Geri Git   ForumSinsi - 2006 Yılından Beri > Sinsi Eğlence > Bir Tutam Hikaye

Yeni Konu Gönder Yanıtla
 
Konu Araçları
zana

Zana

Eski 07-11-2012   #1
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Zana



Z A N A
İliklerine kadar işleyen bir soğuk havaydı Kasım ayıydı
Yağmurların önünü bıçak gibi kesen bir fırtına, küçük bedenini kuşatıyordu
Tüyleri rüzgârda dağılırken, sessiz çığlığını yolluyordu yüreğinden yansıyan renklerin diyarına
Geçtiği sokaklara bırakarak gölgesini, uzak yerlerin bilinmeyen kuytusunda bir yerler arıyordu
Üç aydır sokaktaydı Çok hastaydı Ve kendisini üşüten bir cehennem yangınının tam ortasındaydı
Kar beyazı tüyleri kirden ve yağmurun çamurlaştırdığı yerler yüzünden gri bir renk halini almıştı
Bu yağmurlarda bulanırdı hep rengi düşlerinin ve bu yağmurlarda karışırdı birbirine kokuları çiçeklerin
Bir dama taşı gibi hayatın içine serpilen faklar, tuzaklar ve en olmadık şeylerin ardına gizlenebilen korkuları vardı
Çok değil; üç yıl önce, henüz anne sütündeyken büyük heveslerle eğlenceli bir oyuncak gibi alınmıştı
Terrier ırkındandı İnsanların; küçük, kedi kadar, büyümeyen cins diye tanımladıkları köpeklerdendi
Satın alınmasının sebebi de buydu zaten Oysa; onun, yırtılan gökkuşağı burcundan
kollarını açarak gelen sevda gemileri ve kokusunu, sıcaklığını hala hatırladığı annesi vardı
-----------------------
Getirildiği evde kendisine gösterilen ilgi, lezzetli mamalar, parfümlü banyolar, çeşit çeşit oyuncaklar mutlu ediyordu onu
Sırayla dolaştırıldığı kucaklar, yatırıldığı yumuşacık yataklar, dolaştırılmaya çıktığı yemyeşil kırlar mutlu ediyordu
ve yaşamın tüm çiçekleri gözbebeklerinde yeşeriyordu
Yaklaşık, iki yıl geçmişti aradan
Bir gün, sahipleri onun anne olmasını konuşuyorlardı Telaşlanmıştı
" O'da her dişi gibi annelik duygusunu tatmalıydı Zamanı da gelmişti zaten Hem, hayvan bakmak sadece yemek vermek değildi Bütün ihtiyaçları düşünülmeliydi Bu da bir ihtiyaçtı Anne olacaktı" Karar verilmişti
Uygun bir baba adayı ve doğacak çocuklara yuva aranmaya başlandı
Anlamıştı ki; ne gördüğü rüyalar kadar basitti her şey, ne de yaşadıkları kadar karmaşıktı Onun, kendi dünyasına ait düşleri vardı yalnızca
ve rüyalarının onu götürdüğü yerleri bir türlü anlatamamıştı
Uzun süren aramalar boşa çıkmış ve kendisine uygun bir baba adayı bulamamışlardı Bulunanlar ise hep kendisinden daha iri köpeklerdi
Ama, ısrarlıydı evin çocuğu Küçük küçük köpekleri olmalıydı Ve onlarla oynamalıydı Nazlanmalar, surat asmalar ve şımarık ağlamalar anne ile babayı arayışa zorluyordu
karar kesindi Bulunan ilk beyaz tüylü Terrier, büyük de olsa baba adayı olacaktı
Kendisine acı veren bütün olaylardan kaçmak, yeni ufuklara yelken açmak istiyordu
Ve kendisinin yaklaşık üç boy büyüğü kadar bir erkek bulunmuştu
İçini mutlu zamanların doldurduğu dünleri unutmak istiyordu
Unutmaya çalıştıkça, hatırlatıyordu kendini kendisini kurtulmak istediği bütün şeyler
O; paylaştığı sevgiyi dolu dolu yaşamak istiyordu, ama incinmekten korkuyordu
Sırayla yıkanıp temizlendiler Ve beyaz tüyleri itina ile taranıp parfümlendiler
ve evin en küçük odasına terk edildiler
Bir türkü sızdı eşikten, yitik sevgiler ülkesine Çiçek açtı çilekler kendisine çıkan bütün yollarda
İçinde dinmeyen bir ezgi, yağmurlar yağdırdı baharlarına
" ekin ekin ekiliyor
küçük kız gelin oluyor
bu gelin çok da küçüktür
ağzında dili dönmüyor
oy gelin, nazlı gelin
ta küçükten sözlü gelin
zalim kurşun yar mı alır
kadersiz kısmetsiz gelin"
Günlerce, sahiplerinin ilgisinden uzak o odada kaldılar Yemek ve tuvalet ihtiyacı zamanları haricinde yalnız bırakıldılar
Bu işi hiç istemiyordu Üstelik korkuyordu
Sürekli yatak ve koltuk altlarına gizlenerek kendini korumayı düşünüyordu
Birkaç günü böyle atlatmıştı
çünkü, onun beklediği başka baharlar vardı
Ama; bir gün, sahiplerinin kendisine öfkeyle bağırmaları ve kendisini bu ilişkiden koruma çabalarını kapris olarak algılayarak üzerine yürümeleri onu yaralamıştı
Panik içindeydi Direnci kırılmıştı Kaçmak istiyordu
Sevmeyi bilmeyen yüreklerden kaçmak ve sokak sokak tüm dünyayı solumak istiyordu
Ve o gün, erkek köpeğin kendisini kıstırarak adeta tecavüz edişini tevekkül ile karşılamıştı
Birkaç günü daha böyle geçirdiler Mutluydu evin çocuğu ve ötekiler
Ve ertesi gün, doğacak yavrulardan bir tanesinin sözü ile baba köpeği sahiplerine geri verdiler
Sahte gülüşler yansıdı karanlığın aynalaştırdığı camlardan
Yitirdiği mahzun duygulara yağdı, taş duvarların sökülmeyen bütün kirleri
oysa; o yalnızca kendisine el uzatmak istemişti
Artık bir anne adayıydı Kapatıldığı arka odadan alınmıştı
ve yine eskisi gibi, kucaklardaydı
Ama, kan yağıyordu sokaklara ve içinde ölen bir çocuk vardı
O'mu, yoksa hayatın kendisi miydi yabancılaştıran onu yaşamın içindeki esintilere
artık anlam veremiyordu hiçbir şeye
------------------------------
Aradan geçen birkaç ay sonunda, sancılar başlamış, doğumun zamanı yaklaşmıştı
El bebek gül bebekti
Ve, bir hafta sonra beklenen gün gelmiş çatmıştı Doğum başlamıştı
