gene kırmızı boyalı uzun tırnakları, uzun parmakları, düzgün ve güzel bacakları, giyimi kuşamı, sigara içişi, ister istemez ilgiyi çekiyordu
Çocuğunu da güzel giydirmişti
Anasının önünde, rahat bir oyun tutturmuş, oyalanıp gidiyordu çocuk
Ana ile oğlundan gözlerimi, karşımda oturanlara, daha önce gelenlere çevirdim
Yaşlı kadın, boynunu bükmüş, kara çarşafının içinde, hasta koyun gibi düşünüyordu Genç kadın ise, kıskançlık, imrenme gibi duyguların şimşeklendirdiği gözleri ile, sağ taraftaki bankta oturan kadını izliyordu, ikisinin arasında oturan esmer çocuk, oynamakta olan öteki çocuğa bakıyordu İki kara üzüm tanesi gelip, göz çukurlarına oturmuş gibiydi  
Sağ bankın önünde oynamakta olan çocuk, oyunu bırakıp:
«Anne, kalk pastaneye gidelim; pasta yiyelim,» dedi
Anası kalktı:
«Haydi bakalım,» dedi
Ana oğul, karşı bankta oturanlarla aramızdan, rahat ve düzgün adımlarla geçtiler
Karşımdakilerin üçü de, gidenlerin arkasından ilgiyle bakıyorlardı Gidenler epey ıraklaştıkları halde, yüksek ökçelerin çıkardığı sesler duyuluyordu
Bir sigara daha ateşledim
Karşı banktaki çocuk, giden çocuktan öğrendiği oyunu oynamaya başladı
Simit satan bir çocuk, simit dolu tepsisi ile; «Gevrek simit! Taze simit! Yirmi beş kuruşa simitleeer!» diye bağırarak geçti yanımızdan Çocuk, oynamakta olduğu oyunu bırakarak;
«Simit al bana ana!» dedi
Anası:
«Para yok,» dedi sertçe
Çocuk gene üsteletince:
«Zıkım yi!» diye bağırdı
Çocuk somurttu Artık simit lâfı etmiyordu; ama, kara üzüm gibi gözleri, ıraklaşan simit tepsisindeydi  
Anası, oturduğu yerden kalktı, çarşafını düzeltti; yaşlı kadına:
«Kalk gidelim, » dedi
Yaşlı kadın, yorgun vücudunu doğrulttu; yuların kırış kırış ettiği yüzünü iyice gizledi çarşafı ile Boynunu büküp, küsen çocuğa:
«Yarın alırım sana simit yavrum,» dedi, elinden tuttu; yürüdüler  Parkın kapısından çıkarlarken, «simiit!» diye bağırarak, simitçi çocuk gene yetişmişti onlara 
Ben de kalkıp, deniz kıyısına doğru yürüdüm
Behzat Ay
|