07-10-2012
|
#1
|
Prof. Dr. Sinsi
|
Yalnızlığın Gözyaşları
Yalnızlığın Gözyaşları - Aysel aksümer yazıları
Yağmurun geleceğini eklemlerindeki ağrılardan anlayanlar gibi Nedim de birazdan olacakları hissedebiliyordu Çünkü; ne zaman burnu içten içe sızlasa; gözlerinin içi alev alev yanar, yürek pınarlarından kopup gelen damlalar, elmacık kemiklerinden aşağıya doğru sicim gibi akıverirdi Nedim, bir hamlede ensesinde birleştirdiği parmaklarını çözdü ve gözlerinin üzerine sıkıca bastırdı
Aklına, emektar gecekondularının ahşap pencere kenarlarına alelacele çul çaput döşeyen annesi geldi Bir de o meşhur sözü: “Zaten ne zaman gökten bereket yağsa, mübarek bize hep felaket olur” Annesi; ne kadar uğraşırsa uğraşsın, yağmur sularının duvarları yol edip, tahta zemini ıslatmasına mani olamazdı Hele, eleğe dönmüş damın altına leğen yetiştirmekten, günlük işlerini yapmaya fırsat bulamazdı Nedim, çakır gözlerini tekrar açtı ve ıslak avuçlarına baktı Çocukluğunun pencereleriyle, gözlerinin kaderi ne kadar da birbirine benziyordu Ne kadar bastırırsa bastırsın, gözden ve gökten gelen yağmura karşı insanoğlu bir türlü dur diyemiyordu
Pijamasının cebinde aradığı mendilini, ıslanmış yastığının altında bulmuştu “İnsan, en büyük acılarını hep en yakınındakiyle paylaşırmış” dedi burnunu silerken Sonra başını iki yana sallayarak “Bak! Gözlerim ve burnum baş başa vermiş nasıl da ağlıyorlar” diye düşündü Sonra doğruldu ve bacaklarını aşağıya doğru sarkıttı
Doğru dürüst uyuyamadığı uzun bir gecenin, zor toparlanılan sabahlarından birini daha yaşıyordu “Eğer bir an önce kalkmazsam, işe yetişemeyeceğim” diyordu yatağından doğrulurken Çıplak ayaklarına terlik giyinmeden, esneye esneye banyoya gitti
Avucundaki mendili, çöp kutusuna doğru fırlattı ve lavabonun musluğunu sonuna kadar açtı Avuçlarına dolan buz gibi suyu, yüzüne bir kaç defa serptikten sonra başını kaldırdı Aynada, en sevmediği yüz ifadesi vardı Ümitsiz, canından bezmiş, bitkin ve yorgun! “Bu yüze; hayat, can ve kan vereceğini bilsem, şu aynaya rüşvet bile teklif ederdim” diye aklından geçirdi “Gerçi bana gelince onun da doğruluğu, dürüstlüğü tutardı Ben, gördüğümü söylerim Yalan söyleyemem der kestirir atardı Daha da üstüne gitsem, kendi kendini imha edip tuzla buz olurdu” dedi ve hafifçe dudak büktü Sonra hızlı hızlı tıraş oldu ve kenar dikişleri hafif sökülmüş havlusuyla yüzünü gelişigüzel kuruladı Tam asarken, havlunun üzerindeki benek benek kırmızılıklara gözü ilişti Aynaya yüzünü iyice yaklaştırdı ve söylenmeye başladı
- Bir düşünceden başka düşünceye yüksek atlama yaparsan işte böyle oranı buranı kanatırsın!
Tıraş kesiklerinin üzerini bir pamukla siliyor bir yandan da “düşüncelerim de akşamdan sabaha kadar uzayan şu sert sakalıma benziyor Birini yüzümden, diğerini kafamdan kestirip atamıyorum işte Sürekli beynimde çoğalıp duruyorlar” diyordu
Banyodan çıkar çıkmaz gözlerini kısarak, yatak odasındaki duvara baktı Saatin 08 00 olduğunu görünce hareketleri daha bir serileşti Üstünü giyindikten sonra fırça ile simsiyah saçlarını geriye doğru tarayıp can havliyle dışarı çıktı Basamakları inerken eli de ceketinin ceplerindeydi Daha sonra ise pantolonunun ön ve arka ceplerinde Birden dövünmeye başladı
- Allah’ım mahvoldum ben! Anahtarlık, cep telefonum her şeyim evde kaldı! Ne kadar da aptalım!
Elindeki kumbarada para var mı diye ileri geri sallayan çocuk gibi o da kendini sallıyor ama ne anahtarlık ne de para şıngırtısı geliyordu kulağına Suçluların, pişmanlık duygusuyla bir süre sonra olay mahalline gelme davranışını Nedim de tekrar kapının önüne gelerek sergilemişti Hızlı hızlı merdivenleri çıkmış ve kapının önüne gelmişti Kapalı kapıdan medet umar gibi eliyle sürekli itekliyordu “Sakin ol! Bir şeyler düşün Çıkar yol aramalısın” gibi de kendi kendine telkinlerde bulunuyordu Kısa bir süre kapının önünde öylece kaldı ve sonra yavaş yavaş merdivenleri indi Apartmanın dış kapısının önünde, çenesini ovalamaya başladı Gözü, karşı apartmanın en alt katında bakkal dükkânı olan Muhittin amcaya takıldı Adımlarının bittiği yerde “Günaydın Muhittin amca” diye seslendi
Dükkânının kepengini açmakla meşgul olan Muhittin Bey başını çevirip “Sana da Nedim! Hayırdır! Senin bu saatte burada ne işin var? İzinli misin? diye sorduktan sonra tekrar eski konumuna döndü
- Sorma Evden çıkarken her şeyimi içeride unuttum Moralim sıfır anlayacağın
- Burada komşuyuz Nedim’ciğim Geç içeriye de işyerine haber ver Sonra da çilingirciyi ara Para sorun değil
Nedim , çok memnun olmuştu Teşekkür ettikten sonra telefona doğru yöneldi Görüşmesi biter bitmez “Allah da seni bunaltmasın Muhittin amca” dedi minnet dolu bir yüz ifadesiyle
Muhittin besmele çekerek, dükkânın içindeki su damacanalarını, topları ve süt kasalarını bir bir dışarı çıkarıyordu Bir yandan da konuşuyordu
- Figen Hanım da, Rahmi Bey gibi toprak olup gitti be evladım! Allah ikisini de nur içinde yatırsın Çok iyi insanlardı Keşke bir kardeşin olsaydı O zaman bu kadar yalnız kalmazdın
Nedim’in gözleri buğulanmıştı Babasının yokluğuna daha alışamamışken on gün önce de annesini kaybetmişti “Allah sizlere uzun ömür versin Muhittin amca” dedikten sonra derin bir sessizlik oldu
On beş dakika sonra çilingirci gelmiş, kapısını açmıştı Nedim, unuttuğu şeyleri cebine koyarak evden dışarı çıkmıştı Arabanın kontağını çevirdiği andan işyerine gidişine kadar bakkal Muhittin amcanın söylediklerini düşünmüştü Evet, yapayalnız kalmıştı Oysa eskiden, bir şey unuttuğunda, apartmanın ziline aşağıdan basar, annesi de yukarıdan atıverirdi Akşam eve döndüğünde daha dış kapının önünden burnuna mis gibi yemek kokuları gelirdi “Acaba alışır mıyım yokluğuna?” diye sordu kendi kendine Cevabını gözünden süzülen yaşlar çoktan vermişti bile
Aysel AKSÜMER
|
|
|