Ama, yolunda gitmeyen bir şeyler vardı Yavrular çıkamıyordu
Ikınmaları ve acıyla haykırışları bir işe yaramıyordu
Acıya bandığı yüzü kasılıyor, soluğu giderek yavaşlıyordu
Kan içindeydi
Evde bir telaşlı koşuşturmaca başlamıştı Aceleyle bir doktora gidildi
Düğüm düğüm çığlığına sanki bir hançer saplanmıştı
Doğacak çocuklar, baba köpeğin kendisinden daha iri olması yüzünden olmaları gerekenden daha büyüklerdi Ve normal yoldan doğmaları neredeyse imkansızdı
Gücü tükenmişti Baygındı
Sezaryenle doğum için hemen ameliyata alındı Üç yavrusu olacaktı
Yaşamalıydı
Kuraklaştırılmış karanfil tarlalarına, göklerin kan kırmızı şafağına, pencerelere konan kuşlara sözü vardı
Yaşayacaktı
Ama, yavrulardan ikisi ölmüştü Üçüncü yavruyu hemen aldılar
Sahipleri; bir yavruyu yeterli bularak, hazır karnı açılmışken ve daha baygın iken onun kısırlaştırılmasını da istediler
Gün iki zaman içinde kanıyordu Masada, bir bebek gibi yatıyordu
Kısırlaştırılmıştı
Karnındaki on santimlik kesiği bir çırpıda diktiler
Ve; uyanır uyanmaz, yatırıldığı kendi çıkmazından acılarıyla beraber taburcu ettiler
Karnındaki ameliyat yarası hızla kapanıyor, bebeği de büyüyordu
Evin çocuğu ve ötekiler yeni oyuncaklarını kucaklarından indirmiyorlardı
Bütün ilgi yavrunun üzerindeydi
Çocuğunu her emzirişinde, dikiş yerleri büyük acılarla ciğerini yakıyordu
Meme başları da tahriş olmuştu
Kurumaya yüz tutmuş bir fidan gibiydi Yaşama dönsün diye yanına bir arda dikilen ve bu ardaya iplerle sabitlenen bir fidan
Ve üç " dört ay daha geçti aradan
Yavrusu iyice büyümüştü Bu eve geldiği ilk günü hatırladı
Yavrusuna gösterilen ilginin aynını yaşamıştı o zamanlar
İçi burkuldu bir an Ama, çocuğuna gösterilen ilgi ve onun yaşadığı güzel zamanlar ve mutluluklar başında çöreklenen hüzün bulutlarını dağıtıyordu
Zaten, başka bir şey de beklemiyordu
Bu kırılgan yürekle bile ısınmayı öğretmişti ona hayat;
ve artık varlığı unutulmuştu
---------------------------
Aradan birkaç ay geçmişti ki, karın bölgesi büyük acılarla yanmaya başladı
Bir süre sonra da, tuvaletini rahat yapamaz olmuştu
Bağırsaklarında, bütün vücudunu saran bir yangın vardı sanki
Adeta, çelik damlıyordu içine kan rengi ışıltısıyla Çok acı çekiyordu
Acılardan arındırarak, baştan yaşamak için herşeyi zamanı geriye çevirmek istiyordu
Bastırmaya çalıştığı acıları yüzünden iki büklümdü Sanki, sokaklarda yaşayan korkuyla kuyruğunu ve belini bacaklarının arasına doğru bükerek dolaşan hemcinsleri gibiydi
Ve bu durum, belinden aşağısını ve kemik yapısını deforme etmişti
Artık, doğru dürüst yürüyemez olmuştu
Büyük bir ihtimalle, ameliyat yeri içerden enfekte olmuş ve enfeksiyon zaman içinde bütün vücuduna yayılmıştı Ağrıları buradan kaynaklanıyordu
Yüksek enfeksiyon sonucu, anal bölgede yanmalar başlamış ve artık tuvaletini de yapamaz olmuştu Yapsa bile çok az ve kanlıydı
Ve onun bu durumu, sahiplerince farklı bir şekilde değerlendiriliyordu
Bir gün konuşurlarken duymuştu:
"-Her tarafı pisletiyor bu hayvan Bunu ya bahçeli evi olan birine verelim, ya da salalım gitsin" diyordu evin hanımı
Bir sızının yağmuru düştü büyüyen çığlıklarla Ve içine kızgın bir şeylerin aktığını hissetti
Gözlerine yavrusu ilişti Farkında olmadan hiçbir şeyin, evin çocuğuyla oynuyorlardı
Bir gülüş ışıldadı gözlerinde
Dönüşsüz bir vedanın kıyısında, hatıralarına yasladı yorgun bedenini
Anlamıştı ki; artık bu ev olmadan, bu insanlar, bu yiyecekler, yataklar ve çocuğu olmadan yaşayacaktı serüvenini
--------------------------
İliklerine kadar işleyen bir soğuk havaydı Kasım ayıydı
Ve yıldızlar, her zaman olduklarından daha uzak görünüyorlardı
Dün gülen gözleri, bugün yarım kalmış öykülerin sızısıyla bakıyordu
Renksizliğinde kaybolmamak için aynaların, bıçak sırtı yollardan taşıyordu hayatını
Üç aydır sokaktaydı Çok hastaydı
Açlıktan ve bakımsızlıktan beyaz tüyleri yer yer dökülmüştü
Bir sigara uzunluğunda ve kalınlığında olan kuyruğunda ise uç tarafı hariç, adeta hiç tüy kalmamıştı
Enfeksiyonla yayılan hastalığı bütün vücudunu kaplamıştı
Ve; artık ciğerleri de tükenmekteydi Rahat nefes alamıyordu
Sanki oksijensiz bir odadaydı Çok öksürüyordu
Şehrin damarlarında, yitirdiklerinin ıssızlığını ve yediveren türkülerinin kokularını karıştırarak yürüyordu
Sokaklar, yarım kalan şeylerin hüznüyle doluydu
Aslında atıldığı evi bulabilirdi Birkaç kez geri dönmeyi düşünmüştü, ama yapamamıştı
Çocuğu o evdeydi ve mutluydu Sıcak bir yatağı ve tabağında mamaları vardı
Varsın açlığın, yokluğun ve ürkülerin sağanağıyla yansın günler, varsın bir doğum sancısıyla açsın gelincik ve en duyarlı yerlerinde yanan ateşlere kan yağdırsın gökler
Biliyordu ki, çocuğu şimdi sıcacık kollarda yatmaktaydı
Gözleri ışıldadı
Amaçsız adımlarla sokakları, caddeleri dolaşıyor, gündüz saatlerinde ise otobüs duraklarına sığınıyordu
Çünkü; hala tüm sesleri hep dost tınılar olarak duyuyordu
Belki bu kalabalık insan güruhu içinde kendisini farkeden, acıyan biri çıkar diyordu
Başının okşanmasını, biraz yiyecek verilmesini ve hatta kendini güvende hissedebileceği bir yerlere götürülmesini düşlüyordu
Ama, böyle değildi hiçbir şey Hep kovalanıyor, hep tekmeleniyordu
Hayat, tüm sahiciliğiyle yakıyordu hayallerini
Bütün sevgi çiçeklerinin gülen yüzüyle kalabalıklaştırdığı yüreği, şimdi isimsiz bir zemheriyi üşüyordu
Bazen; küçük çocukların, onu alıp birkaç gün apartmanların bodrumunda sakladıkları ve yiyecek verdikleri olmuştu
Ama, her defasında annelerinin -Bırak o pis şeyi, çabuk eve gel! gibi azarları sonunda yine yalnızlığına geri dönüyordu
Bunca sevgisizliğin bir arada yaşandığı ve yaşanan bütün bu talanın sıradanlaştığı bir dünyada, biliyordu ki anlatamayacaktı kimseye yaşadığı hüzünlü serüveni
Ve anlatamayacaktı, üstünde durduğu sevgi köprüsünü
Dikenlerinin kuşattığı bir gül goncası gibiydi Belki de, bütün suç acılarının görülmesini engelleyen güzelliğindeydi
--------------------------
Ağustos'un sonlarıydı Geceydi Karnı çok açtı Kedilerin nafaka aradıkları çöp poşetlerinden birini bulmalıydı Ve bir şeyler bulup yemeliydi
Bir patikada yitirdiği adımlarıyla dolaşmaya başladı sokakları
Korkutuyordu onu karanlıklar; ve acıları, açlığı
Dalgın dalgın, baktığı yeri göremeyen bakışlarla birkaç sokağı daha geçti
Ve birden, duyamadan gecenin yırtılan sesini, parlak bir ışık çarptı gözlerine
Kulaklarını sağır eden gürültüyle tonlarca ağırlıkta bir demir kütlesi vurdu çelimsiz bedenine
Demirin soğukluğuyla ağacın koruyuculuğu arasında bir yere acıyla savrulmuştu
Hızla geçen bir araba onu altına almış ve sol bacağını kasığına yakın bir yerden
kırmıştı Şoktaydı Acı duymuyordu
Üzerinden hızla geçen aracın arkasından baktı Gözlerinin bebeğine ve bacağının acıyan yerine, ölümün bam telinden aktı kırmızı renkli lambaları
Bir sigara boyunda ve kalınlığındaki o zayıf bacağını kullanamıyordu artık
Ve; bir yenisi daha eklenmişti biriktirdiği acılarına
Hangi günahın bedeliydi ki bu, hangi suçun cezası?
Bir zamanlar yaşadığı evde de cezalandırıldığı olurdu
gözleri sahibini aradı
Üç yıla sığan kısacık yaşamı geçti bir an gözlerinin önünden
Ve bir türlü eskitemediği acılarını düşündü
Daha iki aylık iken, ruhuna karşı güçlenen düşmanlardı kapısını çalan
Ve anasının sarıldığı memesinden ayıran
Şimdi; başlangıcın rengi beyaza belenip yeniden, geriye çevrilebilir miydi zaman?
Tecavüze uğramıştı bembeyaz gelinliğiyle Sezaryen ile doğurmuş, çocuklarını da yitirmişti Kısırlaştırılmıştı Ve bütün bu yaşananlar ve ameliyatlar sonucu hastalanmıştı
Artık, ona kalan sevmeler hatırlanmaz olmuştu
Ve hüzünlerini ve hatıralarını saklıyordu bir volkanın gözlerinden fışkıran fesleğen rengi ırmaklarda
Yoktu artık sevinçlerinin damağında kalan tadı
Ne çok sevinç gözyaşlarına banmıştı yaralarının izini ve asmıştı tan yerlerine,
kanayan bir gün batımında üşüyen sesini
Dünyayı yaşanır kılan her şeyi yitirdiği gibi, sağlığını da kaybetmişti
Anal bölge yangısı, belki de fıtık gibi hastalıkları vardı Tuvaletini de yapamıyordu
Yapmaya çalışsa bile, sanki vücudundan et koparılırcasına acı çekiyor,
feryatlar ediyordu
Ciğerleri de kötülemişti Nefes alamıyordu ve bir kuru öksürük hasta ciğerlerine musallat olmuştu
Bunca açlık ve yokluk onu zayıf düşürmüştü Çıplak gözle bakıldığında bile bütün kemikleri görülebiliyordu
Ve kemiklerini örten derisinin üzerindeki kar beyazı tüyleri de yer yer dökülmüştü
Enfeksiyon yüzünden ağzı sürekli kuru kalıyor ve gözlerini ise çapaklar sarıyordu
Gözünün çevresinde kuruyup kalan çapaklar, gözlerinin de enfekte olmasına sebep oluyordu İyi göremiyordu
Gözlerinde, kendisini ele veren bir şey vardı yalnızca;
yüreğindeki "sessiz-sedasız" ölme korkusu
Yatırdı düşlerini beyazın kucağına Şimdi gözlerinde biriken bütün renkler ve
suskunluğunda biriken anlamlar artık hüznün rengi esmerdi
Eğilip bacağına baktı Kırılan yeri diliyle yalamaya çalıştı
Belini oynatması acısını biraz daha fazlalaştırmıştı Canı yanıyordu
Gözüne, karnındaki ameliyat yeri takıldı Ucundan siyah bir ameliyat dikiş ipliğinin sarktığı, on santimlik izdi
Doğumdan kalan bu ize burnuyla dokundu Her taraf yavrusu koktu
Şimdi onun sırtı pekti, karnı toktu Ve belki de, şu anda sıcak bir yatakta uyuyordu
Gözlerine, bir gülüşün ışığı doldu Bu; gülmenin ona en çok yakıştığı andı
Zorlanarak kalktı Bacağını sürüyerek, koyuldu yola;
karnı hala açtı
Sokak lambalarının ölgün ışığı yağdı, adımlarını takip eden minik kan damlalarının izine
Ertesi günün sabahında, koyulaşarak asfaltın kara rengine gizlenen ve kimsenin
farkına bile varamadan geçip gideceği kan izlerine
Günler yorgun haftalara taşıdı zamanı Haftalar, dilsiz akşamlarla birikti aylar içinde
Ve; kırkı çıkmış kırılgan hayat ve kırılan bacağı ve kırılan minik yüreği kaynadı,
yakın bir yerden eski yerine
Artık, sekerek de olsa yürüyebiliyordu
Ama, bu soğuk havalar yok mu? İşte, bu havalarda bacağı ciğerlerine kadar ağrıyordu
Hayat neden bu kadar acımasızdı ki? Ve bu acımasızlık böyle sürecek miydi?
Bu muydu ait olduğu dünya?
Peki; neydi o zaman bu yabancılık, bir türlü anlayamadığı bu keşmekeş,
bu curcuna; neydi?
Sonu hep soru işareti ile biten düşüncelerin parantezindeydi sokaklar
Ve; farketmeden çaresizliğini, yanından geçip giden tüm yolcular
Tadını bilemeden kaç çeşit yiyeceğin ve tanışamadan sıcaklığıyla kaç dokunuşun ölüme kıyılanmış topraklarda baş veriyordu goncası
oysa, hayat başkaları için ne kadar basitti
Gözlerindeki ışığa yabancılaşan kamaşmayı özlüyordu inatla
Bir çığlık ardıllandı, karanlığın vücuda büründüğü cam kırığı iki zamana
Issızlığa büründü evlerin kapıları ve bir ölüm sessizliğindeydi her taraf
belki de duymak istemeyenler için öyleydi yalnızca
Artık yoktu yemeğinin öğünü Ve uykusuna yumuşak yerler yoktu
Ve sadıktı rahat bırakmayan geçmiş; ve büyüyen bir yalnızlık aksatmasız randevusuna
ve bir kelebek uçtu gitti yanından
Bu kadar alçaktan uçtukları zaman yağmur yağardı
üşüyordu
Gözlerini terketmeyen ürkek çocuksu bakışlarıyla ve sanki bir yere yetişmenin
Telaşlı aceleciliği ile yürüdü yalnızlığının içine
Ardında bıraktığı yolların kendisini nereye götürdüğünü bilmiyordu
Mutluluğu düşlüyordu, mutlu olamayacağını bile bile
------------------------
Apartmanların arasında, terk edilmiş bir binanın yıkıntıları arasındaydı
Sığındığı bu binanın enkazını; çevreden atılan eski eşyalar, inşaat molozları,
çöp torbaları ve bunların arasından gökyüzüne el vermeye çalışan ayrık otları,
yabani çalılar adeta saklıyordu Burada kendisini güvende hissediyordu
Yitik bir oyuncak gibiydi
Artık taşımakta zorlandığı küçük ve hasta vücudunu emanet ettiği bu viranede saklıyordu Ve; içinde hala mucizelere inanan bir yer vardı
Hayatın en kırılgan yerinde, bir gün mutlaka güneşi tutacaktı
ama; bu, kendini yalnız hissetmesi yok mu?
Ve umudunun üzerine yağan bu yağmurlar ve giderek onu üşüten bu yalnızlığının
avazı yok mu?
bu yağmur, bu soğuk;
ve baştankaraları ürküten kıvılcımların dansı yok mu?
ıslanmaya başlamıştı
Oysa, ne çok hayat akıp gidiyordu Ve yanıyordu gönül kıyıları
Ve parçalanmış anın soğuması, ısınmasından daha çok zaman alıyordu
Hastalıklarının ve açlığının onu bu yarı açık mekana mahkum ettiği günlerden birini daha tüketmişti
Tükenen zamanın, kendisini de tükettiğini hissediyordu
Son bir güçle kalktı Susamıştı
Yıkıntılar içinde gölcüklenen bir su birikintisinin başına gitti Birkaç damla su içti
Ay ışığının aynalaştırdığı birikintide yeniden kendi gülüşü karşıladı onu
Bütün ürküleri saran bir gülüş saklanmıştı beyaz tüylerin arasında
Ve, yaşadığı bu acıları var olmakla karşılaştırıyordu
Üzerini kirli bir bez parçasının örttüğü, küçük taş parçalarının kümbetini yatak gibi kullanıyordu Usulca, yatacağı bu yere doğru gitti Yorgundu
uyumak istiyordu
Bir zamanlar yaşadığı ve daha sonra sokağa atıldığı evi hatırladı
Başını koyup, güven içinde uyuduğu sıcacık kucakları
İyi anıların ve kötü zamanların bir arada yaşandığı kabuslar kuşatıyordu uykularını Ve bir türlü, girdiği kabuslardan çıkamıyordu
Koskoca bir karanlık vardı şimdi onu bekleyen
ürperdi
Umutların tükendiği yerler vardı yaşamda
Ve hiçbir güneşin diriltemeyeceği acının çiçekleri
ve biliyordu ki, hayat asla cömert değildi
oysa; birçok şey, o kadar az şeye bağlıydı ki
e
Uykusunun en derin yerindeyken sesler çarptı kulağına
Barındığı yerin yakınında birileri vardı Korkuyla çarptı yüreği
Kaçmakla saklanmak arasında gitti geldi düşünceleri
Ama, vücudunu ezen bir yorgunluk ve yüreğinde biriken sonbahar yaprakları karşı koyamadığı bir ağırlıkla çöktü zayıf bacaklarına
Bekledi, kulaklarını sağır eden yürek çarpıntısıyla
Sesler daha da yakınlaşmıştı
Ama, kendisini rahatlatan bir şey vardı Biliyordu ki; artık karanlıkta farkedilebilecek bir ışığı yoktu
Birden onları gördü Bir kadın ve bir sakallı adamdı bu
Birbirleriyle konuşarak etraflarına bakıyorlar, sanki bir şey arıyorlardı
Korku, ölüm ve heyecanın kıyısından, yaşamın topraklarına doğru gidip geliyordu küçük yüreği
Bu gidiş nerede bitecekti?
Son tren sesinde aradı sorularının cevabını
Bu gidiş, ölüme kadar sürebilecek bir gidişti ve korkularının üzerine çöreklendiği bu yerde kalmaktan iyiydi
Ölüm okyanusların ötesinde bir yerdeydi Ve bir ayağı, küçük bir toprak parçasındaydı yalnızca
Kararını verdi Uyacaktı, ölümün tüylerine rengini veren davetine
su kokuyordu toprak
Ve kalkarak yerinden, yürüdü gelenlerin ayak sesine
-"İşte burada" diye bağırdı kadın Sakallı adam parçalayarak içinden geçti karanlığın
-"Hemen alalım" dedi kadın telaşla Ve adam eğilerek kucakladı titreyen minik bedeni
Bir kemanın hüzünlü sesinin tanıklığında, göz göze geldiler yıldızların geceyi bezeyen şavkında (13Kasım2001Salı)
Gözlerindeki çekingenliğin, yüzünü kuşatan baştan çıkarıcı masumiyeti ile baktı adama önce
Sabırlı bir koza içinde sakladığı sevgi çiçekleri birer birer açtı, büyük acıların sığdığı minik yüreğinde
ve sıcak bir dokunuş değdi, mahcubiyetini duvak gibi örten bembeyaz perçemine
Yaşamın bestesini selamladı bir küçük dilin sıcacık ıslaklığı
Ve erteledi, kurduğu hayallerden yana öksüzlüğünün acısını
Bedenini siper edercesine ayaza, sımsıkı sarıldı ona adam
Belki de hiç öpülmemiş başına bir buse kondurdu
Zorlukların hükmedemediği bir sevgiyi taşıdığı yüreğiyle baktı adamın gözlerine
Yaban kentlerin duygu ikliminde açtı gecesefası;
biliyordu ki, hiçbir insan bu kadar güzel bakamazdı
Viranenin yıkıntıları aşıldı birer birer Büyük bir binanın içinden hızla geçildi
Ve bir dairenin önüne geldiler
Herkes gibi, onun için de büyülü olan şey yeni olandı Bilinmeyendi
Sabrı, yön gösteriyordu ümidine Telaşla bulundu anahtarlar Ardına kadar açıldı kapı ve bir evin sıcaklığı çarptı yüzüne
Şaşkındı Ve düşüncelerinin yolculuğuna devam ediyordu, attığı her adımda bir boşluk korkusuyla
Vücudunu okşayan eller, başına konan öpüşlerle yedi yemeğini Mutluydu
-"Bir işaret yolla, içimdeki acıları dindir" diye, az mı dua etmişti
Ve her gününe yepyeni umutlarla başlayıp, hüzünle bitirmişti
Sonra, yıkandı iyice Gözkapaklarını kuşatan kuru çapak, tüylerini ve vücudunu kaplayan kirler, takılarak sabun köpüklerinin ardına akıp gitmişti
Hatırlaması gereken şeyler gibi, unutması gereken şeyler de olabilirdi
Sabun köpüklerine takıldı gözleri
Ne çok yükü almış gitmişti sırtından, ne çok yükü;
oysa, yaşam ne kadar basitti
Yemeğini yemiş, suyunu içmiş, yıkanmış, parfümlenmişti
Sıra, evin diğer sakinleriyle tanışma faslındaydı Sakallı adam ile aynı evi paylaşan ve kendinden biraz daha büyük bir siyah terrier ile iki kedi daha vardı
-"Bu senin deden, adı Puda Bu kedi kardeşler ise Kezo ve Sarı Gelin" dedi sakallı
adam Onlardan korkmuştu
Ama; yeni tanıştırıldığı bu dostlar, kendisine sevecenlikle yaklaşmış, onu koklayarak tanıma çabaları göstermeye başlamışlardı
Ama, bir kıvılcım acıttı içini Onun, yalnızca kendinde saklı ve artık bir daha kimselerden duyamayacağı bir adı vardı
El değmemiş hayalleri ile yitirmişti ismini Kimliksizdi
Sanki sesi işitilmişti
-"Sana bir isim bulalım mı?" diye sordu sakallı adam
Değişik değişik isimler sayıyor, sonra da vazgeçiyordu
Sigaranın birini yakıyor, diğerini söndürüyordu Merakla onu izliyordu
Yüzü, bin dokuz yüz otuz'lu yılların eski, siyah-beyaz fotoğraflarındaki gülüşlerinden hüzün akan kadınların yüzü gibiydi
Babasının bir teyzesi vardı Adı Behiye idi
Uzun yıllar Fransa'da kalmış, oraların kültürünü benimsemiş ve İstanbul'a döndükten sonra da aynı yaşam tarzını gerek konuşma üslubuyla, gerek giyimi-kuşamıyla devam ettirmişti Onun da dalgalı, omuzlarının üzerinde bir kısalıkta kesilmiş saçları vardı Özellikle saçları yüzünden ona benziyordu
-"Sana Behiye diyelim mi?" dedi Ama, koyduğu bu ismi kendisi bile beğenmemişti
Bu durum böyle sürüp gitti
Aslında ismin ne önemi vardı Birşeyler eksilirken içimizden isimler bu kadar önemli miydi? Sokakları düşündü;
diğer isimsizleri
Onlar ki, sevgiliye haber götürenlerdi Onlar yeryüzünün sevgi çiçekleriydi
Onlar, sokaklarına ayak izlerini bıraktıkları kentlerin göç ve sevda türküleriydi
Onlar ki, hayatı incitmeyenlerdi Hepsi isimsizdi, adressizdi
Sığındıkları viranelerin, yıkıntıların, saçakaltlarının aynı gökkuşağında buluşmaya
sözleşen külkedileriydiler
Ve hepsi de geldikleri gibi sessiz sedasız gitmişlerdi yaşamın içinden
Ve utandı yüreği birden, uykulardan, doymalardan, gülüşlerden
İşte, hayat böyle birşeydi Onlar, yalnızca kendilerine sunulanı yaşamakla yetinmekteydi
-"Buldum" dedi sakallı adam "ZANA" olsun bundan böyle adın
Oysa o; biraz önce başına konan öpücük ile hayata dönen, bembeyaz gelinlikler içindeki "Pamuk Prenses" ti
Artık uyuma vakti gelmişti Yataklar yapıldı Işıklar söndü
Girdiği yün yorganın içinde, sakallı adamla paylaştı yattıkları kanepeyi
Koltuğunun altına soktu minik vücudunu, başını omuzuna dayadı Sıcacıktı
Bütün aile bu kanepeye sığmıştı Herkes vücuduna göre bir yer bulmuştu
Başında ve vücudunda dolaşan ellerin kendisini mutlu eden dokunuşlarına ve
minik bir siyah zeytin büyüklüğündeki burnuna konan öpücüklere küçük bir dil dokunuşuyla teşekkür etti
-"Biliyor musun Zana, gözleri benim gözlerim gibi bakan diğer kardeşlerinden biriyim ben" dedi sakallı adam
-"Yani; senin anlayacağın ben de bir sokak köpeğiyim, belki de daha önceki yaşamımda öyleydim kimbilir?"
Sesindeki dost tınılar, ıslak öpüşlerle cevap buluyordu
İnsanın uykusunu kaçıracak kadar çok öpücüklüydü Yüzünü kaçırdı
Ve ardından ilk komut geldi
-"Yeter! Yat, uyu artık zilli"
Bu serzeniş, hiç olmadığı kadar mutlu etmişti onu Vücudunu yün yorganın ve sığındığı kolların sıcağına bırakarak ve ağzını şapırdatarak uyudu
Rüyalar görüyordu Vücudu gördüğü rüyalar nedeniyle titriyor, kasılıyordu
Zaten, ısınmak için bir sıcak nefes yeterdi
İlk kez karanlığa karşı koyan sesleri aramıyordu
Sakallı adam, üstünde yatanları uyandırmamak için, sol eliyle yavaşça sigara paketine uzandı Bir sigara yaktı
Kucağında mışıl mışıl uyuyan bu yeni dostu seyretmeye başladı
İnsanlar, asıl zenginliğin karşılıksız ve gerçek sevgi olduğunu söyleyip dururlardı hep Doğruydu
ve; aslında o, yıkıntılar arasında gizlenen kayıp hazineyi bulmuştu
Sabahın ilk ışıklarıyla uyandı herkes Zaten küçücük bir kıpırdanma onları uyandırmaya yetiyordu
Havlamalar, mırıltılar, miyavlamalar, bacağa sürtünerek yürümeler ve şımararak
yatak-yorgan becermeler sardı evin bütün köşelerini
Önce mamaları ve suları konuldu tabaklara Ve sonra sunuldu kahvaltı, sabırsızlıkla bekleyen büyük iştahlara
Balkona konan serçelere, güvercinlere ekmek ıslatıldı, sokaktaki kedilerin-köpeklerin öğünleri hazırlandı ve sonlandı kan ter içinde bu aşina koşuşturmaca
Zana'da ortaktı bu bahçenin güneşle oynaşan çiçeklerine
Ama hastaydı Zana Tuvaletini yaparken zorlanıyor, sanki etinden et koparılıyormuş gibi bağırıyordu Çok acı çektiği belliydi
Telaşlandı adam Ne yapacağını bilemez halde danışabileceği dostlarını ve veterineri aradı
-"Sebze ağırlıklı yiyecekler yedir" dediler "Et kabız yaparDurumu daha da güçleşebilir Yedireceksen, çok az tavuk eti ver" dediler
Pazara gidildi bir koşu, sebzeler alındı Kaynadı tencere ve yemekler yapıldı
Ama, aynıydı herşey Zana'nın durumunda bir düzelme olmuyordu
Bağırsaklarının çalışması için sulandırılmış ballı süt, dışkının rahatlıkla atılabilmesi için zeytinyağı ve son çare lavman gibi uygulamalar da bir işe yaramıyordu Doktora gidilmesi şarttı
Ama zayıf vücudu, tedavisi boyunca verilecek ilaçları, yapılacak iğneleri kaldırabilecek kadar güçlü olmayabilirdi
Vücudunu güçlendirebilmek ve biraz da kilo almasını sağlayabilmek için bir süre özel beslenme uygulanması gerekiyordu
Kemiklerinin güçlenmesi için tavsiye edilen Kalsidin kullanıldı Vanilya kokusunda tatlı bir ilaçtı Zana'nın ilaç içmeyi sevmemesi nedeniyle Kalsidin'i bal, süt ve zeytinyağı ile yaptığı karışımda eritiyor ve sonra da kaşıkla içirmeye çalışıyordu
Zorla içirilmeye çalışılan bu karışımı içmemek için başını çeviriyor, nazlanıyordu Zana
Ağzındaki ilaçlı karışımın birazını yutuyor, kalanını dışarı akıtıyordu Ve tüylerine yapışan bu karışım sebebiyle adeta vanilyalı pasta gibi kokuyordu
Vitaminler, ilaçlar ve düzenli beslenmesi yaklaşık on beş gün sonra az da olsa sonuç vermişti Birazcık etlenmiş, ağırlaşmıştı Bu çok iyi bir gelişmeydi
Biraz daha toparlandıktan sonra, tedavisi için veterinere gideceklerdi
------------------------
Ve randevu alındı veterinerden Bir taksi çağırıldı Daha önce hiç taksiye binmemişti Şaşkın ve ürkek çevresine bakındı İçi bir hoş olmuştu Tedirgindi
Sakallı adamın kucağına sığındı
Sanki düşmandı zaman Tutulmuyordu Ve akıp giden zaman onu da bir meçhule götürüyordu
Yol boyunca evler yağdı içine yağmurlarla Caddeler, sokaklar ve taş duvarlar
Ve yağmurlar içinde yanmaya devam ediyordu
Dar bir yokuş sokakta durdu araba Gelmişlerdi
Bir sürgüne yolculandı, gözlerindeki yediveren bakışı
Kaç yağmura tanıklık eden, kaç gecenin gölgesiz heyulasına direnen küçük kalbi sıkışmıştı
Nasıl anlatmalıydı ki; korkuyordu
Önce, bir jiletle tıraş edilerek kan alındı incecik boynundan
Sonra röntgen için bir masaya yatırıldı
-"Sonuçlar için yarını beklememiz gerek Ayrıca antibiyotik tedavisine de hemen başlayalım Çünkü enfeksiyon bütün vücuduna yayılmış Geç kalmayalım
Hasta en az bir hafta burada, bizim gözetimimizde kalsın" dedi veteriner (21Kasım2001Çarşamba)
"Tamam" dedi sakallı adam Kabul etmişti
-"Aman ona çok iyi bakın, ne gerekiyorsa yapın" diyerek yanına geldi
Bir buse kondurdu dağılan saçına Ve gitti
kendisini yapayalnız hissetti
Tanıştığı bu yeni acı, bir başka yakıyordu şimdi yüzlerce kez kırılan camdan yüreğini
Ve hayallerini üzmeye koşulanıyordu saklı acıların zamanı
O günü yemek yemeden geçirdi Katık yapmıştı açlığına giderilmemiş hasretleri
Kapalı, küçük bir odadaydı Damarlarında dolaşan, acının ciğerlerine saldıran kimyasalı ve şırıngalar ve antibiyotiklerdi
Akşamın kuytusuna gizlediği umudunu uykusuz bir sabırsızlıkla taşıdı sabaha
Gözleri kapıda bekledi
Ve sabır kesildi, bir demir kapının paslı kilidi ardında
O gün, oraya gelen herkesin yüzüne astı bakışlarını Dış kapının her açılışında
kalktı yerinden içinin gülen yüzüyle
ama, o gün sakallı adam gelmemişti
kendini eksik hissetti
Gündüzün ışığında saklanan herşey, geceye taşıdı hüznün esmer rengini
O gün; bütün çiçekler üzgündü aslında ve yarasının üstüne açılan bir yara daha kanıyordu Ve çok uzaklarda bir yerde sürgün, toprağa düşüyordu
---------------------------
İkinci günü de tüketti aynı çatı altındaki yabancılıklarla (22Kasım2001Perşembe)
Sesler gölgelere bıraktı yerini Mermerlerin soğukluğuyla yağdı gece
Ve yaşamı anlamsız kılan bir zamanın içindeydi
Özlemlerini diri tutan yalnızlığını düşündü kapatıldığı odanın loş karanlığında
Oysa, gözlerinde yalnızlık kalıncaya kadar vermişti herkese sevgisini
artık kurtulmak istiyordu
Farklı anlamlarla yüklü bir sabah doğdu, sakallı adamın "Hiçbir insan bu kadar güzel ve anlamlı bakamaz" dediği gözlerinin bebeğine
Yine yabancı eller dolaştı narin vücudunda İğneler, ilaçlar, serumlar yolculandı bir kasım limanından içinin denizlerine Yorgundu
dışarda, kucaklamak istediği bir yağmur yağıyordu
Odasına götürdüler ilaçların kuşattığı zayıf vücudunu
Uykunun, derinlerdeki sessizliğiyle buluşmak istiyordu
Önüne konan yiyeceğe bakmadı bile
Bir kumral sonbaharın peronundan, içinin son trenleri de gidiyordu
--------------------------
Aniden bir ses duydu, uykularını harmanlayan:
-"Onu götürmeye geldim" diyordu Sakallı adamın sesiydi bu
Kapatıldığı kafesin kapısına doğru atıldı Yüreği yerinden fırlayacakmış gibiydi
( 23Kasım2001Cuma )
Odanın kapısı açıldı önce, sonra kafesin Gelen, hastalarla ilgilenen adamdı Göçmendi Ve iki iri el kavradı bedenini Ellerin arasında kayboldu küçük vücuduOdadan çıktıklarında onu gördü Doktorla konuşuyor, birbirlerine hararetle birşeyler anlatıyorlardı
Buradan kurtulacaktı Yine o eve gidecek, sakallı adamın kollarında uyuyacaktı
Kuyruğunu neşeyle salladı
Bakıcı, yere indirdi sevinçten titreyen vücudunu
Hele bitsin bu konuşma, sımsıkı sarılacaktı umutlarının elinden tutan limana
bekliyordu
Sonra, beklemediği bir şey oldu Sakallı adam kendisini orada öylece bırakıp,
Kapıya doğru yürüdü Gidiyordu
Ne yapacağını bilemez haldeydi Şaşkındı
O gidişi görmemek için yere yıktığı yüzünü sağ omuzuna doğru çevirmişti
Kapı sol yandaydı
Ve küçük vücudu bir kez daha yağmalanmıştı
Sonra, durdu birden sakallı adam Hızla geri döndü Yanına geldi Başı hala yerdeydi Hüzünler içindeydi
Önce; tüylerini okşadı, sonra bir tanıdık buseyi kondurdu başına
"Geleceğim" dedi "Geleceğim" Yani gidecekti
Coşkuların doğurduğu umudu sönecekti sahip olduğu yüreğindeki
Oysa; o, fidanların hiçbir zaman sönmeyeceğini sanmıştı
Ve bundan sonra söylenen bütün kelimeler artık acıda doğuyordu
Şimdi, bir yara daha açılmıştı yüreğinde;
her yanından kanıyordu
Küçücük bir vedayı, bir ayrılık kolyesi gibi takıp boynuna gitmişti sakallı adam
Şimdi hangi çölü geçmeliydi, hangi dağı aşmalıydı?
İçinin duvarlarını zorlayan isyanını hangi ateşe atmalıydı Hangi mum ışıtabilirdi
laciverde belenmiş geceleri? Hangi sahildi o kıyısında kumruların güneş ördüğü?
Hangi şiir anlatabilirdi şimdi, gözlerini kuşatan o "çaresiz köpek bakışlarını?"
Odada, kafesin içindeydi
Ve yokluklar ardındaki ağıdına, geçit vermiyordu hayal kırıklıkları
Akşamın antibiyotiği yapılmıştı
Artık ağır geliyordu; dostluğuna katılanların yüzleri, bir türlü unutmayı beceremedikleri
Ve içinden geçen kuşların hasretlere kanat açtığı yolculuğu ve ilaçlar ve antibiyotikler;
ağır geliyordu
Her sabah, güneşle sevgisini doğuran minik yüreği yabancıydı artık bütün gecelere ve gündüzlere
Artık, korkusu yoktu zamandan yana Daha yürüyecek yolları, geçmediği duraklar vardı yorulmaz yolculuğunun kentlerinde
Bir son söz buluşması ve son buse dokunuşu için de olsa yine gel dedi sakallı adamın hayaline
ve; bir melek müjdesi uçtu gökyüzüne
Ki, yüreğinde taşıdığı o kocaman sevdaya rağmen yine bir başınaydı Yapayalnızdı
işte, bir bunu anlayamadı
----------------------------
Kliniğin kapısının önünde bir sigara yaktı sakallı adam Yağmur yağıyordu
Hüzünlü bir vedanın takibindeydi
Kapının kenarına saklanarak Zana'yı aradı gölgeli camların ardından
Onu görememişti
Yağmur ve soğuk, içinde birşeyleri zorlamaya başlamıştı
Onun; giderken ardından bükülen boynunu düşündü O sahneyi bir anın içinde yakalamıştı
Gidişine miydi o boyun büküş yoksa hayal kırıklığının yenilgisine mi?
Ve insanın şanssızının olduğu gibi, onların da şanssızı oluyordu
Yağmur hızlanıyordu Bir damla düştü dudağına Diliyle dokundu yağmur taneciğine Ağzına bal tadı ve yapışkanlığı geldi
Zana'nın zorla içtiği ballı sütün yüzüne ve tüylerine sıçradığı zamanlardan kalmıştı
Ve, biraz önce onun yüzünü öptüğünde dudaklarına yapışmıştı
Bir kez daha dokundu dili dudaklarına
gülümsedi
Ve, ilk kez tanrıya dua etti
Eve girdiğinde, içinde anlatımsız bir sıkıntı vardı Hava da neredeyse kararmak üzereydi
Puda'nın, Sarı Gelin'in, Kezo'nun yemeklerini verdi Serçelerin ve bahçedeki kedilerin yiyeceklerini hazırladı Yorulmuştu
Erkenden yattı Ama, bir türlü beceremiyordu uyumayı
Kollarındaki Zana boşluğu rahatsız ediyordu onu
O ne yapıyordu şimdi, nasıldı, neler hissediyordu?
Tüylerine, gözlerinin bebeğinden artakalan yerlerine, düşlerine, umudu olan gecelere ve başlangıçlara rengini veren "beyaz" yağmalıyordu uykularını
neredeydi şimdi beyaz?
Bu kasvet, bu pişmanlık, bu hüzün neydi?
Gözlerinin utangaç bakışında ve ayçöreği beyazlığında yitirilen sevinci şimdi neredeydi?
Başına yorganı çekti Uyku, en iyi ağrı kesiciydi Gözlerini kapadı
Kollarındaki Zana boğluğuna, bütün sıcaklığıyla doldu Puda (24Kasım2001Cumartesi)
----------------------
Kör kuyuların karanlığını doldurarak tükendi düşlerinin gücünü zorlayan gece
Bitkin bir mahmurluğun yılgınlığı ile uyandı sabah
Ve güneşin ateşine atarak zamanı, dayandı kapısına alıcı kuş kanadında bir öğle
Uyanmıştı Ama, canı hiçbir şey yapmak istemiyordu Yataktan çıkmadı
Gözleri boş bakışlarla odanın duvarlarını, tavanını dolaştı
Ve telefonun çalan zili ile sıçradı Acele ile kalktı yataktan
Hastaneden arıyorlardı ( 25Kasım2001Pazar )
-"Hastayı kaybettik" diyordu doktor "Geceyarısı ağırlaşmış, sabah da kaybettik"
Sanki bir şakaydı bu Kelimeleri toparlayamadı
-"Biz elimizden geleni yaptık Ama vücudu çok zayıf ve dirençsiz olduğundan yüklediğimiz ilaçları kaldıramadı" diyordu doktor
Anlamıştı ki, bir türlü inanmak istemediği bu gidiş gerçekti
Demek; şimdi o da almıştı, gökyüzündeki diğer meleklerin arasındaki yerini
bu nasıl birşeydi?
Şimdi bunu kendisine nasıl anlatırdı, bunun altından nasıl kalkardı ki?
Kendisini suçlu hissetti Kendisinden nefret etti Doktordan nefret etti
Herşeyden nefret etti
Bir vicdan azabı sardı her yanını Aslında, bu vicdan azabından da öte birşeydi
İç acısıydı
-"Ama nasıl olur, iyi görünüyordu, neşeliydi, iştahlıydı Evde geziyor, dolaşıyor ve oynuyordu, nasıl ölebilir?" gibi şeyler söyledi Söylediklerinin farkında bile değildi
Kafasının içi boşalmıştı sanki Sanki hiçbir yerde değildi
-"Ben vicdanen rahatım" dedi doktor "Siz de rahat olun Üzülmeyin" dedi doktor
-"Hepimiz onun iyi olabilmesi için, elimizden gelen herşeyi yaptık" dedi doktor
-"İsterseniz gelip ölüsünü alın, isterseniz biz bir poşete sarıp gömdürelim" dedi doktor Ve "Pişmanlık yok!" dedi doktor
Kapadı telefonu Dizlerinin üstündeydi Öylece, sessizliğin içinde kalakalmıştı
Sanki, bütün şarkılar onaydı
"sen küçüksün ölemezsin
kefen bile giyemezsin
kara toprak aldı seni
istesen de dönemezsin"
Şimdi, hangi rüzgar anlatacaktı çıplak ayaklı prenses'in hüzünlü öyküsünü
Hangi yağmur dokunacaktı duvarların dibine bıraktığı izlerine, hangi akşam beyaza verecekti yıldızlarını?
sanki, bütün şarkılar onaydı
"gitti canımın cananı
vay le canım
bıraktı beni yaralı"
O sıcacık öpüşlerin diyetini ödüyordu adeta Baktığı herşey, her yer onu hatırlatıyordu
Vicdanına çöreklenen bu azabı ve onu hatırlatan herşeyi unutmak için kalktı ayağa
Kitaplıkta duran bütün kitapları indirdi yere Plakları, kasetleri
Bütün eşyaların yerini değiştirdi Yattıkları çarşafı, mavi yorganı yıkadı
Onu vanilyalı pasta gibi kokutan kullandığı ilaçları, bal kavanozunu, süt şişesini attı Deliler gibiydi
Ve ölülerin yasası; vicdana azap, avuçlara çaresizlik vermekti
sanki, bütün şarkılar onaydı
"Geç buldum, çabuk kaybettim"
---------------------
Sanki bin yıl yaşlanmıştı Sanki, gözlerine bir kum ocağı boşalmıştı
Apartmanın altındaki bakkala gitmek için dışarı çıktı
Kapının önüne biriken bir güneş vurdu yüzüne önce Sonra bıçkın bir hayat ve anlamını yitiren her şey
Ne kadar deterjan, çamaşır suyu, sabun varsa aldı Onun dokunduğu her şeyi yıkayacaktı Gölgesinin izlerini, vanilya kokusunu, güçlükle yaptığı tuvaletinden gözden kaçanları silecekti hafızasının şehirlerinden
-"Ya; koyverme kendini böyle, üzülme Bak, geçen hafta Manisa'da üç aylık bir bebek öldü gitti İnsanların böylesi trajedilerle öldüğü bir ülkede sen böyle şeyleri büyütürsen kanser olursun valla" diyordu bakkal
"Bak, Manisa'da" diye devam ediyordu Bir yandan siparişleri torbaya dolduruyordu "bebek" diyordu "açlıktan" diyordu "ölmüş" diyordu
Ödedi parayı Arkasını döndü
"o da Manisa'lıydı" dedi "açlıktan öldü o da, onun açlığı yalnızca sevgiye idi"
Bir fısıltının içinde kayboldu sözleri Bakkal "Manisa'lı bebeği" anlatıyordu
Demek, yaşam anlaşılma kavgasından başka bir şey değilmiş diye geçirdi içinden
Herşeyi farklı paylaşmanın mevsimini çekti ciğerlerine Ve sevgiyle ödüllendirilmiş on beş Zana'lı gününü düşündü
Ve günlere inat bir zamanın içinden geçip, gecenin sonuna kadar temizlemeye çalıştı yerleri, duvarları ve Zana'nın sevginin resmini çizdiği bütün kuytuları
Beynini boşaltmak için soyunduğu bütün işleri bitirmişti
Ama; çıkmıyordu bir türlü aklından, onun bu farkedilmeyen gidişi
Doğanın ona sunduğu bembeyaz tüylü kıyafetler ile girdiği yaşamından, filanca marketin siyah alış-veriş poşetine sarılarak çıkıp gitmişti
Yaşayamadan dünde bıraktığı günler, üç günlük yeni adıyla mezarsız bir yerde bitmişti Ve; buluşmasız bir ayrılığa çıkmıştı yola
sanki bütün şarkılar onaydı
"Ah ne fayda, kefen beyaz ah ne fayda"
-------------
İntiharlar geçti kafasından ( 26Kasım2001Pazartesi )
Ne dervişlerin uğradığı, ne yıldızların ışık saçtığı, ne de şarkıların mutlu notalar
dağıttığı ülkeler yoktu artık dünyasında
İnsan, yalnızca bir insan için mi ölmeliydi? Ya da, yalnızca kendisi için mi?
Bir köpek için ölünemez miydi? Ve intiharlar geçti kafasından
Bir köpek insanı intiharların kıyısına kadar getirebilir miydi? Gözlerini kapadı
İlişkilerini düşündü Ve yaşamın içini dolduran bütün resimleri
Kirlenmemiş ne kalmıştıki öznesinde, anlatılan tüm çocuk masallarının
İnsanın içini üşüten bir kar yağdığında sevdiğinin gözbebeklerine sığınmak ve hayatın en önemli çiçeklerini onun gönlüne bırakmak, ya da silip lügattan "azat"
kelimesini sevdiğine köle olmak gibi yaşama ve sevgiye ait şeyleri düşündü
Bunları göze alan, yalnızca Zana'lardı
Ve; kendisini intiharların kıyısına çeken, sevgiye özel bu göze almalardı
e
Bendim, bu on beş günlük zamanı Zana ile bölüşen Ve asla unutamayacağım bir acının ateşini içimde büyüten
Zana, sokaklarda aynı macerayı yaşayan binlerce sevgi pınarlarından yalnızca biriydi
Ve onlardan biri daha bu kahrolası dünyayı bizlere bırakarak, bir aşığın gözyaşı gibi gözlerimden süzülerek yitip gitmişti
Şimdi, Zana'dan bana üç şey kaldı geriye;
bir türlü altından kalkamadığım vicdan azabı, kanepenin köşesine sinmiş bir vanilyalı pasta kokusu ve onun gözlerime yerleştirdiği çaresiz köpek bakışları
sanki, bütün şarkılar onaydı
" gecenin matemini
aşkıma örtüp sarayım,
gittin artık
seni ben nerede bulup yalvarayım
Şimdi ben şifasız
kanayan bir yarayım"


Not : Veteriner Muhsin Algedik'in sahibi olduğu Şenlikköy / Florya'daki kliniğinde ölen Zana'nın bu hikayesi aynı tarihlerde yaşanmış bir olayın ağıtıdır
GÜRKAL GENÇAY
30Kasım2001Cuma-İstanbul

Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.